Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2018/1020
Karar No: 2021/832

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/1020 Esas 2021/832 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2018/1020 E.  ,  2021/832 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ... 12. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davacı ile davalı ... San. ve Tic. Ltd. Şti. vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
    2. Direnme kararı davacı ve davalı ... San. ve Tic. Ltd. Şti. vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
    4. Davacı vekili dava dilekçesinde; 01.05.2000 tarihinden itibaren davalı şirkette çalışan müvekkilinin diğer davalı olan ... Belediye Başkanlığından (Belediye) ihale ile alınan işe ait şantiyede çalışmakta iken 01.09.2002 tarihinde iş arkadaşının elinden sıçrayan çivinin gözüne kaçması nedeniyle bir gözünü kaybettiğini, kazadan sonra davalı şirketin müvekkilini sigortasız çalıştırdığının öğrenildiğini, işverenin ricası üzerine iş kazasının yetkili kuruma da bildirilmediğini ancak davalı işverenin hiçbir şekilde müvekkili ile ilgilenmediğini, ayrıca iş sözleşmesinin 30.01.2006 tarihinde feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000TL manevi tazminat, 1.000TL maddi tazminat ile 100’er TL kıdem ve ihbar tazminatları, fazla çalışma ve yıllık izin ücret alacaklarının davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
    5. Mahkemece 26.11.2007 tarihli duruşmanın (2) numaralı ara kararı ile işçilik alacaklarına ilişkin dava tefrik edilmiştir.
    Davalı Cevabı:
    6. Davalı ... San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taleplerin zaman aşımına uğradığını, davacının yaptığı işi taşeron olarak aldığını, bu nedenle işçi statüsünde olmadığını, ancak işin resmî ihale ile alınmış olması nedeniyle şeklen müvekkili şirket bünyesinde işçi olarak gösterildiğini, davalı işyerinde davalı Belediyeden 01.02.2002 tarihinde alınan ihale nedeniyle çalışmaya başladığını, işyerinin 15.03.2002 tarihinde tescil edilip 26.04.2002 tarihinde iş bitimi sebebiyle Sosyal Güvenlik Kurumu (...) nezdinde kapatıldığını, .. yardımlarından yararlanması için davacının 20.08.2004 tarihinde davalı şirkete ait başka bir işyerinde sigortalı gösterildiğini ancak fiili çalışması bulunmadığını, ayrıca kendisine sürekli yardım yapıldığını, dava konusu alacaklara hak kazanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    7. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; taleplerin zaman aşımına uğradığını, öte yandan davacının davalı şirketin işçisi olduğunu, müvekkili Belediye hakkındaki davanın taraf sıfatı yokluğundan reddi gerektiğini, davacının olayın iş kazası olduğunun ve maluliyet oranının tespiti için Mahkemenin 2007/122 Esas sırasına kayden açtığı davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkeme Kararı:
    8. ... 12. İş Mahkemesinin 27.06.2014 tarihli ve 2007/824 E., 2014/227 K. sayılı kararı ile; davacının 02.09.2002 tarihinde geçirdiği iş kazasında %47 oranında malûl kaldığı, davalı şirketin ve yanında çalışan dava dışı işçi ... ...’ın (...) %85 oranında kusurlu oldukları, geçici iş göremezlik ödeneği ile ilk peşin sermaye değerli gelir mahsup edildiğinde davacının maddi zararının 91.276,35TL olduğu, ayrıca 10.000TL manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle davalı şirket yönünden davanın kabulüne; iş kazasının oluşumunda kusursuz olan davalı ... yönünden ise reddine karar verilmiştir.
    Özel Daire Kararı:
    9. ... 12. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresinde davacı ve davalı şirket vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
    10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 30.04.2015 tarihli ve 2014/23827 E., 2015/9509 K. sayılı kararı ile; "...1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre; davacı ile davalı şirketin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
    2-Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemece, davalı ... hakkındaki davanın reddine, 91.276,35 TL maddi tazminatın kaza tarihinden yasal faizi ile, 10.000,00 TL manevi tazminatın ise faiz işletilmeksizin davalı şirketten alınıp davacıya verilmesine karar verilmiştir.
    Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; davacının 01/09/2002 tarihinde iş kazası geçirdiği, bu iş kazasına ilişkin olarak 13/02/2007 yılında davalılar aleyhine eldeki temyiz incelemesine konu maddi ve manevi tazminat talepli davayı açtığı, davacının dava dilekçesinde manevi tazminat taleplerine faiz işletilmesi konusunu sükutla geçtiği, bilahare 27/06/2012 tarihinde davalarının belirsiz alacak davası olduğunu ileri sürerek, maddi tazminat taleplerinin toplanacak delillere göre ileride harcı tamamlanmak üzere olay tarihinden yasal faizi ile, manevi tazminat taleplerinin ise olay tarihinden yasal faizi ile tahsilini istedikleri, 26/05/2014 tarihli harç tamamlanmasına yönelik dilekçeleriyle ise maddi tazminat taleplerini 91.276,35 TL"ye çıkardıkları, bu dilekçe davalı tarafa celsede elden tebliğ edildiğinde davalının o celsede zamanaşımı defi ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.
    Dava konusunun iş kazasından kaynaklanan zararların tazminine ilişkin olduğunun kabulü sonrasında işbu davada uyuşmazlık konusu olan öncelikli husus, bu tür davalarda, gerek 818 sayılı B.K.’nun 125. maddesinde, gerekse 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 146. maddesinde belirtilen 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolup dolmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Somut olayda, davacının 01/09/2002 tarihinde geçirdiği iş kazasından kaynaklanan maddi tazminat talebinin arttırılmasına yönelik 26/05/2014 tarihli ıslah talebinin 10 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra dile getirildiği ve davalı tarafın süresinde zamanaşımı def"i"nde bulunduğu anlaşıldığından, mahkemece zamanaşımı nedeniyle ıslahla arttırılan maddi tazminat kısmının reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde maddi tazminat isteminin kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

    Öte yandan, davacı tarafın 27/06/2012 tarihli dilekçeleri ile harcını yatırarak manevi tazminat taleplerine olay tarihinden faiz istedikleri yönünde davasını ıslah ettiği gözden kaçırılarak manevi tazminat istemine faiz yürütülmemesi de hatalı olmuştur.
    Yapılacak iş, davacının maddi tazminat talebinin ıslahla arttırılan kısmının zamanaşımı nedeniyle reddine, yine davacı yararına hükmedilen manevi tazminata olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar vermekten ibarettir.
    O halde tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
    Direnme Kararı:
    11. ... 12. İş Mahkemesinin 25.12.2015 tarihli ve 2015/417 E., 2015/572 K. sayılı kararı ile; manevi tazminata olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiğine ilişkin bozma nedenine uyulmuş; diğer bozma nedeni yönünden ise; davacının maluliyet oranına itiraz edilmesi nedeniyle Mahkemenin 2010/798 E. sayılı dosyasında maluliyet oranının tespitinin talep edildiği, yargılama sonucu maluliyet oranının %47 olarak tespitine karar verildiği, mahkemece bu davanın bekletici mesele yapıldığı, Hukuk Genel Kurulunun istikrarlı kararlarında 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125 ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddelerinde öngörülen 10 yıllık zaman aşımı süresinin maluliyet oranına itiraz edilmesi durumunda iş kazası tarihinden değil, maluliyetin kesinleştiği tarihten başlayacağının kabul edildiği, davacının olayın gidişatını ve sonuçlarını yargılama aşamasında öğrendiği, bu nedenle zaman aşımının 2010/798 E., 2012/332 K. sayılı kararın kesinleştiği tarihten başlayacağı belirtilerek önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
    12. Direnme kararı süresinde davacı ve davalı şirket vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu (HGK) önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 01.09.2002 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının zararı hangi tarihte öğrendiğinin kabulü gerektiği; buradan varılacak sonuca göre 26.05.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat yönünden zaman aşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

    III. GEREKÇE
    A. Davacı vekilinin temyiz istemi yönünden;
    14. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

    15. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
    16. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup bu maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde "Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması" dava şartları arasında sayılmıştır.
