
Esas No: 2019/312
Karar No: 2019/514
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/312 Esas 2019/514 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 76-8
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık ... hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 11.02.2019 tarih ve 76-8 sayı ile; sanığın TCK"nın 314/2, 3713 sayılı Kanun"un 5/1, TCK"nın 221/4-5, 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına ve mahsuba oy çokluğuyla karar verilmiş;
Daire Üyesi F. Demir; "Sanığın örgüt içerisindeki konumu, örgütte kaldığı süre ve HSYK Üyesi iken talimatla karar verdiğinin anlaşılması nedeniyle temel cezanın 7 yıl olarak belirlenmesi gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesine ilişkin kararına katılmıyorum" düşüncesiyle,
Daire Üyesi F. Yıldırım ise; "Sanığın örgüt içerisindeki konumu, kaldığı süre, HSYK gibi Türk yargısına yön verecek etkin bir kurumda örgüt tarafından görev verilmiş olması, yakalandıktan sonra konumuyla orantılı olacak şekilde bilgi vermemesi, vermiş olduğu bilgilerin önemli bir kısmını da yargılama aşamasında gerek bu dosyada, gerekse tanık olarak dinlendiği diğer dosyalarda önemli ölçüde değiştirmiş olması gözetildiğinde sayın çoğunlukça alt sınıra yakın oranlarda ceza tertibi ve sanığın vermiş olduğu beyanların örgütün yapısı ve faaliyetleri ile örgüt üyelerinin belirlenmesine katkı sağlamadığı, soruşturma aşamasında vermiş olduğu ifadelerinden kovuşturma aşamasında vazgeçtiği veya değiştirdiği, bu nedenle etkin pişmanlık nedeniyle üst sınıra yakın şekilde indirim uygulanmasının da sanığın pozisyonuyla uyumlu olmadığı kanaatleriyle sayın çoğunluğun daha az cezayı içeren görüşlerine katılmıyorum" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 28.05.2019 tarihli ve 53766 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
Hükmolunan ceza süresi yönünden yasal şartları oluşmadığından sanık müdafisinin duruşmalı inceleme isteminin CMK’nın 299. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunca sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün isabetli olup olmadığı her yönüyle değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ..."un; sırasıyla Baskil, Hozat ve Datça ilçelerinde Cumhuriyet savcısı, ardından da Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptıktan sonra 24.02.2011 tarihinde Yargıtay Üyesi seçildiği, Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyesi olarak görev yaptığı sırada 23.09.2014 tarihinde Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılan seçim sonucunda Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) asıl Üyeliğine seçildiği ve 26.10.2014 tarihinde bu görevine başladığı,
15.07.2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda kişi hakkında Türkiye genelinde soruşturma başlatıldığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ağır cezalık suçüstü hâli doğrultusunda ve 5271 sayılı CMK"nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına uygun olarak genel hükümlere göre yürütülen soruşturma kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 16.07.2016 tarihli yazıda; Türkiye genelinde hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun halen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimallerinin bulunduğu ve ülke genelinde bu örgüte mensup Yargıtay, Danıştay ve HSK Üyeleri hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilerek aralarında sanığın da bulunduğu listede adları geçen yüksek mahkeme üyelerinin gözaltına alınmaları, ikametlerinde, çalışma odalarında ve araçlarında CMK"nın 116. maddesi uyarınca arama yapılması talimatı verildiği,
Sanık hakkında soruşturma başlatıldığına ilişkin HSK"ya bildirimde bulunulması üzerine, olağan dışı gündemle toplanan HSK Genel Kurulunca 16.07.2016 tarih ve 415 sayı ile; bu soruşturma nedeniyle sanığın görevine devam etmesinin yargının saygınlığına, tarafsızlığına ve güvenilirliğine zarar vereceği ve üyelik şartlarını bu görevinin icrası sırasında kaybettiği gerekçesiyle HSK Üyeliğinin sona erdirildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17.07.2016 tarihli ve 2016/103566 soruşturma sayılı yazısı ile; sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatıldığının Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 244/a sayılı kararıyla; aralarında sanığın da bulunduğu bazı Yargıtay eski Üyelerinin göreve devamlarının soruşturmanın selameti ve yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği gerekçesiyle Yargıtay Kanunu"nun 18. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları ile 46. maddesi gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına karar verilerek Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildikleri,
23.07.2016 tarihli ve 29779 sayılı ikinci mükerrer Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un geçici 15. maddesi uyarınca Yargıtay Üyeliği sona eren sanığın Yargıtay Tetkik Hâkimi olarak görevlendirilmesinin ardından, HSK Genel Kurulunca 24.08.2016 tarih ve 426 sayı ile; FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle iltisak ve irtibatının sabit görüldüğünden bahisle meslekten çıkarılmasına karar verildiği,
21.07.2016 tarihli yakalama tutanağına göre; sanığın polis karakoluna kendiliğinden müracaatta bulunduğu ve arandığı için geldiğini beyan etmesi üzerine yakalandığı, yapılan sorgusunun ardından da 22.07.2016 tarihinde tutuklandığı, sanığın infaz kurumundan gönderdiği dilekçe ile beyanda bulunmak ve hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını istemesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilip alınan ifadesinin ardından 13.10.2016 tarihinde adli kontrol altına alınarak salıverildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, sanığa atılı ağır cezalık suç niteliğindeki silahlı terör örgütüne üye olma suçunun suçüstü hâlinde işlendiği değerlendirilerek genel hükümlere göre ve 5271 sayılı CMK"nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına uygun olarak başlatılıp yürütülen soruşturma sırasında düzenlenen fezlekenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine sanık hakkında aynı suçtan cezalandırılması istemiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ve Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılan kovuşturma sırasında elde edilen delillerin incelenmesinde;
19.07.2016 tarihli çalışma odası arama ve el koyma tutanağına göre; sanığın HSK binasındaki odasında yapılan arama neticesinde, bir adet masa üstü bilgisayar, bir adet Notebook, dolap içerisinde iki adet disket, Ankara Noterliğine yazılmış “Pensilvanya Yapımı Bizans Oyunu” ve “Yargıtayda Paralel Oyun” konulu dokuzar sayfalık iki belge, sekreter odasında da sekiz GB flash bellek ve masa üstü bilgisayar kasası bulunduğu tespit edilerek bu materyallere el konulduğu,
04.12.2017 tarihli Bilirkişi Kurulu Raporuna göre; sanığın iş yerinde yapılan arama sonucunda elkonulan dijital materyallerde, internet ortamında görülerek hard diske kaydolmuş ..."e ait resimler, Emre Uslu"ya ait resimli haber, "Fuat Avni 2" ve "Fuat Avni 3" başlıklı e-mailler, Dilek Batga tarafından yazılan "17 ve 25 Aralık Erzurum" başlıklı, soruşturmayı yürüten hâkim ve Cumhuriyet savcılarının suçsuz yere görevden alındıklarına dair yazı, Aysel Güngör adlı kişinin ..."le ilgili notu gibi belgelerle şahsî nitelikte belgeler, fotoğraflar ve videolar bulunduğunun tespit edildiği,
Soruşturma aşamasında dosyaya sunulan 18.05.2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağına göre; gerçek kullanıcısı sanık ... olduğu tespit edilen;
a) "228928 ID"yi Kullanan Kullanıcılar" başlığı altında sanık ..."a yer verildikten sonra "Kullanıcı Profil Bilgileri" alt başlığında; ID"nin “228928”, kullanıcı adının “CNYT1969”, şifresinin “2015”, son online (sisteme giriş) tarihinin: “22.05.2015, 13:25:17” olduğu,
b) "Abone Tespit Kayıtları" başlığı altında; tespit edilen ADSL numarasının sanığın kullanımındaki 1261180838@ttnet, tespit edilebilen ilk log tarihinin “08.11.2014”, tespit edilen GSM numarasının sanığın kullanımındaki SIM karta ait GSM numarası olan 05069947887, bu numaraya ait tespit edilebilen ilk log tarihinin de "10.11.2014" olduğu,
c) "228928 ID"ye bağlı istatistik" başlığı altında; yazışma/mail durumu “Aktif/Pasif”, giriş sayısı “Log: 52”, alınan mail sayısı: “Log: 51”, alınan mesaj sayısı “Log: 8”, okunan mail sayısı “Log: 42”, gönderilen mesaj sayısı “Log: 18” ve silinen mesaj sayısı “Log: 18” şeklinde olduğu,
d) "228928 ID"yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında, "228928" ID"yi beş kullanıcının eklediği, bu kişilerden “..." adlı kişinin sanığı “CÜNEYT”, “183362” ID numaralı kişinin de “krm” adıyla eklediği, 228928 ID"nin Eklediklerine Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında ise, bu ID"nin dört kullanıcıyı eklediği, bu kişilerden “...” adlı kişiyle ilgili olarak “Üye”, “Yargıtay Başkanlığı”, “...” adlı kişiyle ilgili olarak da “HSYK Üyesi”, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” bilgisine yer verildiği,
e) "228928 ID"nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi” başlığı altında, sanığın hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğinden ayrı soruşturma yürütülen ve Yargıtay eski Üyesi olup 183193 ByLock User-ID numarasıyla sisteme dahil olduğu belirlenen... tarafından kurulan “KHRMNLR” adlı gruba üye olduğu,
f) “228928 ID"ye Bağlı Kişi Listesi” başlığı altında, aralarında..."nin de olduğu üç kullanıcının bulunduğu,
g) "228928 ID"nin Arama Kaydı" başlığı altında, ... adlı kullanıcıyla yapılmak istenen iki görüşme tespit edildiği,
ğ) “228928” ID"ye Bağlı IP Log Tablosu” başlığı altında, 08.11.2014 ila 15.02.2015 tarihleri arasında toplam 52 Login hareketinin bulunduğu,
h) “228928 ID"ye Bağlı Tüm Log Tablosu” başlığı altında da, aynı tarih aralıklarında toplam 13 Login hareketinin bulunduğu,
Kullanıcısı Danıştay"da görevli eski hâkim... olduğu belirlenen 49708 ByLock User-ID"ye ait tespit ve değerlendirme tutanağında; bu kişinin 106660 ID numarasını kullandığı tespit edilen ... adlı kişiyle yaptığı görüşmede; 18.01.2016 tarihinde “106660” User-ID numaralı kullanıcıya “abi "kuruldaki...beyin oğlu serhat tosun un gittiği eve... diye birinin çocuğu da gidiyormus adi Barış. Arkadaşımız değilmiş. Çankaya da oturuyorlarmış. 8. sınıf. Abi bi sorsak, diğer abilere de iletsek” dediği, ..."ın ..."a “bu çocuğu ne yapacaz. serhat gitmesin mi” şeklinde sorduğu, 23.01.2016 tarihinde devam eden konuşmada ..."ın..."a “abi su dun konustugumuz... nin oglu Baris meselesi vardi ya” ve “kurul daki...beyin oglu Serhat tosun un grubunda ki” şeklinde sorduğuna ilişkin tespitlere yer verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 01.06.2018 tarihli yazıya göre; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği nedeniyle yürütülmekte olan soruşturma sırasında ByLock veri havuzunun incelenmesinde, sanık ..."un ByLock"taki kişi rehberinde kayıtlı olanların, kendileri de ByLock kullanıcısı oldukları tespit edilen Yargıtay eski Üyeleri..., ... ve ... olduğu, örgütün HSK üst sorumlusu olduğu belirlenen... tarafından ByLock"ta oluşturulan “KHRMNLR” adlı grupta, sanık ..."un yanında, HSK eski Üyesi olup haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen ..., ..., ... ve ..."ın bulunduğu,
Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon Anonim Şirketi (Digitürk) tarafından gönderilen 09.03.2018 tarihli yazı ve eklerine göre; sanık ..."a ait 4655984 numaralı Digitürk aboneliğinin kendi başvurusu üzerine 09.05.2016 tarihinde iptal edildiği,
Sanığın Digitürk aboneliğini iptal ettirme sürecinde müşteri temsilcisiyle yaptığı ve rızası dahilinde kayıt altına alınıp kovuşturma aşamasında dosyaya sunulmasının ardından Özel Dairece çözümü yapılan görüşme içeriklerine göre müşteri temsilcisi ile sanık arasında;
"...
Müşteri temsilcisi: ... üyeliğiniz ile alakalı görüşecektim ben...bey, mevcut kullanmış olduğunuz bir üyelik var 5,5 yıldır aktif, 2010"dan yılından beri, iptal talebinde bulunmuşsunuz ve çıkan kanallardan dolayı olduğunu aktarmışsınız.
Müşteri: Evet artı fiyatta da da çok yüksek, 90 lira yapmışsınız o ne ya ?
Müşteri temsilcisi: Bilgim var, görüşmenizi ben dinledim, uzun zamandır da kullanıyorsunuz, Kerim Bey süper ligi izliyorsunuz, genelde süper ligin tüm maçlarını izler misiniz Kerim bey ?
Müşteri: Hayır, tüm maçları izlemiyorum 4 büyük takımı, 5 büyük takımı izlerim, öbürlerini izlemiyorum.
Müşteri temsilcisi: Anladım. O zaman şöyle bir işlem yapalım ben yetkili olduğum için bu işlemi sağlatacağım...bey, eğer onayınız olursa üyeliğimiz yeni sezonda, başlangıç paketi, şampiyonlar paketi ve giriş paketi olarak devam etsin, devam ettiğimiz aşamada ben sizden Haziran, Temmuz, Ağustos üç ay zaten fatura almayacağım, dokuzuncu ayın üçüne kadar, Eylüle kadar fatura çıkmayacak size, 9 aydan sonra geriye 6 ay, 9 ay kalıyor ya, Kerim Bey, kalan 9 ayda da sabit 76 lira ödersiniz, Eylül"le beraber.
...
Müşteri Temsilcisi: Peki Lig TV olmadan kalalım en düşük pakette dilerseniz.
Müşteri: Yok onu hiç kalmam zaten, Lig TV olmazsa hiç kalmam, uyduda hepsi var
Müşteri Temsilcisi: Yani 20,99 kalırdık, başlangıç paketinde...bey, 4 ay film, dizi ve sinema kanallarını hediye ederdim size.
Müşteri: Hiç uğraşamam, ben size bak teklifimi söyleyim, 30,00 TL vereyim 5 büyük takım ile birlikte beraber.
Müşteri Temsilcisi: Kerim bey devretmeyi düşünür müsünüz ? Var mı bir yakınınız devir hakkınız var ya da dondurma hakkınız var, düşünür müsünüz dondurma hakkını ?
Müşteri: Yok, hiç düşünmüyorum, hiç uğraşamam ben, nasıl uğraşayım ?
Müşteri Temsilcisi: Tamam şu an bir fatura borcunuz var, 77 lira 99 kuruş. Bilginiz olsun.
...
Müşteri Temsilcisi: Ayın üçünde de ben üyeliğinizi tamamıyla sonlandırıyorum. Kerim Bey teşekkür ederim, vaktinizi ayırdığınız için, iyi günler dilerim, hoşça kalın.
Şeklinde görüşme yapıldığı,
Türk Telekom"dan gönderilen 10.09.2018 tarihli yazıda da; sanık ..."un “Tivibu Ev” aboneliğini 30.11.2013 tarihinde başlatıp 27.12.2015 tarihinde iptal ettirdiğinin belirtildiği,
Hazine ve Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca düzenlenen 30.07.2018 tarihli rapora göre; sanığın Bank Asya"da hesabının bulunmadığı, eşi Fatma Sema Tosun"un bu bankada 04.07.2012 tarihinde açılıp 29.01.2016 tarihinde kapanan cari hesabının bulunduğu, 2013 yılının Aralık ayında bu hesapta 31.637 TL"nin bulunduğu, 2014 yılının Ocak ayında bu miktarın 34.886 TL"yi bulduğu, devam eden aylarda cari hesapta 32.574 ila 42.257 TL arasında değişen miktarda para bulunduğu, 04.01.2016 tarihinde hesapta bulunan 129,52 gram altının TL"ye çevrildiği ve hesabın kapatıldığı, 29.01.2016 tarihinde de hesaptaki 255,80 gram altının TL"ye çevrilerek hesabın kapatıldığı ve tutarın nakit olarak çekildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün "sivil imamı" oldukları değerlendirilen kişilere yönelik yürütülen soruşturma kapsamında, sözde sivil imamların kullandıkları değerlendirilen telefon hatlarıyla, haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen yüksek yargı eski üyelerinin kullandıkları telefon hatlarına ait HTS kayıtlarının karşılaştırılarak incelenmesi sonucunda düzenlenen 10.02.2017 tarihli rapora göre; sanık ... adına kayıtlı bazı hatların, 2014 ila 2015 yılları arasında farklı zamanlarda olmak üzere, sözde sivil imam olduğu değerlendirilen bazı kişilere ait hatlarla aynı tarih ve saat aralığında aynı lokasyon bilgisine sahip olduklarının tespit edildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Kara Kuvvetleri Komutanlığında görev yapan ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün mahrem yapılanması içerisinde oldukları değerlendirilen örgüt üyelerinin tespiti amacıyla, Ankara ili genelinde 477 adet ankesörlü sabit telefon hattı sahiplerinin soruşturulması sırasında mahkeme kararı doğrultusunda bu hatların HTS kayıtlarının temin edildiği, bu hatlarla, haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen yüksek yargı eski üyelerince kullanılan telefon hatlarına ait HTS kayıtlarının karşılaştırılarak sabit hatlarla bu kişilerin hatlarının ardışık, sistematik veya periyodik olarak aranıp aranmadığı hususunda yapılan araştırma sonucunda düzenlenen 13.09.2018 ve 25.09.2018 tarihli raporlarda; üç sabit hattan sanık ... adına kayıtlı 505....ve 555..... numaralı iki telefon hattının 12.05.2011 ila 24.09.2012 tarihleri arasında toplam 16 kez arandığı, yüksek yargıya mensup eski üyelerin hatlarının, söz konusu üç sabit hattan biriyle 19 kez, diğeriyle 8 kez, bir diğeriyle de 1 kez irtibat kurduğu, bununla birlikte, aralarında sanığın da bulunduğu üyelere ait numaraların bu sabit hatlarla irtibat kurduğu zaman dilimi dikkate alındığında, bu saatten on dakika öncesi ve sonrası yapılan ardışık arama çalışmalarında herhangi bir kayda rastlanılmadığı tespitlerine yer verildiği,
Sanığın HSK Üyesi olarak görev yaptığı dönemde karşı oy yazdığı kararların kovuşturma aşamasında HSK"dan getirtilerek dosya arasına konulduğu,
Anlaşılmaktadır.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup oldukları iddiasıyla haklarında ayrı soruşturma yürütülen bazı kişilerin kendi dosyalarında alınan savunmaları, ilgileri nedeniyle sanık hakkındaki dosyaya da gönderildiği gibi, kovuşturma aşamasında bu kişilerin bazılarının tanık sıfatıyla ifadelerinin de alındığı, bu kişilerden;
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; HSK Üyesi seçildikten sonra bir akşam HSK eski Genel Sekreteri..."nın kendilerini evine çağırdığını, ... Kaya"nın evine ... ve ..."yle birlikte gittiklerini, yemekten sonra Yargıtay Üyelerinin seçimiyle ilgili ön çalışma yapmak amacıyla bu eve gittiklerini önceden bildiğini, gittiklerinde HSK eski Üyeleri ....."yla birlikte HSK eski Genel Sekreter Yardımcıları.... ile ....ve o dönemde Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olan... ile Yargıtay Tetkik Hâkimleri olan ... ve..."nin de evde olduklarını gördüğünü, kendileri dışında Yargıtay"dan da bu kişilerin gelmesinden hoşlanmadığını, bu hususu dile getirdiğinde oradakilerin Yargıtay"ı en iyi bu kişilerin bildiğini, bu nedenle Yargıtay"dan seçecekleri kişiler için bilgi vermeleri amacıyla çağırdıklarını dile getirdiklerini, yemekten sonra eve projektör kurulduğunu gördüğünü, ... ..."nın kendisine "arkadaşlar 350-400 isim belirlemişler" dediğini, bu isimlerin Kurul Üyelerinin belirlediği isimler olduğunu zannettiğini, ama ilerleyen aşamada ... cemaati mensuplarının çıkardığı isimler olduğunu anladığını, konuşmalar sırasında ....."ın başını çektiği Yargıtay Üyelerinin Yargıtay"da meydana getirdiği yapıyı kırmak için bir seçim yapılacağını, bu seçim nedeniyle seçilecek kişilerin birlikte hareket etmesi gerektiğinden bahisle mümkünse seçilecek 160 kişinin kendi belirledikleri kişiler arasından seçilmesini söylediklerini, ancak onlara bunun mümkün olmadığını, diğer Kurul Üyeleriyle birlikte Bakan ve Müsteşar ile kendilerinin de taleplerinin olacağını belirttiklerini, hatta "burada belirlenecek isimleri saymayalım, bu nedenle sayı pazarlığı yapmayalım" dediğini, evde bulunan dönemin HSK üyeleri ....ve ...."nun ... cemaati mensubu olduklarını, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı... ile Tetkik Hâkimleri ... ve..."nin de o günkü sunum ve tavırlarından aynı cemaatin mensubu olduklarını anladığını, hazırlanan isimler arasında kürsüde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla birlikte, ağırlığının Yargıtay"da görev yapan Cumhuriyet Savcıları ile Tetkik Hâkimleri olduklarını gördüğünü, bu isimler duvara yansıtıldığında, istedikleri kişiler konusunda yoğun bir övgü geldiğini, istemedikleri kişiler için de herhangi bir övgüden söz edilmediğini, sadece bir kaç kişinin bu kişiler için konuştuklarını, bu yansı sırasında seçilmelerini istedikleri ve övdükleri kişilerin ... cemaati mensubu hâkim ve Cumhuriyet Savcıları olduklarını anlamaya başladıklarını, çünkü tüm listenin bu kişilerden oluşmadığını, ancak seçilmesini istediklerinin kendi cemaatlerinden olduklarını anladıklarını, isim belirlemede ... cemaati mensubu olduğunu belirttiği Kurul Üyelerinin de sürece dahil olup onların da görüşlerini belirttiklerini, isimler belirlendikten sonra ... cemaati mensubu olan üyelerin, bu isimlerin sayısını belirlemek istediklerini, ancak onlara sayı konuşulmayacağını söyleyip "bu nereden çıktı ?" diye sorduğunu, belirlenen isimleri sayınca rakamın 80 civarında olduğunu, bu sırada ... ile birlikte... ve..."nın salonun dışına çıkıp bir kaç dakika sonra geri geldiklerini, ..."nun orada bulunan kişilere hitaben "Bu konu hoca efendiyle konuşulmuş ve 140 denmiş, benim açımdan konu kapanmıştır, bu listede en az 140 kişi olacak" diye söz sarf ettiğini, bu toplantının ertesi günü ..., ... ve kendisinin, Müsteşar ..."la görüşmek için Hakimevi"ne gidip ona durumu anlattıklarını, bu görüşmenin sonunda Müsteşarın gidip uzlaşmalarını kendilerine söylediğini, bunun üzerine yeniden görüşmelere başladıklarını, iki kez daha aynı üyelerle Hakimevi’nde ve ..."nin evinde toplandıklarını, ..."nin evindeki toplantıya ... cemaati mensupları olan dönemin HSK Üyeleri ....., ... ile birlikte ... ve kendisinin de katıldıklarını, o dönemde HSK Genel Sekreteri olan... ile Genel Sekreter Yardımcıları olan .... ile Yargıtay"dan gelen..., ..., ... ve..."nin de olduğunu, bu evde toplanmalarının amacının; Yargıtay"a seçilecek ... cemaati mensuplarının isimlerinin belirlenmesi olduğunu, buradaki toplantıda 140 sayısı konusunda diretilmediğini, ancak en az 120 kişi olmasının istendiğini, daha önce belirledikleri 80"e yakın isim dışında bazı isimlerin de dile getirilmeye başlandığını, seçilmeleri hâlinde yaşanacak sıkıntıları dile getirdiğini, buna rağmen bu kişilerde ısrar edilerek isimlerin listeye yazılmasının istenildiğini, bu konuşmalardan sonra kendilerinin ve yüksek yargı üyeleri dışında Kurul Üyelerince verilen isimlerin görüşülmesini istediğini, bu görüşme esnasında bazı isimlere ... cemaati mensuplarınca itirazlar gelmeye başladığını, bu kişileri üçüncü seçimde çok ısrar ettiği için seçtirebildiğini, kendilerinin de belirledikleri isimlerle sayının 180"in üzerine çıktığını, bu sayı ortaya çıkınca ... cemaati mensuplarının kendi sayılarını 108"e kadar indirdiklerini, ardından kendilerinin de belli bir sayıya kadar indiklerini, dönemin HSK Üyesi ..."ın sanık ..."u ısrarla Yargıtay Üyesi yaptırmak istemesi üzerine onu da listeye eklediklerini ve başka bir kişiyle birlikte ... cemaati mensuplarının sayısının 110"a çıktığını, sanık ..."u ülkücü olarak bildiğini, ancak 2011 yılındaki Yargıtay Üyeliği seçimlerinde ... cemaati mensuplarının seçilmelerini istedikleri listede ismi olunca, ... Kaya"nın okul arkadaşı olması nedeniyle listeye alındığını zannettiğini, dönemin müsteşarı ... sanığı istemeyince önce listeden çıkarıldığını, seçimlerden 1-2 gün önce ..."ın isteği üzerine Müsteşarın bu kez “olur” dediğini ve sanığın Yargıtay Üyesi seçildiğini, seçildikten sonra bu sanığın örgüt mensubu olmadığını zannettiğini, ancak 2014 yılındaki HSK seçimlerinde cemaat mensuplarının adayı olarak ortaya çıkınca onun da cemaat mensubu olduğunu anladığını, Yargıtay ve Danıştay Üyelerini belirlemek için yaptıkları toplantılar sonrasında isimleri netleştirdiklerini, resmi oylama ile bu kesinleştirme toplantısı arasında yaklaşık on gün geçtiğini, cemaat mensuplarının kendilerinin seçtirmedikleri ve kontenjanlarına almadıkları cemaat mensubu olmayan diğer yargı mensuplarına ulaşıp kendilerini seçtireceklerini belirtip yanlarına aldıklarını ve bu şekilde güçlü olduklarını göstermek istediklerini sonradan öğrendiğini, cemaat mensuplarının kendi kontenjanlarından seçilen kişilere ise bu durumu çok önceden bildirdiklerini bildiğini, seçilen üyelerin de bu durumu kendisine bizzat anlattıklarını, cemaat mensubu olmayan HSK Üyelerinden..."ın seçilmesine karar verildikten sonra resmi oylama olmadan önce sanık ..."un bu Üyeye ulaşıp kendilerinin onu seçtireceklerini söylediğini, halbuki kendilerinin bu konuşmadan çok önce..."ın seçilmesini kararlaştırdıklarını, hatta sanık ..."un..."ı Yargıtay eski Üyesi..."e yönlendirip “bir de onunla konuş, bu iş bitsin” demiş olduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık ..."u Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olmasından sonra tanıdığını, 2010 yılındaki HSK seçimlerinden kısa süre sonra yine 2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimleri için o dönem HSK Genel Sekreteri olan..."nın evinde yapılan ön görüşmede cemaat mensubu olduklarını düşündükleri HSK Üyelerinin ısrarlarıyla oluşturulan 80 kişilik listede sanığın isminin bulunduğunu, fakat dönemin Müsteşarı ..."ın itirazı üzerine sanığın adının listeden çıkarıldığını, daha sonra dönemin HSK Üyesi ..."ın ricası üzerine sanığın tekrar listeye alındığını, yani 110 kişilik listede isminin bulunduğunu ve bu şekilde Yargıtay Üyeliğine seçildiğini, cemaat yapılanmasıyla sanığın bir bağlantısı olduğunu düşünmediğini, fakat 2014 yılında sanık HSK Üyeliğine Yargıtay"dan aday olduğu zaman, cemaatin adayı olduğunun ve orada cemaatin yaptığı ittifaklar sayesinde seçildiğinin konuşulduğunu, bu nedenle 2013 yılında Yargıtay"da bu yapıya mensup olmayanların, birlikte hareket etmelerini ve organizasyonlarını sağlamak için yaptıkları yemekli toplantılara sanığı çağırmadıklarını, sanık ..."un..."a ulaşıp onu..."e yönlendirdiğini HSK Üyesi Rasim Aytin"den duyduğunu,
Tanık ... Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında tanık olarak verdiği ifadesinde; ifade tarihi itibarıyla Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri ve Başbakanlık Danışmanı olarak görev yaptığını, 2010 yılında HSK Üyesi seçildiğini ve bir yıl görev yaptıktan sonra Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına atandığını, özellikle 2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay Üyeliği seçimleri kapsamında tanıdığı veya bu seçimler nedeniyle kendi ifadeleriyle örgüte üye olduğunu öğrendiği kişilerden birinin de sanık ... olduğunu,
Sanık hakkında görülen davada tanık olarak; sanık ... ile o dönem Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne Tetkik Hâkimi olarak gelen Nurhan Canpolat aracılığıyla tanıştığını, zamanla karşılıklı aile ziyaretleri de yaptıklarını, Nurhan Canpolat"ı ülkücü olarak bildiği için ... hakkında da ilk önce öyle düşündüğünü, daha sonra fakülte döneminden tanıyan arkadaşlarından sanığın cemaate yakın olduğu şeklinde duyumlarının olduğunu, bu duyumları kendisiyle paylaştığında sanık ..."un bunların farklı şeyler olduğunu, siyasi görüş olarak ülkücü olduğunu, fakat cemaatin de manevi bir hizmet yaptığını söylediğini, 2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimleri için o zamanki HSK Genel Sekreteri..."nın evinde yapılan ön görüşmede sanık ..."un isminin hazırlanan listede bulunmaması üzerine, sanık ..., Nurhan Canpolat ve..."in neden olmadığını sorarak ismini gündeme getirdiğini, kendisi gündeme getirdikten sonra sanığın da olması gerektiğini belirterek desteklediklerini, 2013 yılında Yargıtay"da bu yapıya mensup olmayanların birlikte hareket etmelerini ve organizasyonlarını sağlamak için yapılan yemekli toplantılarda sanık ..."un bu yapıyla birlikte hareket ettiğinin söylenmesi üzerine sanığı çağırmadıklarını,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2011 yılında Yargıtay Üyesi, 2014 yılında da Yargıtay kontenjanından HSK Üyesi olarak seçildiğini ve 15.07.2016 tarihine kadar bu görevi yaptığını, 2014 yılında yapılan HSK Üyeliği seçimlerinde aday olmasını..."nin istediğini, isteyen kişinin o olması sebebiyle cemaatin kendisini aday olarak belirlediğini anlayıp aday olduğunu, cemaatin diğer adaylarının kendisinden sonra belirlendiğini, bu kişilerin de... ve sanık ... olduklarını, sanık ..."un ... cemaatinin mensubu olduğunu, HSK Üye adayları belirlendikten sonra ..., ... ve sanık ..."la seçimler sırasında hareket tarzı belirlemek için bir araya gelmeye başladıklarını, HSK seçimlerine dair Yargıtay"daki çalışmalar sırasında..."nin "HSK abisi" olduğunu anladıklarını, seçim yapıldıktan sonra HSK"da cemaat mensupları olarak kendisi, ..., ..., ... ve sanık ..."un olduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık ... ile hukuk fakültesinde aynı dönem öğrenim gördükleri için tanıştıklarını, 2014 yılındaki HSK Üyeliği seçimlerinde sanık ..."la birlikte aday olunca daha fazla bir araya geldiklerini ve o dönemde sanık ..."la ilgili olarak cemaatçiler tarafından "bizim arkadaşımız" şeklinde söylendiğini, HSK üyeliğine seçildikten bir süre sonra..."nin "oturup sohbet edelim" demesi üzerine ..., ..., ... ve sanık ..."la bir araya geldiklerini, ..."nin cemaatin "HSK abisi" (imamı) olduğunu o şekilde anladıklarını, o günkü toplantıda Yargıtay Üyeliği seçimleri hakkında ne yapılabileceğinin konuşulduğunu, bu şekilde dört ya da beş toplantıda bir araya geldiklerini, o toplantılarda hukuka aykırı eylemler içinde bulunmayacaklarını beyan etmeleri üzerine..."nin "CMK 250. maddesi kapsamında çalışan arkadaşlar için elinizden çok bir şey gelmez ama bu arkadaşları da küstürmeyelim" şeklinde bir söyleminin olduğunu, yapılan bu toplantılarda sanık ..."un da himmet verdiğini,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2008 yılında Danıştay Üyesi seçildiğini, 2011 yılında yapılan HSK Üyeliği seçimlerinde Adalet Akademisi kontenjanından asıl üye seçildikten sonra HSK Başkan Vekilliği ve 3. Daire Başkanlığı yaptığını, sanık ..."un Yargıtay Üyeliği seçiminde cemaat listesinde olup olmadığını hatırlamadığını, ama kendisinin ve ..."un bu hususta sanığı desteklediklerini, sanığın örgüt üyesi olup olmadığını da bilmediğini, onu cemaatçi olarak tanımadığını, cemaatin, kendilerine mensup olan ..."i, ülkücü olarak bilinen sanık ..."u ve sosyal demokrat olarak bilinen ..."yı destekleyip oy toplamak istediklerini düşündüğünü,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; 2010 yılındaki HSK seçimlerinden kısa süre sonra sonra Yargıtay Üyeliği seçimi için..."nın evinde yapılan ön görüşmede sunulan 350-400 kişilik listede sanık ..."un isminin bulunmaması üzerine ..."in sanık ... ve Nuran Canpolat"ın isimlerini gündeme getirdiğini, daha sonra HSK üyelerinden ..."ın da sanık ..."un üye olarak seçilmesini istemesi ve bu konuda Bakan ve Müsteşar ile görüşmesi neticesinde sanık ..."un Yargıtay Üyesi seçildiğini, 2014 yılında yapılan HSK seçimlerinde Yargıtay"dan ..., sanık ... ve ..."in seçilmesi üzerine milliyetçiler, sosyal demokratlar ve cemaatçilerin ittifak ettiğini düşündüğünü, sanık ..."un milliyetçilerin adayı olarak yorumladığını, sanık ..."un cemaat üyesi olduğunu bilmediğini,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken meslekten ihraç edildiğini, örgüt mensubu kişilerin hakimlik ve savcılık yazılı sınavını kazandıktan sonra referans işlemlerini Keçiören"de örgüt tarafından tutulan evlerde sonradan Yargıtay üyesi olan ... ve sanık ..."un takip ettiklerini, bu kişilerin sınavı kazanan mezunları refere edip hemşehrilerine ve kendi tanıdıkları bakanlık bürokratları ile Yargıtay üyelerine yönlendirdiklerini,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık ... ile 2002-2004 yılları arasında hakim adayı iken tanıştığını, hâkim adaylığı yazılı sınavını kazananların mülakat ve referans işlemlerini cemaat adına ... ile sanığın beraber takip ederek hangi kişinin kime referans olarak gitmesi gerektiğini belirleyip yönlendirdiklerini, 2004 yılında taşraya kura çektikten sonra 2014 yılındaki HSK seçimlerine kadar sanıkla görüşmediğini, sanık ..."un 2014 yılında yapılan HSK seçimleri için kendisini arayarak oy istediğini,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2012 yılında Yargıtay Üyesi seçildiğini, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğinden hakkında ayrı soruşturma yürütülen HSK eski Üyesi Nesibe Özer"in kardeşi olduğunu, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde cemaat mensubu olduğunu bildiği ve aynı dairede çalıştıkları Kasım Tunç"un kendisine cemaat adayları olarak ..., Salih Sönmez, ...ve sanık ... ile cemaatin desteklediği ..."nın kendi listelerinde yer aldığını açıkça söylediğini,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; 2014 yılındaki HSK seçimleri döneminde o sıralarda Yargıtay Genel Sekreteri olan..."in bir gün odasına gelerek bu seçimlerin kendileri için önemli olduğunu ve seçimlerde adaylarını desteklemelerini istediklerini beyan ederek odasından çıktığını, daha sonra HSK seçimleri için aday listesine baktığında ... dışındakilerin 2014 yılında Yargıtay"daki cemaatçiler adıyla yayınlanan listede ismi bulunan kişiler olduğunu görmesi üzerine cemaatin adayları olduğunu anladığını, gazetelerde de Yargıtay"daki cemaat adayları başlığı ile sanık ..."un da adının yazıldığını, sanık HSK Üyeliğine aday olmadan önce onu tanımadığını, aday olduktan sonra oy istemek için odasına geldiğinde tanıştıklarını,
Tanık Ömer Köroğlu kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinde; 2010 yılında yapılan seçimlerde HSK Üyesi seçildiğini, 25 Ekim 2014 yılında emekliye ayrılıp avukatlık yapmaya başladığını, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde cemaatin hiç riske girmeyerek kendilerine sorun çıkaracak ve itiraz edecek kişilere adaylık vermediğini, tamamen kendilerine bağlı adaylarla yürümeye karar aldıklarını, ..., ... ve kendisi gibi örgütün tabiriyle kendi nefsine dönük kişileri bir yere taşımayacaklarını söylediklerini kulislerdeki konuşmalardan duyduğunu, örneğin cemaatin karartmasına örnek olarak sanık ..."un ülkücü olduğunu, cemaatçi olmadığını söylediklerini, yani kendi elemanlarını gizleyebildikleri kadar gizlediklerini,
İlhami Dal kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında aşamalarda alınan ifadelerinde; 2011 yılında Yargıtay Üyesi seçildiğini, HSK seçimlerinde ..., ... ve sanık ..."a oy verileceği söylendiği için onlara oy verdiğini, hatta ..."nın cemaatten olmadığını, ancak onu da desteklediklerinin ve oy verilmesi gerektiğinin söylendiğini, ... ve sanık ... için "cemaatten değil" diye söylenmediğini, zaten "bu cemaatten değil" şeklinde bir tabir kullanılmadığını, cemaatten olanlar için "bu abilerden" tabirinin kullanıldığını, bu iki isim için durumun da bu olduğunu, sanık ..."un Yargıtay Üyeleri arasındaki ... cemaati mensuplarından biri olduğunu bildiğini,
... Aydoğdu kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; Yargıtay eski Üyesi olduğunu, fotoğrafı gösterilen sanık ..."u kendisinin tetkik hâkimi olarak görev yaptığı dönemden beri tanıdığını, sanığın bu örgütte sorumlu düzeyde faaliyet gösterdiğini duyduğunu,
Tanık Vahit Bektaş kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta; idari yargı hâkimi olarak görev yapmaktayken 2011 yılında Danıştay Üyesi seçildiğini, staj yaptığı dönemde sanık ..."u tanıdığını, ama o dönemde sanığın örgüte ne derece yakın olduğunu bilmediğini, yakınlığını meslekte geçen dönemde fark ettiğini, ama sanık ve diğer kişilerle birlikte örgütün düzenlediği sohbet ve toplantılara katılmadığını,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinde; staj yaptığı dönemde bekar olduğu zamanlarda... ve..."in stajyer evlerine gidip geldiğini, sanık ..."u da o kesimden biri olarak hatırladığını, ama toplantılara katılıp katılmadığını bilmediğini,
Tanık ... aşamalarda; Denizli Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktayken FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten ihraç edildiğini, örgüt üyesi olduğunu bildiği kişiler arasında sanık ..."un da olduğunu, hemşehrisi olan bu sanıkla Fethiye"de tanıştığını, HSK seçimleri öncesinde Fethiye"li hakim ve Cumhuriyet savcılarıyla ilgili bir yemek düzenlendiğini, bu yemekte sanığın öncü olduğunu, yemekte açıkça HSK seçimlerinden bahsedilmese de o amaçla yapıldığının belli olduğunu, sanığın da örgüt içerisinde yer alan bir kişi olduğunu,
Tanık ... aşamalarda; 2011 yılında Yargıtay Üyesi seçildiğini, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde sanık ..."un kendisinden oy istediğini, ..., İsmail Köse ve..."nın da yine kendisinden ... ve sanık ... için oy istediğini, sanık ..."un da bizzat odasına gelerek oy istediğini ve cemaatin tavırlarını tasvip etmeyip benimsemediğini söylediğini, bu seçimlerde Yargıtay"dan seçilecek üyeler için Bahri Aydoğan, Alp Arslan, ... ve siyasal olarak ülkücü eğilimli olduğunu bildiği sanık ..."a oy verdiğini, sanığın yapıyla ilgili konumunu ve eylemlerini bilmediğini,
Tanık ... kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında müdafisi huzurunda kollukta; 15.07.2016 tarihine kadar örgüte müzahir okullarda din kültürü öğretmenliği yaptığını, örgütün 2014 yılı içerisinde yapılan HSK seçimlerine odaklanarak gücü yeniden kazanmak için HSK seçimlerinde bu yapıya mensup hakim ve Cumhuriyet savcılarının seçilmesi için yoğun çalışmalar başlattığını, 2014 yılı Haziran ayı sonunda Ankara"ya geldiğinde örgüt tarafından kendisine "sohbet abiliği" görevi verildiğini, yaptığı sohbetlerin genel kriterleri aynı kalmak kaydıyla daha çok örgüt bünyesindeki insanların örgütten ayrılmaması için yoğun olarak, cemaatten kopmama konusunu işleyerek dağılma belirtileri gösteren örgüt mensuplarını bir arada tutmaya çalıştığını, kendisine bu yönde talimat verildiğini, dolayısıyla sohbetlerinde bu konuyu işleyerek insanların bilinç altlarına dini motiflerle göndermeler yaptığını, 17-25 Aralık olaylarından sonra örgütün deşifre olmamak için gizliliğe çok önem verdiğini, verilen görevlerin sorgulanmadığını, talimatlara harfiyen uyulduğunu, önceki sohbetlerine katılan şahısların genelde ne iş yaptıklarını bildiğini, ama 17-25 Aralık olaylarından sonra özellikle Ankara"da yaptığı sohbetlere katılan kişilerin kim oldukları konusunda genelde bilgisinin olmadığını, zaten sohbet vereceği insanları kendisine başka insanların getirdiğini, 17-25 Aralık olaylarından sonra yapı içerisinde daha önceleri "hususi yapı" olarak bilinen ve cemaatin emniyet teşkilatındaki, yargıdaki ve askeriyedeki yapılanmasının ön plana çıkartıldığını ve 17-25 Aralık olaylarından sonra bu yapılanmanın adının "mahrem yapı" olarak anılmaya başlandığını, mahrem yapının; örgütün, emniyet, adalet ve silahlı kuvvetlerdeki özel yapılanma şekli olduğunu, mahrem yapıya ait sohbetlerin 2015 yılının Ocak ayının sonlarına doğru yeniden başladığını, başlamasının en büyük nedeninin örgütte bozulan morallerin düzeltilmesi ve yeniden toparlanma aşamasına geçilmesi olduğunu, bu kapsamda başkalarının kendisine yönlendirdiği ve hakim ve Cumhuriyet savcısı olduklarını tahmin ettiği kişilere sohbetler verdiğini, 2014 yılındaki HSK seçimlerinden önceki tarihlerde Faruk kod adlı Ömer Yazıcı"nın Ankara Yenimahalle ilçesindeki Eşref Bitlis Caddesi üzerinde bulunan ve ... cemaatinin okulu olduğunu belirttiği Hasan Tanık Okulu"nun içerisindeki Anadolu Kurul A. Ş. isimli şirketin binasında bulunan ofiste mahrem yapı imamlarının kendisine sohbet vermesi için getirdiklerinde kendisinin de sohbet verdiği ve adalet mahrem yapısı içerisinde olduğunu anladığı kişilerden birinin de kendisine fotoğrafı gösterilen sanık ... olduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; otuz yılı aşkın bir süre boyunca örgüt içerisinde bulunduğunu, örgüt içerisindeki hiyerarşiye göre sözde bölge imamının üzerinde bir konumda olduğunu ve hemen hemen her üniteye sohbetler verdiğini, örgütün özellikle 2014 yılındaki HSK seçimleri sonrasında moral motivasyonu artırma amaçlı düzenlenen sohbetlere sohbet yapan (hatip) olarak katıldığını, sanık ..."u da o sohbetlerden hatırladığını, bu şekilde fotoğraflardan teşhis ettiğini, tanık olarak ifade vermek için duruşma salonunun önünde beklerken sanığın önceki avukatı olduğu belirtilen ... kendisine "siz tanık mısınız ?" diye sorduğunda "evet" diye yanıtladığını, ismini sorunca söylediğini, avukatın sanık ..."u göstererek "bu şahsı tanıyor musunuz ?" diye sorduğunu, kendisinin de bakıp "hatırlamıyorum" dediğini, avukatın sonra "biz sizi tanık olarak çağıracağız" dediğini, kendisinin de "fark etmez çağırın" diye cevap verdiğini ve konunun kapandığını, o zaman tanımadığı kişiyi oturum esnasında nasıl tanıdığı sorulduğunda da hatırlamadığını, o esnada bir kaç dakikalık bir konuşmada kendisine bu sorunun neden sorulduğunu da tam olarak bilmediğini, o nedenle tanımadığını söylediğini, duruşma salonu önündeki görüşmelerinde sanığın şimdiki hâlinden farklı olarak bıyıklı olduğunu,
Tanık ... kovuşturma aşamasında; müvekkili olan sanık ..."un tanık olarak katıldıkları diğer duruşmalara işleri olmadığı zamanlar gittiğini, sanık ..."un tanık olarak dinleneceği bir dosyada müvekkiliyle birlikte duruşmaya geldiğinde, ..."ın da tanık olarak çağrıldığını görmesi üzerine yanına giderek bir süre konuştuktan sonra bu kişinin yüksek yargı üyelerini teşhis ettiğini söylediğini, bunun üzerine ..."ın kollukta verdiği ifadenin iki kısım olduğunu, sivil imamlarla ilgili bildiklerini söyledikten sonra yüksek yargı üyelerine ilişkin kısmın kolluk tarafından oluşturulduğunu, duruşmalarda bu durumu düzelttiğini söylediğini, bunun üzerine ..."a tam karşılarında oturan sanık ..."u göstererek tanıyıp tanımadığını sorduğunda, ..."ın "hayır" diye cevap verdiğini, sanık ..."a gözlüğünü çıkarttırarak tekrar sorduğunda da tanımadığını ve kolluk tarafından o listenin oluşturularak kendisine imzalattırıldığını tekrar söylediğini, fakat ..."ın mahkemede aksi yönde yalan ifade verdiğini, tanık Nesip ile konuşup sanık ..."u ona gösterdiği gün de sanığın bıyıklı olmadığını,
Beyan etmişler,
Sanık ... 22.07.2016 tarihinde savcılıkta ve sorguda; Yargıtay Üyesi olarak görev yapmaktayken HSK Üyeliğine seçildiğini, hakkındaki tüm adlî işlemlerin 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu"na ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu"na göre yapılması gerekirken bu şekilde yapılmadığını, adının FETÖ silahlı terör örgütüyle anılmasının utanç verici bir iddia olduğunu, ilk, orta ve lise öğrenimini memleketi Fethiye"de tamamladıktan sonra 1985 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi"ni kazandığını, üniversiteyi kazanmak için dershaneye gitmediğini, okul yıllarında da ilk önce Cebeci civarında, ismini hatırlayamadığı, eski bir binadan dönüştürülmüş, 15-20 kişinin kaldığı ve örgütle hiç bir bağlantısı olmayan özel bir yurtta kaldığını, daha sonra buradaki şartların kötü olması nedeniyle Ziraat Fakültesinde okuyan bir akrabasıyla İncesu taraflarında, çok eski, iki odalı apartman dairesini kiralayıp kaldıklarını, ailesinin maddi durumu iyi olduğu için hiç bir zaman burs ya da bağış almadığını, 1989 yılında okulu bitirip avukatlık stajı yaparken yine aynı evde kalmaya devam ettiğini, staj bitiminde Selçuk Üniversitesi Niğde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde asistanlık sınavını kazanıp oraya gittiğini, ancak asistanlığa başlamadan önce hâkimlik sınavını da kazandığı için asistanlığa başlamayıp aynı üniversitede bu defa yüksek lisans öğrenimine devam ettiğini, hâkim adaylığı süreci başlayınca stajını Fethiye"ye aldırıp ailesinin yanında kalarak stajı tamamladığını, devletine ve milletine bağlı bir ailenin çocuğu olduğunu, FETÖ silahlı terör örgütünün yıllarca insanların emeğinden biriktirdiği paralarla bu hâle geldiğini ve örgütü tasvip etmediğini, eşinin tıp doktoru olduğunu ve kendi kız kardeşi 1992 yılında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde tedavi görürken eşiyle hastanede tanışıp 1992 yılının Aralık ayında evlendiklerini, görev yaptığı dönemlerde hiç bir zaman hukuk dışına çıkmadığını, hukuk dışı hiçbir oluşumla ilişiğinin olmadığını, üç çocuğu olduğunu, en büyük oğlunun halen Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi olduğunu, bu oğlunun Final ve Sınav Dershanelerine giderek üniversite sınavına hazırlandığını, ortanca oğlunun Fevzi Özbey İlköğretim Okulu"nu bitirdiğini, önceki sene bu oğlunun, arkadaşlarının etkisiyle dershaneye gitmek istemesi üzerine ... Tunç adlı dershaneye gönderdiklerini, küçük oğlunun ise halen aynı İlköğretim Okulu"nda 4. sınıf öğrencisi olduğunu, görevi gereği bir çok insanla görüştüğünü, bunun dışında hiç kimseyle illegal bir örgüt üyesi olduğunu bilerek görüşmediğini, 1993 yılında Elazığ ilinin Baskil ilçesinde Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başladığını, daha sonra Tunceli ilinin Hozat ilçesine, oradan Muğla ilinin Datça ilçesine, ardından Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına atandığını, 2011 yılında da Yargıtay Üyeliğine seçildiğini, yaklaşık dört yıl Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyeliği yaptığını, 2014 yılı Eylül ayında yapılan HSK Üyeliği seçimleri için kimi ceza dairesi başkanları ve hemşehrisi olan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, Yargıtay kontenjanından HSK"ya aday olması için kendisine teklifte bulunduklarını, uzun süre düşündüğünü ve ısrar üzerine kabul ettiğini, HSK Üyeliğine aday olduğu sırada her kesimden üyeden aldığı yüksek oyla HSK Üyeliğine seçildiğini, bu görevi yaklaşık iki yıldır yapmakta olduğunu, 2014 yılındeki HSK seçimlerinde adli yargıda ya da idari yargıda hiç bir adayın lehinde veya aleyhinde bir çalışması olmadığını, kendisinin meslekî performansı, terfileri, yaşı ve mesleki kıdemi göz önüne alınarak Yargıtay Üyesi seçildiğini düşündüğünü, bunun dışında üye seçilmesinde başka bir şeyin etken olmadığını, Bank Asya"ya hiç para yatırmadığını, bu bankadan kredi çekmediğini ve bu bankayı herhangi bir bankacılık faaliyetinde aracı olarak da kullanmadığını, örgütün hiçbir gazete veya dergisine abone olmadığını, örgüte hiçbir şekilde yardım veya bağışta bulunmadığını, Yargıtay"da görev yaptığı dönemde bir defa Yargıtay gezisi olarak Strazburg"a bir hafta, bir defa da 7. Ceza Dairesi Üyesi olarak dairenin görev alanına giren suçlarla ilgili olarak iki günlüğüne kara para aklama suçları konulu konferans için Almanya"ya gittiğini, örgütle bağlantısı olmadığı için etkin pişmanlık duyacağı bir durumun da söz konusu olmadığını,
09.09.2016 tarihinde savcılıkta; ilk ifadesini verdikten sonra aklına gelen yeni bilgilerden dolayı tekrar ifade vermek istediğini, 2011 yılında dönemin HSK üyelerinden ..."ın referansıyla Yargıtay Üyesi seçilip Yargıtay 7. Ceza Dairesinde göreve başladığını, üye seçildikten yaklaşık altı ay sonra kendisini sohbete çağırdıklarını, ancak bu sohbete katılmadığını, kimsenin de kendisine neden katılmadığını sormadığını, o dönemde cemaat yapılanmasının Yargıtay içerisinde çok güçlü olduğunu, Daire Başkanının dosya tevzisi hususunda kendisini görevlendirme nedeniyle tetkik hakimlerine dosyaları kendisinin dağıttığını, ancak kamuoyunu ilgilendirecek nitelikteki önemli dosyaları Başkan ile istişare ederek dağıttığını, 2013 - 2014 yılları arasında önemli bir kişiye ait bir dosyayı; Daire Başkanının söylemesi üzerine bir tetkik hakimine verdiğini, bu dosyanın usulden oy birliğiyle bozulup ilk derece mahkemesine gönderildiğini, dosyanın İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi"nden hızlı bir şekilde tekemmül ettirilerek tekrar temyiz incelemesi için daireye gönderildiğini, bu dosyayı başka bir hâkime tekrar tevzi ettiğini ve dosyayı dairede üyelerle görüşmelerinden yaklaşık iki hafta önce Yargıtay eski Üyesi ..."ın yanına gelerek "... abimin selamı var, bu dosya lehe bozulsun ve yurt dışı yasağı kaldırılsın” dediğini, ..."ın kim olduğunu sorunca "Ya sen bilmiyor musun, ... abi 11. Ceza Dairesinin üyesi...dir” dediğini, bu olayı duyduktan sonra moralinin bozulduğunu ve dosyanın heyetine girmediğini, sonra öğrendiği kadarıyla dosyanın lehe bozulduğunu, ancak bozma kararının hukuki olup olmadığını bilmediğini, aşağı yukarı aynı tarihlerde yine ünlü bir kişinin dosyasının daireye geldiğini, ilk derece mahkemesinden beraat kararı verildiğini, ..."in bu beraat kararını onamalarını istediğini, ancak kendilerinin heyet olarak oy birliğiyle dosyayı mahkumiyet yönünden bozduklarını, 2014 yılında HSK Üyesi seçildiğinden dosyanın sonraki sürecini bilmediğini, seçim süreciyle ilgili olarak; Yargıtay eski Üyesi..."nin, kendisini, ..."yı, Salih Sönmez"i, ..."i ve Ali Eryılmaz"ı çağırıp “Sizi HSK"ya seçmek istiyoruz. Biz sizi destekleriz. Her kesimden oy alabilecek bir liste oluşturduk” dediğini, baştan kabul etmek istemediğini, ancak sonra kabul edip HSK Üyesi olarak seçildiğini ve HSK Genel Kurulu tarafından Üçüncü Dairede çalışmak üzere görevlendirildiğini, bir süre Üçüncü Dairede çalıştığını ve hukuki olduğunu düşündüğü nedenlerle bazı kararlarda muhalefet şerhi yazdığını, 2014 yılı Kasım ayında... ile yemeğe çıktıklarını ve yemekteyken telefonuna Nazmi"nin Bylock programını kurup “Bundan sonra buradan haberleşelim” dediğini, yaklaşık iki ay boyunca sık olmamakla birlikte bu programı kullandığını, gizli haberleşmeden rahatsız olduğu için de sonradan sildiğini, seçim zamanında örgütün Bylock programını kullandığını ve taşrayla iletişimlerinin bu program aracılığıyla yapıldığını bildiğini, ancak programı o zaman kullanmadığını, HSK eski Üyeleri ... ve ..."la da aynı Dairede çalışmaları nedeniyle tanıştıklarını, bu kişilerle ara sıra görüştüğünü, ama bu kişilerle başka bir ilişkisinin olmadığını, HSK"daki örgüt yapılanmasını bildiği kadarıyla; HSK"yı, bu Kurulun ve Yüksek Seçim Kurulu"nun (YSK) sözde imamı olan..."nin yönettiğini, ayrıca..."nin memur olduğunu söylediği, ancak kim olduğunu bilmediği başka bir sözde imamın da HSK ile ilgilendiğini, “Faik” isimli yahut kod adlı sivil olduğunu bildiği bir kişinin tüm Türkiye"deki yargının sivil imamı olduğunu duyduğunu, ancak kendisini hiç görmediğini, örgütün hiçbir zaman kendisine çok güven duymadığını, çünkü geçmişte Ergenekon ve Balyoz davalarının görülüş şekline ağır eleştiriler getirdiğini, yargıyla ilgilenen bir üst heyetin olduğunu..."den duyduğunu, bu üst heyette olduğunu bildiği kişilerin ..., ... ve ... olduklarını, bu heyetin daha kalabalık olduğunu, ancak bildiği isimlerin bunlardan ibaret olduğunu, bu heyetin “...” kod adlı...e bağlı olarak çalıştığını, ancak toplantılarının nerede olduğunu bilmediğini, salıverilmesi hâlinde dışarıda bulunan ve şu an kaçak durumundaki kişilerin bazılarını bulmak konusunda yardımcı olabileceğini,
