Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, ortak miras bırakanları R. 466 ada 6 parsel sayılı taşınmazda bulunan 3 nolu dairesini davalı kızına muvazaalı olarak devrettiğini, diğer kardeşlerinin dava açmasını önlemek için davalının taşınmazı anlaşmalı olarak F.AE.e temlik ettiğini, daha sonra dairenin mülkiyetini yeniden üzerine aldığını ileri sürüp, tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiştir.
Davalı, davacının aynı hukuki nedene dayanarak sulh hukuk mahkemesinde açtığı davanın derdest olduğunu, miras bırakanın dava konusu daireyi kendisine vasiyet ettikten sonra aynı taşınmazı kendisine devrettiğini, vasiyetnamenin tenfizine karar verildiğini, davacının süresinde tenkis davası açmadığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; tarafların miras bırakanı R.a.ın maliki bulunduğu 466 ada 6 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümü 26.12.1989 tarihinde davalı kızı F.ya satış yoluyla temlik ettiği, F.nın bu taşınmazı 10.11.1995 tarihinde dava dışı arkadaşı F.A. E.e satış göstererek devrettiği ve 23.11.2001 tarihinde ise taşınmazı bu kişiden yeniden devraldığı, miras bırakanın daha önce dava konusu 3 nolu bağımsız bölümü 18.1.1979 tarihli vasiyet ile dava dışı torunu M.a, aynı binadaki 4 nolu bağımsız bölümü ise davalı kızına vesayet ettiği, davalı F.le dava dışı M.nın bu vasiyetnameye dayanarak diğer mirasçılar aleyhine ayrı ayrı açtıkları tapu iptali ve tescil davalarının, vasiyetnamenin hükümsüz hale geldiği gerekçesiyle reddedilerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, vasiyetname düzenlendikten sonra taşınmazlar kayden temlik edildiğine göre, Türk Medeni Kanununun 544/2. maddesi hükmüne göre vasiyetnamenin ortadan kalktığı da bahse konu kesinleşen kararla sabittir. Bilindiği gibi; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; dava konusu dairenin davalıya, annesine bakması nedeniyle verildiği, karşılığında bedel ödendiğine ilişkin bir savunmanın bulunmadığı, davalıdan taşınmazı devralan ve sonra iade eden F.A.E.ile davalının arkadaş oldukları, taşınmazın akit tarihindeki gerçek bedeli ile akitteki değeri arasında fahiş fark bulunduğu, murisin akitten önce düzenlediği vasiyetname ile iradesinin davalıya bağış olduğunu da belli ettiği sabittir. O halde, bu olgu ve bulgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde yapılan temlikin muvazaalı olduğu kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.9.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.