Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakanları H. T.’a ait 10 parça taşınmazın muristen hile ile alınan vekaletname ile davalı V.’e satıldığını ileri sürerek 468,143,460,810,811 parsellerin tapularının iptali ile miras payları oranında adlarına tescili,1612 parsel yönünden de 750 YTL’nin tahsili isteklerinde bulunmuşlardır.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, sözleşmenin tarafı olan miras bırakanın sağlığında açılmış bir dava olmadığından mirasçılarının muris adına böyle bir davayı açamayacakları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Toplanan deliler ve tüm dosya içeriğinden, miras bırakan H.T.maliki ve paydaşı olduğu dava konusu 468, 143, 460, 810,811 ve 1612 parsel sayılı taşınmazların vekil H. A. tarafından 18.5.1984 ve 15.10.1993 tarihli akitlerle murisin oğlu Davalı V.’e satış suretiyle temlik edildiği görülmektedir.1621 parsel sayılı taşınmazın ise V.sonra dava dışı üçüncü kişilere satıldığı anlaşılmaktadır.
Davacılar miras bırakanları H.’den hile ile alınan vekâletname kullanılmak suretiyle temliklerin gerçekleştirildiği iddiası ile eldeki davayı açmışlardır.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere,Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Oysa mahkemece; yukarıda değinilen ilkeler uyarınca bir inceleme ve araştırma yapılmamış, bu tür bir iddia ile davayı miras bırakanın açabileceği gerekçesiyle dava ret edilmiştir.
Hal böyle olunca, iddianın yukarıdaki ilkeler gözetilmek suretiyle araştırılması, bu yönde tarafların bildirecekleri tüm delilerin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik tahkikatla yetinilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. md. gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 6.11.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.