12.10.2016 tarihinde savcılıkta; vereceği ifadenin etkin pişmanlık hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesini istediğini, fakültede okurken önce Cebeci"de bulunan on kişilik ve cemaat yurdu olmayan özel bir yurtta kaldığını, ikinci sınıfta, akrabası olan o dönemde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi"nde okuyan Adem Birol ile İncesu"daki Mahmut Esat Bozkurt Caddesi"nde iki odalı bir daire tuttuklarını, daha sonra kirası fazla gelince o dönemde kendisiyle aynı sınıfta okuyan ve hâlen Konya"da avukatlık yapan Harun Apan"ı da eve dahil ettiklerini, Adem Birol"un ... cemaatiyle ilgisi olmayıp cemaat düşmanı olduğunu, fakülte üçüncü sınıfta sonradan HSK eski Genel Sekreteri ve Yargıtay eski Üyesi olan... ile tanıştığını, “... cemaati” lafını ilk defa..."dan duyduğunu, okuldaki arkadaş sohbetleri esnasında..."nın ..."den ve cemaatten bahsettiğini, o yıllarda dini bilgisinin zayıf olması, cuma namazlarına dahi gitmemesi nedeniyle..."nın söylevlerinin hoşuna gittiğini, dördüncü sınıfa geldiğinde..."nın kendisiyle daha fazla ilgilenmeye başladığını ve kendi evlerine çağırdığını, ... Kaya"nın kendisini ve ev arkadaşını dini sohbetler yapacaklarını belirtip eve davet ettiğini, bu teklifi kabul edip..."nın evine bu sohbetlere gitmeye başladıklarını, sohbetlerin 3-5 ay devam ettiğini, sohbetlerin konusunun başlangıçta dini bilgiler şeklinde olduğunu, sonra beraber namaz kılmaya başladıklarını, sohbetleri..."nın verdiğini, ... Kaya daha sonra ..."in ismini zikretmeye başlayınca onun ... cemaati yapılanması içerisinde olduğunu anladığını, sohbetlerin konusunun da değişmeye ve ..."in anlatılmaya başlandığını, bu sohbetlere kendisi dışında ev arkadaşıyla sonradan Yargıtay Genel Sekreteri olan..."in de geldiğini, ..."in... ile aynı evde kalmadığını, ancak... kendisiyle ev arkadaşını sohbetlere çağırınca onun da eşlik etmeye başladığını, daha sonra kendisinin de cuma namazlarına gitmeye başladığını, ... Kaya"nın düzenlediği sohbetler sonucunda dördüncü sınıfın sonuna doğru beş vakit namaz kılmaya başladığını, sonradan..."in bu sohbetlere katılmadığını, onun Aydınlıkevler"de bulunan bir cemaat evinde kaldığını bildiğini, kendisini aralarına dahil ettikten sonra..."nın bu sohbetlerine Aydın"ın katılmamaya başladığını, bu kişinin görevini yaptıktan sonra kendi sohbet grubuna döndüğünü, dördüncü sınıfın sonuna kadar..."nın “abi”liğinde bu sohbetlere devam ettiğini, bu şekilde ... cemaatine dahil olduğunu, fakülteyi bitirdikten sonra o dönem yeni açılan Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesine asistanlık başvurusunda bulunduğunu, Rıza Ayhan adlı kişinin o zaman Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi olup kendisinin fakülteye asistan olarak alınmasını sağladığını, o dönem yüksek lisansa da başvurduğunu ve bu öğreniminin devam ettiğini, ilk önce Konya"nın merkezine uzak müstakil bir ev tuttuğunu, ancak okula gidip gelmek zor olduğu için sonradan merkezde tek başına bir ev tuttuğunu, daha sonra okuldan da arkadaşı olan ve Konya"da yüksek lisansı kazanan ..."nın kendisine birlikte kalmayı teklif ettiğini, bu teklifi kabul edince hâkim adaylığı stajını da Konya"ya aldırdığını, birlikte aynı evde kalmaya başladıklarını, ancak bir süre sonra Rıza Ayhan"ın Ankara"ya gelmesi üzerine onun yerine göreve başlayan ... Ayan"ın kendisine ters davrandığını, hatta Niğde"de bulunan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde görevlendirdiğini, o dönemde hâkimlik sınavını da kazandığını ve ... Ayan"ın bu tavırları üzerine asistanlığa fiili olarak başlamadan Konya"da hâkimlik stajına başladığını, bu dönemde yüksek lisansa da devam ettiğini, daha sonra Yargıtay Üyesi olup FETÖ silahlı terör üyeliği nedeniyle tutuklanan ... eve gelene kadar onun ... cemaati içinde olduğunu bilmediğini, birlikte kalmaya başladıklarında kendisine bu cemaatin içinde olduğunu söylediğini, hatta kaldıkları eve başka kişilerin de gelip gitmelerini istediğini, kendisinin de bu olaya sıcak baktığını, o dönemde Konya"da hâkimlik stajı yapan bir çok arkadaşının bu eve geldiğini, eve gidip gelmelerde başlangıçta ... mensuplarının yaptığı sohbet toplantılarının olmadığını, 1991 yılının Eylül ayında Ankara"da eğitim merkezine geldiğini, ... da eğitim merkezine gelince evlerine sonradan Yargıtay Üyesi olan, o dönemin hâkim adaylarından..."in geldiğini, dört ay boyunca kira ödememek için evi o dönem için..."e devrettiklerini, Ankara"da eğitim merkezinde kalmaya başladığını, yüksek lisans öğrenimi nedeniyle hafta sonları bazen Konya"ya gittiğinde evin bir cemaat evine dönüştüğünü anladığını, ancak ses çıkarmadığını, bu evde..."in dışında, sonradan Yargıtay Üyesi olan ve o dönem hâkim adaylarından Haluk Baydilli"nin de kaldığını, eğitim merkezinden sonra Konya"ya bir daha dönmediğini, evin sözleşmesi de kendi üzerine olduğundan sonradan gidip sözleşmeyi feshettiğini, evin kirası yüksek olduğu için... ve Haluk Baydilli"nin de başka bir eve geçtiklerini, eğitim merkezinin ilk dört ayı için Ankara"ya gelince eğitim merkezinin yurdunda kaldığını, ... Kaya evlerinde sohbetler yaptıklarını kendisine söyleyince önce gitmediğini, ancak daha sonraki davetlerine katıldığını, bu sohbetlere ... ile sonradan Yargıtay Üyesi olan..."in de katıldığını, bu sohbetlerin başta dini sohbetler şeklinde olduğunu, sonraki toplantılarda ..."le ilgili sohbetler yapıldığını, ... Kaya"nın, ..."in sohbetlerinin yer aldığı videoları izlettirdiğini, bu sohbetleri de..."nın organize ettiğini, eğitim merkezi dersleri bittikten sonra stajını Fethiye ilçesine aldırıp staja orada devam ettiğini, Fethiye"de ... cemaat mensuplarının bir araya geldiği sohbet toplantıları olmadığını, eğitim merkezinin ikinci dönemi için Fethiye"den Ankara"ya geldiğinde, ilk dönemde birlikte kaldıkları arkadaşları..., ... Çağatay ve Veli Özdek ile aynı odada kaldıklarını, o dönem... ve ..."un piknik organizasyonları yaptıklarını, bu pikniklere bir çok arkadaşının katıldığını, ... Kaya"nın ikinci dönemde de kendisini cemaat sohbetleri için evine çağırdığını, bu sohbetlere kendisi, ... ve..."le birlikte katıldığını, hatırladığı kadarıyla o dönemde Adalet Bakanının SHP"li olması nedeniyle sohbetlerin birinci eğitim merkezi dönemindeki gibi sık sık olmayıp hatırladığı kadarıyla iki üç defa yapıldığını, 1993 yılının Ocak ayında kur"a sonucu Baskil ilçesine atanıp orada üç sene görev yaptığını, sonra Hozat"a tayininin çıktığını, bu iki yerde de yapılanma mensuplarıyla sohbet toplantıları yapmadığını, ancak daha sonra HSK"da Genel Sekreterlik yapan Muzaffer Bayram"ın Baskil ilçesinde yanına gelip 2-3 saat oturduğunu, kendisini stajdan dolayı eğitim merkezinde tanıdığını ve samimiyeti olmadığını, ne için geldiğini sorduğunda arkadaşları gezdiğini söylediğini, bu konuşmalarından kendisinin ... cemaati içinde olduğunu ve bu amaçla yanına geldiğini anladığını, kimleri gezdiğini söylemediğini, giderken de Bingöl"deki arkadaşların yanına gideceğini söyleyip yanından ayrıldığını, daha sonra Datça ilçesine atandığını, o dönem 28 Şubat olayları olunca cemaatin faaliyetlerde bulunmadığını, ancak bu dönemde de cemaatten olduğunu bildiği..."in iki üç defa yanına geldiğini, bu ziyaretlerin bir kısmının aile ziyareti şeklinde olduğunu, hatta kendisinin de..."in çocuğu olunca onun görev yaptığı Kavaklıdere"ye eşiyle birlikte gittiğini, bu ziyaretlerin de bir cemaat ziyareti olmadığını, 2001 yılının Kasım ayında kendi isteğiyle Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına atandığını, bu atamada cemaat mensuplarının bir isteminin ya da yardımının olmadığını, o dönem Datça Cumhuriyet Savcısı olduğu için dönemin HSK Başkan Vekili Ergül Güryel"in, Ahmet Tevfik Erginbay ile kendisini ziyaret ettiklerini, ziyaretler sık olunca aile sohbetleri yapılmaya başlandığını, bu sohbetler sırasında eşinin Ankara"ya gitmek istemesi nedeniyle Ergül Güryel"e kendisini Yargıtay Tetkik Hakimliği"ne alıp alamayacağını sorduğunda, Ergül Güryel"in önce “tetkik hakimliğinde ne işi var, o Yargıtay Üyeliğine layık” dediğini, bir süre sonra Ergül Güryel"in kendisini telefonla arayıp “Dilekçe ver, seni Yargıtay Savcılığına alacağım” dediğini, bu dilekçe ve Ergül Güryel"in ilgilenmesiyle Yargıtay Cmhuriyet Savcılığına atandığını, bu olaylara Ahmet Tevfik Erginbay"ın da şahit olduğunu,
Kendisiyle aynı dönemde Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına gelen bazı kişilerin de cemaat mensubu olduklarını, o dönem yaklaşık 25 kişinin de aynı göreve geldiğini, Yargıtay"a geldiği zaman Başsavcılığın takdiriyle kendisi, ..., ..., Gökhan Sayın ve..."in bulunduğu odada oturduğunu, bu kişilerle aynı dönemde Yargıtay"a geldiğini, o dönemde ... cemaati mensuplarının sohbetlerine katılmadığını, kimsenin de kendisini sohbetlere çağırmadığını, Urankent"teki adliye lojmanına taşınınca... ve... "nın kendisini sohbetlere çağırdıklarını, bu davetlerin başlangıçta ailecek yapılan yemek davetleri şeklinde olduğunu, daha sonra davetlerin dini sohbetlere ve ..."in anlatıldığı sohbetlere dönüştüğünü, bu sohbetlere eşlerinin de katıldığını, sohbetin “abi”liğini..."nın yaptığını, ama bu sohbetlerin tam bir ... sohbetleri olmadığını, çünkü eşinin ... yapılanmasını sevmediğini, bunu bilen... ve..."in de eşinin yanında ..."e ait sohbetleri dile getirmeyip video izletmediklerini, bir süre sonra odasının değiştiğini, sonradan Yargıtay Üyesi olan... ile oturmaya başladığını, onun da ... cemaati içinde olduğunu sohbetleri sırasında anladığını, onunla yaklaşık dört yıl aynı odada oturduğunu, sonradan..."nin kendilerine “ben de size sohbet vereceğim” diyerek kendisini, ..."i ve..."yı evine davet ettiğini, bu dönemde ..."e ait videolar izlemeye başladıklarını, sohbetin “abisi”nin de... olduğunu, bu döneme kadar cemaate himmet adı altında para vermediğini, zaten para verilmesinin de istenmediğini, ancak Yargıtay Üyesi olduktan sonra..."nın sohbetler esnasında para topladığını, bu paranın genellikle maaşın % 10"una tekabül ettiğini, ancak mutlaka % 10 verilmesi hususunda bir kural da olmadığını, ... Kaya"nın kendisine, çocuklara burs verildiğini ve ihtiyaç sahiplerine verildiğini söylediğini, kendisinin de diğer kişiler gibi hayır amacıyla daha az miktarda para verdiğini, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı sırasında tek kişilik odaya geçince çevresinin de değişmeye başladığını, bu dönemde gezmeye başladığı grupta yer alan kişilerden sadece ..."un ... cemaati içinde olduğunu bildiğini, 2007 yılından 2010 yılında yapılan HSK seçimlerine kadar cemaat toplantılarına katılmadığını, ... Kaya ve ... kendisini cemaat sohbetlerine çağırdıkları hâlde bu dönemde gitmediğini, o dönemde cemaatten olmayan diğer meslektaşlarıyla da arkadaşlıklarının devam ettiğini, cemaat sohbetlerine katılmayınca cemaatten kopmaması için yakın takibe alınması sonucunda ..."un kendisini, gündüz ve akşam olmak üzere yemeklere, bazen de hafta sonları ailece kendi evinde kahvaltıya çağırdığını,
2010 yılında yapılan HSK seçimlerinden önce..."nın cemaat mensubu olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının bir kısmını topladığını, ... Kaya"nın toplantı çağrısı üzerine kendisi, ...... ve ismini hatırlayamadığını belirttiği yaklaşık yirmi kişinin..."nın evinde toplandıklarını, bu toplantıda..."nın, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) seçimi kazandığı takdirde cemaat için iyi olmayacağını, bu nedenle mutlaka kendi destekledikleri adayların kazanması gerektiğini söylediğini, toplantı sonucunda Türkiye"nin değişik yerlerine seçim gezilerinin yapılması ve masrafların cemaat tarafından karşılanması kararı verildiğini, bu toplantıların seçime kadar devam ettiğini, bir süre sonra ......."nın seçim gezilerinden sonra durum değerlendirmesi yapmak amacıyla kendilerini çağırmaya başladıklarını, bunun üzerine bu kişilerin koordinesinde toplanmaya devam ettiklerini, kendisinin de ..."la birlikte Adana iline ve....."yla birlikte Antalya ve İzmir illerine gittiğini, buralarda cemaat mensuplarıyla değil, tüm hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla görüştüklerini, görüştükleri kişilerin daha çok hatırlarının geçtiği kişiler olduğunu, seçim yaklaşınca cemaatin, HSK Üyeliği adaylarından...."ün yedekte kalmasını istediğini, kendisinin bir toplantıda..."ya bakanlık listesinde bulunan Hayrettin Türe"ye oy vereceğini, bunun dışında arkadaşları olan.... ile..."a da oy vereceğini söylediğini, ancak onun kendisine “asil adaylarımızda fire olmasın, diğer yedekleri çıkarıp istediğin kişiye oy verebilirsin” dediğini, cemaatin adayları olarak belirtilen kişilerin ..., ..... olduğunu, kendisinin Adalet Bakanlığı listesi olarak bilinen listede bulunan...ün nasıl yedek kaldığını sonradan öğrendiğini, cemaatin üst seviyesindeki kişilerin çok güvendikleri 600-700 kişiye, yedek kalması istenen ......"e oy verilmemesini tembih ettiğini, bu talimat üzerine cemaat mensuplarının bir kısmı bu adaylara oy vermeyince onların yedek kaldıklarını, kendisinin de seçimden önce cemaatin bu şekilde hareket tarzı belirlediğini duyduğunu, hatta cemaat mensuplarının bu şekilde konuştuklarını, ancak kimsenin kendisinden de bu şekilde davranmasını istemediğini, seçim sonuçları açıklandığında cemaatin belirlediği hareket tarzı sonucunda cemaate yakın olan kişilerin asil üye olarak seçildiğini,
Seçimden sonra, 2011 yılının Şubat ayında yapılacak Yargıtay Üyeliği seçimleri için ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ..."den oluşan bir grubun kurulduğunu, bu grubun Yargıtay Üyesi seçilecek 160 kişiyi belirleyeceğini, bu listenin belirlenmesinden sonra ... ve sonradan da..."in; o dönemin Müsteşarı ..."ın istememesi üzerine kendisini listeye alamadıklarını kendisine söylediklerini, bunun üzerine o dönem HSK Üyeliğine atama yoluyla gelen ve okul arkadaşı olan ..."ın yanına gidip durumu anlattığını, onun da kendisine “ben iki kişinin mutlaka Yargıtay Üyesi olmasını istiyorum” diyerek bu iki kişinin kendisi ve... olduğunu söylediğini, daha sonra ... ile ..."ın ilgilenmesiyle, ..."ın da geri adım atması üzerine kendisinin Yargıtay Üyesi seçildiğini, “160"lar” olarak belirtilen Yargıtay Üyelerinin yaklaşık 120"ye yakınının cemaat mensubu olduğunu bildiğini, bu kişilerin tümünün daha önceden cemaat mensubu olduğunu bilmediğini, ancak daha sonra birlikte hareket etmeleri ve cemaatin talimatıyla hareket tarzı belirlenmesi üzerine verilen oylardan bu kişilerin cemaat mensubu olduğunu anladığını, hatta bir kısmıyla cemaat sohbetlerinde tanıştığını, yaklaşık 1-2 ay sonra yanına Yargıtay eski Üyelerinden ..."un gelip kendisine “Seni Yargıtay Üyesi seçtirdik, artık kaçma, sohbetlere katıl” dediğini, ..."un aynı konuşmada “Seni biz seçtirdik” demesinin kendisini önce üzdüğünü, ancak ses çıkarmadığını, onun istemesi üzerine o akşam evine gittiğinde evde Yargıtay Üyeleri..., ..., ..., ... ve ..."nun da olduğunu, ... kendisine “sen bundan sonra ..."nun grubundasın” dedikten yaklaşık on dakika sonra bu kez “sen gidebilirsin” deyince evden çıktığını, o zaman ... ve evde bulunanların, Yargıtay ceza dairelerinde görev yapan Üyelerin grup sorumluları olduklarını anladığını, bundan sonraki konuşmalardan, Yargıtay Üyelerini ceza daireleri ve hukuk daireleri olarak ayırdıklarını anladığını, kendisinin görev yaptığı 7. Ceza Dairesinde cemaatçi olarak kendisi, ... ve ... olunca kendilerinin grubunu 4. Ceza Dairesinde cemaatçi olan ..., ... ve... ile birleştirdiklerini, ancak..."nin toplantılara hiç gelmediğini, çünkü onun daha üst konumda olduğunu, belirttiği grubun “abi”liğini ..."nun yaptığını, bu toplantıların 2011 yılının Mayıs ayında başladığını, ..."nun ilk toplantıyı kendi evinde yaptığını, bu sohbet toplantısına kendisi, ..., ... ve ..."nın katıldığını, ..."nun bu toplantıda olduğu gibi diğer evlerde yapılan sohbet toplantılarından önce maaşlarının % 10"unu veya % 5"ini himmet parası olarak istediğini, kendilerinin de bu parayı o istemeden vermeye başladıklarını, Mayıs ayının ilk haftası başlayan toplantıların, o dönem Yargıtay"da çok fazla seçim olması ve bu seçimde nasıl hareket edileceğinin bildirilmesi nedeniyle önceleri her hafta yapıldığını, sohbet toplantılarının her hafta değişik bir günde yapılarak dikkat çekmemenin amaçlandığını, lojmanlara aynı gün gidip gelmek dikkat çekeceği için bir sonraki toplantıyı diğer bir günde yaptıklarını, sohbet toplantılarını her hafta bir arkadaşlarının evinde gerçekleştirdiklerini, sohbetlerin dini konular şeklinde başlayıp ..."in kitaplarının okunması, bazı haftalar ..."in sohbetlerinin olduğu CD"lerin izlenmesi ve namaz kılma şeklinde olduğunu, bu toplantılarda dairede olan önemli dosyaların görüşülmesi, bu dosyalardan fotokopi çekilip ..."na verilmesinin de görüşüldüğünü, Yargıtay"da yapılan oylamalarda kimlere oy verileceğinin de ... tarafından bizzat söylendiğini, ..."nun sohbet toplantılarında daha önceden yazılan bir notu çıkararak kendilerine bu notu okuduğunu, bu notta Yargıtay"da yapılan oylamalarda kime oy verileceğinin ve nasıl hareket edileceğinin yazılı olduğunu, ..."nun kendisinin üstü olan sorumludan gelen talimatları kendilerine bildirdiğini, dairelerinde görülen bazı dosyalar için de kendilerine bu şekilde talimat geldiğini, ancak görev yaptığı 7. Ceza Dairesinde bu yapıyı ilgilendirecek fazla dosya olmadığı için bu şekilde talimatların çok gelmediğini, hatırladığı dosyalar arasında ..."in yurt dışı yasağının olduğu Bankacılık Kanunu"na aykırılık suçuyla ilgili dosya dairelerine gelince ..."nun kendisine “... Abi"nin selamı var, bu dosyada ..."in yurt dışı kararını kaldıralım” diyerek bu talimatın bizzat Amerika ülkesinden geldiğini söylediğini, ..."na “... isimli şahıs kimdir” diye sorduğunda onun da ..."ın 11. Ceza Dairesi Üyesi ve Yargıtay sorumlusu olan... olduğunu, ayrıca bu talimatın Amerika"dan geldiğini de bizzat söylediğini, ancak dosyanın içeriğine girmeden usul bozması ile dosyanın mahalline iade edildiğini, dairedeki müzakerede diğer Üyeler ve kendisinin dosyada usul eksikliği olması nedeniyle bu hususa giremeyeceklerini bildikleri için talimatı yerine getirmeksizin usul bozmasına karar verdiklerini, bu kararda kendisi ve ..."ın imzası olduğunu, bu dosyanın sonradan 2014 yılının Kasım ayında yeniden Yargıtay"a geldiğini duyduğunu, ancak kendisinin o tarihte HSK üyesi seçildiğini, cemaat mensubu olarak da o dairede sadece ..."ın kaldığını, kararın ise lehe bozulduğunu sonradan öğrendiğini, kendisi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., Nazım Kaynak ve ... Akarca"nın bir araya gelip divanın kimlerden oluşacağını, Yargıtay dairelerinde üyelerin kimlerden oluşacağına karar verdiklerini, Nazım Kaynak, ... ve ... Akarca"nın cemaat mensubu olmadıklarını, ancak o dönem diğer cemaat mensuplarının etkisiyle dairelerin oluşumunun gerçekleştirildiğini, cemaatin talimatı üzerine hangi dairede hangi üyenin görev yapacağının belirlendiğini, bu belirleme sırasında ... cemaati mensubu olan kişilerin dağılımlarının 4. Hukuk, 18. Hukuk, 4. Ceza, 5. Ceza, 8. Ceza, 9. Ceza, 11. Ceza, 14. Ceza, 15. Ceza Dairelerinde heyet çoğunluğunu sağlayacak şekilde yapıldığını, bu dairelerin cemaat için önemli daireler olduğunu, çünkü daha sonra yapılan iş bölümüyle cemaat için önemli olan davaların bu dairelere aktarıldığını, cemaat için önemli olmayan işlerin geldiği 2. Ceza, 6. Ceza, 7. Ceza, 10. Ceza gibi dairelerde cemaat mensuplarının az olduğunu, hatta bu dairelere verdikleri cemaat mensuplarının da daha az güvenilir kişiler olduklarını, Nazım Kaynak Yargıtay Başkanı olduktan sonra Yargıtay"da dairelerin iş bölümünün değiştirildiğini, bu değişikliği de bizzat cemaatin gerçekleştirdiğini, kamuoyunda bilinen ve cemaat için önemli olan Balyoz, Şike, Hipnoz, Kurtoğlu gibi davaların cemaatin güçlü olduğu dairelerin görev alanına girdiğini, o dönem divanda cemaat mensuplarının çoğunlukta olduğunun bilindiğini, ancak bu iş bölümünü bizzat üst seviyedeki kişilerden aldıkları talimatlar üzerine ..., ... ve ..."ın belirleyip divan başkanlığına bildirdiğini bildiğini, ancak bu talimatı bu kişilere kimin verdiğini bilmediğini, 7. Ceza Dairesinde görev yaptığı dönemde Bankacılık Kanunu ile ilgili davaların bu daireden alınıp 5. Ceza Dairesine verilmesi konusunda ..."in 7. Ceza Dairesi Başkanı ... Mutlu ile görüşmeye geldiğini gördüğünü, o esnada kendisinin de orada olduğunu, o gün ..."e “bu dairede sadece kaçakçılık kalıyor, niye istiyorsun ?” diye sorduğunda, kendisine “gerekirse seni de başka daireye göndeririz” diye sert konuşma yaptığını, kendisinin de bu duruma tepki gösterdiğini, Yargıtay Üyeleri arasında ... cemaati yapılanmasına ilişkin olarak; 2011, 2012, 2013 yıllarıyla HSK Üyeliğine seçildiği zamana kadar olan yapılanmayı anlatabileceğini, bu dönemde Yüksek Seçim Kurulu ve HSK sorumlusu olan kişiyi bilmediğini, ancak kendisi seçildikten sonra..."nin HSK sorumlusu olduğunu gördüğünü, önceden de bu kişinin sorumlu olup olmadığını bilmediğini, Hukuk Dairelerinin sorumlusunun Yargıtay Üyelerinden......, Ceza Dairelerinin sorumlusunun da ... olduğunu, 2014 yılının başında ..."un “Yargıtay imamı” olduğu şeklinde basında haberler çıkınca ..."un ceza daireleri sorumluluğundan alınarak yerine..."in geçtiğini, hukuk ve ceza dairelerinin sorumlularının üstünde ise Yargıtay sözde imamı olan...in olduğunu, ..."in o dönem 11. Ceza Dairesi Üyesi olduğunu, “...” diye söz edilen kişinin de... olduğunu, kendi dahil olduğu grubun “abisi”nin ... olduğunu, bu kişinin üstünde ..."un olduğunu, ..."un üstünde ise...in olduğunu, ..."nun kendilerine ilettiği talimatların ..."dan geldiğini bildiklerini, ancak...in doğrudan ..."na talimatlar gönderdiğini de bildiğini, hukuk dairelerinin sorumlusu olan......"ın altında grup sorumlusu olarak..., ..., ..."in; ceza dairelerinin sorumlusu....."un altında ise,....."ün olduğunu bildiğini, Yargıtay Üyelerinin sohbet toplantılarını daire sorumluları ile yaptıklarını, ceza dairesinde ... cemaati mensuplarının fazla olması nedeniyle daire sorumlularının da fazla olduğunu, kendisinin ..."nun “abi”liğindeki sohbet grubunda olduğunu, ..."in kendisine...in de tek başına karar vermediğini, bu kararları verirken ..., ..., ..., . ve ..."tan oluşan bir kurulla toplanıp karar verdiklerini söylediğini, bu kurulda sadece Yargıtay Üyelerinin değil, Danıştay"ın bazı Üyelerinin de olduğunu duyduğunu, bu kurula Danıştay"dan .....ın da katıldığını bildiğini, bilmediği Yargıtay ve Danıştay Üyelerinin de olduğunu, ..."in bu nedenle sadece Yargıtay"dan değil, Danıştay dahil olmak üzere tüm yargıdan sorumlu sözde imam olduğunu bildiğini, bu kişinin isminin sık sık zikredildiğini,......"le birebir sohbetinin olmadığını, ..."la, ......"ün oğlunun düğünü için Denizli"ye giderken arabada ona...in ismini zikredip sorduğunu, onun da kendisine..."in anlattığı hususların aynısını anlattığını,....."in bir yıl ücretsiz izin alıp Amerika"da ..."in yanında kaldığının konuşulduğunu da bildiğini, İstanbul Alay Komutanı ..... hakkında Silivri Ceza Mahkemesi tarafından kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen cezaya ilişkin dosya Yargıtay"a gelmeden önce bu suçlara bakan dairenin önce değiştirilerek bu yetkinin, cemaatin etkin olduğu 14. Ceza Dairesine verildiğini, 14. Ceza Dairesinin önce bu kararı onadığını, daha sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı ve kamuoyunun tepkisi üzerine dairenin bu kararı bozduğunu, cemaat mensubu olan arkadaşları bu hususta konuştuklarında, dairenin iş bölümünün bizzat talimat üzerine değiştirildiğini ve talimat üzerine kararın onandığını söylediklerini, bu kararın hukuken ne olduğunu tam olarak bilmediğini, 2013 yılında aynı sitede oturduğu..."in evine ziyaret amacıyla ailece gittiklerinde orada... ve hatırlayamadığı diğer iki ailenin daha olduğunu, bu kişilerin kendi aralarında konuşurken..."in “...Abi geldi” diye söylediğini, konuşmalarda ...Abi"nin...e yardımcı olması için geldiğini duyduğunu, bunun üzerine..."e “...Abi kimdir ?” diye sorduğunda, artık sivil bir imamın da görevlendirildiğini,..."in yanına Samsun"da cemaat okullarında görevli Adana"lı veya Osmaniye"li olduğunu söylediği bir kişinin de geldiğini söylediğini, ancak fazla bilgi vermediğini, bu konuşmadan...in yanına yargı mensubu olmayan bir kişinin görevlendirildiğini anladığını,
Grup "abi"lerinin her ay maaş alındığı hafta himmet parası olarak kendilerinden para toplamaya devam ettiklerini, 17-25 Aralık 2013"ten sonra bu grup toplantılarının sayısının azaldığını, önceleri haftada bir veya on beş günde bir toplanırken, ayda bir veya iki ayda bire çekildiğini, kendilerinin grup sorumlusunun da ... olduğunu, bu grupların daha da küçülerek 3-4 kişi olarak belirlendiğini, HSK"ya, YSK"ya ve Uyuşmazlık Mahkemesine üye belirleme ve boşalan daire başkanlarının belirlenmesi hususlarında Yargıtay"da yapılan seçimlerde kime oy verileceğini mutlak suretle grup sorumlusunun toplantılarda söylediğini, kendi grup sorumlularının “abi” olarak nitelendirdikleri ... olduğunu, o hafta evlerde yapılan sohbet toplantılarına bu seçimler denk gelmediği zaman ..."nun kendilerini odasına çağırıp kime oy vereceklerini belirttiğini, o dönemde cemaatin güçlü olduğunu, bu nedenle mutlaka cemaatin oyu alınarak daire başkanı olunması gerektiğini, cemaat mensuplarının çoğunluğunun 2011 yılından sonra Yargıtay Üyesi olduğunu ve daire başkanlığı için beş yıllık görev şartı bulunduğundan, bu mensupların Yargıtay Daire Başkanı olamadıklarını, bu nedenle 2013 yılında beş yıllık süreyi bertaraf etmek için kanun teklifi hazırlandığını, sürenin 2013 yılında üç yıla indiğini, ancak 17-25 Aralık 2013 olaylarından sonra cemaat mensubu olmayan Yargıtay Üyeleri cemaate destek vermeyince cemaatten başkan seçilemediğini,
Cemaatin yakın takibe almak istediği daire başkanlarını ve üyelerini daha önceden Bakanlık ve Yargıtay"ın düzenlediği yurt dışı gezilerine özellikle götürüp yanlarına ekledikleri cemaat mensubu üyelerinin onlarla ilgilenmesini sağlayıp etki altında bıraktıklarını, ... cemaati içinde yer alan yargı mensuplarının kendi dönemleri arasında ayda bir kez, bazen de iki kez dönem toplantıları yaptıklarını, kendisi 33334 sicilli olduğundan, dönem toplantılarına kendisiyle birlikte kur"a çeken cemaat mensubu arkadaşlarının katıldığını, dönem toplantılarını ..."un organize ettiğini, bu toplantıların piknik veya bir lokantada yemek şeklinde yapıldığını, ... cemaati mensubu olup kendi döneminde bulunan ve ..."un organize ettiği bu piknik ve yemeklere örgüt mensubu olan..., ..., .. ve ..."in katıldığını, bu toplantılarda dini sohbetler yapılmadığını ve organizasyonlara cemaat mensubu olmayan dönem arkadaşlarını da çağırdıklarını, bu birlikteliklerde cemaat mensubu olmayanlar da geldiği için konuşmalarda ... ile ilgili sohbetlerin yapılmadığını, 2001 yılında Ankara"ya geldikten sonra dönem toplantılarına yaklaşık olarak on veya on bir defa katıldığını, sahip olduğu sicil aralığındaki hâkim ve Cumhuriyet savcılarının yer aldığı grubun sorumlusunun ... olduğunu, bu devre sorumlularının bağlı bulunduğu bir de devreler sorumlusu olduğunu, 40 bin sicil aralığındaki sicillilere kadar tüm devrelerin sorumlusunun sonradan Yargıtay Üyesi olan ... olduğunu, Yargıtay Üyesi olana kadar bu devre toplantılarının sık sık yapıldığını, Yargıtay Üyesi olduğu 2011 yılından sonra, kendi devreleri arasında Yargıtay Üyesi olmayan kişiler de bulunduğundan bunun bir kopukluk yarattığını ve toplantıların azaldığını, 40 bin sicil aralığındaki sicillilerden sonra başka bir yapılanmanın oluşturulduğunu duyduğunu, bu yapılanma şeklinde de devre yapılanması olduğunu, ama nasıl olduğunu tam olarak bilmediğini, Yargıtay Üyelerinin kendi aralarında sohbet grupları şeklinde toplandıklarını, ... “abi”liğinde oluşan gruba kesinlikle tetkik hâkimlerinin, Yargıtay Cumhuriyet savcılarının veya kürsüde görev yapanların gelemediklerini, bu kişilerin kendi aralarında oluşturdukları sohbet gruplarına devam ettiklerini, Yargıtay Üyesi başka bir kuruma gittiği zaman da Yargıtay"daki grupla ilişkisini kestiğini ve yeni bulunduğu kurumda oluşturulan cemaat sohbet gruplarına devam ettiğini, kendisinin de HSK Üyesi seçildikten sonra HSK içinde oluşturulan cemaat grubu sohbetlerine devam ettiğini, HSK Üyeliği sırasındaki sohbet grubunda ..., ..., ... ve ..."in yer aldığını, bu grubun "abisi"nin de... olduğunu, HSK Üyeleri arasında “abi”lik ilişkisi olmadığı için HSK Üyesi olmayan, ancak Yargıtay Üyesi olan..."nin bu gruba “abi”lik yaptığını, Yargıtay Üyeliği sırasında, cemaat mensubu olan Yargıtay Üyelerinin her birinin yakın markaja aldığı cemaat üyesi olmayan Yargıtay Üyeleri olduğunu, bu görevlendirmenin grup sohbetlerinde dile getirildiğini ve kiminle ilgilenileceğinin belirtilidiğini, kendisinin sorumlu olduğu bir Yargıtay Üyesi olmadığını, aynı dairede görev yaptığı cemaat üyesi olmayan...den ..."nun sorumlu olduğunu bildiğini, ..."nun...le yakından ilgilendiğini, aldığı görev nedeniyle onu yemeklere götürdüğünü, ..."nun yaptığı masrafları cemaatin karşıladığını bildiğini,
Yargıtay Üyesi olarak görev yaptığı sürede birebir cemaat mensubu olmasından dolayı irtibata geçtiği ve cemaat mensubu olması nedeniyle birlikte hareket ettiği kişilerin isimlerini böylece bildirdiğini, ancak cemaat mensubu olduğunu zannettiği bazı isimleri de belirtmek istediğini söyleyerek;
Bu kişilerden; ..."ün ... cemaati mensubu olduğunu zannettiğini, kendisiyle fazla samimiyeti olmadığını, ... ile birebir ilişkisi olmadığını, ancak ... cemaati mensubu olduğunu duyduğunu,...."ın ... cemaati mensubu olduğunu zannettiğini, kendisiyle birebir ilişkisi olmadığını, ..."in bu cemaatin mensubu olduğunu zannettiğini, ...."ın cemaat mensubu olduğunu bildiğini, çünkü cemaatin HSK adayları arasında onun da olduğunu, ..."ın ... cemaati mensubu olduğunu, hatta ...."in üst kurulunda görev yaptığını, ..."in cemaat mensubu olduğunu duyduğunu,...."nin cemaat mensubu olduğunu bildiğini, onun de bunu açıkça söylediğini,... ..."ın cemaat mensubu olduğunu bildiğini, ..."ın cemaati mensubu olduğunu bildiğini, onunla dönem arkadaşı olduklarını, ancak dönem toplantılarına gelmediğini, 2014 yılına kadar HSK Genel Sekreteri olarak görev yapan .."ı tanıdığını ve onun da ... cemaati mensubu olduğunu bildiğini, ..., ..., ..., ...,...., ..., .... ve .....ün cemaat mensubu olduğunu zannettiğini, ..., ... ve ..."in cemaat mensubu olduğunu, ..."nun da cemaat mensubu olup aynı zamanda Yargıtay sözde imamı olan.....in bacanağı olduğunu, ......"ın cemaat mensubu olduğunu düşündüğünü, ..."ü Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevinden beri tanıdığını, onun da ... cemaati mensubu olduğunu, ..."ın cemaat mensubu olduğunu duyduğunu, ......"ün 2015 yılına kadar Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı olduğunu bildiğini, ancak cemaatle ilişkisinin ne olduğunu bilmediğini, Yargıtay"da yapılan seçimlerde ve diğer kararlarda bu kişilerin cemaatle birlikte hareket edip cemaatin belirlediği ve verdiği talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları için cemaat mensubu olduklarını bildiğini, çünkü, kendilerine gelen talimatlar, bu kişilerin sorumlu olduğu grup sorumlularına da geldiği için onların da o şekilde oy kullandıklarını, kendileriyle aynı sohbet gruplarında yer almadıklarını, bu kişilerin 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra, hatta 2014 yılındaki HSK seçimlerinden sonra da cemaatin belirlediği hareket tarzıyla oy kullandıklarını, bu tarihlerden sonra cemaat mensubu olmayan kişilerin cemaat mensuplarıyla birlikte hareket etmediklerini, bu nedenle cemaat mensubu olduklarının açık olarak görüldüğünü,
2014 yılında HSK"da Yargıtay Üyelerini temsil edecek kişinin belirlenmesi için Yargıtay"da yapılan seçimlerde aday olduğunu, aday olmasını ... cemaatinin Yargıtay"da etkili konumunda olduğunu bildiği... ve..."in söylediğini, teklifin... ve..."den gelmesi karşısında, cemaatin teklifi olduğunu anlayıp kabul ettiğini, ... cemaatinin, onun kendilerinden olduğunu bildiğini, ayrıca milliyetçi kanadın kendisine sempati duyduğunu ve bu kesimden de oy alabileceğini, hatta dedesinin Türkmen alevisi olması nedeniyle bu kesimden de oy alabileceğini değerlendirdiklerini, bu nedenle kendisine bu teklifi yaptıklarını bildiğini, ..."ye kendisi dışında cemaatin desteklediği adayların kimler olduğunu sorduğunda, cemaatin ...,.....ı da aday göstereceklerini, ayrıca sol kesimden aday olan ..."yı da destekleyeceklerini söylediğini, Yargıtay"da cemaatin adayları ve destekleyeceği aday belli olunca..."nin başkanlığında ..., ..., ... ve ... cemaatine mensup adaylar..., ... ve ...ile kendi evlerinde bir araya geldiklerini, bu toplantılarda cemaatin nasıl hareket etmesi gerektiğini, cemaat dışında kimlerden oy alabileceklerini, bunlarla nasıl temas kurabileceklerini konuşup hareket tarzlarını belirlediklerini, ..."nın bu toplantılarda yer almadığını, onunla dışarıda yapılan yemeklerde bir araya geldiklerini, ..."nın seçimden sonra cemaatle birlikte hareket etmediğini, bu kişinin sol grubun adayı olduğunu, HSK"da görev yapacak Yargıtay Üyelerinin seçiminden sonra asıl adaylar olarak kendisi,.... ve ..., yedek adaylar olarak da...,....ve..."ın seçildiğini,....ın da cemaat mensubu olmadığını, HSK Üyeliğine seçilip göreve başladıktan yaklaşık bir ay sonra..."nin, ..."le kendisine haber gönderdiğini, ..."in de..."nin isteği üzerine kendi evlerinde toplanılacağını bildirdiğini, bu bildirim nedeniyle, ..."nin kendilerinin HSK yapılanmasında "cemaat abisi" ve sorumlusu olduğunu anladığını, bu istek üzerine aynı akşam ..."in evine gittiğinde ... cemaati mensubu olan dönemin HSK Üyeleri ..., ..., ... ve ..."in de orada olduğunu, ... ve ..."in idari yargı ilk derece hâkimleri olup idari yargıda yapılan seçimle geldiklerini, bu iki kişinin de cemaatin adayı olmalarından dolayı idari yargıda yapılan seçimlerde ... cemaati mensuplarının verdiği oyla seçildiklerini, ..."ın Danıştay Üyesi olduğunu, Danıştay"da yapılan seçimlerde ... cemaati mensuplarının verdiği oyla seçilerek HSK Üyeliğine geldiğini, bu ilk toplantıda..."nin kendilerine “Cemaatin önem verdiği Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, Mit Tırlarının Durdurulması gibi davalarda görev yapan cemaat mensubu hakim ve savcılar hakkında yapılacak soruşturmalarda aleyhe kararlara muhalefet yazın arkadaşları küstürmeyelim, Cemaat mensubu olmayan diğer hâkim ve savcılar hakkındaki kararlarda istediğiniz şekilde karar verebilirsiniz” dediğini, ..."nin bu isteğinin ... cemaatinin isteği olduğunu anlayıp bildiklerini, kararlarına da bunu yansıttıklarını, ..."nin bu talebi olmasa kendisinin bazı kararlara muhalefet yazmayacağını, bu talimat nedeniyle muhalefet kararları yazdıklarını, ..."nin bu taleplerinin, cemaat yapılanmasında üst görev yapan ......"den geldiğini tahmin ettiklerini ve bunu bildiklerini,
Cemaat mensubu olan HSK Üyelerinin, HSK Genel Kurulu tarafından Kurulun 2. ve 3. Dairelerinde görevlendirildiğini, atama ve tayinde görevli 1. Dairede cemaat mensubu üyenin olmadığını, HSK Genel Kurulu Üyelerinin; kendisi, ..., ..., ... ve ..."in ... cemaati mensubu olduklarını ve cemaat mensubu yargı mensuplarının verdiği oylarla seçildiklerini bildiklerinden, dairede görev yapacak kişilerin seçilmesinde daha pasif gibi görünen 2. ve 3. Dairede görevlendirilmeleri doğrultusunda oy kullandıklarını,
..."nin kendilerini cemaat sohbetlerine ayda bir çağırmaya başladığını, bu sohbetler esnasında ..."in kitaplarının okunduğunu, ancak bazı sohbetlerde HSK"nın gündeminde olan bazı hususların da görüşüldüğünü, ..."nin bu olaylar hakkındaki hareket tarzlarını belirlediğini, ... ile görüşmeden önce de hareket tarzlarını kendi aralarında konuşup karara bağladıklarını, bu sohbetler sırasında himmet parası da verdiklerini, HSK Üyelerinin maaşları fazla olduğu için maaşlarının % 20"sini himmet parası olarak..."ye verdiklerini, 2015 yılının Kasım ayından sonra sohbet toplantıları yapılmadığını, bu tarihlerde Türkiye"de yapılan seçimlerde beklenen sonuç alınamadığı gerekçesiyle ve takip edilme korkusuyla bir araya gelmemeye özen gösterdiklerini,
Kendisinin cep telefonuna ByLock isimli programı..."nin 2014 yılının Kasım ayında kurup “bu programla haberleşiriz” dediğini, programın Whatsapp gibi bir program olduğunu düşünüp o nedenle kurulmasına izin verdiğini, bu programı o tarihlerde öğrendiğini ve..."yle en fazla iki defa mesajlaştığını, bu mesajlaşmanın da “neredesin?”, “yemek yiyelim mi?” diye gerçekleştiğini, bunun dışında kimseyle görüşmediğini, ..."nin kendisine bu program üzerinden “neredesin?”, “ne yapıyorsun?”, “kurul nasıl gidiyor?” şeklinde mesajlar gönderdiğini, programı iki ya da üç ay kullandığını, programın deşifre olması ve ... mensuplarının kullandığının belirlenmesi üzerine cep telefonundan diğer kişiler gibi kendisinin de sildiğini,
2014 yılında yapılan HSK seçimlerinde Yargıtay kontenjanından aday olduğu için ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının seçimleri için herhangi bir çalışma yapmadığını, o dönemde Yargıtay Üyelerini gezerek Yargıtay"da yapılan seçimler için kendisine oy istediğini, ... cemaati mensubu olan Yargıtay Üyelerinin, kendilerinin bağlı bulunduğu grup sorumluları olan “abi”lerinin talimatıyla Türkiye"nin değişik yerlerine giderek bu yerdeki hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla görüştüklerini bildiğini, bu Yargıtay Üyelerinin aslında cemaat mensuplarını değil, oy verebilecek diğer kişileri gezdiklerini, çünkü cemaat mensuplarının cemaatin adaylarına oy vereceklerinin kesin olduğunu, bu Yargıtay Üyelerinin daha önce birlikte çalıştıkları cemaat mensubu olmayan kişileri gezerek en az 2-3 oyu cemaat mensubu adaylara verilmesini istediklerini bildiğini, bu suretle cemaatin adaylarının kazanmasını istediklerini, Yargıtay üyelerinin HSK seçimleri için Türkiye"nin değişik yerlerine yaptıkları bu seyahatlerde yapacakları her türlü masrafı cemaatin finanse ettiğini de bildiğini, bu masrafların "cemaat abi"lerinden alındığını,
1998 yılından sonra ..."in yargı ve diğer kurumları ele geçirmesi, cemaat mensuplarının söz sahibi olması ve bu kurumlarda görev alması için yönlendirilme talimatı verdiğini bildiğini, nitekim bu tarihten sonra cemaat mensuplarının bu kurumlara başvurarak buralarda çalışmaya başladıklarını,
Örgütün gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlerin kendisini rahatsız ettiğini, bu eylemlere karşı gücünün yettiği kadarıyla karşı koymaya çalıştığını, ama bu kararlara gücünün yetmeyeceğini bildiğini, kamuoyuna yansıyan dosyalarda usul olarak yapılanları eleştirdiğini, ancak yapılan soruşturmaların adli bir soruşturma kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğünü, 17-25 Aralık 2013 tarihi olarak bilinen adli soruşturmaları önceleri sadece yolsuzluk operasyonu olarak değerlendirdiğini, Ancak 2015 yılının Eylül ayından sonra cemaat mensuplarının amaçlarının farklı olduğunu düşünüp anladığını,
HSK"da görev yapan cemaat mensuplarının “abi”si olan..."nin talimatıyla MİT Tırları olayına karışan hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla ilgili kararlara önceleri muhalefet yazdığını, ancak daha sonra bu muhalefet şerhlerinin bir kısmından hukukçu ve insani olarak rahatsızlık duyup muhalefet şerhi yazmamaya başladığını, bazı yargı mensupları hakkında soruşturma izni verilmesi doğrultusunda oy kullandığını, burada cemaatten ayrılmaya başladığını, MİT Tırları olaylarıyla ilgili bazı yargı mensupları hakkında soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullanınca, cemaat mensubu olan diğer üyeler ... ve ..."ın cemaatin talimatı doğrultusunda aykırı oy kullanmaya devam ettiklerini,
Medyadan takip ettiği kadarıyla cemaat mensuplarının ordu içine sızdıklarını duyduğunu, özellikle Oda Tv isimli medyadan bunu yakından gördüğünü, bu sızmanın hangi boyutta olduğunu bilmediğini, yargı mensubu olarak katıldığı cemaat sohbetlerinde de bu hususun gündeme gelmediğini, bu konuda bir şeyin konuşulmadığını, örgüt mensuplarının silahlı kuvvetlerde bu kadar güçlü ve etkin olduklarını da bilmediğini,
Cemaat mensuplarının yaptıkları bu gizlilik, sorumlu olan “abi”lerin bir üst “abi”lerinin olması ve bu kişilerin verdikleri talimatlar doğrultusunda hareket etmeleri karşısında, ... cemaati mensuplarının yapılanmasını yasa dışı bir örgüt olarak nitelendirmediğini, 15 Temmuz 2016 tarihinde silahlı kuvvetler içindeki bu cemaate mensup kişilerin gerçekleştirdikleri darbeye teşebbüs olayından sonra ise bu şekilde davranılmasını, gizlilik sağlanmasını bir örgüt yapılanması olarak görüp artık bu yapılanma içinde kalmamak için ifade verdiğini, bu yapılanmanın bir darbe gerçekleştireceğinin aklının ucundan bile geçmediğini, cemaati o tarihe kadar bir dinî grup olarak nitelendirdiğini, ancak sonrasında amacının farklı olduğunu anlayıp gördüğünü, bu cemaat içinde olmaktan pişmanlık duyması nedeniyle cemaatin yargı ayağında gerçekleştirdiği ve kendisinin bilip gördüğü olayları anlattığını, cemaatin karar mercilerinde bulunmadığını,
17.10.2016 tarihinde savcılıkta; ... cemaati içinde yer aldığını, ancak bunu bir sosyal dayanışma şeklinde gördüğünü, bu yapının darbeyi amaçladığını bilmediğini, Yargıtay Üyesi olduğu dönemde daire kararlarının verilmesinde cemaatin talimatlarını yerine getirmediğini, ancak HSK Üyesi olduğu dönemde kendilerinden sorumlu olan..."nin talimatıyla bazı kararları verdiğinin doğru olduğunu,
Kovuşturma aşamasında ise; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıfta okurken aynı sınıfta okuyan ve daha sonra Yargıtay Üyesi olan... ile tanıştığını, bir kaç kez..."nın evine gittiğini, örgütle ilk defa orada tanıştığını, üç beş ay sohbetlerin devam ettiğini, bu sohbetlerin birisine sonradan Yargıtay Üyesi olan..."in de katıldığını, okulu bitirdikten sonra Selçuk Üniversitesi"nde asistanlık yapmaya başladığını, burada karşılaştığı ... ile aynı evde kalmaya başladıklarını, ..."nın o zamanlar FETÖ ile bağlantılı olduğunu bilmediğini, daha sonra hâkimlik sınavını kazandığını, eğitim merkezi yurdunda Veli Özdek, Salih Sönmez ve ... Çağatay ile birlikte aynı odada kaldıklarını, bir kaç ay sonra..."nın..."le beraber kendisini Etlik tarafında bir eve çağırdığını, oraya bir kaç kez gittiğini, eğitim merkezi dönemi bittikten sonra Konya"ya geri döndüğünde tanıştığı..."in de kendileriyle birlikte kalmaya başladığını, eğitim merkezindeyken bir kaç defa piknik yaptıklarını, fakat bunların cemaat organizasyonu olmadığını, kura çekip Baskil"e atandıktan 2005 yılına kadar cemaatle bir temasının olmadığını, sadece... ve... ile görüştüğünü, 2005 yılında lojmanda oturmaya başladıktan sonra... ve..."le bir kaç kez ailece görüştüklerini, daha sonra... ile aynı odada oturduklarını, 2005 ile 2007 yıllarında ara sıra sohbet toplantısına gitmeye başladığını, bu toplantılarda..."ye zekat parası olarak himmet verdiğini, bir kez de kurban bağışladığını,
2010 yılındaki HSK seçimleri öncesinde..."nın kendisini çağırması üzerine istediği yere gittiğinde yirmi kadar kişinin orada bulunduğunu, hepsinin ismini hatırlamadığını, hatırladığı kadarıyla orada ..."ın olduğunu, birlikte oturarak seçimlerde neler yapılacağını konuştuklarını, seçimlerde yapılan çalışmalara bizzat katıldığını, bu kapsamda ...."yla birlikte Adana"ya ve İzmir"e giderek bakanlık listesi için oy istediklerini, fakat kendisinin ....."na da oy istediğini, hatta bu durumun hakkında şikâyet konusu olduğunu, seçimlerde cemaatin adaylarının ..., .. olduğunu,...."ın cemaat listesinde olmadığını, cemaat adaylarının asil üye seçilmeleri için ...."a oy vermeyeceklerini duyduğunu,
2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimlerini ...,"in yaptığı şeklinde bir algı olduğunu, kendisinin Yargıtay Üyesi seçilebilmek amacıyla HSK Üyelerini bir kez ziyaret ettiğini, bir gün dönemin HSK Üyelerinden ..."ın kendisini aradığını ve HSK Üyeliği seçimlerinde ikili oynadığı gerekçesiyle Yargıtay Üyesi seçilmesine karşı çıkıldığını söylediğini, ..."ın desteğiyle Yargıtay Üyesi seçildiğini, Yargıtay Üyesi seçildikten sonra 2011 Mayıs ayında ..."un akşam ders olduğunu söyleyerek kendisini de çağırdığını, sohbete katılmak üzere Elvankent"te bir tetkik hâkiminin evine gittiğini, ..., ..., ..., ..., ..."ün bu toplantıda olduğunu, ..."un "... ve..."nin bulunduğu gruba gideceksin" dediğini, bu grubun sorumlusunun... olduğunu, ..."nin üst görevde bulunduğu için gelmediği zamanlarda ..."nun sorumlu olacağının söylendiğini, daha sonra ..."nun kendisine bir adres vererek bir sonraki toplantının orada olacağını söylediğini, bir sonraki toplantıda ..., ..., ... ve ..."ın olduğunu, toplantıda "seçimlerde blok hareket edelim" şeklinde konuştuklarını, ..."nun para topladığını, herkesin para verdiğini fakat ne kadar verildiğini hatırlamadığını, 2011 yılı adli tatili ve sonrasında bir kaç ay toplantılara gitmemesi ve ... ile..."nın Yargıtay Üyesi seçilmesi üzerine onlarla samimi olduğu için ..., ... ve..."yle birlikte oluşan grupta yaklaşık bir buçuk yıl toplantılara katıldığını, bu toplantılarda..."nin sorumlu olarak himmet topladığını, ..."nin katılmadığı toplantılarda ..."ın himmet paralarını topladığını, bu şekilde 17-25 Aralık 2013"e kadar toplantıların devam ettiğini, daha sonrasında bir ya da iki kez toplantıya gittiğini, ByLock üzerinden haberleşilmeye başlandığını,
..."nun kendisine "... abinin selamı var, ... dosyasındaki yurt dışı yasağı kalksın" dediğini, ..."ın kim olduğunu sorduğunda 11. Ceza Dairesinde o dönem Üye olan ..... olduğunu ve cemaatin Yargıtay sorumlusu olduğunu söylediğini, "..." kod adını ilk kez o zaman duyduğunu, kendisinin buna karşı çıkarak 14 yıl ceza almış bir insanın yurt dışı yasağının kalkamayacağını söylediğini, bu konuşmalar sırasında ..."ın da orada olduğunu,
Yargıtay"da bildiği kadarıyla ceza blokunun sorumlusu ... iken bu konuda hakkında şikâyet olup soruşturma açılınca sorumlunun değiştiğini, ...."ın da hukuk blokunun sorumlusu olduğunun söylendiğini, onun altında da duyduğu kadarıyla ... ve ..."in olduğunu, ceza blokunda sorumluların ..., ...... ve ... olduğunu, bir de üst bir heyetten bahsedildiğini, ..., ..., ... ..."ın ve Danıştaydan da ....."ın üst heyeti oluşturduklarını, yargı yapılanmasında 34000 sicilinden sonra her dönemin bir sorumlusu olduğunu, 34000 sicillerden ..."nın sorumlu olduğunu duyduğunu,
..."den, Yargıtay"ın sivil sözde imamı olarak ...isminde Osmaniye"li ya da Adana"lı, Samsun"da cemaatin kolejinden gelen bir öğretmen olduğunu duyduğunu, fakat kendisini görmediğini, HSK"da..."yi imam olarak bildiğini, sivil imam görmediğini,
Yargıtay Üyesi olan ve bu yapıyla ilgili olduklarını duyduğu isimlerin ..., ....., ..., ... ve... olduğunu,
2014 yılı adli tatil bitiminden 15-20 gün sonra yanına gelen..."nin, HSK seçimleri için kendisine "bizim grubun adayı ol" dediğini, ikna etmek için de bir tarafının alevi/bektaşi kökenli ve sosyal biri olduğunu, ...."nın da aday olacağını söyleyerek ısrar ettiklerini, bunun üzerine adaylık teklifini kabul ettiğini, daha sonra ...,....da aday olduğunu, seçimlerden önce ara ara ...,.....ile bir araya geldiklerini, seçimi ... ve .... ile birlikte kazandıklarını,
Kazandıktan bir ay sonra..."nin yemeğe davet ettiğini, bu yemekte..."nin kendisinden telefonunu alarak ByLock yüklemeye çalıştığını, bunun ne olduğunu sorduğunda WhatsApp gibi bir program olduğunu söylediğini, fakat telefonun Iphone olması nedeniyle yükleyemediğini ve telefonu alarak kırmaları gerektiğini söylediğini ve bu şekilde telefonunu alıp ByLock yüklendikten sonra getirdiğini, kendisinin çok fazla ByLock kullanmadığını, ByLock"ta kullanıcı adının "Cüneyt" olarak verildiğini, şifrenin de bir rakam olması gerektiğini, ... ile ByLock"ta görüşmediğini, ... ile görüştüğünü, ByLock"taki "Aykut" isminin (kod adının) hatırladığı kadarıyla ... olduğunu,
Bir gün ..."in evinde ..., ..., ... ve ..."le bir araya geldiklerini, ..."ın o toplantıya gelmediğini, toplantıda Yargıtay Üyeliğine seçilecek 144 kişinin seçimi hakkında görüştüklerini, o zaman..."nin HSK"dan sorumlu olduğunu anladığını, sonra bir kaç kez daha bir araya geldiklerini, bu toplantılarda yine..."ye zekat parası olarak himmet verdiğini, diğerlerinin de verdiğini bildiğini,
HSK Üyeliği sırasında gelen soruşturma dosyalarını gördükçe.....gibi kişilerin yanlış işler yaptığını anladığını, binlerce insan hakkında dinleme kararları alındığını, bu yanlışlıkları gördüğünde açılacak soruşturmalara muhalefet etmediğini, sadece "kırk dokuzlar" olarak bilinen kişiler hakkındaki karara dinleme kararlarında altmış üç kişinin imzası varken kırk dokuzu hakkında soruşturma yapılması nedeniyle muhalif kaldığını, sohbet toplantılarında hâkim ve Cumhuriyet savcılarının açığa alınmaları gündeme geldiğinde muhalif kalmayacağını söylemesi üzerine..."nin "arkadaşları küstürmeyelim, çok cefa çektiler, hukuki gerekçeler ile muhalefet yazılabilir" dediğini, buna rağmen ...... hakkında, yine İstanbul ve Siirt dosyaları olarak bilinen pek çok dosyaya muhalefet yazmadığını, hatta 2015 yılı Eylül ayından sonra yapılan toplantılara da gitmediğini, bu durumun... ile... arasındaki ByLock yazışmalarında geçtiğini,
HTS kayıtlarında bulunan yurt dışı aramalarının bir çoğunun oğluyla olan konuşmalar olduğunu, Turgut Özal Hastanesi"nde eşinin ameliyat olduğunu, sivil imamların hiç birini tanımadığını, bir araya gelmediklerini, ortak baz hareketlerinden bir çoğunun mesai saati içerisinde HSK binası etrafında bulunan baz istasyonlarındaki sinyallerden ibaret olduğunu, Kurul olarak Trabzon ve Rize illerine gittikleri tarihlerde ortak baz hareketi tespiti yapıldığını, meslektaşlarından birinin eşinin vefatı nedeniyle kurul olarak Samsun iline gittiklerini, orada bu nedenle baz sinyali verdiğini, Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı ..."le Denizli iline bir düğüne gittiğini, bu nedenle Afyon"da baz sinyali vermiş olabileceğini, ..."le bir araya gelmediklerini, Ankara Yenimahalle"deki sinyallerin eşinin kullandığı telefona ait olduğunu, ... Küçük adlı kişiyle tespit edilen arama kaydının, Fethiye"de yan yana arazileri olması nedeniyle, imar uygulaması sırasında anlaşmaya yönelik olduğunu, bu kişinin FETÖ silahlı terör örgütü üyeliği nedeniyle yurt dışına kaçtığını sonradan öğrendiğini,
ByLock yazışmalarında oğlunun isminin geçmesi ile bir ilgisinin olmadığını, oğlunun...isimli bir arkadaşıyla birlikte Balgat"ta bulunan Seviye Dershanesine gittiklerini, bir gün oğlunun eve geç gelmesi üzerine sorduğunda, Barış isimli arkadaşının oğlunu bir eve götürdüğünü öğrendiğini, daha sonra bu durumu..."ye sorduğunda, ..."nin bahsi geçen ByLock konuşmasını yaptığını, böylece çocuklarla ilgilenen cemaat evleri olduğunu öğrendiğini,
Digitürk"ü çok yüksek fiyat söyledikleri için kapattırdığını, salıverildikten sonra da tekrar açtırdığını, FETÖ silahlı terör örgütüyle bağlantılı kanalların platformdan çıkarılması nedeniyle kapattırmadığını, çözümü yapılan telefon görüşmesinin 2014 yılına ait olabileceğini, fiyat düşürmek için kasıtlı olarak görüşmede geçtiği gibi beyanda bulunmuş olabileceğini, 2016 yılının Kasım ayına kadar üyeliğini devam ettirdiğini, salıverildikten sonra da oğlunun adına yeniden abonelik yaptırdığını ve halen kullandığını, Tivibu"dan da taahhüdünün bitmesine iki ay kala çıkıp daha hızlı internet hizmeti sunduğu gerekçesiyle Superonline firmasını kullanmaya başladığını,
Tanıklardan ..."un, hemşehrisi olan hakim... aracılığıyla yanına gelip referans olmasını kendisinden istediğini, bu kişi Gaziantep"li olduğunu söyleyince ona ..."ya gitmesi gerektiğini söylediğini, tanımadığı için ona referans olmadığını,
..."ı hiç tanımadığını, tanıklık için duruşmaya geldiğinde ... ile karşılaştıklarını,
Yüksek yargıda etkin pişmanlığa dair ilk ifade verenin kendisi olduğunu, hatta avukatı ... aracılığıyla ..."i de ifade vermeye ikna ettiğini,
..."un beyanlarını kabul etmediğini, dönemin HSK Üyelerinden ..."ın kendisine yüz on kişi içerisinde olmadığını söylemesi üzerine onunla Uludağ Restaurant"ta buluştuklarında, adını cemaatçilerin gündeme getirmediğini kendisine söylediğini, HSK Üyesi... ile Yargıtay"da karşılaştıklarında, Fethiye eski Cumhuriyet Başsavcılarından birinin soruşturması hakkında kurula gidip görüşmeleri hususunda bir konuşmaları olduğunu, kendisi HSK Üyesi seçildikleri için cemaatin üst yapısından olduğuna dair bir algı oluştuğunu, ancak..."in yedekte kaldığını,
Savunmuştur.
Sanık ..., FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu oldukları iddiasıyla haklarında Yargıtay 9. Ceza Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılmakta olan Yüksek Yargı eski Üyeleri hakkında görülen davalarda tanık olarak alınan ifadelerinde;
- 2017/13 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; Yargıtay Üyesi olarak görev yaptığı 2011 - 2014 yılları arasında birebir cemaat mensubu olmasından dolayı irtibata geçtiği ve birlikte hareket ettiği kişilerin isimlerini ifadesinde açıkça olay ve yer göstererek bildirdiğini, ancak cemaat mensubu olabileceğini zannettiği kişilerin bildirilmesinin savcılık tarafından kendisine o arada isim ve liste gösterilerek istendiğini, o anda hatırlayıp bilebildiklerini söylediğini, ... ile hiçbir irtibatının olmadığını, onu hiç bir toplantıda da görmediğini, fakat ikili konuşmalarda, dışarıdaki sohbetlerde, gazetelerde ya da bir şekilde aklında kaldığı için ifadesinde ..."ün de adını söylediğini, onunla bir samimiyetinin bulunmadığını, isimler çağrışım yapınca kendisine bu isimlerin tek tek okunduğunu, hatırladıklarını söylediğini, başka bir somut bilgisinin olmadığını, savcılık ifadesindeki gibi hukuk dairelerinin sorumlusu Ali Akın"ın altında grup sorumlusu olarak... ve ..."ün olduğunu duyduğunu, ancak onları hiçbir yerde görmediğini, sadece ikili sohbetlerde duyduğunu,
- 2017/14 Esas sayılı davanın sanığı..."le ilgili olarak; Yargıtay Üyesi seçildikten sonra..."in 9. Ceza Dairesinde görevlendirildiğini, bu dairedeki üyelerin çoğunluğunun cemaat üyesi olduğunun herkes tarafından bilindiğini ve bu yönde bir kanaat olduğunu, ama onunla herhangi bir toplantıda bir araya gelmediğini, ..."in cemaat mensubu olduğuna dair önceki ifadesinin doğru olduğunu,
- 2017/15 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; ..."ın cemaat mensubu olduğunu zannettiğini, bu hususu savcılık ifadesinde de belirttiğini, ikili konuşmalarda ve kulislerde ... hakkında o yönde sözler söylendiğini, başka bir bilgisinin olmadığını,
- 2017/16 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; Yargıtay"da yapılan konuşmalarda ..."la ilgili olarak örgüt mensubu olduğu konuşulduğu için onun da örgüt mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini, onu herhangi bir toplantıda görmediğini, bu hususu savcılık ifadesinde de belirttiğini,
- 2017/18 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; kendisini Yargıtay"dan tanıdığını, savcılık ifadesinde de belirttiği üzere, onunla ilgili duyumunun olduğunu ve örgüt mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini, onun önce Süleymancılar tarikatından olduğunu bildiğini, sonradan internette "Cemaatçi üyeler" başlıklı bir haberde onun da adını görünce şaşırdığını, duyuma dayalı olarak ..."in örgüt mensubu olduğuna dair beyanda bulunduğunu, onu herhangi bir örgüt toplantısında görmediğini,
- 2017/19 Esas sayılı davanın sanığı ... Kılıç"la ilgili olarak; kendisini Yargıtay"dan tanıdığını, savcılık ifadesinde de belirttiği üzere, somut bilgi sahibi olmamakla birlikte, dışarıdan onun da örgüt üyesi olduğuna dair duyum aldığını, bu nedenle örgüt üyesi olduğunu zannettiği kişiler arasında onu da saydığını, duyumdan öte bilgisinin olmadığını, savcılık tarafından önüne liste getirilip bu liste üzerinden örgüt üyesi olarak tanıdığı kişilerin kim olduğunun sorulduğunu, kendisinin de konuşmalardan ya da gazeteden okuyarak edindiği bilgilerden bu kişinin de adını verdiğini,
- 2017/20 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesinde, 2011 ila 2014 yılları arasında cemaat mensubu olduğu iddia edilen kişilerle birlikte ne yapıldıysa olay ve yer göstererek anlattığını, bunların içerisinde bu kişinin olmadığını, onun örgüt mensubu olduğunu dışarıdan duyduğunu, bu anlamda kendisiyle bir temasının olmadığını, savcılık ifadesinde bu kişinin hukuk dairelerinde örgütün grup sorumlusu olduğuna dair beyanda bulunmuş ise de, bunu yanlış söylemiş olabileceğini, ifadeyi bir daha da değiştirme olanağı bulamadığını, bu yanlış hususu bu ifade esnasında düzelttiğini, grup sorumlusu olarak belirttiği ... ve ... dışında, bu kişinin de sorumlu olduğuna dair beyanını o anda yanlışlıkla söylediğini,
- 2017/21 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; bu kişiyle bir temasının olmadığını, onun da örgüt mensubu olduğuna dair beyanının duyuma dayalı olduğunu, bu nedenle de örgüt mensubu olduğunu zannettiğine dair ifade verdiğini, kendisiyle herhangi bir toplantıda karşılaşmadığını,
- 2017/22 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, sadece örgüt mensubu olduğunu duyduğunu, bu kişiyi çok az tanıdığını, örgüt toplantısında görmediğini,
- 2017/24 Esas sayılı davanın sanığı..."le ilgili olarak; hâkimlik stajı sırasında bu kişiyle Konya"da bir süre aynı evde kaldıklarını, sonra Fethiye"ye stajı aldırınca kira sözleşmesini feshettiğini, onun sonradan tuttuğu eve gitmediğini, bu evin sonradan cemaat evi olarak kullanıldığına dair bilgisinin de duyuma dayalı olduğunu, kur"a çektikten sonra da bir daha Yargıtay Üyesi olana kadar görüşmediklerini, ..."la birlikte katıldığı bir toplantıda bu kişinin de olduğunu söylemişse de, orada ..."ün olduğunu, onun olmadığını, ..."in örgüt üyeliğine dair bilgisinin duyuma dayalı olduğunu, somut bir bilgisinin bulunmadığını, Yargıtay"daki "Cemaatçi Üyeler" konulu internette okuduğu bir haber nedeniyle ve 17-25 Aralık sürecinden sonra böyle bir kanaatinin oluştuğunu, onun ceza dairelerindeki grup sorumlularından biri olduğuna dair önceki beyanının da kendi kanaatine dayandığını, bu konuda somut bir bilgisinin olmadığını, öyle düşündüğünü,
- 2017/29 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; savcılık ifadesinde kendileriyle irtibata geçtiği örgüt mensupları arasında belirttiği kişiler arasında ..."in olmadığını, bu kişiyi cemaat toplantılarında görmediğini ve Yargıtay"dan tanıdığını, savcılıkta da kendisine liste gösterilince bu kişinin örgüt mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini, bu yöndeki kanaate de internette yayınlanan haberlerden ulaştığını,
- 2017/30 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, ..."ı Yargıtay"dan tanıdığını, fazla samimiyeti olmadığını, ..."nin söylemesi üzerine bu kişinin cemaate yakın olduğunu duyduğunu, onun haricinde kendisini cemaat toplantısında görmediğini, HSK seçimlerinde..."ye bu kişinin de kendisine oy verip vermeyeceği hususunda görüştüklerinde..."nin onun için "Bize yakındır, bize verir" diye söylediğini, ama bu kişinin kendisine seçimlerde oy verip vermediğini bilmediğini,
- 2017/31 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; onunla dönem arkadaşı olduklarını, kur"adan sonra 2010 yılına kadar bir ilişkisinin olmadığını, en son 2010 yılındaki HSK seçimlerinde bakanlık ve cemaat listesine çalışmak için..."nın evinde cemaat üyeleri olarak bir araya geldiklerini, o anda bu toplantının cemaat toplantısı olduğunu düşünmemekle birlikte sonradan bunu fark ettiğini, o tarihe kadar ..."ı cemaatle ilgili bir toplantıda görmediğini, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde kendisi için tüm Yargıtay Üyelerine gittiği gibi ondan da oy istemeye gittiğini, onun da oy vereceğini söylediğini, ancak gerçekte verip vermediğini bilmediğini, ..."ın bu sözünü kendisi bakımından örgütsel faaliyet olarak düşünmediğini,
- 2017/32 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; onunla dönem arkadaşı olduklarını, 2011 yılına kadar pek görüşmediklerini, 2011 yılında seçilen Yargıtay Üyeleri için ... tarafından yemek organize edildiğini, onun da yemekte bulunduğunu, bu yemeğin de herkese açık yapıldığını ve cemaat toplantısı olmadığını, kendilerine yemeğe katılım hususunda mesaj gönderildiğini, onun dışında kendisini görmediğini, kendi sicil numaralarına yakın kişilerle yaptıkları piknik organizasyonlarına da bu kişinin katılmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonraki ikili görüşmelerinde onun da cemaat mensubu olduğuna dair duyumları olduğunu, ama net bir şey söyleyemeyeceğini,
- 2017/33 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, kendisiyle samimiyetinin bulunmadığını, onun cemaate yakın olduğunu Yargıtay"da duyduğunu, bunun haricinde kendisini herhangi bir toplantıda görmediğini,
- 2017/34 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; özellikle Yargıtay 9. Ceza Dairesiyle 4. Hukuk Dairesinde Üye olanlarla ilgili olarak bu kişilerin çoğunun cemaat mensubu oldukları yönünde Yargıtay"da, ikili görüşmelerde, sohbet ve müzakerelerde konuşulması ve bu kişinin de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Üyesi olması nedeniyle onun da cemaat mensubu olduğunu zannettiğini, bunun genel bir kanaat şeklinde olduğunu,
- 2017/41 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, onu Yargıtay"da tanıdığını, 9. Ceza Dairesinde üye olması ve bu daire üyelerinin cemaate yakın olduğunun söylenmesi nedeniyle böyle bir bilgiye sahip olduğunu, bunun dışında somut bir bilgisinin olmadığını, kendisiyle herhangi bir toplantıda bir araya gelmediğini, bildiği kadarıyla bu kişinin söz konusu dairede Balyoz davasının temyiz incelemesini yapan heyette de yer aldığını,
- 2017/44 Esas sayılı davanın sanığı..."la ilgili olarak; bu kişiyle stajda aynı dönem olduklarını ve Yargıtay Üyeliği seçimine kadar görüşmediklerini, onu başta sosyal demokrat biri olarak bildiğini, kendisiyle olan bir konuşmasında onun kendisine, çocuklarının cemaate yakın okullarda okuduğunu söylediğini hatırladığını, kendilerinin 4. ve 7. Ceza Dairelerindeki cemaatçi üyelerle toplantı yaptıklarında bu kişinin gelmediğini, neden gelmediğini bilmediğini, ancak 17-25 Aralık sürecinden sonra basında onun da cemaatçi üyeler arasında sayıldığını, Yargıtay"daki konuşmalarda da bu kişinin cemaate yakın üyeler arasında sayıldığını,
- 2017/45 Esas sayılı davanın sanığı..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişiyle ilgili somut bilgisi olmadığını, ancak Yargıtay"daki konuşmalardan cemaate yakın olduğunu duyduğunu,
- 2017/49 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; bu kişiyle dönem arkadaşı olduklarını, kur"a çektikten sonra Yargıtay Üyesi olana kadar görüşmediklerini, üyelik seçiminden sonra ..."un organize ettiği yemeğe onun da katıldığını, bu yemeğin genel olarak meslekte 33 bin sicilli olanların katıldığı bir yemek olduğunu, cemaatten olmayan kişilerin de yemekte olduklarını, bu kişinin Yargıtay"da cemaat yapılanması içinde hareket ettiğine dair somut bilgisi olmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonra öyle gibi gözüktüğünü, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,
- 2017/50 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; onunla 2011 yılında beraber Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olduklarını, onunla ilgili Yargıtay"da sürekli olarak Nurcu tarikatının okuyucu grubundan olduğunun söylendiğini, Yargıtay Üyeliğine de birlikte seçildiklerini, 17-25 Aralık sürecinden sonra bu kişinin ... cemaatinden olduğunun herkes tarafından söylendiğini, ama kendisiyle ilgili somut bilgisinin olmadığını,
- 2017/51 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; onunla aynı tarihte Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak atandıklarını, bu kişinin 34 bin sicilli hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının sorumlusu olduğunun herkes tarafından söylendiğini, ama kendisinin bu konuda somut bilgiye sahip olmadığını,
- 2017/57 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişinin Yargıtay"da en az tanıdığı kişilerden biri olduğunu ve daha önce basından ve internetten okuduğu için savcılıkta ismini verdiğini, önceki ifadesinde de onun cemaat mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini,
- 2017/58 Esas sayılı davanın sanığı ..."yle ilgili olarak; HSK Üyesi olduğu dönemde Yargıtay"da görülen ve "Kurtoğlu davası" olarak bilinen davada şikâyet edilen kişiler arasında bu kişinin de olduğunu, o nedenle onun da örgüt üyesi olduğuna dair kanaat sahibi olduğunu, somut bir bilgisinin olmadığını,
- 2017/59 Esas sayılı davanın sanığı..."la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişiyle stajdan dönem arkadaşı olduklarını, 2010 yılındaki HSK seçimlerinde, bakanlık listesine oy verilmesi hususunda çalışma yapmak üzere..."nın evinde yapılan toplantıya onun da katıldığını, somut bilgisi olmamakla birlikte bu kişinin de bu yapılanmanın içerisinde olduğunu duyduğunu,
- 2017/62 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; bu kişiyle HSK"da görev yaptıklarını, öncesinde tanışıklıklarının olmadığını, 2014 yılının Aralık ayında seçimde kimlere oy verileceği hususunda görüşmek için ..."in evinde bir araya geldiklerini, ..."le birlikte ..., ... ve ..."nun da eve geldiğini, toplantıda..."ye Ergenekon ve Balyoz davalarında görev alan FETÖ mensubu hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının bariz usulsüzlükler yaptıklarını, bu kişilerle ilgili soruşturma izin taleplerinde karşı oy yazmayacağını söylediğini, bu kişinin de bu konuşmaya dahil olup "ben bildiğim neyse onu yazarım" dediğini ve hatırladığı kadarıyla sonradan onun bu kararlara muhalefet şerhi yazdığını, hatta bu muhalefet şerhlerini kısım kısım kendi facebook hesabında paylaştığını, bu muhalefetlerin örgüt mensupları lehine olduğunu bildiğini, 2015 yılı Haziran ayında yapılan iftar yemeğinde, aralarında bu kişinin de bulunduğu aynı kişilerle kendi evinde toplanıldığını, ... ayına özgü fitre parası toplandığını, bu parayı..."nin topladığını, maaşın belli bir kısmını verenlerin de olduğunu, herkesin verdiği bu paranın himmet gibi toplandığını,
- 2017/68 Esas sayılı davanın sanığı ..."yle ilgili olarak; staj döneminde Konya"da kaldığı evini sonradan..."e ve bu kişiye devrettiğini, bu süreçte adliyedeki diğer stajyerlerden bu evinin o zaman cemaatin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yaptığını duyduğunu, bu durumdan rahatsız olduğunu,
- 2017/69 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan beyanların kendisine ait ve bir kısmının doğru olduğunu, ..."ı HSK Üyesi seçilmeden önce tanımadığını, yaklaşık bir buçuk sene aynı dairede görev yaptıklarını, zaman zaman bir kısım muhalefetleri beraber yazdıklarını, kendisinin fazla muhalefet yazmayı seven biri olmadığını, bu kişinin ise muhalefet yazmayı sevdiğinden uzun uzun yazdığını, HSK Üyesi olarak seçildiklerinde 2014 yılının Kasım ayı sonu ya da Aralık ayında..."nin hepsini ..."in evine çağırdığını, bu toplantıda kendisiyle birlikte ..., ..., ... ve..."nin olduğunu, bu kişinin toplantıda bulunmadığını, daha önceki beyanında bu kişi de varmış gibi yazıldığını, bu beyanını yargılandığı dava dosyasının duruşmasında düzelttiğini, o gün ilk defa toplantı yaptıklarını, ilk defa bir araya geldiklerini, Aralık ayında Yargıtay Üyeliği seçimi olması nedeniyle gündem konusunun bu olduğunu, "Ne yapabiliriz, kimlere oy verelim" konusunda toplandıklarını, bu toplantıda kendisinin bazı hâkim ve Cumhuriyet Savcıların Ergenekon - Balyoz gibi soruşturmalarda çok yanlışlar yaptıklarını dile getirdiğini, muhalefet yazmayı düşünmediğini söylediğini, zaten 3. Dairenin muhalefetinin ve karara muhalefet yazmanın bir öneminin olmadığını, Bakan soruşturma yapılmasını istediğinde yapıldığını, istemediğinde dosyanın kapandığını, ..."nin kendisine ve ..."e hitaben "sonuçta etkiniz yoksa da arkadaşları küstürmeyelim" dediğini, "soruşturma geçiren arkadaşları küstürmeyelim" şeklinde..."nin beyanının olduğunu, daha sonra bu durumu ..."le konuştuklarını, bu beyanın kendisi, ... ve ... olmak üzere üçü için söylendiğini belirttiğini, ..."nun ve ..."ın, ..."nin bu beyanında orada olmadığını, bu söylemin onlara söylenmediğini, daha sonra Şubat ya da Mart ayında da toplandıklarını, ancak nerede ve nasıl olduğunu hatırlayamadığını, ... ayında bu kişiyi de iftar yemeğine çağırdığını, bu toplantıda onun da bulunduğunu, ..., ..., ..., ... ve ... olmak üzere evde altı kişi olduklarını, ... olması nedeniyle fitre parası toplandığını, kendisinin ve birkaç kişinin verdiğini gördüğünü, ancak ikram getirip götürdüğünü, fitreyi..."ye verdiğini, aynı zamanda himmet parası da verdiğini, himmet parasının fitre parasından ayrı olduğunu, o gün kimin ne verdiğini hatırlamadığını, zaten bir miktar himmet parasının verildiğini, kimin ne verdiğine bakmadığını, iftar için yaptığı davetin örgüt toplantısına dönüştüğünü, dışarıdan kimsenin olmadığını, ..."nin söylemini kendisine ve ..."ya yönelik olarak algıladığını, ..."la hiç Bylock"tan haberleşmediğini ya da hatırlamadığını, grup toplantılarına onun bir kere katıldığını, bir aylık toplantıları revize ettiğini, toplantıları 2014 yılının Aralık ayından 2015 yılının Haziran ayına kadar 3-4 defa yaptıklarını, 2015 seçimlerinden sonra kendisinin toplantılara hiç gitmediğini,
- 2017/70 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; Yargıtay Üyesi olduktan sonra Ceza Genel Kuruluna geldiğini, yeni üyelerin seçildiğinin, 3-4 kişilik kontenjan verildiğinin ve bu kişilerin ziyarete gidilmesinin konuşulduğunu, ..."nun da bu üyeler arasında sayıldığını ve hukuk dairelerinden birine verildiğinin söylendiğini, bilgisinin bu şekilde olduğunu,
- 2017/71 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; Yargıtay"da kendisinin görev yaptığı 7. Ceza Dairesi ile 4. Ceza Dairesinde görev yapan ve cemaatçi olarak bilinen ..."ın da içinde bulunduğu altı kişinin bir grup oluşturduğunu, önceki beyanında belirttiği gibi, 2011 yılından itibaren sohbet toplantılarına başladıklarını, toplantılarda ... kitapları okunduğunu, bu toplantılarında maaşlarının %10’unu veya %5’i ni himmet olarak grup sorumlusuna verdiklerini, Yargıtay’da çok fazla seçim olması nedeniyle nasıl hareket edecekleri konusunu görüşmek için her hafta toplantı yaptıklarını, dikkat çekmemek için değişik günlerde ve her hafta farklı bir kişinin evinde toplanıldığını, ...’in yurt dışı yasağı konusunda grup üyesi ..."nun "... abinin selamı var, bu dosyada yurt dışı kararını kaldıralım" dediğini ve talimatın Amerika ülkesinden geldiğini söylediğini, dosyanın içeriğine girmeden usul bozması yapıldığını ve bu kararda ...’ın da imzasının bulunduğunu, ancak bu kişinin söz konusu toplantılara katılmadığını, savcılık ifadesinde onun da katıldığı yönünde neden beyanda bulunduğunu bilmediğini, bu kişi söz konusu grupta olsa da, İstanbul"da işleri olduğunu söyleyerek bu toplantılara gelmediğini,
- 2017/77 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; bu kişiyle bakanlıkta tanıştığını, beraber Yargıtay Üyesi seçildiklerini, bu kişinin sonra YSK Üyeliğine aday olup seçildiğini, örgüt mensubu arkadaşlarından, ..."nın kendilerinin arkadaşları olduğunu, "oy verelim" dediklerini duyduğunu, bu nedenle yüksek oyla YSK Üyesi seçildiğini, ancak bunun haricinde onun da örgüte mensup olduğuna dair somut bilgisinin olmadığını, yaşam tarzı ve hayata bakışı itibarıyla klasik bir örgüt mensubu gibi görünmediğini, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,
- 2017/82 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişiyi fakülteden beri tanıdığını, Konya"da yüksek lisans yaparken onunla karşılaştığını ve onun da yüksek lisans yaptığını öğrendiğini, bu kişinin teklifi üzerine 5-6 ay aynı evde kaldıklarını, ardından birlikte eğitim merkezine gittiklerini, bu arada Yargıtay eski Üyesi olup tutuklu bulunan..."in de kendileriyle kalmaya başladığını, kendileri eğitim merkezindeyken..."in evi örgüt evine dönüştürmeye başladığını, bundan başta haberinin olmadığını, stajını Fethiye"ye aldırdıktan sonra stajdaki arkadaşlarının kendisine, ... ve ..."nın evi cemaat evine çevirdiklerini söylediklerini, 2011 yılında bu kişi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra Elvankent"te yapılan bir cemaat toplantısında ..., ... ve bir kaç kişiyle birlikte onun da hazır bulunduğunu,
- 2017/84 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; Yargıtay Üyesi seçildikten sonra 2011 yılı Mayıs ayında ..."nun evinde oturup sohbet ettiklerini, bir kaç kere daha bu toplantının yapıldığını ve toplantının cemaat toplantısı gibi olduğunu, bu toplantıya ..."nın da katıldığını, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,
- 2017/91 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyi simaen tanıdığını, fazla bilgisinin olmadığını, savcılık ifadesinde de belirttiği şekilde, etraftan duyduğu kadarıyla onun örgüt mensubu olduğunu duyması nedeniyle öyle zannettiği yönünde ifade verdiğini,
- 2017/92 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; savcılık ifadesinde de belirttiği gibi, somut bilgisi olmamakla birlikte bu kişinin de örgüt mensubu olduğuna dair duyumu üzerine, öyle olduğunu zannettiğine dair ifade verdiğini, 17-25 Aralık sürecinden sonra basında yayınlanan listelerden dolayı aklına bu yönde bir bilgi kalmış olabileceğini,
- 2017/95 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyi tetkik hâkimliği yaptığı dönemden tanıdığını, kendisi hakkında somut bilgisi olmamakla birlikte, tutuklandıktan sonra yan yana koğuşlarda kaldıklarını, onun da örgüt mensubu olduğuna dair kendisinde kanaat oluştuğunu,
- 2017/98 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; 2010 yılındaki Yargıtay Üyeliği seçimlerinde ve kendisi o dönem henüz Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktayken odasına... ve..."in geldiğini, seçilmesi planlanan kişilerle ilgili Bakanlıktan ve Yargıtay"daki kişilerden görüş alınacağının konuşulduğunu, Yargıtay"daki kişilerin o dönemki Tetkik Hâkimlerinden ..., ... ve ... olduğunu, bu kişilerin fikirlerinin alınacağının söylendiğini, bu nedenle ..."ın etkili biri olduğunu düşündüğünü,
- 2017/100 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyle Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak bir süre birlikte çalıştıklarını, ama çok samimiyetinin olmadığını, Yargıtay"da görev yapan o dönemki cemaat mensubu Cumhuriyet Savcılarından yani kendi çevresindeki kişilerden, bu kişinin de o çevredekilerden olduğu yönünde söylendiğini, bunun dışında somut bir bilgisinin olmadığını,
- 2017/102 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; kendisini Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanıdığını, 2011 yılının Mayıs ayında Yargıtay eski Üyesi ..."un çağırması üzerine Elvankent"teki bir eve gittiğini, bu evin cemaat evi olduğunu, gittiğinde evde onun da olduğunu, Almanya"ya konferansa gittiklerinde bu kişinin Yargıtay eski Daire Başkanı Sedat Bakıcı"yla yakından ilgilendiğini, bu nedenle onu da kendilerinin yanına çekmeye çalıştıklarını düşündüğünü, kimden duyduğunu hatırlamamakla birlikte bu kişinin ceza dairelerinin grup sorumlusu olduğunu duyduğunu,
- 2017/105 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; bu kişiyle Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanışıp aynı Dairede 3-4 sene görev yaptıklarını, 2011 yılının Mayıs ayında bu kişinin evinde önceki ifadelerinde belirttiği şekilde toplantı yaptıklarını, Mayıs ve Haziran aylarında bu şekilde 2-3 kez beraber olduklarını, bu toplantıların cemaat toplantısı olduğunu, o toplantılarda Yargıtay seçimlerinde kimlere oy verileceğinin de konuşulduğunu, kendi dairelerinde görülen bir dosya için bu kişinin kendisine "... abinin selamı var, bu dosyada yurt dışına çıkma yasağını kaldıralım, talimat bize bizzat Amerika"dan geldi" şeklinde söylediğini,
- 2017/106 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; kendisini çok iyi tanımadığını, 2014 yılındaki HSK seçimleri sırasında kendisi için oy istemeye gittiğinde bu kişinin kendisine ve listelerine genel olarak tepkili gibi olduğunu, bu nedenle kendisine oy vermeyeceğini düşündüğünü, onun cemaat mensubu olduğunu zannettiğini ve bu yönde bir beyanda bulunduğunu,
- 2017/112 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; bu kişiyi stajdan dönem arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını, 2011 yılında beraber üye seçildiklerini, o tarihe kadar Yargıtay ortamında ara sıra iş gereği görüştüklerini, 2011 yılının sonunda onun Yargıtay ceza dairelerinin iş bölümünün bir kısmını hazırladığını bildiğini, kendisiyle 7. Ceza Dairesi Başkanının odasında iş bölümü nedeniyle tartışma yaşadıklarını, bu kişinin odaya resmi görevli sıfatıyla değil, cemaat adına geldiğini bildiğini, onun 2011 yılındaki Yargıtay Üyeliği seçimlerinde etkin olduğunun... ve... tarafından söylendiğini, üyelerin hangi daireye gideceğine ve dairelerin hangi işe bakacaklarına onun da içinde bulunduğu grup tarafından karar verildiğini, onunla ilgili bilgilerinin duyuma dayalı olduğunu,
- 2017/115 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; kendisini Yargıtay"dan tanıdığını, 2011 yılında üye seçildikten sonra onunla tanıştığını, onun örgütle bağlantısı hususunda somut bilgisi olmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonra gerek seçimlerdeki tavırları ve ikili konuşmaları nedeniyle kendisinin örgüt üyesi olduğunu düşündüğü için savcılıkta adını verdiğini, ama bu tavırlar ve konuşmalarla ilgili olarak da söyleyebileceği somut bir şeyin olmadığını, halen tekrar ettiği savcılık beyanındaki ifadenin de bu kişi hakkındaki görgüsüne dayalı olduğunu,
- 2017/116 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyi bakanlıktan, Yargıtay Üyeliği döneminden ve Akademi Başkanlığı döneminden tanıdığını, Yargıtay Üyeliği sırasında sık sık görüştüklerini, o dönem herkesin bu kişiye ulaşmaya çalıştığını, buna Yargıtay Üyeleri ve Tetkik Hâkimlerinin de dahil olduğunu, bu kişinin 2011 yılındaki HSK yapılanmasında yer alan çoğu FETÖ mensubuyla samimi olduğunun herkesçe bilindiğini, Yargıtay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Üyeliği gibi makamların yolunun bu kişiden geçtiğinin söylendiğini, hatta o tarihlerde onun hakkında FETÖ"nün sözde Yargıtay imamı olduğuna dair haberlerin çıktığını, bu kişiyi somut olarak herhangi bir toplantıda görmediğini, onun bu yönüyle etkili biri olduğunu bildiği için örgütün üst düzeylerinde yer aldığı yönünde ifade verdiğini, gerek Yargıtay"daki divan başkanlıkları ve diğer seçimlerle ilgili olarak bu yerlere aday olanların onunla görüştüğünü bildiğini, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,
- 2017/117 Esas sayılı davanın sanığı ..."yle ilgili olarak; önceki ifadesini tekrar ettiğini, onunla ilgili somut bilgisinin olmadığını, bu kişinin Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde de Yargıtay ortamında iyi bir hâkim, ancak sık sık cemaate yakın olduğu konuşulan bir kişi olduğuna, onun örgüt içerisinde yer aldığına dair bilgisinin bu anlamda duyuma dayalı olduğunu,
- 2017/119 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişinin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olduğu dönemde kendisiyle tanıştığını, ardından birlikte üye seçildiklerini, öncesinde ve sonrasında onun örgütle alakalı bir durumunu görmediğini, 2011 yılında üye seçilenlerin çoğunluğunun FETÖ mensubu olmaları ve onun da o zaman üye seçilmesi nedeniyle örgütle irtibatı olduğu düşüncesinin kendisinde oluştuğunu, yoksa bu kişinin ve eşinin yaşayış tarzının örgüt yapılanmasına çok uygun olmadığını,
- 2017/122 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyle staj döneminden arkadaş olduklarını, üye seçildikten sonra birlikte yemek yediklerini, ama bu yemeğin genel katılıma açık olduğunu, yine de bu yemeğin düzenleyicileri ve ağırlıklı olarak katılım sağlayanlarının örgütle bağlantısı olan kişiler olduğunu, yine bu kişinin, eğitim merkezi döneminde de örgüte mensup kişilerin düzenlediği piknik organizasyonlarına katıldığını, bu anlamda savcılık ifadesini tekrar ettiğini,
- 2017/123 Esas sayılı davanın sanığı..."la ilgili olarak; bu kişiyle 2011 yılından sonra tanıştığını, onun örgütle irtibatı olduğuna dair bir duyumunun olmadığını, daha önce de bu kişiyle ilgili bir beyanda bulunduğunu hatırlamadığını,
- 2018/2 Esas sayılı davanın sanığı ..."le ilgili olarak; bu kişiyle üye seçildikten sonra tanıştıklarını, önceki ifadesinde onun örgüt bünyesinde hukuk dairelerinin sorumlusu olduğuna dair beyanda bulunmuş ise de, bu konuda yanılgıya düştüğünü, bu kişinin o dönemde ceza dairesinde görev yaptığını ve hukuk dairesinin sorumlusu olmasının mümkün olmadığını, onu ... adlı başka bir kişiyle karıştırmış olabileceğini, yine de bu kişinin örgütle bağı olduğunu düşündüğünü, hekesin de böyle bildiğini, 2011 yılından sonraki hâli, tavrı, davranış ve konuşmalarının bu kişinin örgüt mensubu olduğunu gösterdiğini ancak somut bir gözleminin olmadığını,
- 2018/5 Esas sayılı davanın sanığı..."le ilgili olarak; kendisiyle okul arkadaşı olduklarını, eğitim merkezinde de aynı odada kaldıklarını, 1991 ila 1992 yılları arasında, genel olarak dini konuların konuşulduğu ve ..."den bahsedildiği toplantılara bu kişiyle birlikte katıldıklarını, emin olmamakla birlikte bu toplantılarda himmet adı altında para toplanmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu, ancak bu kişinin de para verip vermediğini bilmediğini, kendi katıldığı diğer toplantılarda onu görmediğini, onun ceza dairelerinde örgütün grup sorumlusu olduğunu duyduğunu, ancak bu bilgiyi kimden duyduğunu bilmediğini,
- 2018/8 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; üye seçildikten 7-8 ay sonra iş bölümünün gündeme geldiğini, iş bölümünün hukuk dairelerine ilişkin kısmını..., ... ve ..."un belirlediğini, ardından da divanın belirlendiğini, istenen kişiler istenilen yere yerleştirilince işin kolaylaştığını, bunu ilk etapta anlamasalar da gelinen süreç itibarıyla tamamen planlı yapıldığını görebildiğini, etrafındaki bazı kişilerin Yargıtay Üyeliği seçimleri için FETÖ içerisindeki etkili kişilere gittiklerini, o dönem Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda Tetkik Hâkimi olan bu kişiye de gidildiğini duyduğunu ancak somut olarak kimlerin gittiğini bilmediğini, onunla ilgili bilgilerinin de genel olarak etrafta duyduklarından kaynaklandığını,
- 2018/15 Esas sayılı davanın sanığı..."le ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi olması nedeniyle tanıdığını, onun örgüt üyeliğine dair net bilgisinin olmadığını, ancak bir kaç arkadaşından..."in 17-25 Aralık sürecinden sonra hükûmet aleyhine söylemlerde bulunduğunu duyduğunu, bu nedenle bu yapıya dahil olduğunu düşündüğünü,
- 2018/16 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanıdığını, örgüte üye olduğuna dair somut bilgisi olmadığını, ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesinde o dönemde bir kaç üye dışında çoğu üyenin bu yapıya dahil olduğunu bildiklerini, bunun herkesçe de bilindiğini, bu nedenle onun da örgüt üyesi olduğunu düşündüğünü, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,
- 2018/17 Esas sayılı davanın sanığı ......"la ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanıdığını, bu kişinin FETÖ yapılanmasında yer aldığının herkesçe bilinip konuşulduğunu, gerek 17-25 Aralık olayları, gerekse HSK ve Yargıtay içi seçimlerde onun da örgüt üyesi olarak hareket ettiğini düşündüğünü, bu hususta somut bir gözlemi olmasa da herkesin herkesi az çok tanıdığını, bu nedenle şahsi düşüncesini dile getirdiğini,
- 2018/22 Esas sayılı davanın sanığı ......"la ilgili olarak; bu kişiyi tanımadığını, ismen bildiğini, Yargıtay"da pasif biri olarak hatırladığını, sadece onun görev yaptığı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin o dönem itibarıyla çoğunlukla cemaat mensubu kişilerden oluştuğunu, somut bilgisinin olmadığını,
- 2018/25 Esas sayılı davanın sanığı ...."la ilgili olarak; bu kişyi Adalet Bakanlığından tanıdığını, fazla samimiyetinin olmadığını, cemaate mensup kişilerden onun adını çok duyduğunu, FETÖ yapılanmasının Danıştay sorumlusunun da bu kişi olduğunu duyduğunu, ancak somut bilgisinin olmadığını, onunla örgütün herhangi bir faaliyetinde karşılaşmadığını,
- 2018/26 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyi 1985 yılından beri tanıdığını, aynı sınıfta okuduklarını ve aynı dönemde mezun olup staj yaptıklarını, staj döneminde örgütün düzenlediği pikniklere birlikte katıldıklarını, bir süre sonra onun Yargıtay Tetkik Hâkimi olduğunu, bu sırada ailecek görüşmeye başladıklarını, bu kişi Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı olduktan sonra örgüt mensuplarının da davetli olduğu bir kaç yemek düzenlediğini, onunla aynı dönem Yargıtay Üyesi seçildikten sonra örgüt mensuplarının da katıldığı bir yemek düzenlendiğini, önceki ifadede ......un 33 bin sicilli hâkim ve Cumhuriyet savcılarından örgüt mensubu olanların sorumlusu olduğunu belirtmişse de, aslında orada anlatmak istediğinin bu yemek ve piknikleri düzenlemesi olduğunu, kendisi HSK Üyesi olduğunda onun da bu konuda destek verdiğini, bir kaç kez de destek amaçlı ve oy toplamak için yemek düzenlediğini, bu yemekte örgüt mensuplarının da olduğunu, kendisi aday olduğu için yemek masraflarını üstlendiğini,
- 2018/30 Esas sayılı davanın sanığı..."yla ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi olmasından dolayı tanıdığını, örgüte mensup olduğuna dair çok net bilgisinin olmadığını, somut bilgisi olmamakla birlikte bu kişinin örgüt mensubu olduğunu zannettiğini, bu bilginin nereden kaynaklandığını da hatırlamadığını, haberlerde görmüş olabileceğini,
- 2018/34 Esas sayılı davanın sanığı ...la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini ve bu kişinin örgüt mensubu olduğunu zannettiğini,
- 2018/38 Esas sayılı davanın sanığı ..."yla ilgili olarak; bu kişiyi 2010 yılındaki HSK seçimleri sonucunda asıl Üye seçilmesinden dolayı ismen tanıdığını, 2014 yılındaki seçimlerde yeniden üye seçildiğini, onunla aynı dairede 1,5 yıl görev yaptıklarını, 2014 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimleriyle ilgili kendi aralarında görüşmek için ..."in evinde toplandıklarını, bu toplantıya onun da katıldığını, herkesin kime oy vereceklerine dair liste yaptığını, o toplantıya .....ve HSK sözde imamı olan..."nin de geldiğini, 2015 yılında da ..., ..., ...., ..... ve bu kişiyi evine iftara çağırdığını, kendisinin bu toplantıda..."ye himmet verdiğini, ama.... ....."nun da para verip vermediğini net hatırlamadığını, ama katılan herkesin genel olarak verdiğini, bu kişi hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılmış ise de, yöneticiliğe dair faaliyetine rastlamadığını, sadece örgüt üyeliği sıfatının olduğunu, bu şekilde bildiğini,
- 2018/54 Esas sayılı davanın sanığı ..."la ilgili olarak; bu kişiyle 1996 yılında bir arkadaşı vasıtasıyla bakanlıkta tanıştığını, kendisinin bu yapıya dair ne tür bir faaliyet yürüttüğünü açık olarak bilmediğini, 2010 yılındaki HSK seçimlerinde bakanlıkla birlikte cemaat yapılanmasının on iki kişiden ibaret olarak hazırladığı ortak liste çıkarıldığını, bu listede ..."un da adının olduğunu, bu nedenle onun da örgüt mensubu olduğu kanaatine vardığını, onun haricinde örgütün düzenlediği toplantılarda bu kişiyi görmediğini, kendisinin de çok sık katılmadığını, örgüte mensup olan tanıdıklarının bu kişi hakkında, 2012 yılına kadar yapıyla irtibatlı olduğunu, 2012 yılında MİT Müsteşarının alınması olayından sonra bu yapıyla arasına mesafe koyduğunu, 17-25 Aralık sürecinden sonra da tamamen irtibatını kestiğini söylediklerini, hatırladığı kadarıyla 2010 yılındaki HSK seçimleri sürecinde bu kişi bakanlık tarafından aday gösterilirken "İbrahim bey bizim arkadaşımız olur, destekleyelim, tam olarak bizim adamımız değildir, ama bizimle birlikte hareket eder, bu nedenle destekleyelim" diye söylediklerini, ortada oluşturulmuş bir grup olmamakla birlikte, 2011 yılında tüm hâkim ve Cumhuriyet savcılarının Yargıtay Üyesi olabilmek için aralarında bu kişinin de olduğu kişilerle irtibata geçtiklerini, onunla bazı kişilerin grup oluşturduklarına dair önceki beyanının yanlış anlaşıldığını, bu kişilere ulaşılmaya çalışıldığı için aralarında grup oluşturulduğunu düşündüğünü,
- 2018/58 Esas sayılı davanın sanığı İlyas Altan"la ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi olmasından dolayı tanıdığını, onun örgüte mensup olup olmadığına dair çok net bilgisi olmadığını, önceki ifadesinde belirttiği gibi yapıya mensup olduğunu düşündüğünü, buna dair bilgiyi haberlerde görmüş ya da internette okumuş olabileceğini,
- 2018/60 Esas sayılı davanın sanığı Nesibe Özer"le ilgili olarak; bu kişiyi gıyaben tanıdığını, kendisiyle hiç bir araya gelmediklerini, ancak onun da 2010 yılındaki HSK seçimlerinde bakanlık ve örgütün ortak adayı olarak gösterildiğini, örgüt mensubu arkadaşlarının da onun için "bizim arkadaşımızdır, oy verelim" dediklerini, bu nedenle onun örgüt üyesi olduğunu düşündüğünü,
Beyan etmiştir.
I- SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇU
1- Terör Kavramı, Suç Örgütü, Terör Örgütü ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme ve Üye Olma Suçları
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu"nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”; aynı Kanun"un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi..." şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun"un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu"nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye"nin de taraf olduğu Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi"nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu"nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
TCK"nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
TCK"nın “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde;
“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur...” hükmüne yer verilmiştir.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa"da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
Bu suçun mağduru ise; öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
TCK"nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından söz edebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arz eden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK"nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,
a) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.
b) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut bir birleşme yeterli olmayıp örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.
c) Suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme yeterli olup örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibarıyla somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında, ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.
d) Örgüt niteliği itibarıyla devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi hâlinde, örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.
e) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli, üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun"un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa"da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
Bununla birlikte, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu tamamlayıcı bir suçtur. Bu nedenle bazı suçları işlemek için örgüt kurmanın başka ceza normları tarafından ayrıca özel olarak düzenlenmesi durumunda, ilgili suç tipinde öngörülen hükümlerin uygulanması gerekir. Buna göre soykırım ve insanlığa karşı suç için kurulmuş örgütleri kuran, yöneten ve üye olanlar TCK"nın 78. maddesi, Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla terör örgütü kuranlar, yöneten ve üye olanlar 3713 sayılı Kanun"un 7. maddesi ve bu amaca matuf silahlı terör örgütlerini kuran, yönetin ve üye olanlar hakkında ise TCK"nın 314. maddesi uygulanacaktır.
3713 sayılı Kanun"un "Terör örgütleri" başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK"nın 314. maddesine atıf yapılmıştır.
TCK"nın 314. maddesinde tanımlanan "Silâhlı örgüt" suçu ise;
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır." şeklinde düzenlenmiştir.
Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK"nın "Silahlı Örgüt" başlıklı 314. maddesinde; TCK"nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü Bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlar ile Beşinci Bölümünde yer alan Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı düzenlenmiştir.
3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçları işlemek için örgüt kurulması hâlinde ortada bir terör örgütünün varlığı söz konusudur. TCK"nın 314. maddesinde hüküm bulunmayan hâllerde, TCK"nın 220. maddesindeki koşullar göz önünde bulundurulacaktır. (Feridun Yenisey Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Eğitim Modülü, s. 46)
Buna göre TCK"nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için TCK"nın 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda gerekli koşulların yanında aşağıda gösterilen şartlar da aranmaktadır:
a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir.
b) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun"un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve devletin Anayasal düzeni veya devletin güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
c) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK"nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise, silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
Belirsiz sayıda suç işleme hedefi doğrultusunda kurulan silahlı terör örgütünün, 3713 sayılı Kanun"un birinci maddesinde belirtilen amaca yönelik faaliyet göstermesi örgütün varlığı için yeterli olup ayrıca amaçlanan suçları işlemesi gerekmez.
d) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması, silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkan ve olanağına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
2- FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; "Altın Nesil" adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti"nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek” üzerine kuruludur.
Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksiyle hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisiyle illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensuplarıyla devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri ... tarafından;
"Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!”
“Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.”
“Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.”
“Yani siz hâkim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım…”
“Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (…) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (…) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.”
“Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın (Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir) bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız …”
“Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.” şeklinde değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir.
Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirdiği personelin aile yaşamlarına dahi müdahale ederek şahısların kiminle evleneceğine de karar vermektedir.
Örgüt, kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı hücreler şeklinde yapılanmıştır. Hücreler birbirinden haberdar değildir. Bu şekilde bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetlerine devam ederek deşifre olmaları engellenmektedir. İçlerinde katı bir askeri disiplin hâkimdir.
Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hâkim ve önder ... olup örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar.
Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanmaya sahip FETÖ/PDY silahlı terör örgütünde, örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır.
Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:
a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.
b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.
c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı, çevresine propaganda yapan kişilerdir.
d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgüte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.
e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.
f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri ... tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.
g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.
Örgütün deşifre olmaması ve Devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgüt hücre tipinde yatay yapılanmaya özen göstermiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşan ve bir abla veya abiye bağlı birimlerdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlarda üç, TSK gibi bazı kurumlarda ise birebirdir. Her hücreden sorumlu bir imam vardır.
FETÖ/PDY"nin asli unsuru müntesipler, ışık evi, yurtlar, okullar, dershaneler olan hizmet birimlerinde yetiştirilmektedir. Bu kurumların temel amacı bu örgüte müntesip yetiştirmektir. İlk ve öncelikli kuruluş gayesi eğitim değil, insan kaynağı sağlamaktır. Örgüte ait özel okul ve yurt gibi yerler toplantı ve himmet toplama amaçlı da kullanılmaktadır. Örgüt, elemanlarını genel olarak genç yaştaki öğrencilerden seçmekte ise de, kamu personelini de sonradan örgüte kazandırabilmektedir.
Bütün terör örgütleri gibi FETÖ/PDY de eleman bulma, buldukları elemanları örgüt amacına göre eğitme, örgütsel olarak onlara nasıl davranılması gerektiğini öğretip uygulatma üzerine kuruludur. Örgütsel bağlılığın temini bakımından; kod adı kullanma, gizlilik ve tedbir uygulanması, kişiler hakkında istihbarat toplayıp özel bilgi edinmek, sorunsuz işleyen bir emir ve rapor zincirinin varlığı, devletten ve aileden önde gelen örgüt aidiyeti, devlet hiyerarşisinde daha üstte olsa bile örgüt hiyerarşisi asıl olduğundan daha ast birinden emir alınması, hizmet kardeşliği ve örgüt içi dayanışma nedeniyle illegal olsa dahi talimatın sorgulanmaması, psikolojik tehdidin etkisiyle özgür iradenin kaybedilmesi hususları önem taşımaktadır.
Örgütten ayrılmak kural olarak mümkün değildir. Örgütsel disipline uymayan kişiler örgütten kovulma yerine pasifize edilmektedir. Bu düşüncede olan kişiler önce korkutulur, manevi baskının yanında maddi yaptırımlar da uygulanır. Tüm yaptırımlara rağmen ayrılmakta ısrar eden, itaatsizlikte devam eden kişinin örgütle ilişkisi kesilir. Örgüt bu kişiyi hain ilan ettiğinden her türlü cezalandırma metodu uygulanır.
FETÖ/PDY"nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT"e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de, bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Bu durum, örgüt lideri tarafından hizmet insanı başlığı altında “örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması” şeklinde açıklanmaktadır.
Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK"da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir.
Söz konusu terör örgütü, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti"nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihai hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.
Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliği bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi, üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa"da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;
FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa olarak; Anayasa"da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri ... tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK"nın 314. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.
Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanan kararlarında da belirtildiği üzere; terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64). Özellikle darbe teşebbüsüyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY"nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi özellikleri de dikkate alındığında, bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 350).
a) ByLock İletişim Sistemi
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
ByLock iletişim sistemi global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır.
Kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren ByLock iletişim sistemi, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir. 2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock"un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesaj ve e-postalardan anlaşılmıştır.
ByLock iletişim sistemi 46.166.160.137 IP adresine (Internet ağına doğrudan bağlanan her cihaza verilen, numaralardan oluşan benzersiz adres) sahip sunucu üzerinde hizmet sunmaktadır. Sunucu yöneticisi, uygulamayı kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla ayrıca 46.166.164.176, 46.166.164.177, 46.166.164.178, 46.166.164.179, 46.166.164.180, 46.166.164.181, 46.166.164.182, 46.166.164.183 no"lu IP adreslerini de kiralamıştır.
ByLock iletişim sisteminin akıllı telefonlara yüklendikten sonra kullanılabilmesi için kullanıcı adı/kodu ve parolanın, akabinde cihaz üzerinde rastgele el hareketleriyle oluşturulan kullanıcıya özel güçlü bir kriptografik şifrenin belirlenmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi gerekmektedir. Bu şekilde ByLock iletişim sistemine dahil olan kullanıcıya sistem tarafından otomatik olarak bir kullanıcı kodu (User-ID numarası) atanmaktadır.
Global ve ticari uygulamaların aksine, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak için ByLock iletişim sistemine kayıt esnasında kullanıcıdan telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi kişiye ait özel bir bilgi talep edilmemekte, SMS şifre veya e-posta yoluyla doğrulama işleyişi bulunmamaktadır.
ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyad bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesine imkân bulunmamaktadır. Diğer taraftan ByLock iletişim sisteminde benzer uygulamalarda bulunan telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği de bulunmamaktadır.
ByLock iletişim sisteminde kullanıcıların haberleşebilmesi için her iki tarafın önceden temin ettikleri kullanıcı adlarını ve kodlarını birbirlerine eklemeleri gerekmekte, ancak bu aşamadan sonra taraflar arasında mesajlaşma başlayabilmektedir. Bu bakımdan kullanıcıların dahi istediği zaman bu sistemi kullanma imkânı bulunmamaktadır. Bu kurgu sayesinde uygulama, sadece oluşturulan hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkân vermektedir.
ByLock iletişim sisteminde, kriptolu anlık mesajlaşma, e-posta gönderimi, ekleme yoluyla kişi listesi oluşturma, grup içi mesajlaşma, kriptolu sesli görüşme, görüntü veya belge gönderebilme özellikleri bulunmaktadır. Böylece kullanıcıların, örgütsel mahiyetteki haberleşmelerini başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesine olanak sağlanmıştır. Kullanıcıların tüm iletişimlerinin ByLock sunucusu üzerinden yapılması, buradaki grupların ve haberleşme içeriklerinin uygulama yöneticisinin denetim ve kontrolünde olmasını da mümkün hâle getirmiştir.
Kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan bir diğer güvenlik tedbiri ise, ByLock"a ait sunucu ve iletişim verilerinin, uygulama veri tabanında da kriptolu olarak saklanmasıdır.
ByLock kurgusunun aldığı önlemlerin yanı sıra, kullanıcılar da kendilerini gizlemek amacıyla birtakım önlemler almış, bu çerçevede haberleşme içeriklerinde ve uygulamadaki arkadaş listelerinde, kişilerin gerçek bilgileri yerine örgüt içindeki "kod adlarına" yer verip çok haneli parolalar belirlemişlerdir.
Türkiye’den ByLock"a erişim sağlayan kullanıcılar, kimlik bilgilerinin ve iletişimin gizlenmesi amacıyla VPN (Sanal Özel Ağ) kullanmaya zorlanmıştır.
Büyük bir kullanıcı kitlesine sahip ByLock iletişim sistemi, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi öncesinde Türk ve yabancı kamuoyu tarafından bilinmemektedir.
ByLock üzerinden yapılan iletişimin çözümlenen içeriğinin tamamına yakını FETÖ/PDY mensuplarına ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkindir. Bu kapsamda buluşma adreslerinin değiştirilmesi, yapılacak operasyonların önceden bildirilmesi, örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini, yurt dışına kaçış için yapılan organizasyonlar, himmet toplantıları, açığa alınan veya meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temini, ..."in talimat ve görüşlerinin paylaşılması, Türkiye"yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi, FETÖ/PDY"ye yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması, örgüt mensuplarına müdafii temin edilmesi, örgüt üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerdeki örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi, kamu kurumlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi, deşifre olduğu düşünüldüğünde ByLock iletişim sisteminin kullanımına son verileceği ve Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi, yapılanmaya mensup kişilerin savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması gibi örgütsel niteliği olan mesajlar gönderildiği anlaşılmıştır.
Gelinen noktada, tek başına delil olarak kullanılması gerektiğinde, kişinin ByLock sistemine (ağına) dahil olduğunun belirlenebilmesi açısından, öncelikle ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID numarasının kişiyle eşleştirilmesine dair veriler içeren ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının; bu belgenin bulunmaması hâlinde de varsa sanığa ait olduğu belirlenen ByLock User-ID numarasını içerir tutanağın getirtilerek tutanaklarda yer alan veriler usulünce sanığa anlatıldıktan sonra sanık ve varsa müdafisinden diyeceklerinin sorulması gerekmektedir.
Bu itibarla, failin bilerek ve isteyerek ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID aldığının belirlenmesi; ByLock sistemine dahil olup ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğunun, dolayısıyla en azından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğunun kabulü için gerekli ve yeterli olacaktır. Ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içerisinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. ByLock sistemine dahil olan failler yönünden sistem içerisindeki haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise ancak fail hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılmış olması ve failin örgüt yöneticisi olduğunun belirlenmesi açısından mevcut delillerin yetersiz görülmesi hâlinde yol gösterici olacaktır.
b) FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Müzahir Bazı Kanalların Dijital Platformlardan Çıkarılması
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne dair yurt genelinde yürütülen soruşturmalar, karara bağlanan davalar, bu süreçte elde edilen deliller ve açık kaynak bilgilerine göre; özellikle kamuoyunda ""MİT Tırları"" ve “17 – 25 Aralık” adlarıyla anılan soruşturmalar akabinde, örgütsel yapılanmanın etkisini azaltmak maksadıyla alınan idari tedbirler kapsamında, örgütün en önemli propaganda ve algı aracı olup toplumsal mühendislik konusunda son derece önem verdiği yayın organlarına kısıtlamalar getirildiği, bu çerçevede örgüte müzahir oldukları değerlendirilen STV, Bugün TV, KanalTürk gibi kanalların digital platformlardan çıkartıldığı, bu platformlardan Digitürk, Dsmart ve Tivibu"nun söz konusu kanalları 08.10.2015 tarihinde yayından çıkarttıkları, bunun sonucunda da örgütün sözde imamlarının ve yöneticilerinin telkin ve tavsiyeleriyle bazı örgüt üyelerinin bu süreçte dijital platformlarda devam eden üyeliklerini örgütsel tepki olarak sona erdirdikleri tespit edilmiştir.
Dolayısıyla, kişinin söz konusu kanalların platformlardan çıkarılması sebebiyle bu platformlardan ayrılmaya yönelik eylemleri tek başına FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubiyeti açısından yeterli delil olmamakla birlikte, bu hususun dosya kapsamında elde edilen diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi durumunda, faile atılı bu suçun sübutu açısından kanaat güçlendirici bir olgu niteliği taşıdığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
c) Genel Olarak Örgütün Yargı Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili olarak ülke sathında yürütülen soruşturmalarda elde edilen dijital veriler, tanık beyanları, haklarında soruşturma yürütülen kişilerin etkin pişmanlık hükümleri kapsamında verdikleri ifadelerle, örgüte ilişkin açık kaynaklara da yansıyan bilgiler doğrultusunda ve Anayasal düzende devletin üç kuvvetinden biri olan yargının işlevinden ileri gelen önemi karşısında; bu örgütün, yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetlerini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, örgüt lideri ..."in açık kaynaklara da yansıyan “Orada icabında mahkemenin altını üstüne getireceksin, avucuna alacaksın, arkadaşlara diyorum ki ben "Belki bin döktüreceksin, geriye biri dönecek, 1 milyar vereceksiniz, 10 milyonluk tazminat davası alacaksınız, önemli olan mahkum etmektir yani, avukat da kiralayacaksınız, hakim de kiralayacaksınız... Dünyada satın alınmayacak adam yoktur. Sadece fiyatları farklıdır. Birini az fiyata birini çok fiyata alırsın” şeklindeki beyanı, yargıda kanun dışı kadrolaşma ve bu erke egemen olma hususlarında verdiği örgütsel talimatlardan biridir.
Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına, fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları,
Bununla birlikte, örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajında adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,
Yine, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu Üyelerinin bir bölümünün hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından yapılacak seçimle belirlenmesi öngörüldüğünden, örgüt tarafından öncelikle bu seçimlerdeki, ardından da bu Kurul tarafından üyeleri belirlenen yüksek mahkemelerdeki kadrolaşmaya önem verildiği, bu doğrultuda 2010 yılındaki HSK Üyeliği seçimleri sürecinde örgüt mensuplarınca toplantı ve diğer organizasyonlar düzenlenerek hem HSK Üyeliği, hem de ardından yüksek mahkeme üyeliklerinin belirlenmesi hususunda çalışmalar yapıldığı,
Örgütsel etkinliğin ve baskının yargısal mekanizmalarda devamlılığının sağlanabilmesi açısından, bu çalışmaların 2014 yılındaki HSK seçimlerinde de hem hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca hem de yüksek yargı üyelerince yapılan seçimler açısından da sürdürüldüğü tespit edilmiştir.
3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK"nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.
5237 sayılı TCK"nın "Hata" başlıklı 30. maddesi üç fıkra halinde;
"Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır." şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun"un 4. maddesi ile eklenen; "İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz" biçimindeki dördüncü fıkra ile son hâlini almıştır.
Maddede çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
İkinci fıkra ile, kişinin suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüş, buna göre, kardeşi olduğunu bilmediği bir kişiyi öldüren failin, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin temel şeklinden sorumlu olacağı, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında ise değer azlığı hükmünün uygulanacağı ilke olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkrada, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış olup fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata halleri düzenlenmiştir. Failin bu fıkra hükmünden yararlanabilmesi için bulunduğu durum itibarıyla hatasının kaçınılmaz olması gerekmektedir.
Maddeye 5377 sayılı Kanun"la eklenen dördüncü fıkrada ise, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.
Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.
Konumuza ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; "Kast, suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddî unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata hâlinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
Fıkrada ayrıca, maddî unsurlarda hata hâlinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır..." açıklamalarına yer verilmiştir.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması hâlinde sanığa ceza verilmeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâlinin saklı olduğu belirtildiğinden, taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden ve bir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.
Öğretide bu konuya ilişkin olarak; "Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Örneğin, arkadaşını ziyarete giden bir kimsenin, arkadaşının olduğu düşüncesiyle bir başkasının konutuna girmesi." (Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 522), "Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı), müşahhas bir olayda suçun maddi unsurlarına müteallik hususlardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi ifade eder. Bir başka ifadeyle, faildeki müşahhas olaya ilişkin tasavvurun gerçekle bağdaşmaması hâlidir. Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır. Bu hata hâlinde kasten işlenmiş bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değildir. Failin bilgisi veya tasavvuru gerçeğe uysaydı; işlediği fiilin bir haksızlık teşkil etmeyeceği muhakkak olmalıdır" (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin, 1. Baskı, 2005, s. 421) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK"nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK"nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi ... hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.
Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 26.02.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütü ile devletin tüm kurum ve birimleri ile birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
4- Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Uygulanması
Terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılabilmesi, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılabilmeleri bakımından 05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanun"un iki yıllık yürürlük süresinin bitmesi üzerine aynı amaçlara yönelik olarak 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun çıkarılmış, bu Kanun"un 1. maddesi süreli, diğer maddeleri ise süresiz olarak yürürlüğe girmiştir. Anılan 1. maddenin sona eren yürürlük süresi zaman içinde 3618, 3853, 4085, 4450 ve 4537 sayılı Kanun"larla uzatılmış ve nihayet 29.08.2000 tarihinde uygulaması sona ermiş ise de, bu süre içinde beklenen amaca ulaşılamaması nedeniyle bu kez benzer amaçlarla 29.07.2003 tarihinde kabul edilen 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.
4959 sayılı Kanun"un genel gerekçesinde; “Yakalandıktan sonra bilgi verme eğilimindeki bir çok örgüt mensubu nedamet eğiliminde olmasına rağmen herhangi bir ceza indiriminden yararlanma ihtimali bulunmadığından nedametini açıkça dile getirmemekte ve bilgi vermekten kaçınmaktadır. Oysa önemli konumdaki bir örgüt mensubunun, örgütle ilgili olarak verdiği bilgilerle, faili meçhul kalmış suçlar aydınlatılabilmekte ve örgüt mensuplarının yakalanabilmesi sağlanabilmektedir...” denilerek Kanun"un çıkarılma amacı, yakalanan örgüt mensuplarının bilgi vermeleri, bu suretle faili meçhul kalmış olayların aydınlatılması ve örgüt mensuplarının yakalanabilmesi olarak açıklanmıştır.
Aynı Kanun"un;
3. maddesinde; kanundan yararlanamayacak kişiler sayılmıştır. Buna göre; tamamı üzerinde etkili olabilecek şekilde terör örgütünü sevk ve idare edenlerin, hükmü kesinleşmeden önce hâkim huzurunda önceki beyanlarını reddeden veya bu kanun hükümlerinden yararlanmak istemediğini beyan eden faillerin ve haklarında 3216, 3419, 3618, 3853, 4085, 4450 ve 4537 sayılı Kanun hükümleri uygulanmış bulunanlardan, anılan Kanun"ların kapsamına giren suçları yeniden işleyenlerin, bu Kanun"dan yararlanamayacakları öngörülmüştür.
4. maddesinde ise; Kanun"un uygulanma koşulları ve esasları düzenlenmiş, terör örgütü mensubu olup da bu Kanun"dan yararlanabileceklere uygulanacak cezasızlık hâli ile ceza indirimi miktarları ve bunların koşulları belirtilmiştir. Maddenin (a) bendinde; terör örgütü tarafından işlenen suçlara iştirak etmemiş bulunanların kendiliklerinden veya dolaylı teslim olmaları hâlinde veya bunların kendiliklerinden örgütten çekildiği anlaşıldığında, ceza verilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Bunların cezasızlık hâlinden yararlanmaları için örgütün faaliyetleri hakkında herhangi bir bilgi vermeleri de gerekmemektedir.
Maddenin (b) bendinde, terör örgütü tarafından işlenen suçlara iştirak etmiş olup da silahlı mukavemet göstermeksizin kendiliklerinden veya dolaylı teslim olanların yahut kendiliklerinden örgütten çekildiği anlaşılıp da bu kanundan yararlanmak istediğini açıklayanların hangi koşullar altında ceza indiriminden yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, terör örgütü mensubu bu kişilerin, örgüte girişleri, örgüt içindeki faaliyetleri, bu sırada tanıdığı diğer örgüt mensupları, amirleri ve örgütün eylemleri hakkında bilgi vermeleri ve bu bilgilerin kendilerinin örgüt içindeki konum ve faaliyetleri ile uyumlu olması, ayrıca bu bilgilerin doğruluğunun da saptanması gerekmektedir.
Maddenin (c) bendinde ise; yakalanan örgüt mensuplarının durumu düzenlenmiştir.
Bu bentte de bilgi verme koşulu aranmış, bilgi vermenin, hükmün kesinleşmesinden önce veya sonra olmasına göre ikili bir ayrıma gidilmiş ve bu ayrıma göre yapılacak ceza indirimleri farklı şekilde düzenlenmiştir. İradeleriyle teslim olmayan veya kendiliklerinden örgütten çekilmeyen bu kişiler güvenlik güçlerinin özel çabası sonucu ele geçirildiklerinden, bunlar hakkında ceza indirimine gidilebilmesi için (b) bendinden farklı olarak, verdikleri bilgilerin terör örgütünün dağılmasına veya meydana çıkarılmasına yardım etmesi veya verdikleri bilgi ve belgelerle ya da bizzat gösterecekleri çabayla örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olması koşulu aranmıştır.
Bu Kanun"un 8. maddesiyle, cezasızlık hâli ya da cezada indirim öngören aynı Kanun"un 4. maddesinin birinci ve son fıkrasının yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra yürürlükten kalkacağı hüküm altına alınmıştır.
5237 sayılı TCK"nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesi ise;
“(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.
(2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır...” şeklinde düzenlenmiş olup maddenin ilk dört fıkrasında, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili etkin pişmanlık gösteren faillerin birbirinden farklı koşullarla, cezanın kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi hâller kabul edilmiştir.
Öte yandan, 3713 sayılı Kanun"un "terör örgütleri" başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında TCK"nın 314. maddesine atıf yapılması nedeniyle, TCK’nın 314. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, TCK"nın 314. maddesinde düzenlenen silahlı örgüt suçu açısından da uygulanacağından, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu bakımından "diğer hükümler" kapsamında olan TCK"nın 221. maddesinin, aynı Kanun"un 314. maddesi yönünden de tatbiki gerekmektedir. Zira bir anlamda TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen örgüt suçu tipine tam olarak bağlı olan TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hâli, aynı Kanun"un 314. maddesinin de ayrılmaz bir parçası niteliğindedir.
Nitekim, 05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu"na benzer şekilde 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlenmeyi amaçlamaktadır.
TCK’nın 221. maddesinin gerekçesinde; “Madde metninde, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili olarak etkin pişmanlık hâli düzenlenmiştir.
Birinci fıkrada, örgüt kurucu veya yöneticileri ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; suç işlemek amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek dolayısıyla haklarında soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kişiler hakkında cezaya hükmolunmaz.
İkinci fıkrada, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olan kişilerle ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Örgüt üyesinin, etkin pişmanlık hükmünden yararlanabilmesi için, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması ve ayrıca, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekir. Bu koşulların gerçekleşmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Bu koşullar gerçekleştikten sonra, kişi hakkında örgüt üyesi olmaktan dolayı soruşturma başlatılmış olmasının veya örgütün faaliyeti çerçevesinde başkaları tarafından suç işlenmiş olmasının, etkin pişmanlıktan yararlanma açısından bir önemi bulunmamaktadır.
Üçüncü fıkrada ise, yakalanan örgüt üyesi ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Yakalanmış olmasına rağmen, bu fıkrada belirlenen şartların gerçekleşmesi hâlinde örgüt üyesi cezalandırılmayacaktır. Bu şartlardan birisi, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmak; diğeri ise, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermiş olmaktır. Verilen bilginin, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığını takdir yetkisi mahkemeye aittir.
Kişi, suç işlemek için kurulmuş olan örgütün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmakla birlikte, örgütün ulaştığı yapılanma itibarıyla dağılmasını sağlama imkanından yoksun olabilir. Bu durumda bile, söz konusu sıfatları taşıyan kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanması sağlanabilmelidir. Bu düşüncelerle maddenin dördüncü fıkrası düzenlenmiştir. Buna göre, suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi hâlinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır.
Kurucu, yönetici veya üyenin, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgileri yakalandıktan sonra vermesi hâlinde, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı hakkında verilecek cezada belli oranda indirim yapılması kabul edilmiştir..." açıklamalarına yer verilmiştir.
TCK’nın 221. maddesinin birinci fıkrasına göre; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle ceza soruşturmasına başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan örgüt kurucu veya yöneticileri hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Bu hükmün uygulanabilmesi için ilgili suç örgütü hakkında soruşturmaya başlanılmamış olması ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olması gerekmektedir.
Suç örgütü kurulmakla beraber herhangi bir amaç suç işlenmemiş fakat amaç suçları işlemek için bir takım hazırlık hareketi mahiyetinde fiillere girişilmiş ise diğer şartların da varlığı hâlinde bu hükmün uygulanması önünde herhangi bir engel yoktur. Örneğin suç işlemek amacıyla örgüt kuran kimseler işleyecekleri amaç suçlar için silah temin etme, plan program yapma gibi faaliyetlere girişmiş olabilirler. Kanun, amaç suçların işlenmemesini şart olarak koştuğu için bu şekilde hazırlık hareketinde kalmış fiillerin varlığına rağmen etkin pişmanlık hükümleri uygulanabilecektir. Fakat eğer hazırlık hareketi niteliğindeki fiiller ayrıca bir suç oluşturuyor ise faillerin, bu fiileri dolayısıyla cezai sorumlulukları saklıdır. Örneğin, ruhsatsız silah veya patlayıcı madde temin eden failin cezai sorumluluğu doğacaktır. Bunun ötesinde eğer hazırlık hareketleri aşaması da geçilerek örgütün amacı doğrultusunda bir suç işlenmiş ise örgüt kurucu ve yöneticilerinin bu etkin pişmanlık hükmünden yararlanmaları imkân dahilinde değildir.
TCK’nın 221. maddesinin birinci fıkrasının aradığı bir diğer şart ise, örgüt kurucu ve yöneticilerinin bizatihi örgütü dağıtması ya da vermiş oldukları bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalarıdır. Bu bağlamda, eğer örgüt kurucu veya yöneticilerinin vermiş oldukları bilgiler önemsiz veya önemli olmakla beraber örgütün dağılmasını sağlayacak nitelikte değil ise kurucu ve yöneticilerin bu hükümden yararlanması mümkün değildir.
Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilmesi için;
1- Fail örgütün kurucusu veya yöneticisi olmalıdır,
2- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmamış ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olmalıdır,
3- Fail örgütü dağıtmalı veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalıdır.
TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasına göre; örgüt üyesi, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bir suça iştirak etmeksizin ve gönüllü olarak örgütten ayrıldığını yetkili makamlara bildirir ise etkin pişmanlık hükmünden yararlanacak ve ceza almayacaktır. Bu düzenlemede örgüt kurucu ve yöneticilerinde olduğu gibi “soruşturmaya başlanmadan önce” veya “örgütün dağılmasını sağlayacak bilgi verme” şartlarına yer verilmemiştir.
Yine ilk fıkrada örgüt kurucu ve yöneticilerinin etkin pişmanlıktan yararlanabilmesi için “örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olması” şart koşulmuş olmasına rağmen; ikinci fıkrada bu şart “örgüt üyesinin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesi” olarak düzenlenmiştir. Nitekim TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrası gereğince örgüt faaliyeti çerçevesinde amaç suçlardan bazılarının işlenmiş olması, örgüt üyesinin bu fıkra hükmünden yararlanmasına engel değildir. Zira bu fıkra bakımından önemli olan örgüt faaliyeti çerçevesinde amaç suçların işlenmemesi olmayıp örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesidir. Bir başka anlatımla, TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan koşullar gerçekleştikten sonra, örgütün faaliyeti çerçevesinde başkaları tarafından suç işlenmiş olmasının etkin pişmanlıktan yararlanma açısından bir önemi bulunmamaktadır.
TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasında, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen herhangi bir suça iştirak etmemiş örgüt üyesinin, örgütten gönüllü ayrılması yanında ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi de ceza almamasının koşulu olarak yer almaktadır. Gönüllü olarak örgütten ayrılma ise, güvenlik kuvvetleri tarafından yakalanmama, zorla ele geçirilmeme anlamını taşımaktadır.
Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanabilmesi için;
1- İşlenen suçun örgüt üyeliğinden ibaret olması,
2- Sanığın örgüt faaliyeti kapsamında herhangi bir suçun işlenmesine iştirak etmemesi,
3- Gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekmektedir.
TCK’nın 221. maddesinin üçüncü fıkrasına göre; suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesi hakkında, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi hâlinde ceza verilmeyecektir.
TCK’nın 221. maddesinin üçüncü fıkrasında, ikinci fıkradan farklı olarak yakalanmış olan örgüt üyesine ilişkin etkin pişmanlık hâli düzenlenmiştir. Kendiliğinden teslim olmaksızın yakalanan örgüt üyesi hakkında cezaya hükmolunmaması, amaç suçlara iştirak etmemiş olmasına ve pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesine bağlıdır. Çünkü bu durumda fail, yetkili makamlara kendiliğinden teslim olmamış, kolluk tarafından yakalanmıştır. Kanun; bu durumdaki örgüt mensuplarının da yetkili makamlara örgütün etkisizleştirmesi amacına matuf bilgiler sunması kaydıyla etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmasını kabul etmiştir.
Failin vermiş olduğu elverişli bilgilere rağmen örgütün dağılması veya mensupların yakalanması sağlanamamış olabilir. Önemli olan nitelikli bilginin verilmesi olup verilen bilginin, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığını takdir yetkisi mahkemeye aittir.
Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanabilmesi için;
1- Fail örgüt üyesi olmalıdır,
2- Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmalıdır,
3- Yakalanmış olmalıdır,
4- Pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermelidir.
TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrası, ilk üç fıkrada düzenlenen suçların faillerinin yanı sıra örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işleyen, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişileri de kapsamaktadır. Yine, ilk üç fıkrada düzenlenen etkin pişmanlık hâllerinden farklı olarak bu fıkrada etkin pişmanlığın “örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce” veya “örgüt üyesinin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesinden önce” ya da “soruşturmaya başlanmadan önce” vuku bulması şart koşulmamıştır.
TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının birinci cümlesine göre; örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden failin, gönüllü olarak teslim olup örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi hâlinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır. Anılan fıkranın ikinci cümlesine göre ise; gönüllü olarak yetkili makamlara teslim olmamakla birlikte yakalandıktan sonra bahsedilen nitelikteki bilgileri veren failin cezasında üçte birinden dörtte üçüne kadar indirim yapılacaktır. Bu indirim oranı belirlenirken failin vermiş olduğu bilgilerin niteliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının;
Birinci cümlesinin uygulanabilmesi için;
1- Fail, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalıdır,
2- Gönüllü olarak teslim olmalıdır,
3- Örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.
İkinci cümlesinin uygulanabilmesi için;
1- Fail, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalıdır,
2- Yakalanmış olmalıdır,
3- Örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.
Görüldüğü üzere; TCK’nın 221. maddesinin ilk dört fıkrasındaki açık düzenlemeler gereği, ancak örgüt kurma, yönetme veya üye olma suçlarında etkin pişmanlık hükümleri tatbik edilebilecek olup örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen diğer suçlar yönünden bu maddede belirtilen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Bu bakımdan, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden fail hakkında TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabileceği suçlar, örgüt kurmak, yönetmek veya üye olmak suçlarından ibarettir.
Bununla birlikte, "pişmanlık" kavramının, TCK"nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinin tatbiki bakımından irdelenmesine gelince;
TCK"nın 221. maddesinin uygulanabilmesi için, etkin pişmanlık kurumunun doğası ve anılan madde başlığının “etkin pişmanlık” olması karşısında; failin pişman olması esasen ön koşul niteliğindedir. Bu nedenle, TCK"nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinin uygulanması bakımından failin yalnızca maddi gerçeğin ortaya çıkması için yararlı bilgiler vermesi yeterli olmayıp bu pişmanlığını yargılamanın her aşamasında sürdürmesi, bu bağlamda pişmanlık duyarak örgütün yapısı çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgileri içeren ifadesini inkar etmemesi gerekir. Pişmanlık duyarak verdiği ifadeyi inkar eden kişinin o aşamada pişmanlığından söz edilemez.
Diğer taraftan, "etkin pişmanlık" başlıklı 221. maddenin üçüncü fıkrasında "pişmanlık duyarak" ibaresi kullanıldığından, bu koşulun dördüncü fıkranın ikinci cümlesi bakımından aranmayacağı ileri sürülebilir ise de; Adalet Komisyonu raporunda da vurgulandığı üzere madde başlığının, maddenin tüm fıkralarının yorumu bakımından ayrılmaz bir parça olması, üçüncü fıkranın uygulanma koşullarının, dördüncü fıkranın ikinci cümlesine göre daha ağır şartlara bağlı tutulması ve madde gerekçesinde belirtildiği üzere, dördüncü fıkranın, üçüncü fıkrada belirtilen nitelikte bilgi verme imkânından yoksun failler bakımından ihdas edilen bir düzenleme olması nazara alındığında, dördüncü fıkranın ikinci cümlesinin uygulanması bakımından, diğer koşulların yanı sıra failin pişmanlık duyması koşulunun da gerçekleşmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, örgütlü suçluluğa ilişkin etkin pişmanlığı düzenleyen TCK"nın 221. maddesinde yer alan fıkraların her birinin uygulanabilmesi bakımından failin pişmanlık duyması ön koşul niteliğinde olduğundan, maddenin "pişmanlık duyarak" ibaresine yer verilmeyen fıkraları açısından da failin pişman olmasının gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.03.2018 tarihli ve 1118-121 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
II- SANIK MÜDAFİSİNİN AŞAMALARDAKİ USULİ İŞLEMLERE VE ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLÂLİNE DAİR İDDİA VE İTİRAZLARININ İNCELENMESİ
1- SAV: Sanık müdafisi; HSK"nın seçimle gelen Üyelerinin ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli hariç yakalanamayacakları, sorguya çekilemeyecekleri ve tutuklanamayacakları kuralının ihlal edildiğini, suçüstü hâlinin de bulunmadığını, sanığa atılı suçun görev suçu olup yargılamanın Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince yapılması gerektiğini, kovuşturma makamlarının kanun hükmünde kararnameyle değiştirilmesinin ve yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının bu yönüyle de kanuni hâkim ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
Değerlendirme;
Sanık müdafisinin söz konusu itirazlarının değerlendirilebilmesi açısından, konunun geniş bir perspektif içerisinde ve bir kaç başlık hâlinde ayrıntılı olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
A- Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK)
Hukuk devleti ilkesinin temel koşullarından biri olan yargı bağımsızlığının sağlanması açısından, hâkimlerin bağımsızlığını ve hâkimlik teminatını güvence altına alan kurumların da varlığı önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamak ve özlük haklarını güvence altına almak amacıyla, çeşitli ülkelerde farklı adlar altında yargı kurulları oluşturulmuştur.
Anayasa"da da yargı bağımsızlığının taşıdığı evrensel ve Anayasal değerlerin desteklenmesi için Anayasal bir idari kurul olarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu düzenlenmiştir.
Önceden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu adıyla oluşturulan bu Kurul; 11.02.2017 tarihli ve 29976 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 14. maddesiyle, adındaki “Yüksek” ibaresi kaldırılarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu adını almıştır.
Anayasa"nın 159. maddesinin birinci fıkrasında; Hâkimler ve Savcılar Kurulunun mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup görev yapacağı, aynı maddenin sekizinci fıkrasında ise; Kurulun, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapacağı; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlayacağı; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getireceği hüküm altına alınmıştır. 18.12.2010 tarihli ve 27789 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu"nun 4. maddesinde de aynı yönde düzenlemelere yer verilmiştir.
HSK"nın Anayasa"da tanımlanan temel görevinin hâkim ve savcıların kadroları, statüleri, kariyerleri ve özlük işlerine ilişkin olduğu dikkate alındığında; özellikle hâkimlik statüsünün kendine özgü yönleri nedeniyle HSK"nın son derece özel ve hassas bir makam olduğu anlaşılmaktadır.
B- Kurulun Yapısı
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumu öncesinde, Anayasa"nın 159. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca; Adalet Bakanının Kurulun Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarının da Kurulun tabiî üyesi olduğu, Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesinin Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesinin Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçileceği hüküm altına alınmıştı.
Söz konusu değişiklik sonrasında Anayasa"nın 159. maddesine göre HSK"nın oluşumu;
“Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.
Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.
Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği sonucunda ise, Hâkimler ve Savcılar Kurulu"nun oluşumu açısından Anayasa"nın aynı maddesi;
“Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.
(Değişik fıkra: 21/1/2017-6771/14 md.) Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir.
(Değişik fıkra: 21/1/2017-6771/14 md.) Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki otuz gün içinde yapılır. Seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden otuz gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır.” şeklinde yeniden düzenlenerek son hâlini almıştır.
C- Kurulun Seçimle Gelen Üyelerinin Hukukî Durumları ve Adli Suçlarıyla İlgili Soruşturma ve Kovuşturma Usulüne Dair 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu"nda Yer Alan Düzenlemeler
Adaletin kendisinin ve dağıtılmasının toplumdaki öneminin bir yansıması olarak hâkimlik mesleği, toplum hayatında her zaman çok önemli bir yere ve göreve sahip olmuştur. Hâkim; bir uyuşmazlığı çözerken, suçluyu tespit edip cezalandırırken, bir hakkı sahibine teslim ederken kişilerin hak ve özgürlüklerine, bireysel ya da toplumsal yaşam alanlarına herkesten çok daha fazla temas edebilmektedir. Yine hâkim, yargılama ve hüküm verme yetkisini kullanırken devlet ile bireyler arasındaki uyuşmazlıkları da çözüme bağlamakta ve bu bağlamda devlet organlarının kullandığı yetkinin hukukiliğini denetleyebilmektedir. Bu nedenle hâkimlik mesleği, özel bir statü olarak Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Anayasa"nın 138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde “hâkimlik ve savcılık teminatı” konularında ayrıntılı güvencelere yer verilmiş, 140. maddesinde ise “hâkimlik ve savcılık mesleği” hakkında bu güvenceler doğrultusunda düzenlemeler getirilmiştir.
Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun"da düzenlenmiştir. Aynı Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde; Kurulun seçimle gelen üyesinin, suç tarihi itibarıyla Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyelerinden her birini ifade ettiği belirtilmişken, suç tarihinden sonra 09.07.2018 tarihli ve 30473 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 208. Maddesiyle bu maddede yapılan değişiklik sonucunda, bu bentte yer alan “asıl” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve “Müsteşarı” ibaresi de “ilgili bakan yardımcısı” şeklinde değiştirilmiştir.
Öte yandan, aynı Kanun"un “Üyelerin Hukukî Durumları, Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı beşinci kısmında yer alan “Üyelerin Hukuki Durumları” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinin; görevleri süresince, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.
Yine, 6087 sayılı Kanun"un Beşinci Kısmında yer alan “Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.
HSK"nın seçimle gelen üyelerine atılı görev suçları, kişisel suçlar ve ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen suçların soruşturulması ve kovuşturulması usulüyle bu hususlarda görevli ve yetkili makamların belirlenebilmesi açısından, öncelikle konuyla ilgili iç hukukumuzdaki düzenlemelere, bu düzenlemelerde yapılan değişikliklere ve söz konusu değişikliklere hâkim olan ilkelere değinmekte fayda bulunmaktadır.
6087 sayılı Kanun"un “Üyelerin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 38. maddesi suç tarihi itibarıyla;
“(1) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir. Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.
