Esas No: 2017/1100
Karar No: 2019/561
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/1100 Esas 2019/561 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Sayısı : 554-443
Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanık ..."ın TCK"nın 179/3-2, 62 ve 53. maddeleri gereğince 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve 5271 sayılı CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile 5 yıl denetim süresine tâbi tutulmasına ilişkin Sincan (Kapatılan ) 4. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 19.04.2012 tarihli ve 554-443 sayılı hüküm itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Bu karara yönelik Adalet Bakanlığının 23.01.2017 tarihli ve 2016 sayılı kanun yararına bozma talebi ve bu talep üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 03.02.2017 tarihli ve 6784 sayılı ihbarnamede;
"...Sanığın 23.05.2011 tarihinde trafik güvenliğini tehlikeye sokma olarak kabul edilen eyleminden dolayı, Sincan 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.12.2011 tarihli ve 2011/772 esas, 2011/1438 sayılı kararı ile 5237 sayılı Kanun’un 179/2-3, 62 ve 50/1-a maddeleri uyarınca 2.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği gözetilmeden, aynı sanık hakkında aynı eylem nedeniyle açılan ikinci davanın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/7. maddesi gereğince reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediği" gerekçesiyle hükmün kanun yararına bozulmasının istenmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 18.04.2017 tarih ve 2029-3255 sayı ile;
“...Kanun yararına bozma talebine atfen düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.04.2012 tarihli ve 2011/554 esas, 2012/443 karar sayılı kararının CMK"nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına,” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.05.2017 tarih ve 6784 sayı ile;
"İtirazın konusunu oluşturan uyuşmazlık;
Trafik güvenliğini tehlikeye düşürmek suçundan kurulan hükümde, aynı sanık hakkında aynı fiil nedeniyle daha önceden açılmış bir dava veya verilmiş bir hüküm bulunması nedeniyle, mükerrer açılan kamu davasının 5271 sayılı Yasanın 223/7. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerektiği hâlde, yargılamaya devamla yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verildiğine ilişkin kanun yararına bozma isteminin kabulü hâlinde, Özel Dairece, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesinin (d) bendi gereğince mi yoksa aynı fıkranın (a) bendi gereğince mi uygulama yapılacağının belirlenmesine ilişkindir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. ve 310. maddelerinde düzenlenen kanun yararına bozma kurumu; hâkim veya mahkemelerce verilip istinaf ya da temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların giderilmesini sağlayan olağanüstü bir yasa yoludur.
5271 sayılı Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasında, kanun yararına bozma sonrası yapılacak işlemler, bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ve bozma kararının etkileri, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrım yapılarak ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
Düzenlemede; kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama saptanırken, öncelikle ‘karar’ ve ‘hüküm’ ayrımı gözetilmiş ayrıca mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
Bozma nedenleri;
5271 sayılı Yasanın 223 üncü maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddenin 4. fıkrasının (a) bendi uyarınca; kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verilecektir. Bu hâlde yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için, verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması hâlinde ise, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu hâlde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulmasında ise (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, ‘takriri muhakeme’ yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
4’üncü fıkranın (d) bendi gereğince bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi hâlinde, cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi hâlinde ise bu hafif cezaya Yargıtay Ceza Dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu hâlde yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip, gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü üzere, bir karar veya hükmün kanun yararına bozulmasının ilgili aleyhine sonuç doğurup doğurmayacağı, bozma sonrasında kararı veren hâkim veya mahkemece yeni bir inceleme, araştırma ve yargılama yapılıp yapılmayacağı, hangi hâllerde Yargıtay’ın doğrudan hükmetme yetkisinin bulunduğu maddede sıralı ve ayırıcı biçimde düzenlenmiştir. Kanuni düzenleme ile kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama belirlenirken "karar" ve "hüküm" ayrımı gözetilmiş, ayrıca mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
Mahkûmiyete ilişkin hükmün bozulması üzerine mahkemece yeniden yargılama yapılmasını gerektiren durum, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde sınırlı biçimde sayılmıştır. Buna göre, mahkûmiyete ilişkin hükmün bozulması üzerine kararı veren mahkemece yeniden yargılama yapılabilmesi için, bozma nedeninin, davanın esasını çözmeyen yönüne, savunma hakkını kaldırma veya kısıtlanma sonucunu doğuran usul hükmüne ilişkin olması gerekmektedir.
Mahkûmiyet hükmünde, davanın esasını çözmeyen, 5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendi kapsamında kalan bozma nedenlerine, hükmün gerekçe içermemesi, görevsiz mahkemece hüküm kurulması, hâkimin davaya bakamayacağı hâl mevcut olduğu halde bu hâkim tarafından karar verilmesi, Cumhuriyet savcısının duruşmada hazır bulunması gerektiği hâlde yokluğunda yapılan duruşmada mahkûmiyet hükmü kurulması, uzlaşmaya tabi bir suçta uzlaştırma işleminin yapılmaması ve ön ödemeye tabi bir suçta ön ödeme önerisinde bulunulmaması gibi örnekler gösterebiliriz.
Bozma nedeninin, savunma hakkının kaldırılması ya da kısıtlanması sonucunu doğurması hâllerine ise, sanığın sorgusunun, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 147. maddesine uyan şekilde yapılması, aynı Kanun’un 226. maddesi gereğince sanığa ek savunma hakkı verilmemesi, alt dereceli mahkemece karar verilmesi, son sözün duruşmada hazır bulunan sanığa hatırlatılmaması, müdafi tayin edilmesi zorunlu olduğu halde müdafi atanmadan yapılan duruşma neticesinde mahkûmiyet hükmü kurulması ve duruşma yapılması zorunlu olduğu hâlde duruşma yapılmadan yapılan yargılama sonucunda mahkûmiyet hükmü kurulması gibi örnekleri göstermek mümkündür.
Bozma nedeni, netice itibariyle hükümlüye daha az bir cezanın verilmesini ya da cezanın kaldırılması gerektiriyorsa 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi gereğince yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, bu hafif cezaya veya cezanın kaldırılmasına doğrudan Özel Dairece karar verilmesi gerekmektedir.
Özel Dairece, yeniden yargılama yasağı olduğu hâlde, daha az cezaya hükmedilmeyip ya da ceza kaldırılmayıp, hukuka aykırılığın giderilmesinin Yerel Mahkemeye bırakılması hâlinde, bu aşamada Yerel Mahkemenin vereceği karar yok hükmünde olacağından, hükümlü lehine sonuç doğuracak olan hukuka aykırılık da yasal olarak giderilmemiş olacaktır.
Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.06.2006 gün ve 2006/151-157, 13.02.2007 gün ve 2006/349, 2007/35, 18.09.2007 gün ve 2007/186-178, 13.05.2008 gün ve 2008/84-111 ile 14.04.2009 gün ve 2009/75-101 esas-karar sayılı kararlarında da, mahkûmiyet hükümlerinde, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi kapsamında kaldığı kabul edilerek, hukuka aykırılıkların bizzat Özel Dairelerce giderilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Somut olayda, sanık hakkında 23.05.2011 tarihinde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan Sincan Cumhuriyet Başsavcılığınca 09.06.2011 tarih ve 2011/2014 sayılı iddianamesiyle açılan kamu davası sonucu, Sincan 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.12.2011 tarih ve 2011/772 Esas, 2011/1438 Karar sayılı ilamı ile TCK"nun 179/2-3, 62, 50/1-a maddeleri uyarınca 2.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedildiği, verilen bu hükmün temyiz edilmeden 23.12.2011 tarihinde kesinleştiği, yine sanık hakkında aynı olay nedeniyle Sincan Cumhuriyet Başsavcılığıca 07.09.2011 tarih ve 2011/2874 sayılı iddianameyle Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı ve Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.04.2012 tarih ve 2011/554 esas, 2012/443 karar sayılı ilamı ile TCK"nun 179/2-3, 62, CMK"nun 231/5 maddeleri uyarınca sanığın 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşıldığından, sonraki tarihli açılan davanın mükerrer dava olarak kabul edilmesi gerektiği cihetle, 5271 sayılı Kanun"un 223/7. maddesi gereğince mükerrer açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği hâlde, yargılamaya devamla yazılı şekilde karar verildiğinden dolayı Yerel Mahkeme kararı hukuka aykırıdır. Bu nedenle Özel Dairece, kanun yararına bozma isteminin kabulüne karar verilmesi yerindedir. Ancak buradaki bozma nedeni, açılan kamu davasının CMK’nun 223/7. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi olduğundan, hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiren bir bozma nedeni olduğundan, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi kapsamında kalıp, yeniden yargılama yasağı bulunması nedeniyle belirlenen hukuki aykırılığın, bizzat Özel Dairece giderilmesi, Özel Dairece, sanık hakkında Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesinin iş bu dosyası üzerinden mükerrer açılan kamu davasının 223/7. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, kararın CMK"nun 309/4. maddesi uyarınca bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına karar verilmesinin isabetli olmadığı" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 28.09.2017 tarih ve 3509-6765 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında aynı eylem nedeniyle açılan mükerrer dava sonucu davanın reddi kararı yerine kurulan mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın kanun yararına bozulması üzerine davanın reddi kararının Özel Dairece mi yoksa Yerel Mahkemece mi verilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık hakkında 23.05.2011 tarihinde 1.95 promil alkollü vaziyette araç kullanması nedeniyle Sincan Cumhuriyet Başsavcılığınca 09.06.2011 tarihli ve 4022-2014 sayılı iddianame ile açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda Sincan 1. Sulh Ceza Mahkemesince 15.12.2011 tarih ve 772-1438 sayı ile sanığın TCK"nın 179/3-2, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri gereğince 2.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,
Aynı olay nedeniyle sanık hakkında Sincan Cumhuriyet Başsavcılığınca 07.09.2011 tarih ve 5642-2874 sayı ile cezalandırılması istemiyle ikinci kez kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesince 19.04.2012 tarih ve 554-443 sayı ile TCK"nın 179/3-2, 62 ve 53. maddeleri gereğince 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin hükmün CMK"nın 231/5. maddesi gereğince açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve itiraz edilmeksizin kesinleştiği,
Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesince 19.04.2012 tarih ve 554-443 sayı ile verilen karara karşı Adalet Bakanlığınca davanın reddine karar verilmesi gerekirken hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinden bahisle kanun yararına bozma talebinde bulunulduğu,
Yargıtay 12. Ceza Dairesince 18.04.2017 tarih ve 2029-3255 sayı ile “...Kanun yararına bozma talebine atfen düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 19/04/2012 tarihli ve 2011/554 esas, 2012/443 karar sayılı kararının CMK"nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına,” şeklinde karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu"nun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun"un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun"un 231. maddesine eklenen 5 ilâ 14. fıkrayla büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanun"un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun"un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun"un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun"un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 6008 sayılı Kanun"un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna "Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez." cümlesi, 6545 sayılı Kanun"un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına "Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasına karar verilemez." cümlesi eklenmiştir.
5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanunlarla 5271 sayılı CMK"nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
1) Suça ilişkin olarak;
a- Yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,
b- Suçun Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,
2) Sanığa ilişkin olarak;
a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması,
b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması,
c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
e- Sanığın, hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması,
Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu şartların varlığı hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve on sekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmüdür. İkinci karar ise, bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır.
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildikten sonra, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesi uyarınca düşmesine karar verilecek, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde ise CMK"nın 231/11. maddesi gereğince hüküm açıklanacak, ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilecektir.
CMK"nın 231/5. maddesinde sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmadığı belirtilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı sanığın belirli sürelerle denetime tabi tutulmasını öngörmesi, adli sicile işlenmese dahi kendisine mahsus bir sisteme kaydedilmesi, 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra ikinci kez hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine engel teşkil etmesi, yine müsadere, yargılama giderleri ve bu kapsamda vekâlet ücretinin sanığa yüklenmesi bakımından hukuki etkilerinin bulunması nedenleriyle bu karar esasında kesin bir hükmün hukuki sonuçlarını doğurmaktadır. (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayıncılık, 13. Bası, İstanbul, 2016, s. 779-780)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesin bir hükmün hukuki sonuçlarını doğurduğu tespitinden sonra kurumun tabi olduğu olağanüstü kanun yolunun belirlenmesi açısından kanun yararına bozma konusuna ilişkin açıklamalara da değinmek gerekmektedir.
Kanun yararına bozma kanun yolu temyiz ve istinaf incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlere karşı başvurulabilen olağanüstü bir kanun yolu olup, amacı, ülke sathında uygulama birliğine ulaşılması, hâkim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki ciddi boyutlara ulaşan hukuka aykırılıkların toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesidir. Bu kanun yoluna başvurabilmenin ilk ve temel koşulu verilen hüküm veya kararın istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş olmasıdır.
Bu kapsamda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının itiraz kanun yoluna tabi bulunması nedeniyle, gerek itiraz edilerek gerekse itiraz kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmesi hâlinde olağanüstü bir kanun yolu olan kanun yararına bozma konusu yapılabileceğinde kuşku bulunmamaktadır.
Kanun yararına bozma yoluna kimlerin, ne şekilde başvurabileceği CMK"nın 309. maddesinde belirtilmiştir. 309. maddenin 3. fıkrasında, “Yargıtay’ın ceza dairesi ileri sürülen nedenleri yerinde görürse hükmü kanun yararına bozar” denilmektedir. Madde metninde aleyhe bozma yapılıp yapılmayacağına ilişkin bir açıklık yoktur. Ancak, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.06.2005 tarihli ve 55-64; 04.07.2006 tarihli ve 185-175 sayılı kararları ve yerleşmiş içtihatlarında vurgulandığı üzere; sanık aleyhine kanun yararına bozma kanun yoluna başvurulabilmesi mümkündür; fakat, bu hâlde hükmün aleyhe sonuç doğurmamak üzere bozulması gerekir.
Kanun yararına bozma yoluna başvurulması hâlinde söz konusu olabilecek bozma nedenleri ve sayılan bozma nedenlerinin varlığı durumunda, bozma kararı verildikten sonra izlenmesi gereken yol CMK"nın 309. maddenin 4. fıkrasında dört bent hâlinde gösterilmiştir.
Buna göre bozma nedenleri;
5271 sayılı Kanun"un 223. maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendi uyarınca; kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda, yeniden karar verilecektir. Bu hâlde, yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar da bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması hâlinde ise, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu hâlde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulmasında ise, (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, yeniden yargılama yapılması yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
Aynı Kanun maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca, bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi hâlinde cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi hâlinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ilgili ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu hâlde de yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Gelinen bu aşamada "Adil yargılanma hakkı" ilkesi incelenmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan "adil yargılanma hakkı" hukukun üstünlüğü ile adalete erişimi koruyan ve kişilerin ceza muhakemesinin ilk aşaması olan soruşturmanın başından itibaren açık ve adil bir şekilde yargılanmalarını teminat altına alan mutlak bir hak olup, kişilerin hukuk devleti kuralları içinde makul sürede yargılanmasını öngörür. Adil yargılanma hakkı hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup, bireyler için bir hak, devlet için ise bir görevdir. Adil yargılanma hakkının amacı, yargılamanın doğru, hakkaniyete uygun ve adil bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır.
Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha önce soruşturma veya kovuşturmaya tabi tutulmuş olan bireyin, aynı fiilden dolayı tekrar soruşturmaya veya kovuşturmaya tabi tutulması ve hatta buna tâbi tutulabileceği endişesi taşıması adil yargılanma hakkı ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınan bu ilkenin temelinde insan onurunun korunması yatmaktadır. Kişinin daha önce soruşturma ve kovuşturmaya tabi olduğu fiilden dolayı, önceden kanunla belirlenmiş istisnai şartlar gerçekleşmeden tekrar şüpheli veya sanık statüsüne sokulması, insan olmasından kaynaklanan varlığını yani onurunu zedeleyici niteliktedir.
Adil yargılanma hakkı ilkesinin bir gereği olan makul sürede yargılanma hakkı ile CMK"nın 231. maddesinin 5. fıkrası gereğince verilen kararın açıklanmamış da olsa bir hüküm içermesi birlikte değerlendirildiğinde; CMK"nın 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendinde yer alan hükümlü kavramının, kesinleşen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında olduğu gibi verilen mahkûmiyet hükmü askıda olsa bile hakkında bir hüküm kurulan kişiyi de kapsadığı kabul edilmelidir. Bu kabule göre olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına bozmada kural olarak muhakemenin tekrarlanmaması benimsendiği nazara alınıp CMK"nın 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendinde Özel Dairece CMK"nın 231. maddesinin 5. fıkrası uyarınca verilen hükmün bozulması ile yetinilmeyerek cezanın kaldırılması veya azaltılması söz konusu olduğunda gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusu ile ilgisi nedeniyle davanın reddi kararı üzerinde de durulmalıdır.
Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da uygulanan bir hukuk normu olarak doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan "Non bis in idem" ilkesi 1412 sayılı CMUK"nın 253. maddesinin üçüncü fıkrasında; "Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir", 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK"nın "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrasında ise; "Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir." şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, sonradan açılmış olan davanın reddine karar verilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında Sincan Cumhuriyet Başsavcılığınca 07.09.2011 tarih ve 5642-2874 sayı ile 23.05.2011 tarihinde 1.95 promil alkollü vaziyette araç kullanarak trafik güvenliğini tehlikeye sokması nedeniyle Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesine açılan ikinci dava "mükerrer dava" niteliğinde olduğundan 5271 sayılı CMK"nın 223/7. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken sanığın mahkûmiyetine ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesince 19.04.2012 tarih ve 554-443 sayı ile verilen bu karara karşı Adalet Bakanlığınca davanın reddine karar verilmesi gerekirken hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinden bahisle kanun yararına bozma talebinde bulunulduğu, Özel Dairece kanun yararına bozma talebinin kabul edilmesinden sonra “Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.04.2012 tarihli ve 2011/554 esas, 2012/443 karar sayılı kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına” şeklinde karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davanın reddi kararı cezanın kaldırılması sonucunu doğurduğundan adil ve makul sürede yargılanma ilkesi de gözetilerek CMK"nın 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca, Özel Dairece hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekirken, Yargıtay 12. Ceza Dairesince 18.04.2017 tarih ve 2029-3255 sayı ile, kanun yararına bozma talebinin kabul edilerek hükmün bozulmasının ardından “müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına” şeklinde karar verilmesinin isabetsiz olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesince verilen 18.04.2017 tarihli ve 2029-3255 sayılı karardan “müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına” ibaresinin çıkartılarak yerine “Sincan 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.04.2012 tarihli ve 554-443 sayılı kararının kaldırılarak, sanık hakkında aynı fiil nedeniyle sonradan açılan kamu davasının CMK"nın 223/7. maddesi uyarınca reddine” ibaresinin EKLENMESİNE,
3- Dosyanın mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 24.09.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.