    17. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine işaret eder. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
    18. Yine bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (..., E.: Davada Menfaat, ... 2009, s.135).
    19. Öte yandan dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukukî yararının varlığı şarttır. Aksi hâlde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez (Kuru, B.: Medenî Usul Hukuku El Kitabı, Cilt I, Yetkin Yayınları, Mart 2020, s.390).
    20. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki; kanun yolu davanın taraflarına tanınan bir hukukî yoldur ki; bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
    21. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, ... 2001, Cilt III, s. 4483).

    22. Kanun yollarından biri de temyiz kanun yolu olup nihai bir karar, kanunda öngörülen süre içinde, harca tabi ise harcı yatırılarak temyiz edilebilir. Bunlara ilaveten nasıl ki, davacının dava açmakta hukukî menfaatinin bulunması gerekiyorsa, temyize başvuranın da hukukî menfaatinin bulunması gerekir.
    23. Buna göre temyiz yoluna başvuran tarafın temyiz ettiği kararın kaldırılması ya da değiştirilmesinde korunmaya değer bir menfaati olmalıdır. Davada haklı çıkmış olan tarafın da hukukî menfaati bulunmak kaydıyla hükmü temyiz etmesi mümkündür.
    24. Somut olayda; ilk kararın davacı ile davalı şirket vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, manevi tazminata faiz yürütülmemesinin hatalı olduğu, ıslah ile arttırılan maddi tazminatın ise zaman aşımı nedeniyle reddi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine mahkemece manevi tazminata faiz yürütülmesi gerektiğine işaret eden bozma nedenine uyulmuş, ıslah ile arttırılan maddi tazminatın reddi gerektiğine ilişkin bozma nedenine ise direnilmiştir. Bu durumda lehine olan bozma nedenine uyulan, aleyhine olan bozma nedenine direnilen davacı vekilinin direnme kararını temyiz etmekte hukukî yararının bulunmadığı açıktır.
    25. Şu hâlde davacı vekilinin temyiz istemi hukukî yarar yokluğundan reddedilmelidir.
    B. Davalı şirket vekilinin temyiz istemi yönünden;
    26. Öncelikle uyuşmazlıkla ilgili kurum ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.
    a.Hizmet Sözleşmesi ve İşverenin İş Kazasından Kaynaklanan Sorumluluğunun Niteliği
    27. İşçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımı yapılmıştır.
    28. Hizmet akdi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313/1. maddesinde “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
    29. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393/1. maddesinde ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
    30. Bu hâliyle denilebilir ki, hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği, iki taraflı bir sözleşmedir.

    31. Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
    32. İş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan BK"nın 332. maddesinde; "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
    İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiştir.
    33. 10.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin 1. fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
    34. Mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar kanun koyucu tarafından 30.06.2012 yürürlük tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 sayılı Kanun) ile doldurulmaya çalışılmıştır. 6331 sayılı Kanun"un 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanun"un 77 ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
    35. Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak BK"nın 332. maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK"nın 417. maddesinde bu doğrultuda hükümlere yer verilmiştir. Bu madde; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
    İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
    İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    36. 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş bir yaklaşımla düzenlenen TBK"nın 417. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hüküm ile 4857 sayılı İş Kanunu"nun mülga 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasındaki düzenlemesi ile de hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukukî niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. İşverenin gözetme borcu iş sözleşmesinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (TBK 112 ve 417.) dayanabilecektir. Öte yandan, işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup, aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (..., K.: İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir.
    37. Sonuç itibariyle denilebilir ki, iş kazasında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması mümkündür.
    b. Zaman Aşımı ve Başlangıcı
    38. Özel hukukta teknik bir kavram olan zaman aşımı alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu; alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zaman aşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
    39. Zaman aşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zaman aşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (... ...) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zaman aşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def"ide bulunması gerekir (Reisoğlu, S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, ... 1998, s. 334, HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/2553 K. sayılı kararı).
