Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2019/87
Karar No: 2019/549

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/87 Esas 2019/549 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2019/87 E.  ,  2019/549 K.

    "İçtihat Metni"

    Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : İSTANBUL 7. Ağır Ceza
    Tarihi : 25.04.2018
    Sayısı : 271-138

    Yağma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda değişen suç vasfına göre kasten yaralama suçundan sanık Adem Akgül"ün, TCK’nın 86/2, 86/3-e, 62, 51 ve 63. maddeleri uyarınca 7 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının ertelenmesine ve mahsuba ilişkin İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.07.2007 tarihli ve 176-202 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 24.04.2014 tarih ve 24053-8095 sayı ile;
    "Olay günü katılanla kavga eden sanığın, katılanı bıçakla adli raporda belirtildiği üzere yaraladığı ve kavga sırasında katılana ait yere düşen paraları aldığı, katılan paraları geri isteyince, sanığın katılanı bıçakla tehdit ederek olay yerinden paralarla birlikte ayrılması biçiminde gerçekleşen eylemin, yağma suçunu oluşturduğu gözetilmeyerek, yazılı biçimde karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yerel Mahkeme ise 26.04.2018 tarih ve 271-138 sayı ile;
    "Her ne kadar Yargıtay 6. Ceza Dairesince Mahkememizin 2007/176-2007/202 E/K sayılı ilamı ile sanığa verilen TCK 86/2, 86/3-e maddeleri gereğince ceza verilip bu mahkûmiyetin ertelenmesine karar verilmesi üzerine bu kararın doğru olmadığı, sanığın bıçakla tehdit ederek olay yerinden paralarla ayrılması iddiası ile olay yerinden ayrıldığına ilişkin eylemin yağma suçunu oluşturduğundan bahisle bozma kararı verilmiş ise de Dosya içeriğinden, müşteki sanık beyanlarından sanık ve müştekinin önceye dayalı tanışıklıkları bulunduğu, sanık ile müştekinin sanığın eşyalarını müştekinin evine koyması, karşılığında da kira bedeli ödemesi konusunda anlaştıkları, sonrasında sanığında müştekinin evinde kalmaya başladığı, aralarında eşyaların alımı ve kira bedellerinin ödenmesi hususunda alacak verecekten kaynaklı husumet oluştuğu bu açıklamalardan dosya içeriğinden sanık ile önceden tanışan ve aralarında husumet bulunan müştekinin iddiası dışında sanığın yağma suçunu işlediğini ortaya koyacak hiçbir delilin bulunmadığı, sanık ile aralarında husumet ve borç alacak ilişkisi bulunan müştekinin soyut iddiasına dayanılarak sanık hakkında yağma suçundan hüküm kurulmasının hak ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacağı hususunda mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluştuğu," gerekçesiyle bozma kararına direnerek önceki hüküm gibi sanığın kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir.
    Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.07.2018 tarihli ve 57179 sayılı "onama" istekli tebliğnamesi ile dosya, 6763 sayılı Kanun"un 36. maddesiyle değişik CMK"nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 11.02.2019 tarih ve 2680-718 sayı ile; Yerel Mahkeme kararı yerinde görülmediğinden Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
    1- Sanığın eyleminin nitelikli yağma suçunu mu yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğunun,
    2- Kasten yaralama suçunu oluşturduğunun kabulü hâlinde dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin,
    Belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, gerekçeli kararın iddia kısmında bozmaya uyularak yargılamanın sonuçlandırıldığı belirtilmesine rağmen gerekçe ve hüküm kısmında bozmaya direnildiğinin belirtilmesinin, maddi hata mı yoksa hükümde çelişki mi oluşturduğunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Katılanın, başkasından kiralamış olduğu daireyi kirasını ödemesi şartıyla sanığa verdiği, daha sonra dairenin kira, elektrik ve su borcunun ödenmediğini tespit etmesi üzerine içerisinde sanığa ait eşyalar bulunduğu hâlde dairenin giriş kapısının kilidini değiştirdiği, 20.04.2007 tarihinde iş yerine gelen sanık ile bu nedenden dolayı tartışma yaşadığı, tartışma sırasında sanığın katılanı göğsünden ve sol el bileğinden yaraladıktan sonra katılanın kendisine karşı koymasını önleyip ona ait paraları aldığı iddiası ile kamu davası açıldığı,
    Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 08.10.2006 tarihli geçici genel adli muayene raporunda; katılanın, sağ hemitoraks ön duvarında 7. İKA’da 1 adet 2 cm genişliğinde delici kesici alet yarası ve sol el bileğinin lateratinde 1 adet 2 cm’lik delici kesici alet yarası mevcut olduğunun tespit edildiği,
    Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 26.04.2007 tarihli raporda; katılanın yaralanmasının basit bir tıbbî müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun bildirildiği,
    20.04.2007 tarihli yakalama ve üst arama tutanağında; sanıkta yapılan üst araması sonucunda toplam 60 TL çıktığı,
    Anlaşılmaktadır.
    Katılan Yusuf Kenan Kollukta; 2005 yılı Şubat ayında eşi ile yaşadığı şiddetli geçimsizlikten dolayı iş yerinin karşısında bulunan daireyi aylık 275 TL ücret karşılığı kiraladığını ve ev sahibi ile buna yönelik kontrat yaptıklarını, koltuk takımı ve çekyat alıp bu daireye koyduğunu, ara sıra bu dairede kaldığını, 2005 yılı Ağustos ayında, iş yerinde çalışan Havva Akgül isimli bayanın erkek kardeşi olan ve zaman zaman iş yerine uğraması nedeniyle tanıdığı sanığın, yanına gelerek “Ev sahibim bizi evden atıyor, sokakta kaldık, eşyalarımı geçici olarak senin dairene koyabilir miyiz?” dediğini, yanında çalışan Havva’nın güvendiği birisi olması nedeniyle kiraladığı daireye sanığın da eşyalarını geçici olarak koymasına izin verdiğini, sanığın eşyalarını koyduktan yaklaşık 15 gün sonra gelip “Sokakta kaldığını, kalacak yeri olmadığını, dairede kalıp kalamayacağını” sorduğunu, Havva"nın da “Kiranın yarısını Adem versin, kalmasına izin verirsen sevinirim.” dediğini, bunun üzerine kira parasının yarısını vermesi şartıyla sanığın dairede tek başına kalmasına izin verdiğini, sanığın kalmaya başladıktan yaklaşık bir ay sonra kendisinden habersiz olarak eşi ve iki çocuğunu da kiraladığı daireye getirip hep beraber yaşamaya başladıklarını öğrenmesi üzerine sanık ile görüşüp kendilerine ev bulup çıkmalarını istediğini, sanığın o tarihlerde kış ayı geldiği için “Kiranın tamamını vereyim, bu şekilde ailem ile kalayım, bahar mevsimi geldiğinde ev bulup çıkarım.” dediğini, kendisinin de kirayı vermesi şartıyla bunu kabul ettiğini, 2006 yılında kiranın 300 TL’ye çıktığını, 2006 yılı Mart ayında sanık ve ailesinin getirdikleri ev eşyalarını bırakarak ortadan kaybolduklarını, sanığın kaldığı süre boyunca, hiçbir kira, elektrik ve su borcunu ödemediğini öğrendiğini, ev sahibi ile kendisi muhatap olduğu için bu borçları kendisinin ödediğini, bunun üzerine kiraladığı dairenin giriş kapısının kilidini değiştirdiğini, bu tarihten yaklaşık 15 gün önce sanığın kendisini telefonla arayarak “Ev eşyalarımı ver, yoksa kötü olur.” diyerek kendisini tehdit ettiğini, kendisinin de “Borçlarını ver, eşyalarını al.” diye cevap verdiğini, sanık gizli numaradan aradığı için bu numarayı bilmediğini, 08.10.2006 tarihinde saat 17.00 sıralarında iş yerinde bulunduğu esnada sanığın telefonla arayarak yanına geleceğini söylediğini, kendisinin de çabuk gelmesini çıkmak üzere olduğunu belirttiğini, kısa bir süre sonra sanığın iş yerine gelerek kendisine olan borcunun ne kadar olduğunu sorması üzerine "2.500 TL" dediğini, sanığın “Sen benim evimi nasıl kapatırsın, eşyalarımı nasıl vermezsin.” diye bağırmaya başladığını, “Eşyaların olduğu gibi duruyor, borcunu ver, al eşyalarını git.” diye cevap verdiğini, sanığın da “Eve gidip eşyalara bakalım.” dediğini, bu teklifi kabul etmeyerek pencereyi kapatmak için sırtını döndüğünde sanığın bağırarak üzerine saldırmaya başladığını, bu sırada sanığın elinde üzerinden çıkardığı ekmek bıçağı türü bir bıçak gördüğünü, sanığın saldırısı sonucunda sol kolundan ve göğsünün sağ kısmından bıçak ile yaralandığını, saldırıyı bertaraf etmeye ve kendisini korumaya çalışırken sanık ile aralarında uzun süre boğuşma yaşandığını, bu boğuşma sırasında sanık itince yere düştüğünü, tişörtünün cebinde bulunan 1.100 ruble, 2.500 euro ve 2.750 doların yere saçıldığını, sanığın acele bir şekilde bunları toplamaya başladığını, “Bırak lan onları” diye bağırdığını, bunun üzerine sanığın paraları alıp elindeki bıçak ile iş yerinden ayrıldığını, yerde sadece 250 dolar kaldığını,
    Mahkemede ek olarak; olay günü iş yerine geldiğinde sanığın arayarak görüşmek istediğini söylediğini, kendisinin de “Çabuk gel görüşelim.” dediğini, geldiğinde sanığa evden bir elektrik süpürgesinin kaybolduğunu bildirdiğinde de onun kendisinde olmadığını, eşinin almış olabileceğini söylediğini, sanığında eşinin almadığını belirterek borcunun ne kadar olduğunu sorduğunu, normalde sanığın borcunun 2.800 TL olduğunu ancak "2.500 TL ver, yeter." dediğini, bu sırada sanığın “Süpürgeyi kendilerinin almadığını, anahtarı kim değiştirmişse o almıştır.” dediğini, bunun üzerine üç kez “Kendi eşyamı mı çaldım? Kim aldıysa alanı ana avrat sinkaf ederim.” şeklinde cevap verdiğini, çünkü sanığın süpürgeyi kendisinin aldığını kabul etmediğini, sanığın da alan kişiye sinkaflı küfürler ettiğini, sanığın eve giderek eşyaları görmek istediğini,“Parayı getir eşyalarını alırsın, eksik olursa yenisini alır gene de veririm, merak etme” dediğini, arkasını dönüp pencereleri kapatırken ayak sesleri duyunca döndüğünü ve sanığın bıçakla vurmaya başladığını, sanığın elini tutarak bir kaç sefer engellediğini buna rağmen iki üç yerinden hafif yaralandığını, bıçak darbesi kaburgasına denk geldiği için daha ileriye gidemediğini, bıçağı tutmaya çalıştığında sanığın kendisine “Senin suratını parçalayayım da gör, seni öldüreceğim.” dediğini, daha sonra boğuşurken tişörtünün göğüs cebinden paralarının düştüğünü, sanığın bu paralı alıp kaçtığını,“Paralarımı bırak alma” dediğinde sanığın “Arkamdan gelmeyeceksin.” diyerek bıçak gösterdiğini ifade etmiştir.
    Sanık Adem Akgül müdafisiz olarak savcılıkta; katılanı ablası Havva’nın patronu olması nedeniyle tanıdığını, katılanın, tutmuş olduğu boş evde ablasının ricacı olması nedeniyle kira parasını paylaşmak şartıyla kalmasına izin verdiğini, son iki aya kadar kira bedelini ödediğini, Düzce’ye iş aramak için gittiğini, döndüğünde içerisinde eşyaları bulunan evin kilidinin katılan tarafından değiştirildiğini gördüğünü, katılanı tehdit etmeyip, sadece eşyalarını istediğini, 08.10.2006 tarihinde saat 17:00 sıralarında eşyalarını istemek için katılanın bürosuna gittiğini ve katılandan eşyalarını vermesini istediğini, katılanın eşyalarını alabilmesi için kendisine 3.000 TL vermesi gerektiğini söylediğini, kabul etmeyince sanığın hakaret etmeye başladığını ve karşılıklı yumruklaştıklarını, daha sonra kendisinin katılanın bürosundan ayrıldığını, katılanı bıçakla yaralamadığını ve paralarını almadığını, sadece karşılıklı yumruk vurmak suretiyle kavga ettiklerini,
    Sorguda; savcılıkta vermiş olduğu ifadesinin doğru olduğunu, katılan evini gasp ettiği için onunla tartıştığını ve kavga ettiğini, ona yumruk vurduğunu ancak bıçakla yaralamadığını,
    Mahkemede farklı olarak; önceki ev sahibi ile problem yaşamaları nedeniyle katılanın garsoniyer olarak kullandığı bir daireye eşyalarını koyduğunu, çocuklarının da bir süreliğine buraya geldiğini, katılanın daha sonra bu yeri depo olarak kullanacağını söyleyerek çıkmasını istediğini, maddi durumu bozuk olduğu için katılandan biraz süre talep ettiğini, Düzcede bir iş bulduğunu, eşyalarını alıp oraya götürmek üzere geldiğinde evin kilitlerinin değişmiş olduğunu gördüğünü ve eşyalarını alamadığını, olay günü katılandan eşyalarını istediğini, katılanın “Üç milyar lira getir eşyalarını vereyim.” dediğini, kendisinin de “Aç eşyalarımı göreyim ondan sonra parayı ödeyeceğim.” dediğini, katılanın küfür etmeye başladığını ve kendisini ittirdiğini, bu sırada kendisini kaybederek katılanı bıçakla yaraladığını fakat parasını almadığını,
    Sorulması üzerine; mahkemedeki ifadesinin doğru olduğunu, o anki psikolojik durumu nedeniyle katılanı yaralamadığını söylediğini, olayın mahkemede anlattığı şekilde olduğunu,
    Savunmuştur.
    Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
    1-Gerekçeli kararın iddia kısmında bozmaya uyularak yargılamanın sonuçlandırıldığı belirtilmesine rağmen gerekçe ve hüküm kısmında bozmaya direnildiğinin belirtilmesinin, maddi hata mı yoksa hükümde çelişki mi oluşturduğu;
    Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre "karar" kelimesinin anlamı bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargıdır. Aynı sözlükte, hukukta karar; herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm, olarak ifade edilmiştir. Yine, karar kelimesinin ifade ettiği farklı bir anlam olarak; kesin yargıyı bildiren belge belirtildikten sonra, karar; değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik ve değişmez olma olarak da tarif edilmiştir. Bu tanımlardan yola çıkıldığında, yargısal karar; bir yargılama işlemi sonunda belli bir yönteme bağlı olarak verilmiş, kesin yargıyı ifade eden belge olarak tanımlanabilir. Bu durumda kararın en önemli özelliği olarak, “kesinlik” karşımıza çıkmaktadır. Kesinlik kelimesinin sözlük anlamı; bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumudur.
    5271 sayılı CMK"nın "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür",
    "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" başlıklı 231. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.",
    "Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinin üçüncü fıkrası; "Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.",
    Aynı maddenin altıncı fıkrası ise; "Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir." hükümlerini içermektedir.
    Anılan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, duruşmanın bittiği bildirildikten sonra 5271 sayılı CMK"nın 223. maddesinin birinci fıkrası uyarınca hüküm verilmesi zorunludur. Bu hükümde gerekçeye yer verilmese dahi, anılan Kanun"un 232. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme imkânının bulunup bulunmadığının, başvuru imkânı varsa süresi ve merciinin tereddüde mahal bırakmayacak şekilde mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uygulamada bu şekilde gerekçesi açıklanmadan hüküm verilmesine kısa karar denilmektedir. Kısa karar olarak adlandırılan bu hüküm fıkrasının tümüyle duruşma tutanağına geçirilmesi, akabinde okunarak, gerekçesinin ana hatlarıyla anlatılması gerekmekte olup kısa karar yani hüküm bu şekilde açıklandıktan sonra geçerlilik kazanacaktır.
    Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan "hüküm-sonuç" bölümünün açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı "sorun" bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın, yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı "gerekçe" bölümünün hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.
    Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi davranmaları gerekmektedir. Ancak hüküm kurulurken çeşitli hatalar yapılabildiği, örneğin nitelikli hâller nedeniyle ceza artırılırken artırım oranlarında, bazen de sonuçlarında hatalar yapılabildiği gibi indirim nedeninin uygulanması sırasında da hesap hatası yapılarak daha az ceza tayin edildiği, hatta nitelikli hâl nedeniyle cezanın artırılması yerine indirilmesi yoluna gidildiği, ilgili kanun maddesinde suç için hapis cezası ile birlikte para cezası da öngörüldüğü hâlde, yalnızca hapis ya da para cezasına hükmedildiği, öngörülmüş cezanın alt sınırının da altında olacak şekilde bir ceza tayin edildiği veya belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sırasında işlem hataları yapıldığı görülmektedir.
    Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, "uygulama hatası", "hesaplama hatası", "yazım hatası" şeklinde tasniflere tabi tutulmaktadır. Uygulama hatası; yargılama araçlarının belirli biçimde hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi hâlinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibarıyla birer uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir.
    Mahkemenin hata yapıldığından bahisle, kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda yer vermesi veya kısa kararı sonradan değiştirmesi usul ve kanuna aykırı olacaktır. Bu konuda öğretide, "Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani kısa kararda hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır." (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, 10. Baskı, s. 714.) şeklinde görüşler bulunmaktadır. Ancak yerleşmiş uygulama ve kabullere göre, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesi mümkündür.
    Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
    Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa kararın oluşturduğu, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesinin mümkün olduğu, somut olayda da Yerel Mahkemece, kısa kararda ve gerekçeli kararının gerekçe kısmında Özel Dairenin bozma kararına direnildiğinin gerekçeleriyle beraber açıkça belirtildiği hâlde iddia kısmında bozma kararına uyulduğunun yazılmasının maddi hata niteliğinde olduğuna oy birliği ile karar verilmiş ve suç vasfının tespitine ilişkin sorunun görüşülmesine geçilmiştir.
    2-Sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu yoksa nitelikli yağma suçunu mu oluşturduğu;
    Uyuşmazlık konusuyla ilgili “Kasten yaralama” suçu TCK’nın 86. maddesinde;
    “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
    (3) Kasten yaralama suçunun;
    a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
    b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
    c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
    d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
    e) Silâhla,
    İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
    Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılarak, kasten yaralamanın temel şekli düzenlenmiş, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır. Kasten yaralama fiilinin, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olması hâli ise ikinci fıkrada düzenlenmiş olup bu durumda birinci fıkradaki hapis cezasından daha az süreli bir hapis cezası ya da seçimlik olarak adli para cezası suçun yaptırımı olarak öngörülmüştür.
    Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
    Maddenin 3. fıkrasının (e) bendinde kasten yaralama suçunun silahla işlenmesi durumu nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Suçun silahla işlenmiş olmasının nitelikli hâl sayılmasının altında yatan düşünce, söz konusu aracın mağdurun yaşamı, vücut bütünlüğü ve özgürlüğü bakımından ortaya çıkardığı potansiyel tehlikedir. Suçun silahla işlenmesinin nitelikli hâl sayılması, silahın suçun işlenmesini kolaylaştırdığı ve mağdur üzerindeki korkunun etkisini artırdığı düşüncesine dayanmaktadır. (Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2017, s. 232.)
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşması için “Yağma” suçu üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.
    5237 sayılı TCK"nın "Yağma" başlıklı 148. maddesinde; "Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Madde gerekçesinde; "Madde metninde yağma suçunun temel şekli tanımlanmıştır. Hırsızlık suçunda olduğu gibi, yağma suçunda da, taşınır malın alınmasıyla ilgili olarak zilyedinin rızasının bulunmaması gerekir. Ancak, hırsızlık suçundan farklı olarak, bu suçun oluşabilmesi için, mağdurun rızasının, cebir veya tehdit kullanılarak ortadan kaldırılması gerekir. Yağma suçu açısından tehdidin, kişiyi, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle yapılması gerekir. Yağma suçu, cebir kullanılarak da işlenebilir. Ancak bu cebrin, neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama boyutuna ulaşmaması gerekir.
    Yağma suçunun tamamlanabilmesi için, kullanılan cebir veya tehdidin etkisiyle mağdur malı teslim etmeli veya malın alınmasına karşı koymamalıdır. Bu bakımdan, kullanılan cebir veya tehdidin, kişiyi malı teslim etmeye veya alınmasına ses çıkarmamaya yöneltmeye elverişli olması gerekir. Bu nitelikte olmayan bir cebir veya tehdit, sırf mağdurun normalden fazla ürkek olması nedeniyle, malı teslim etmeye veya alınmasına yöneltmişse, yağma suçundan söz edilemez ve fiilin hırsızlık olarak nitelendirilmesi gerekir." açıklamasına yer verilmiştir.
    Suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan hâliyle 149. maddede de yağma suçunun; "Silâhla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, birden fazla kişi tarafından birlikte, yol kesmek suretiyle ya da konut veya işyerinde, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, gece vakti, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla" işlenmesi nitelikli hâl olarak kabul edilmiş, aynı maddenin ikinci fıkrasında yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerin de uygulanacağı belirtilmiştir.
    Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılır, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanır.
    Yağma, tehdit veya cebir kullanma ile hırsızlık suçlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bileşik bir suç olduğundan, birden çok hukuki değeri korumaktadır. Kendisini oluşturan suçların korudukları hukuki değerler olan kişi özgürlüğü, vücut dokunulmazlığı, zilyetlik ve mülkiyet yağma suçunun da koruduğu hukuksal değerlerdir.
    Yağma suçunun oluşabilmesi için, suça konu malın, elinde bulunduran kişiden cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle alınması veya mağdurun malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur kılınması gerekir. Cebir ya da tehdit, bir kişiyi malını teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur kılmak amacıyla yapılmalıdır. Cebir ya da tehdidin belirtilen amaçla ve bu şekilde gerçekleştirilmesi, yağmayı mal varlığına karşı işlenen diğer suçlardan ayırmaktadır.
    Failin mağdura yönelttiği cebir veya tehdidi, kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya zorlamak amacıyla gerçekleştirmiş olması gerekir. Cebir veya tehdit ile malın alınması veya verilmesi arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Yağma suçunun oluşabilmesi için, baştan beri yağma amacıyla hareket eden failin, eylemin başında veya ortasında cebir veya tehdit kullanmasının bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan cebir veya tehdidi kullanmasıdır.
    Yağma suçu, bir kişinin malını cebir veya tehdit kullanarak almak suretiyle işlenmiş sayılacağından, unsurları itibarıyla hem zilyetliğe, hem de kişi hürriyetine yönelik bir suçtur. Ancak kişi hürriyetine yönelen saldırı, mal aleyhine işlenen suçun gerçekleşmesi bakımından bir araç niteliğinde bulunduğundan, bu suç sonuç itibariyle "mal aleyhine" işlenen bir suçtur.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Katılanın, başkasından kiralamış olduğu daireyi kirasını ödemesi şartıyla sanığa kiraya verdiği, daha sonra sanığın ortadan kaybolması ve kirayı ödememesi nedeniyle sanığa ait eşyaların bulunduğu dairenin giriş kapısının kilidini değiştirdiği, 08.10.2006 tarihinde saat 17.00 sıralarında sanığın katılanı arayıp görüşmek istediğini söyleyerek katılanın iş yerine geldiği, aralarında çıkan tartışma sonucunda sanığın, katılanı sol el bileğinden ve göğsünün sağ kısmından bıçak ile yaraladığı, bu sırada aralarında çıkan itişme sırasında katılanın tişörtünün cebinde bulunan 1.100 ruble, 2.500 euro ve 2.750 doların yere düştüğü, sanığın 250 dolar hariç diğer paraları aldığı, katılanın “Bırak lan onları” demesine rağmen sanığın “Peşimden gelmeyeceksin.” diyerek katılana bıçak göstererek paralarla olay yerinden ayrıldığı iddia olunan olayda; sanığın katılanı bıçak ile yaraladığını ancak parasını almadığını savunması ve sanığın katılanın kiraladığı eve eşyalarını bırakmasına rağmen payına düşen kira bedelini ödememesi nedeniyle tarafların arasında husumet bulunması karşısında katılanın soyut beyanı dışında sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması karşısında sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme hükmünün isabetli olduğuna karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu üyesi; "Direnme kararının isabetli olmadığı" düşüncesiyle, karşı oy kullanmışlardır.

    3-Sanığa atılı kasten yaralama suçunun dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği;
    TCK"nın 66. maddesinde, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, aynı maddenin birinci fıkrasının (e) bendinde beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin 8 yıl olacağı hüküm altına alınmıştır. Aynı Kanun"un 67. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kesen bir nedenin varlığı hâlinde zamanaşımı süresi, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
    Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden birçok kararında açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hallerden biri olan zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi hâlinde mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanığa yüklenen, "Kasten yaralama" suçunun yaptırımı, TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca dört aydan bir yıla kadar hapis cezası olup, aynı maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendi uyarınca cezanın yarı oranında artırılacağının belirtildiği, bu hâliyle TCK"nın 66. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca suçun asli dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır.
    Daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 20.04.2007 tarihinde gerçekleştirilen eylemle ilgili olarak, zamanaşımını kesen 16.07.2007 tarihli mahkûmiyet hükmü ile direnmeye konu olan ikinci mahkumiyet hükmü arasında zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği gözetildiğinde, TCK"nın 66. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirtilen sekiz yıllık zamanaşımı süresinin Yerel Mahkemenin direnme kararı tarihinden önce 16.07.2015 tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır.
    Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmelidir.
    SONUÇ :
    Açıklanan nedenlerle,
    1- İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.04.2018 tarihli ve 271-138 sayılı hükmündeki direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
    2- İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.04.2018 tarihli ve 271-138 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle BOZULMASINA,
    Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi gereğince hâlen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının TCK’nın 66. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi ve 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca DÜŞMESİNE,
    3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 17.09.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve üçüncü uyuşmazlık bakımından oy birliğiyle, ikinci uyuşmazlık bakımından oy çokluğuyla karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi