Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakan annesi N. E.in tek mirasçısı olduğunu,oğlu İ. E."in hata,hile ikrah ile babaannesi N."nin iradesini fesada uğratarak birçok taşınmazını ve bu arada çekişmeli 323 sayılı parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümünü davalıya sattırdığını,davalının da iyiniyetinden bahsedilemeyeceğini ileri sürerek tapunun iptaliyle adına tescilini istemiştir.
Davalı,davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece,hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava; hata, hile ve ikrah hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, hak düşürücü süre yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Getirtilen kayıt ve belgelerden, davaya konu 323 sayılı parseldeki 1 numaralı mesken N. E.’e ait iken, bu meskenini 16.4.2001 tarihinde davalı N.E.’e satış yoluyla devrettiği, 9.6.2001 tarihinde ölünce geriye tek mirasçısı olan davacı oğlunun kaldığı görülmektedir.
Davacı, annesi N.’nin torunu İ. E.tarafından hile ile kandırılıp hataya düşürüldüğünü ve kendisine baskı uygulanmak suretiyle taşınmazın davalıya satışının sağlandığını, davalının iyiniyetli sayılamayacağını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği gibi, Borçlar Kanunu’nun 31. maddesi “Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder...” hükmünü içermektedir.
Bir kimsenin, hata veya hileyi öğrenmesi ya da ikrah nedeninin ortadan kalkmış olması durumunda işlemi gerçekleştireceği düşünülemeyeceğinden, hata-hile-ikrah iddiasıyla açılan davalarda B.K.’nun 31. maddesinde belirtilen bir yıllık hak düşürücü sürenin en erken işlemin yapıldığı tarihten başlatılması gerekeceği açıktır.
Somut olayda, temlik işlemi 16.4.2001 tarihinde gerçekleştirildiğine, dava ise 15.4.2002 tarihinde açıldığına göre, bir yıllık sürenin henüz dolmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, davanın süresinde açılmadığının ispat yükü davalı taraf üzerindedir.
Hal böyle olunca, işin esasına girilerek tarafların tüm delillerinin toplanması, davacının iddiasının kanıtlanması halinde, işlemin hata, hile ya da ikrah ile yapıldığının davalı tarafından bilinip bilinmediği üzerinde durulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre yönünden reddi doğru değildir. Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,2.7.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.