Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanları H."nın yaklaşık 112 yaşında vefat ettiğini, vefatından kısa süre önce noterde davalı lehine ölünceye kadar bakma sözleşmesi düzenleyerek 45 parsel sayılı taşınmazdaki 4/5 payının davalıya tescilinin sağlandığını, murisin başka taşınmazı bulunmadığını, yaşı nedeniyle yapılan işlemleri anlayabilecek durumda olmadığını, mirastan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapunun iptali ile terekeye döndürülmesini olmadığı takdirde tenkisini talep etmişler 10.3.2008 tarihli dilekçe ile, miras payları oranında iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı; miras bırakanın torunu olduğunu, bakım borcunu yerine getirdiğini, murisin akli melekelerinin yerinde olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, mal kaçırma amacının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı, tapu iptal, tescil olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152 1990/236 Sayılı kararında vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Ne varki; davada ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma yapıldığı söylenemez.
Bilindiği üzere;davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olaya gelince; miras bırakan H."nın 45 parsel sayılı taşınmazdaki 4/5 payını 25.7.2006 tarihinde ölünceye kadar bakma akti ile davalıya temlik ettiği, davacılarında, temlik tarihinde miras bırakanın yapılan işlemleri anlayabilecek durumda olmadığı temlikin mirastan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğu iddiasıyla davayı açtıkları sabittir.
O halde hukuki ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait Sağlık kurulu raporları, reçeteler vs.istenilerek dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, akit tarihinde miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olup olmadığının belirlenmesi ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muris muvazaasına dayalı iddia yönünden tüm delillerin değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde bir araştırma yapılmadan yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer hususların incelenmesine yer olmadığına,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.11.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.