
Esas No: 2017/2654
Karar No: 2021/886
Karar Tarihi: 01.07.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2654 Esas 2021/886 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedelin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacılar İstemi:
4. Davacılar vekili 28.02.2011 tarihli dava dilekçesinde; müvekkillerinin miras bırakan..."nın ilk evliliğinden dünyaya gelen kızları olduğunu, davacıların annesi ile boşanan murisin akabinde davalı ... Tarakçı ile evlendiğini, 27.12.1990 tarihinde ise adına kayıtlı 18 parsel sayılı taşınmazı ikinci eşine satış suretiyle temlik ettiğini, davalının ise dava dışı yükleniciler ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaparak taşınmaz üzerinde inşa edilen binanın 1, 3, 5, 6, 13 ve 14 numaralı bağımsız bölümlerin sahibi olduğunu, dava konusu 5 ve 14 numaralı bağımsız bölümleri kendi uhdesinde tuttuğunu, 1 ve 3 numaralı bağımsız bölümleri davalı kızı ...’a, 6 ve 13 numaralı bağımsız bölümleri ise akrabası olan ..."ya bedelsiz olarak devrettiğini, davalı ...’ın sırf davacıları miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla devirleri yaptığını, devirlerin tamamının aynı gün yapılmış olmasının muvazaanın kanıtı olduğunu, davalıların müvekkillerini babalarından gelen miras hakkından yoksun bırakma çabası içinde olduklarını ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde yine miras paylarına isabet eden bedelin tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5.1. Davalılardan... ve ... vekili cevap dilekçesinde; muris gibi eşi olan davalı ..."ın da uzun yıllar Almanya"da çalıştığını, birikimleri ve ailesinden kalan altınları ile taşınmazı o zamanki gerçek değeri olan 70.500.000TL"ye satın aldığını, muvazaa ve mal kaçırma amacının bulunmadığını, murisin işlerinin kötüye gitmesi nedeniyle dava konusu taşınmazı satışa çıkardığını, aynı dönemde çevreye olan borçlarından dolayı iki arsasını da üçüncü kişilere sattığını, o yıllarda çok sayıda taşınmazı bulunduğunu, bunlardan Erzincan ve Ankara’da olan taşınmazların hâlen muris adına kayıtlı olduğunu, diğer davalılara yapılan devirler bakımından ise davacıların davalı ...’ın mirasçısı olmadıklarını bir haklarının bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
5.2. Davalı ...; cevap dilekçesi sunmamış, yargılama sırasında diğer davalılar vekili tarafından temsil edilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.02.2014 tarihli ve 2011/107 E., 2014/74 K. sayılı kararı ile; toplanan tüm delillere göre muris tarafından davalı ... Tarakçı"ya yapılan satışın muvazaalı olduğu sonucuna varıldığı, taşınmazın davalıya satışına ilişkin akit tablosunda yazılı olan bedel ile bilirkişiler tarafından tespit edilen gerçek bedeli arasında fahiş bir fark bulunduğu, ayrıca murisin dava konusu taşınmazı satmasını gerektirecek ölçüde para ihtiyacının ispat edilemediği gibi davalı ..."ın alım gücünün de ispat edilemediği, davalı tanıklarının bu konudaki beyanlarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yine murisin davacılara kalan başka bir mal varlığının da ispat edilemediği, davalı ..."ın devir yaptığı diğer davalıların da akrabaları olmaları nedeniyle muvazaalı temlik yapıldığının açık olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15.12.2015 tarihli ve 2014/12402 E., 2015/14618 K. sayılı kararı ile;
"... Bilindiği ve Türk Medeni Kanunu"nun 6. maddesinde düzenlendiği üzere "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olayların varlığını ispatla yükümlüdür". Yine 6100 sayılı HMK"nun 190/1. maddesi gereğince "ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”.
Somut olayda, davacılar iddialarını ispat edecek deliller ortaya koymamışlar, tanık bildirmemişler, aksine davalı tanıkları, özellikle davalı tanıklarından İsmet, dava konusu taşınmazda 1988 yılında kiracı olarak oturmaya başladığını, 18 yıl boyunca kiracı olarak bulunduğunu, ilk 2 yıl kirayı miras bırakan Niyazi’ye verdiğini, iki yılın sonunda davalı ...’ın taşınmazı kocasından satın aldığını, bu nedenle kirayı kendisine vermesini istediğini, murisin de onayını alarak taşınana kadar kirayı davalı ...’a ödediğini, murisin onayını alırken murisin de taşınmazı karısına sattığını yani bina ile alakasının kalmadığını söylediğini beyan etmiştir.
Açıklanan bu olgular, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; mirasbırakanın satış akdiyle yaptığı temlikin gerçek iradesini yansıttığı, dava konusu taşınmazın davalı ...’a temlikinin muvazaalı olmayıp gerçek satış olduğu davacıların iddialarını HMK 190/1 TMK 6. maddesi uyarınca kanıtlayamadıkları sonucuna varılmaktadır.
Akitte gösterilen bedel akit tarihindeki gerçek bedelden düşük ise de, salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı açıktır.
Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.12.2016 tarihli ve 2016/349 E., 2016/480 K. sayılı kararı ile dosyadaki bütün bu olguların muris muvazaasını ispatlar durumda iken yalnızca davalılar tanığı İsmet"in beyanına itibar edilerek bu olguların yok sayılmasının hakkaniyete uygun olmadığı, davacıların tanık bildirmemiş olmasının da dosyada mevcut olan ve muris muvazaasını ispatlayan olguların bulunmadığı anlamını taşımayacağı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, miras bırakan... tarafından ikinci eşi olan davalı ... Tarakçı’ya satış suretiyle yapılan dava konusu temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
13. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
14. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
15. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
16. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
17. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
18. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
19. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu"nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
20. 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
21. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
22. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
23. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
24. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
25. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
26. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.
27. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
28. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
29. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
30. Somut olaya gelindiğinde ise 1934 doğumlu olan miras bırakan... 1966 yılında davalı ... Tarakçı ile ikinci evliliğini yapmış, 27.12.1990 tarihinde üzerinde bina bulunan dava konusu taşınmazı 70.500.000TL karşılığında eşine satış suretiyle temlik etmiş, 29.08.2010 tarihinde ise vefat etmiştir. Murisin ölümü ile geride ilk eşinden olma davacı kızları ile ikinci evliliğinden dünyaya gelen davalı ... ve dava dışı oğulları Bülent ile Burhan mirasçı olarak kalmışladır.
31. Davalı ... Tarakçı’nın 2005 yılında imzaladığı kat karşılığı inşaat sözleşmesi sonucunda taşınmaz üzerine yeni bir bina inşa edilmiş ve sözleşme gereğince davalıya isabet eden 1, 3, 5, 6, 13 ve 14 numaralı bağımsız bölümler onun adına tescil edilmiştir. Akabinde ise davalı 5 ve 14 numaralı bağımsız bölümleri kendi üzerinde tutarak, 08.05.2009 tarihli resmî akitle 1 ve 3 numaralı bağımsız bölümleri kızı olan davalı ...’a, 6 ve 13 numaralı bağımsız bölümleri de gelini olan davalı ...’ya satış suretiyle temlik etmiştir. Mahkemece yapılan keşif sonucunda taşınmazın muris tarafından davalı ... Tarakçı’ya temlik edildiği tarihteki gerçek değeri 400.000.000TL olarak tespit edilmiştir.
32. Davacılar, annelerinin farklı olması nedeniyle tüm bu temliklerin kendilerini miras haklarından yoksun bırakmak amacıyla yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Ne var ki, iddialarının ispatı bakımından tanık deliline dayanmamışlardır.
33. Az yukarıda değinildiği gibi muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
34. Dosyada tarafların dayandığı tüm deliller bu şekilde değerlendirildiğinde ise miras bırakanın Almanya’da çalıştıktan sonra yurda döndüğü ve emlakçılık yapmaya başladığı, dava konusu taşınmazı davalı eşine devrettiği sırada taşınmaz üzerinde bina bulunduğu, toplam yedi daire olan binada murisin iki daireyi birleştirerek ikamet ettiği, alt katında ise oğlunun oturduğu, diğer daireler ile bir dükkânın ise kiraya verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda işi, kira gelirleri, sosyal güvencesi ve emekli maaşı olan murisin, İstanbul gibi bir yerde üzerinde yedi daire ve dükkân bulanan çok değerli bir mülkünü satmasını gerektirir nitelikte büyük bir ihtiyaç ya da haklı bir nedeninin bulunduğundan söz edilemeyeceği gibi dosya arasına alınan tapu kayıtlarına göre Ankara ve Erzincan’da başkaca taşınmazlarının da olduğu sabittir. Kaldı ki, cevap dilekçesinde murisin o yıllarda iki arsasını da üçüncü kişilere sattığı belirtilmiştir. Ayrıca, miras bırakanın ölümünden önce Gebze’de bulunan inşaat hâlindeki binasını da sattığı beyan edilmiştir. Diğer yandan, cevap dilekçesinde taşınmazın 27.12.1990 tarihindeki gerçek değerinin 70.500.000(eski)TL olduğu ve bu bedel üzerinden davalıya satıldığı savunulmuş ise de mahkemece yapılan keşif sonucunda taşınmazın üzerindeki eski binayla birlikte o tarihteki koşullar itibariyle değeri uzman bilirkişiler tarafından 400.000.000(eski)TL olarak belirlenmiştir. Tüm bu hususlar dışında davacılar, murisin boşandığı ilk eşinden dünyaya gelen kızları olup, bu olgu da dikkate alındığında miras bırakanın taşınmazını mal kaçırmak gayesiyle üstün tuttuğu ikinci eşine bedelsiz olarak devrettiği sonucuna varılmıştır. Resmî akitte gösterilen ve davalı tarafça taşınmazın gerçek değeri olduğu ileri sürülen satış bedeli ile taşınmazın gerçek değeri arasında fahiş bir fark bulunduğu da sabittir. Yargıtayın yerleşik kararlarında kabul edildiği üzere salt bedeller arasındaki oransızlık muvazaanın varlığının kanıtı için tek başına delil olmasa da somut olayda davacı tarafça dayanılan diğer deliller ve objektif olgular karşısında muvazaanın varlığının bir göstergesi olduğu açıktır.
35. Davacıların murisi...’nın davalı eşine yaptığı temlikin danışıklı olduğunun anlaşılmasından sonra eldeki davada 08.05.2009 tarihli resmî akitle 1 ve 3 numaralı bağımsız bölümlerin kayıt maliki olan davalı ... ile 6 ve 13 numaralı bağımsız bölümlerin kayıt maliki davalı ...’nın iyi niyetli olup olmadıkları ve dolayısıyla bu kişilere yapılan ikinci temlikin korunup korunmayacağı hususunun da tartışılması gerekmektedir.
36. Hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.
37. Belirtilen bu ilke, TMK’nın 1023. maddesinde aynen “Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış; aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. maddesinde ise başka bir şekilde tekrarlanarak, “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” denilerek, iyi niyetli olmayan üçüncü kişilerin kazanımı hükümsüz sayılmıştır.
38. Anılan yasal düzenlemeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabı korunur.
39. Somut olayda ise ikinci temlikin yapıldığı ve hâlen kayıt maliki olan davalı ... muris ile davalı ...’ın kızı, davalı ... ise oğullarının eşi olup, aynı ailenin içinde miras bırakan tarafından yapılan temlikin gerçek bir satış olmayıp, muvazaa nedeniyle geçersiz olduğunu bilen, en azından bilmesi gereken kişi konumunda oldukları sabittir. Bu nedenle iktisaplarının TMK’nın 1023. maddesi kapsamında korunması söz konusu değildir.
40. O hâlde, yerel mahkemece ilk temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, ikinci temliklerde de iktisapta bulunan kayıt maliklerinin iyi niyetli olmadıkları kabul edilerek verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.
41. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (9.006.75TL) harcın temyiz eden davalılardan alınmasına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.07.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.