    40. Yargıtayın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zaman aşımı hukukî niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def"i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (HGK’nın 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 E., 2011/70 K.; 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 E., 2013/1457 K.; 12.03.2014 tarihli ve 2013/4-544 E., 2014/315 K. sayılı kararları).
    41. İş kazalarında işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından TBK"nın 146-161 (BK"nın 125-140.) maddelerinde düzenlenen zaman aşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
    42. 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 125. maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir”. Yine TBK"nın 146. maddesinde benzer bir düzenleme ile, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır. Kanun koyucu hem BK"nın 125. maddesi hem de TBK"nın 146. maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zaman aşımı süresini düzenlemiş olup, aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zaman aşımı süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından TBK’nın 146. (BK"nın 125.) maddesine göre on yıllık zaman aşımı süresi uygulanacaktır.
    43. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 149. (BK m.128.) maddesi uyarınca ise zaman aşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
    44. Gelinen bu noktada iş kazasından kaynaklanan tazminat talepleri yönünden zaman aşımının hangi tarih itibariyle başlayacağının belirlenmesi gerekmekte olup bu hususun tespitinde, zarar ve zararın öğrenilme tarihinin önemi açıktır.
    45. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açılmasına ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartların öğrenilmiş olması demektir. Zararın öğrenilmesi, zarar verici olayın değil, zararın varlığı, niteliği, unsurları ve kapsamının kesin olarak bilinmesi demektir. Zarar verici eylemin sonuçları ve zarar tam olarak ortaya çıkmadıkça zarar görenin zararı öğrendiğinden söz edilemez. HGK"nın 05.06.2002 tarihli ve 2002/4-470 E., 2002/477 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.
    46. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise, zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zaman aşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
    47. Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zaman aşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
    48. Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık "gelişen durum" ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zaman aşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır (HGK"nın 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 E., 2002/874 K. sayılı kararı).
    49. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; iş kazasının meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun (506 sayılı Kanun) 12. maddesi uyarınca iş kazaları ve meslek hastalıkları hâlinde sigortalıya sağlanan yardımlar; sağlık yardımı yapılması, geçici iş göremezlik süresince günlük ödenek verilmesi, sürekli iş göremezlik hâllerinde gelir bağlanması, protez araç ve gereçlerinin sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi, tedavi için yurt içinde ve gerektiğinde yurt dışında başka yere gönderilmesi, sigortalı ölmüş ise cenaze masrafı verilmesi ve hak sahiplerine gelir bağlanması olarak gösterilmiştir.
    50. Bu kapsamda iş kazası geçiren sigortalı Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları tarafından tedavi altına alınmakta, sağlığına kavuşması için gerekli tüm tıbbi yardımlar sağlanmakta, bu arada sigortalıya geçici iş göremezlik ödemesi yapılmaktadır. Tedavi sonucunda sigortalı tamamen sağlığına kavuşarak yeniden çalışma gücünü kazanabileceği gibi, meslekte kazanma gücünü tamamen ya da kısmen yitirmesi de söz konusu olabilecektir.
    51. Bu durumda 506 sayılı Kanun"un 19. maddesine göre, "Geçici iş göremezlik hali sonunda Kuruma ait veya Kurumun sevk edeceği sağlık tesisleri sağlık kurulları tarafından verilecek raporlarda belirtilen arızalarına göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 10 azalmış bulunduğu Kurumca tesbit edilen sigortalı sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır".
    52. Meslekte kazanma gücünü tamamen (%100) yitiren, yani sürekli tam iş göremez duruma düşen sigortalıya bağlanacak gelir sürekli iş göremezlik geliri olup, sigortalının yıllık kazancının %70"idir. Ancak sigortalı başka birinin yardımına muhtaç ise bu gelir % 50 artırılır. Meslekte kazanma gücündeki kayıp oranı %10 veya daha fazla olmakla birlikte %100"den az ise bu durumda sürekli kısmi iş göremezlik geliri meslekte kazanma gücü kaybı oranı ile doğru orantılı olarak bağlanacaktır (506 sayılı Kanun m.20).
    53. 506 sayılı Kanun"un "Sigortalının kontrol muayenesi" başlıklı 25. maddesinde ise; "Sürekli iş göremezlik geliri bağlandıktan sonra sigortalı, her zaman, iş göremezlik derecesinde bir artma olduğunu veya başka birinin sürekli bakımına muhtaç duruma girdiğini ileri sürerek gelirde değişiklik yapılmasını isteyebileceği gibi, Kurum da, sigortalıyı her zaman kontrol muayenesine tabi tutabilir.
    Gerek sigortalının başvurması üzerine gerek Kurumca yaptırılan Kontrol muayenesi sonunda Kurum sağlık tesisleri sağlık kurulu raporuna göre sürekli iş göremezlik durumunda değişiklik olduğu tesbit edilirse, sigortalının sürekli iş göremezlik geliri, rapor tarihinden sonraki ay başından başlanarak artırılır, eksiltilir veya kesilir..." hükmü bulunmaktadır.
    54. Görüldüğü üzere iş kazası sonucu oluşan sürekli iş göremezlik nedeniyle meslekte kazanma gücündeki kayıp oranı kazalı sigortalıya bağlanacak gelir ve hüküm altına alınacak tazminatın miktarını doğrudan etkilediğinden bu oranın hiçbir duraksamaya yol açmayacak biçimde saptandığı tarihten itibaren zaman aşımının başlatılması gerekir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
    07.07.2020 tarihli ve 2017/21-1593 E., 2020/535 K. ile 03.12.2019 tarihli ve 2017/21-2180 E., 2019/1275 K. sayılı kararları da aynı doğrultuda tespitler içermektedir.
    55. Başka bir deyişle soyut öğrenme, kesin bir bilgi edinememe ve zararın unsurlarını (örneğin sakatlık derecesi ya da ne gibi beden rahatsızlığı oluştuğu) bilememe durumunda zarar ve sonuçları öğrenilmiş sayılamayacağından zaman aşımı kesin öğrenmeden sonra başlamalıdır. Aksi takdirde gerçek zarar karşılanmamış ve hak kaybına sebebiyet verilmiş olacaktır.

    c. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesinin Konuya Bakışı
    56. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir çok kararında zaman aşımına ilişkin kuralların katı ve şekilci bir yorumla uygulanmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6. maddesinde düzenlenen "mahkemeye erişim hakkı"nı ihlal ettiğini kabul etmiştir.
    57. Nitekim AİHM 30.10.2018 tarihli ve 22677/10 Başvuru numaralı Kurşun/Türkiye davasında "...Ancak Mahkeme, bütün olarak bakıldığında ve özellikle başvuranın iddialarının altında yatan olaya ilişkin sıra dışı koşullar göz önüne alındığında yukarıdaki hususların yerel mahkemenin bir usul kuralına yönelik, olay tarihinde açık ve istikrarlı emsallerle desteklenmediği anlaşılan katı uygulamasının tazminat taleplerini inceletmek amacındaki başvuranı mahkemeye erişim hakkından yoksun bırakması sonucunu doğurduğu görüşündedir..." şeklindeki tespitten sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) kapsamında başvuranın mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
    58. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 17.09.2013 tarihli ve 59601/09 Başvuru numaralı Eşim/Türkiye davasında da süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu askerlik hizmetini yerine getirirken 25.09.1990 tarihinde yaralanmış, tedavisi uzun bir süre devam etmiş ve sonunda 1992 yılında askerlik ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucunun sonraki yıllarda baş dönmesi ve baş ağrısı yakınmaları olmuş, 2004 yılında kafasında niteliği belirlenemeyen bir cisim olduğu tespit edilmiştir. 2007 yılındaki muayenesinde başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19.09.2007 tarihinde tazminat talebiyle idareye başvurmuş ancak talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine idare mahkemesinde maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olayın meydana geldiği tarihten itibaren 5 yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
    59. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu davada "Somut davada Mahkeme, başvuranın 25 Eylül 1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmadığı tartışma konusu olmadığından, kendisinin beş yıl içerisinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine hükmetmektedir. Mahkemenin nazarında, şahsî yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, taraflar uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerekmektedir. Buna göre, söz konusu AİHM’e yapılacak bir başvuru olduğunda, başvuranın olaydan sonra beş yıl içerisinde tazminat talebinde bulunması söz konusu olamazdı; zira zarar ancak daha sonraki bir tarihte tespit edilmisti.
    Sonuç olarak, işbu davada, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin süre sınırı hakkındaki katı yorumu, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olmuştur. Dolayısıyla Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, başvurana orantısız külfet yükleyerek, basvuranın mahkemeye erişim hakkının özüne halel getirmiştir (bk. ... ... ve Diğerleri, yukarıda anılan, § 37).
    İşbu davanın koşullarında Mahkeme, başvuranın mahkemeye erişim hakkının ve dolayısıyla Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlâl edildiği..." kanaatine varmıştır (§ 25, 26 ve 27).
    60. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 28.10.2004 tarihli ve 40897/98 sayılı Neshev/Bulgaristan kararında da benzer bir yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Nitekim AİHM bu kararında başvurucunun kendisine tebliğ edilmeyen kararı makul bir süre içinde mahkemeye gelerek öğrendikten sonra yaptığı başvurusunun geçerli sayılması gerektiğini, başvurucunun usulî hatadan ve dolayısıyla Yüksek Mahkemeye yaptığı başvurunun süresinin geçmiş olmasından dolayı sorumlu tutulamayacağını, mahkemeye erişim hakkının 9 numaralı Kararname uygulaması nedeniyle ihlal edildiğine karar vermiştir.
    61. Anayasa Mahkemesi (AYM) ise, 21.03.2019 tarihli ve 2016/1253 başvuru sayılı kararında kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini, mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten ve kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerektiğini, mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunmasının ihlal oluşturabilceğini, bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı anın mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşıdığını vurgulamıştır.
    62. Anayasa Mahkemesi 19.04.2018 tarihli ve 2015/4807 Başvuru numaralı kararında ise, "...Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Mahkemenin zararın öğrenilmesine ve değerlendirilmesine imkân tanımayan nitelikteki sağlık raporunun düzenlendiği 21/6/2007 tarihini esas alarak dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun başvurucuların dava açmasını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
    Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine..." karar vermiştir (§ 53 ve 54).
    63. Anayasa Mahkemesinin 20.09.2017 tarihli ve 2014/18135 ile 05.11.2015 tarihli ve 2013/7400 başvuru numaralı kararları da benzer yöndedir.
    64. Görüldüğü üzere AİHM ve AYM kararları çerçevesinde değerlendirme yapıldığında; asıl olan ilkenin usul kuralları uygulanırken yargılamada hakkaniyete zarar verecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmak olduğu anlaşılmaktadır.
    65. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun "Hukukun uygulanması ve kaynakları" başlıklı 1. maddesi uyarınca hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.
    d.Somut Olayın Değerlendirilmesi
    66. Somut olayda davalı Belediyeden ihale ile alınan sosyal tesislerin inşaatı işinde davalı şirketin diğer işçisi ...ile birlikte betonarme kalıbı çakma işinde çalışan davacı, Arslan Bığrık"ın keser ile kalıba çakmak istediği çivinin fırlayarak sağ gözüne kaçması nedeniyle bir gözünü kaybetmiştir.
    67. Sözü edilen kazadan sonra davacı Mahkemenin 2007/1294 ve 2007/825 Esas sıralarına kayden hizmet tespiti ile kazanın iş kazası olduğunun ve maluliyet oranının tespiti için davalar açmış olup, UYAP sorgusunda 26.10.2009 tarihli ve 2007/1294 E., 2009/627 K. sayılı karar ile davacının 15.03.2002-02.09.2002 tarihleri arasında sürekli ve aralıksız olarak davalı şirkete ait işyerinde hizmet akdi ile net 1.000TL ücretle çalıştığının tespitine karar verildiği, kararın 21. Hukuk Dairesinin 29.11.2010 tarihli kararı ile onanarak kesinleştiği, 2007/825 Esas sayılı davanın 04.10.2010 tarihli duruşmasında her iki davanın birlikte görülmesinin mümkün olmadığı belirtilerek maluliyet oranının tespitine ilişkin davanın tefrik edilerek aynı Mahkemenin 2010/798 E. sayısı üzerinden görüldüğü, 2007/825 E. sayılı davada ise 04.10.2010 tarihli ve 2007/825 E., 2010/659 K. sayılı karar ile davacının 01.09.2002 tarihinde iş kazası geçirdiğinin tespitine karar verildiği, kararın 21. Hukuk Dairesinin 02.05.2011 tarihli kararı ile onandığı görülmüştür.
    68. Mahkemenin 2010/798 E. sayısı üzerinden görülen davada ise ... Sosyal Güvenlik Merkezi tarafından yürütülen tahkikat sonrası davacının maluliyet oranının %47 olarak tespit edildiği, maluliyet oranına tarafların itirazının olmadığı belirtilerek davacının geçirdiği iş kazası nedeniyle maluliyet oranının %47 olarak tespitine karar verildiği, kararın davalıların temyizi üzerine 21. Hukuk Dairesince 03.12.2013 tarihinde onanarak kesinleştiği saptanmıştır.
    69. Eldeki davada mahkemece 26.11.2007 tarihli duruşmadan itibaren 2007/1294 ve 2007/825 Esas sayılı davaların sonucunun beklenmesine ilişkin ara kararlar verilerek bu davaların sonucu beklenmiş, hizmet tespiti ve kazanın iş kazası olduğunun tespitine ilişkin davaların kesinleşmesinden sonra sadece 2010/798 E. sayılı dava bekletici mesele yapılmıştır. Bu arada davacı vekilinin 29.05.2012 havale tarihli dilekçesinde kaza tarihi dikkate alındığında 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolmak üzere olduğunu, bu nedenle hak kayıplarının önüne geçilmesi için kusur raporu alınmasını talep etmesi üzerine kusur konusunda bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiş olup ilk rapor 30.07.2012 tarihli olmakla birlikte davalı şirket vekilinin itirazları üzerine 12.12.2012 ve 24.06.2013 tarihli iki rapor daha alınmıştır. Davalı şirket vekilinin son rapora yönelik itirazı 13.09.2013 tarihli duruşmada reddedilmiştir. 27.12.2013 tarihli duruşma tutanağında ise 2010/798 E. sayılı dosyanın kesinleştiği belirtilerek maddi tazminatın hesaplanması bakımından rapor alınmasına karar verilmiştir.
    70. Maddi tazminata ilişkin 24.03.2014 tarihli raporda asgari ücret üzerinden hesaplama yapılması ve davacı vekilinin buna itiraz etmesi üzerine hazırlanan 14.05.2014 tarihli raporda; davacının ücretinin 1.000TL olduğuna ilişkin hizmet tespit davasındaki kabul doğrultusunda talep edilebilir maddi tazminat 91.276,35TL olarak hesaplanmıştır.
    71. Davacı vekili ek rapordan sonra 26.05.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile harcını yatırarak 1.000TL olan maddi tazminat talebini 90.276,35TL daha arttırarak 91.276,35TL"ye çıkarmış, davalı şirket vekili ıslah dilekçesinin 11.06.2014 tarihli duruşmada elden tebliğ edilmesi üzerine tüm alacakların zaman aşımına uğradığını ileri sürmüştür. Davalı şirket vekili mahkemece 2 haftalık süre verilmesi üzerine sunduğu 26.06.2014 tarihli dilekçesinde de zaman aşımı savunmasını tekrar etmiştir. Ancak mahkemece 27.06.2014 tarihli duruşmada zararın ve kusurun tespit tarihleri de nazara alındığında taleplerin zaman aşımına uğramadığı gerekçesiyle zaman aşımı savunmasına itibar edilmeyerek esas hakkında karar verilmiştir.
    72. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının davalı işyerindeki çalışmalarının Kuruma bildirilmemesi nedeniyle hizmet tespiti ile ayrıca iş kazası olduğunun ve maluliyet oranının tespiti için ayrı ayrı davalar açtığı, hizmet tespiti ile iş kazası olduğunun tespitine ilişkin davaların daha önce kesinleştiği, bu iki davanın sonucunu bekleyen maluliyet oranının tespitine ilişkin davanın en son kesinleşen dava olduğu, eldeki davada ise mahkemece sözü edilen davaların hepsinin sonucunun beklendiği, maluliyet oranının %47 olarak belirlenmesi üzerine maddi tazminatı miktarı yönünden hesap raporu alındığı gözetildiğinde; davacının maluliyet oranının kesin olarak belirlenmesine kadar olan süreçte kaza nedeniyle oluşan zararın kapsam ve niteliğini kesin olarak öğrenemediği kabul edilmelidir. Zira maluliyet (meslekten kazanma gücü kayıp oranı) iş kazasından dolayı talep edilecek maddi tazminatın sınırlarının saptanması için gerekli olup bu oranı bilmeden davacıdan talep edebileceği maddi tazminatın miktarını belirlemesi beklenemez. Bu nedenle maluliyet oranının tespitine ilişkin kararın onanarak kesinleştiği 03.12.2013 tarihinde zararın kesin şekilde belli olduğu kabul edilmeli, talebin zaman aşımına uğrayıp uğramadığı bu tarih esas alınarak değerlendirilmelidir. Hâl böyle olunca 26.05.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat yönünden zaman aşımı gerçekleşmediğinden aksi yöndeki Özel Daire bozma kararı yerinde değildir.
    73. Nitekim HGK"nın 07.11.2001 tarihli ve 2001/21-991 E., 2001/771 K.; 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K.; 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2216 E., 2015/1349 K.; 03.12.2019 tarihli ve 2017/21-2180 E., 2019/1275 K.; ile 07.07.2020 tarihli ve 2017/21-1593 E., 2020/535 K. ile 04.03.2021 tarihli ve 2020/196 E., 2021/195 K. sayılı kararları da aynı doğrultudadır.
    74. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bazı üyeler tarafından zararın öğrenilmesinin onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesi anlamında olduğu, zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hâl ve şartların öğrenilmesinin, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterli olduğu, bir gözünü kaybeden davacıda oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranının zaman içinde değişmediği, gelişen ve değişen bir durum bulunmadığı, bu nedenle davacının zararı kaza tarihinde öğrendiğinin kabulü gerektiği, kanunda zaman aşımının ne zaman başlayacağı konusunda açık hüküm bulunduğu, bunun yorum yoluyla değiştirilemeyeceği, somut olayda sözleşmeden kaynaklanan zaman aşımına ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiğine göre zaman aşımı başlangıcının da muacceliyet tarihi olması gerektiği, bu konuda haksız fiillere ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı, ıslah ile arttırılan maddi tazminatın zaman aşımına uğradığı, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği; ayrıca bir görüş olarak da 29.05.2019 tarihli ve 2017/8 E., 2019/3 K. sayılı içtihadı birleştirme kararında kısmi davada ıslah ile arttırılan miktarlar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceğinin belirtildiği, bu içtihadı birleştirme kararının gerekçesinin yol gösterici olduğu, bu karara göre ıslah ek dava olmayıp dava dilekçesindeki miktarın düzeltilmesi mahiyetinde olduğu, bu nedenle zaman aşımının dava tarihinde ıslah ile arttırılan miktar için de kesildiğinin kabulü gerektiği, direnme kararının bu değişik gerekçe ile doğru olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüşler benimsenmemiştir.
    75. O hâlde yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
    76. Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Dairece incelenmediğinden, davalı şirket vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Davacı vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan REDDİNE (III-A) oybirliğiyle;
    İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
    Direnme uygun olup davalı şirket vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için, dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE (III-B) oy çokluğuyla;
    Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 24.06.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede kesin olarak karar verildi.






    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi