Taraflar arasında görülen davada;
Davacı vekili, dava konusu 2636 ada 6 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespiti esnasında A.oğlu K. adına tespit ve tescil edildiğini, oysa taşınmazın aslının davacı vakfa ait olduğunu ancak muvazaa ve nam-ı müstear tarıkıyla bu şekilde yazıldığını, tapu kayıt malikinin gaip olması nedeniyle İstanbul Defterdarının kayyım tayin edildiğini, taşınmazın 1936 Beyannamesinde mevcut olduğunu bugüne kadar adlarına tescil edilmediğini ileri sürerek tapunun iptali ile tescili isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 4778 sayılı yasa ve bu yasa gereğince çıkartılan yönetmelik uyarınca C. Vakıflarının mal edinebileceklerini ancak, vakfedenin taşınmazın mülkiyetinin intikalini yasakladığını, davacının anılan yasa hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava B.S.H.E. Kilisesi Vakfı tarafından açılan tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, vakfedenin taşınmazın mülkiyetinin kiliseye intikalini yasakladığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden, dava konusu taşınmazın 13.2.1956 tarihinde yapılan kadastro tespiti esnasında A. oğlu K.adına tespit ve tescil edildiği tescilin 19.6.1961 tarihinde kesinleştiği görülmektedir. F. 1. Sulh Mahkemesinin 1992/1149 Esas,1993/37 Karar sayılı ilamı ile taşınmaz malikinin gaip olması nedeniyle İstanbul Defterdarının kayyım olarak atandığı açıktır.
Davacı vakıf taşınmazın nam-ı müstear tarikiyle A.oğlu K. adına tespit ve tescil edildiğini taşınmazın kilise bahçesi olarak kullanıldığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Öte yandan, davada ileri sürülen iddianın içeriğine göre, yanlar arasındaki uyuşmazlık, Osmanlı İmparatorluğu zamanında kurulmuş bulunan Cemaat Vakfının dava konusu taşınmazı edinip edinemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere; Cemaat Vakıflarının tümü padişah fermanı (buyruğu) ile diğer bir deyişle emri mahsusa ile kurulmuş olup, vakfiyeleri bulunmamaktadır. Bu fermanlar genel bir içerik taşımamış belli ve muayyen yer ya da yerlere hasredilmiştir. Söz konusu irade cemaatlerin kuruluş zamanı itibariyle dini ve hayri işlevlerini özgürce yerine getirmelerine olanak tanıma şeklinde anlaşılmıştır. Esasen, Osmanlı Hukukunda şirket ve derneklere önceleri tüzel kişilik tanınmamış, 18 Ramazan 1286 (1870) tarihinde şirketlere tüzel kişilik tanınmış; 22 R.Evvel 1331"e 16 Şubat 1328 (1912) Tarihli Eşhası Hükmiyenin Gayrimenkullere Tasarrufuna Mahsus Kanunun geçici fıkrasında; " Osmanlı Cemaati ve Müessesatı Hayriyesi tarafından şimdiye kadar nam-ı müstear ile ... tasarruf olunagelen gayrimenkullerin bu kanunun neşir ve ilamından itibaren 6 ay zarfında müracaatları halinde müesseseler namına kaydının tashih olunacağı ..." hükmü kabul edilmiştir.
5404 Sayılı Kanunla değiştirilen 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu 1.maddesinin son fıkrasında ise cemaatlerin ve esnafa mahsus vakıfların ... kişi ve heyetlerce idare edilebileceği hükmü getirilerek, zımnen tüzel kişilik tanınmış, 44.maddesi ile 1936 yılında verdikleri beyannamelerin vakıfname olarak kabul edileceği ilkesi getirilmiştir.
Uzun bir süre, yargısal uygulamada söz konusu beyannamelerin bulunup bulunmadığı ve varsa içeriği gözetilmek suretiyle cemaat vakfının mal edinip edinemeyeceği sonuca bağlanmakta iken Avrupa Birliğine uyum çalışmaları nedeniyle 4771, 4778, 4928 Sayılı Yasalarla bir takım düzenlemeler getirilerek anılan beyannamelerde yer almayan mallarında edinilebilmesi yolu açılarak, bu olanak bazı kurallara ve koşullara bağlanmıştır.
Ancak, 20.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 Sayılı Yeni Vakıflar Kanununda 2.maddesi ile cemaat vakıfları ayrı bir vakıf türü olarak benimsenmiş ve gösterilmiş, böylece cemaat vakıfları mülhak vakıf statüsünden çıkarılmıştır. Keza, aynı yasanın 12. maddesinin 1. fıkrasında; " vakıflar, mal edinebilirler, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler..." Geçici 7.maddesinde ise; "Cemaat Vakıfların;
a) 1936 beyannamelerde kayıtlı olup halen tasurruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına kayıtlı olan taşınmazlar,
b) 1936 beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edilmiş veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen Hazine veya Genel Müdürlük veya vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, meclisin olumlu kararından sonra ilgili Tapu Sicil Müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır." hükmü ile yeni düzenlemeler öngörmüş bulunmaktadır.
Hal böyle olunca, yeni yasal düzenlenmeler çerçevesinde toplanan ve toplanacak taraf delillerinin değerlendirilmesi hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle davanın reddedilmesi doğru değildir. Davacının, temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.11.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.