(4) Soruşturma kurulu, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) (Değişik: 15/2/2014-6524/38 md.) Soruşturma kurulu, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, Yargıtayın görevli ceza dairesine verir. Yargıtayın görevli ceza dairesi tarafından iddianamenin bir örneği 5271 sayılı Kanun hükümleri gereğince, ilgiliye tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, on gün içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma daire tarafından derinleştirilir. Yapılan bu işlemler sonucunda, kovuşturma açılmasına veya kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar verilir. Kovuşturma açılmasına dair karar verilmesi durumunda evrak hemen bu Kanunda belirlenen kovuşturma mercilerine gönderilir. Kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karara karşı, kararı veren ceza dairesinin numara olarak kendisini izleyen ceza dairesine; kararı son numaralı ceza dairesi vermişse birinci ceza dairesine usulünce itiraz edilebilir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Kurula gönderilir.” biçiminde düzenlenmişken, 06.01.2017 tarihli ve 29940 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin (680 sayılı KHK) 14. maddesiyle, 6087 sayılı Kanun"un 38. maddesinin yedinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “Yargıtay Ceza Genel Kuruluna,” ibaresi “Yargıtay ilgili ceza dairesine,” şeklinde ve aynı maddenin sekizinci fıkrası da “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikler 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7072 sayılı Kanun"un 13. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Diğer yandan, 29.04.2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin (690 sayılı KHK) 5. maddesiyle 6087 sayılı Kanun"un 38. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Kurula” ibaresi “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına” şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya “Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” cümlesi eklenmiştir. Bu değişiklikler de 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7077 sayılı Kanun"un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Yine, 09.07.2018 tarihli ve 30473 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 208. maddesiyle, 6087 sayılı Kanun"un 38. maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü cümlesi “Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.” şeklinde değiştirilmiş, aynı fıkranın dördüncü cümlesi yürürlükten kaldırılmış, dördüncü fıkrasında yer alan “kurulu,” ibaresi “için seçilen üye,” şeklinde ve beşinci fıkrasına yer alan “Soruşturma kurulu,” ibaresi de “Soruşturmayı yürüten üye,” olarak değiştirilmiştir.
Böylelikle, 6087 sayılı Kanun"un 38. maddesi;
“Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.
(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.
...” biçiminde son hâlini almıştır.
Gelinen noktada, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu"nun, HSK"nın seçimle gelen üyelerine atılı suçların kovuşturma usullerine ilişkin suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve sonradan değiştirilen hükümleriyle, bu hükümlerde yapılan değişikliklere dair gerekçelerin de irdelenmesi gerekmektedir.
Gerek Anayasa"nın 154. gerekse Yargıtay Kanunu"nun 1. maddelerine göre, bağımsız bir yüksek mahkeme olan Yargıtayın kuruluş amacı ve genel görevi, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup bu bakımdan Yargıtay Dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapması tali bir görevdir. Söz konusu tali görev, Yargıtay Kanunu"nun “Yargıtay Daire ve Kurullarının Görevleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan “Yargıtayın görevleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci bendinde; “Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu doğrultuda, 2797 sayılı Kanun"un “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” başlıklı 15. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca; “Yargıtay Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile yargılama görevi özel kanunlarınca Yargıtay Genel Kurullarına verilen kişilere ait davaları ilk mahkeme olarak görmek ve hükme bağlamak” Ceza Genel Kurulu"nun görevleri arasında sayılmışken, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 680 sayılı KHK"nın 4. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun"un 3. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan düzenlemeyle ilgili fıkrada yapılan değişiklik sonucunda, Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda Genel Kurulların görevi; “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak”la sınırlandırılmış, böylelikle 2797 sayılı Kanun"da ve özel kanunlarda sayılan kişilerin işledikleri kişisel suçlar yönünden Genel Kurulların ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma yetkisi kaldırılmıştır.
Bu düzenlemeyle bağlantılı olarak, 2797 sayılı Kanun"un, Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi de suç tarihi itibarıyla;
“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.
Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.
Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.
Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK"nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Yine bu değişiklik de 7072 sayılı Kanun"un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun"un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK"nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun"un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun"un “Dairelerin Görevleri” başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK"nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun"un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye “Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir.” biçiminde (f) bendi eklenmiştir.
Bu suretle HSK"nın seçimle gelen üyelerinin kişisel suçlarına ilişkin yargılama makamlarının belirlenmesi açısından 6087 ve 2797 sayılı Kanun sayılı her iki Kanun birbiriyle uyumlu hâle getirilmiştir.
2797 sayılı Kanun"un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra “kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine” karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, ardından da aynı Kurul tarafından 03.10.2017 tarih ve 306 sayı ile; "18.07.2017 tarih, 30127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 11.07.2017 tarihli ve 245 sayılı kararının gereği düşünüldü bölümündeki "Yukarıda sayılan düzenlemeler ışığında" ibaresinden sonra gelmek üzere "2797 sayılı Yargıtay Kanunun 46. maddesi uyarınca diğer Dairelerin görev alanına girmeyen kişisel suçlarla ilgili yapılacak” ibaresinin eklenmesine karar verilerek Yargıtayın diğer ceza dairelerinin kendi görev alanlarına giren konularda ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapacakları hususuna açıklık getirilmiş ve Yargıtay ceza daireleri arasında bu konudaki yorum farklılıkları ortadan kaldırılmıştır.
Yargıtay Başkanlık Kurulunca yapılan bu düzenlemelerle, terör suçlarından kaynaklanan davalara ilişkin hem temyiz incelemesi, hem de çok sayıda ilk derece yargılaması yapmakta olan Yargıtay 16. Ceza Dairesinde bu davaların yarattığı iş yoğunluğundan kaynaklanan zorunluluk nedeniyle, bu davalara ve 2797 sayılı Kanun"un 46. maddesi uyarınca yapılacak yargılamalara konu kişilerin makul sürede yargılanma haklarının korunması amaçlanmıştır. Öte yandan, söz konusu düzenlemeler olağanüstü mahkeme kurulması niteliğinde olmayıp herhangi bir dairenin bakmakla görevli olduğu suç açısından, örneğin sahtecilik suçu açısından yaşanacak bir iş yoğunluğunun getireceği zorunluluk karşısında, ilgili ceza dairesinin bu suçtan dolayı yapacağı ilk derece yargılamalarının da alınacak aynı türden kararlarla başka bir ceza dairesine devredilmesi söz konusu olabilecektir.
6087 ve 2797 sayılı Kanun"larda sayılan kişilerin işledikleri iddia olunan kişisel suçlarla, özellikle bu suçların ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenmesi durumuna ilişkin soruşturma ve kovuşturma usullerinde yapılan değişikliklerin gerekçeleri, söz konusu değişikliklere dair ilgili maddeleri sonradan aynen kabul edilerek kanunlaşan 680 ve 690 sayılı KHK"ların komisyon raporlarında açıklanmıştır.
680 sayılı KHK"nın komisyon raporlarında, Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarda sayılan diğer kişilerin kişisel suçlarına ilişkin kovuşturma makamının “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak değiştirilmesinde; bu kişilerin kişisel suçlarından dolayı yargılanmalarında etkinliği artırmanın amaçlandığı, Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulunun bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebileceğine ilişkin düzenlemeyle de Yargıtayın bu davalardan kaynaklanan iş yükünün hafifletilmesinin hedeflendiği belirtilmiştir.
690 sayılı KHK"nın komisyon raporlarında da, bu KHK ile yapılan söz konusu düzenlemelerle ağır cezalık suçüstü hâllerinde ilgili ceza dairesi tarafından yapılacak kovuşturmalarda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma ve iddianame düzenleme yetkisine açıklık getirildiği, hâkim kararlarının alınma usulü ile bu kararlar ve takipsizlik kararlarına itirazlara bakacak mercilerin belirlendiği ve HSK Üyeleri hakkında ağır cezalık suçüstü hâlinde genel hükümlere göre yürütülecek soruşturma akabinde yapılacak işlemler bakımından düzenlemeler yapıldığı ifade edilmiştir.
Söz konusu hukuki düzenlemeler birlikte ele alındığında;
Konumuza ilişkin olarak; HSK"nın seçimle gelen üyelerine atılı suçun "ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli" kapsamında işlenmesi durumunda, bu suçun görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun"da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
Öte yandan, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu"nun 38. maddesinde "görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar" ve "kişisel suçlar"a dair kovuşturma makamları belirlenmiş, “ağır cezalık suçüstü hâli” bakımından ise kovuşturma makamları açıkça gösterilmemiştir. Ancak, anılan Kanun"un aynı maddesindeki yedinci fıkranın (a) ve (b) bentleri karşısında, ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen suçlar yönünden kovuşturma makamları da, sanığa atılı suçun "görevden doğan veya görev sırasında işlenen" ya da "kişisel" suç olup olmadığına göre belirlenecektir.
Ç- Silahlı Örgüt Suçunun Niteliği, Soruşturma ve Kovuşturma Usul ve Makamlarına İlişkin CMK, 6087 ve 2797 sayılı Kanun"lardaki Düzenlemeler Bakımından Bu Suçun Değerlendirilmesi
1) Silahlı Örgüt Suçunun Nitelikleri
a) Genel Olarak
TCK’nın 314. maddesinin birinci fıkrasında yer alan suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak veya yönetmek ya da bu örgüte üye olmak fiilleri, TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçuna nazaran daha ağır cezayı gerektiren müstakil suçlar olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen "silahlı örgüt" suçu ile ihlâl edilen ve ceza ile korunan hukukî değer, devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek için çeteleşerek oluşturulan tehlikeli suç ve suçluluk ortamının giderilmesine ilişkin kamusal yarardır (Zeki Hafızoğulları-Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Millete ve Devlete Karşı Suçlar, 1. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara, 2016, s. 398-399).
Nitekim Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre; devletin güvenliğini, Anayasal düzeni ve bu düzenin işleyişini koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçun, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, "özgü suç" niteliği taşımayan bu suç açısından failin memur olması suçun kurucu unsuru da değildir. Dolayısıyla sanığa atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun kişisel suç niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
Yine, sanığın HSK Üyesi olarak görev yaptığı dönemde verilen Kurul kararlarına muhalefet şerhleri yazmasının görev suçu kapsamında olduğu iddia edilmekte ise de; gerekçeli kararda bu hususun yalnızca sanığın örgüt talimatıyla hareket ettiğine, dolayısıyla örgüt üyesi olduğuna dair kastının ortaya konulması açısından değerlendirildiği ve genel olarak değinilen muhalefet şerhlerinden, yalnızca sanığın örgütsel tavrını ve kastını ortaya koyan deliller olarak bahsedildiği, ayrıca sanık hakkında, yazdığı muhalefet şerhlerinin içeriği itibarıyla görevi kötüye kullanma suçu gibi açıkça görevden kaynaklanan bir suçtan da kamu davası açılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, sanık müdafisinin, sanığın eylemlerinin görev suçu kapsamında kaldığına dair itirazlarına itibar edilmemiştir.
Öte yandan, ağır ceza mahkemesinin görevi, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12. maddesiyle düzenlenmiş olup, bu maddeye göre; "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332. maddeler hariç) ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri"nin görevli olduğu hüküm altına alınmıştır. Aynı madde ile Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler de saklı tutulmuştur. Söz konusu düzenleme karşısında, silahlı örgüt suçunun ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan olduğu da açıktır.
b) Suç Teorisi Bakımından Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu
ba- Mütemadi Suç Kavramı
Ceza hukuku doktrininde; kendisine bağlı olan hukuki hükümler bakımından önem taşıyan ve hareket tarafından meydana getirilmek veya engel olunmamak suretiyle oluşturulan dış alemdeki değişiklik, “netice” olarak adlandırılmaktadır. Suçun maddi unsuru bakımından dikkate alınacak netice ise, sadece suçun kanuni tanımında yer alan, hukukî değer taşıyan dış alemdeki değişikliktir (Sulhi Dönmezer - Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt II, 14. Bası, Der Yayınları, İstanbul, 2019, s. 97; Kayıhan İçel - Füsun Sokullu Akıncı – İzzet Özgenç – Adem Sözüer – Fatih. S. Mahmutoğlu – Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, 2. Bası, Beta Yayınları, Eylül 2000, s. 67).
Doktrinde suçun sonuç alt unsuru bakımından yapılan ayrımlardan biri; anî ve mütemadi (kesintisiz-sürekli) suç ayrımıdır. Buna göre; hareketten doğan neticenin devam etmeyip derhal sona erdiği suçlara anî suç, neticenin devam ettiği suçlara ise mütemadi suç adı verilmektedir. Bununla birlikte, kesintisiz bir suçun varlığı için suçtan doğan hukuka aykırı durumun yani suçun eserinin bir süre devam etmesi yeterli olmamaktadır. Mütemadi suçta devam eden şey neticenin kendisi olup bu devam ettikçe suç da işlenmektedir. Dolayısıyla, kesintisiz suçlar, bu suçun hukukî konusunu oluşturan hak ve menfaatin ihlâline devam edildiği sürece icra edilmiş olmaktadırlar (Sulhi Dönmezer – Sahir Erman, s. 102). Diğer bir ifadeyle, bu suçların kanunî tanımında gösterilen sonucun her ân yeniden meydana gelmesi, devam etmesi gerekmektedir (Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. 48). Alman doktrininde savunulan görüşlerden biri de; mütemadi suçlarda suç tipinde tarif edilen hareketin başlamasıyla suç kural olarak tamamlanmaktaysa da, hukuka aykırı durumun sonlanmasıyla bittiği yönündedir (Bernd Heinrich, Ceza Hukuku Genel Kısım – 1, Cezalandırılabilirliğin Temel Esasları Tamamlanmış ve Teşebbüs Edilen Suçlarda Suçun Yapısı, Editör: Yener Ünver, Adalet Yayınevi, Ankara – 2014, s. 95). Kunter"e göre de, suçun bitme anı tamamlanmasından sonra gelmekte olup bitme anı temadinin bittiği andır (Nurullah Kunter, Suçun Maddi Unsurları Nazariyesi (Hareket – Netice – Sebebiyet Alâkası, İstanbul 1955, s. 94).
Mütemadi suçun tanımına dair hem diğer yabancı hukuk doktrinlerinde, hem de Türk Hukukunda birlik bulunmamaktadır. Söz gelimi, bu suçlarda hareketin devam ettiği, neticenin devam ettiği, hem hareket hem neticenin devam ettiği ya da hukuka aykırılığın devam ettiği görüşleri öne sürülmektedir (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara – 2017, s. 267). Nitekim doktrinde Özgenç ve Koca – Üzülmez; neticenin hareketin bir sonucu olduğunu, bu bağlamda, neticenin devamının hareketin sürdürülmesiyle mümkün olduğunu, dolayısıyla mütemadi suçta devam eden şeyin netice değil, esasen suçun kanuni tanımında gösterilen hareket olduğunu, böylelikle mütemadi suçun, kanuni tanımda gösterilen hareketin icrasının devam ettiği suçlar olduğunu ifade etmektedirler (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 13. Bası, Seçkin Yayıncılık, Eylül 2017, s. 176; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Seçkin Yayınları, Eylül 2017, s. 123).
Bununla birlikte, Alman Yüksek Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, vergi suçlarına dair bir kararında mütemadi suçu; “Failin suç unsurlarını muayyen bir müddet devam ettirmek iradesi ile fiili ika etmesi ve iradesinin de buna müteveccih bulunması gerekmektedir” şeklinde; İsviçre Federal Mahkemesi ise; ”Gayri hukuki durumu bertaraf etmek failin iktidarı dahilinde olduğu hâlde, bu duruma nihayet vermediği müddet içinde suç işlenmektedir” şeklinde tanımlamıştır. İsviçre Federal Mahkemesi söz konusu ifadeyle, mütemadi suçta karakteristik olan özelliğin hukuka aykırı durumun devam etmesi olduğunu değerlendirmiştir (Ayhan Önder, Mütemadi Suç, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 29, Sayı: 1-2, 1963, s. 82).
Mütemadi suçta hukuka aykırı durumun her an yeniden kendini yenilemesi failin iradi davranışının eseri olmalıdır. Dolayısıyla mütemadi suç, failin iradi davranışının kesintiye uğradığı anda işlenmiş olmaktadır. Kural olarak hukuka aykırı duruma son verilmesi anı, kesintinin gerçekleştiği, yani suçun işlendiği andır (Zeki Hafızoğulları – Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara – 2016, s. 189-190). Bu doğrultuda doktrinde benzer biçimde, mütemadi suçlarda fiilin icrası devam ettiği sürece, fiilin ifade ettiği haksızlığın da işlenmeye devam ettiği, sadece haksız duruma sebebiyet vermenin değil, onun sürdürülmesinin de kanuni tipi gerçekleştirdiği kabul edilmektedir (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, s. 124).
Mütemadi suçlarda temadinin ne zaman biteceği konusunda farklı ihtimaller gündeme gelebilmektedir. Nitekim suç, söz gelimi mağdurun ölümü gibi doğal nedenlerle sona erebileceği gibi, yine mağdurun kaçması ya da üçüncü kişilerin müdahalesiyle de son bulabilecektir. Diğer yandan, failin eylemine son verebilme iktidarını kaybetmesi de temadinin bitmesine neden olmaktadır. Failin yakalanması veya tutuklanması hâlinde temadinin bitmesi için, bu işlemlerin aynı zamanda onun temadiye son verme olanağını da ortadan kaldırmış olmasına bağlıdır.
bb- Sonuçları Açısından Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu
Doktrinde örgüte üye olmakla ilgili çokça tanım yapılmakta olup bu tanımlardan biri de; örgütü kuranlar veya yönetenler dışında kalmakla birlikte, örgütün amaçlarını benimseyerek verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmak şeklinde ifade edilmektedir (Vesile Sonay Evik, Cürüm İşlemek İçin Örgütlenme, Prof. Dr. Çetin Özek Armağanı, İstanbul 2004, s. 256 vd).
Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre de; örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Diğer bir ifadeyle, fail açık veya zımni beyanıyla örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde yer almayı, bu kapsamda, bu katılımının tek bir fiil için değil sürekli bir hâl almasını, örgütün amacı çerçevesinde verilen emirleri yerine getirmeyi, bu kapsamda kişisel iradesini örgütsel faaliyetlerde örgüt iradesinin emrine terk etmeyi kabul etmiş ise; örgüte üye olma iradesiyle hareket ettiği kabul edilmelidir (Önder Tozman, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara – 2017, s. 266; Erkan Sarıtaş, Suç İşlemek Amacıyla Örgütlenme Suçları, (TCK m. 220 – 221), 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul – 2018, s. 465 – 466).
Örgüt üyesinin, örgütsel eylemlere maddi bir katkı sunmuş olması gerekmemektedir. Bir kimsenin, örgütün emir ve komutası içerisinde yer aldığını bilmesi ve bu çerçevede verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olması, örgüt üyesi olarak kabulü için yeterlidir. Zira emir komuta zinciri içerisinde verilecek görevleri ifaya hazır olmak da asgari düzeyde de olsa örgütün hayatta kalmasına bir katkıyı yansıtmaktadır (Erkan Sarıtaş, s. 474).
Gerçekten de, suç örgütü, suçun konusunu oluşturan kamu düzeni, kamu barışı ve kamu güvenliği açısından başlı başına bir tehlike oluşturduğundan, suç için örgütlenme fiilleri bağımsız suç tipleri olarak düzenlenmiş olup bu tehlikelilik durumunu ilk kez meydana getiren kişiler örgütün kurucuları ve bu tehlikelilik hâlini yönlendiren kişiler de örgütün yöneticileri iken, örgütsel iradeye boyun eğerek bu tehlikeliliğin devamı ve somut eylemlere dönüştürülmesini sağlayan da örgütün üyeleridir. Dolayısıyla faillerin sürekli bir şekilde örgütsel iradenin emir ve talimatlarını yerine getirmeye hazır olmaları da örgütsel yapının mevcudiyeti yönünden son derece önemli olup ortaya çıkan tehlikeliliğe önemli bir katkı sağlamaktadır.
Doktrinde kabul edilen ortak görüş ve Yargıtay kararlarında istikrar kazanan uygulama; örgüt üyeliği suçunun mütemadi suçlardan olduğu yönündedir. Bu nedenle, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan bir örgüte katılma hâlinde suç, örgütün hiyerarşik yapısına bağlılık devam ettiği sürece işlenmeye devam edilmektedir. Dolayısıyla örgütün hiyerarşik yapısına bağlılığın sona erdiği anda temadi bitmektedir (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, 10. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara – 2017, s. 25). Bu bağlamda örgüte üye olma fiili, örgütün hiyerarşik bünyesine dahil olmakla birlikte tamamlanmakta ise de suç sona ermemekte ve fail, örgüt üyesi olarak kaldığı sürece suç da devam etmektedir (Fatih Yurtlu, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu (TCK m. 220), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara – 2013, s. 99; Erkan Sarıtaş, s. 480).
2) Suçüstü Hâli Kavramı ve Genel Olarak Mütemadi Suçlarda Uygulanması
a) Suçüstü Hâli Kavramı
Genel olarak bir ceza usul hukuku kurumu olarak düzenlenen suçüstü hâli kavramına Anayasa"da ve özel soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen birtakım kanunî düzenlemelerde hukukî sonuçlar atfedilmiştir. Bunlardan en önemlisi de, kural olarak adli suçların soruşturulması ve kovuşturulmasında genel hükümlere göre işlem yapılmasını düzenleyen normların uygulanmasını, bazı kamu görevlilerinin ifa ettikleri görevlerin niteliğinden kaynaklanan yasama dokunulmazlığı, hâkimlik teminatı gibi evrensel ilkelerin iç hukuka yansıması olarak öngörülen düzenlemelerle engelleyen güvenceleri ağır cezalık suçlar yönünden ortadan kaldırmasıdır.
5271 sayılı CMK"nın yürürlüğe girmesinden önce suçüstü hâli; 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun (CMUK) “Tevkif, muvakkat yakalama ve salıverme” başlıklı Dokuzuncu Faslında yer alan 127. maddesinin üçüncü fıkrasında; “İşlenmekte olan suç, meşhud suçtur” şeklinde ve “asıl meşhud suç” olarak tanımlanmış, aynı maddenin dördüncü fıkrasında da “Henüz işlenmiş olan suç ile suçun işlenmesinden hemen sonra zabıta veya suçtan zarar gören şahıs yahut başkaları tarafından takib edilerek veya suçun pek az evvel işlendiğini gösteren eşya veya izlerle yakalanan kimsenin işlediği suç” biçiminde “suçüstü karinesi” öngörülmüştü. 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun"un 01.06.2005 tarihli ve 25772 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 18. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu"nda da, suçüstü hâlinde işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma usulleri düzenlenmişti.
5271 sayılı CMK"nın "Tanımlar" başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de "Suçüstü hâli"nin benzer şekilde;
“1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Doktrinde suçüstü hâlinin unsurları; belli bir suçun bulunması, failin geniş anlamda yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile geniş anlamda yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması şeklinde sayılmaktadır. Geniş anlamda yakalama; failin suçu işlediğinin hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde objektif ve apaçık belli olması şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak suçüstü hâlinin varlığı için failin özgürlüğünün de kısıtlanmış olması gerekmemektedir. Nitekim yakalama, aynı zamanda failin suçu işlerken görülmesini ifade etmektedir. Bununla birlikte, suç sırasında sanığın yakalanması suçun apaçıklığını ve objektifliğini daha büyük oranda ortaya koyabilmektedir (Halûk Çolak, Türk Hukukunda Suçüstü Yargılaması, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul – 1998, s. 14).
Suçüstünün apaçıklığı, suç işlenirken hiç bir şüpheye yer olmaksızın failin görülüp işitilmesi ya da tüm duyusal algıların suçüstünün ortaya çıkarılmasına yardımcı olması (Bozulmuş gıdanın koklanarak ya da tadılarak belirlenmesi gibi) şeklinde gerçekleşebileceği gibi, yetkili makamların işlemleriyle de ortaya çıkarılabilmektedir. Bu anlamda, gizli bir suçta yetkili makamlar elde ettikleri bilgi ve belirtilerden bir suçun işlenmekte olduğunu bilebilmekte ya da tahmin edebilmektedirler. Dolayısıyla, suçüstü hâlinin varlığı için failin eyleminin her durumda herkes tarafından gözlemlenebilir olmasına gerek bulunmamakta, bu hususta yalnızca yetkili makamlarca bilgi edinilmiş olması da yeterli olabilmektedir.
Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.
Suçüstü hâli doktrinde; dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara – 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü; CMK"nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.
Hem 1412 sayılı CMUK, hem de 5271 sayılı CMK"da “suçüstü hâli”ne bağlanan en önemli hukuki sonuçlardan biri de; genelde koruma tedbirleri, özelde de yakalama işlemi açısından kendisini göstermektedir. Nitekim, toplum içinde etkileri, tepkileri ve sonuçları gözlenebilen sosyal bir olgu olarak “suçüstü hâli”nde işlenen bir eyleme ve bu eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen kişiye yönelik yapılan ilk usul işlemi çoğunlukla yakalama işlemidir.
5271 sayılı CMK"nın “Yakalama ve Yakalanan Kişi Hakkında Yapılacak İşlemler” başlıklı 90. maddesinde bu durum;
“(1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:
a) Kişiye suçu işlerken rastlanması
b) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması” biçiminde düzenlenmiştir.
1412 sayılı CMUK"un 127. maddesinde herkes tarafından yapılabilen yakalama işleminin şartları arasında sayılan asıl meşhud suçta, suçun bu hâlde işlenmesinin yanında failin kaçacağından korkulması veya hüviyetinin hemen tespitinin mümkün olmaması şartlarından biri aranmaktaydı. Ancak 5271 sayılı CMK"nın 90. maddesinin birinci fıkrasının aynı kavrama ilişkin (a) bendinde fiilin işlenmekte olması yeterli görülerek, herkes tarafından yakalama yapılabilmesi için 1412 sayılı CMUK"da öngörülen diğer şartların varlığı aranmamıştır. Söz konusu düzenlemelere göre de; işlenmekte olan bir suç açısından suçüstü hâlinin varlığı için eylemin mutlaka herkes tarafından bilinip görülmesi gerekmemekte olup işlenen suçun niteliğine ve işleniş şekline göre, bu suçtan ve failinden yalnızca yetkili makamlarca bilgi sahibi olunması ve yakalama işleminin doğrudan bu makamlarca yapılması da mümkündür.
b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli
Doktrinde, bir suçun mütemadi suç olmasına bağlanan hukukî sonuçlar daha ziyade; ceza ve usul hukuku açısından, işlenen suçun sayısı, teşebbüs, iştirak, meşru savunma, af, suçun işlendiği yer, zaman, şikâyet ve zamanaşımı gibi hususlar üzerinden ele alınıp değerlendirilmektedir. Ancak, mütemadi suçların suçüstü hâli bakımından da irdelenmesi gerekmektedir.
Doktrinde genel kabul gören görüşe göre; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Dahası, Faruk Erem 1978 yılında, Halûk Çolak da 1998 yılında hazırladıkları eserlerinde, İtalyan CMUK"un 237. maddesinde, temadinin sona erdiği ana kadar mütemadi suçun suçüstü sayılacağı hususunun açıkça belirtildiğini ifade etmişlerdir (Faruk Erem, s. 694; Halûk Çolak, s. 21-22). Gerçekten de, 1930 tarihli İtalyan CMUK"un "Suçüstü" başlıklı 237. maddesinin birinci cümlesinde yer alan "Il reato permanente é flagrante fino a che sia cessata la permanenza." ibaresi "Mütemadi suçta suçüstü, temadinin sona ermesine kadardır." anlamına gelmektedir. Nitekim bu yöndeki düzenleme, 1988 tarihli İtalyan CMUK"un “Suçüstü Hâli” başlıklı 382. maddesinin ikinci fıkrasında da "Mütemadi suçta suçüstü hali, temadinin sona ermesine kadar devam eder." anlamına gelecek şekilde “Nel reato permanente lo stato di flagranza dura fino a quando non è cessata la permanenza.” ibaresiyle yer almaktadır.
Nitekim Türk Hukuk doktrininde de benzer şekilde; mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında, sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği görüşü (Hâluk Çolak, s. 23; Burhan Kuzu, Türk Anayasa Hukukunda ve Muhtelif Kanunlarda Yakalama Müessesesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1-4, 1985, s. 159) ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceği görüşü savunulmaktadır (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, s. 268).
Gelinen noktada, Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.
Bununla birlikte, objektif olarak suç, ilgili kamu görevlilerine bildirildiği andan sonra suçüstü niteliği kazanmaktadır. Delil ise, yargılama makamlarının görevlerini yaparken kullandıkları bir araçtır. Yargılama makamında yer alan hâkim, önüne getirilen delilleri inceleyerek veya kendi araştırması sonucunda bir hükme varmaktadır. Dolayısıyla bir olayın kanıtlanması, ancak hâkim önüne gelmesinde söz konusu olmaktadır. Suçüstü durumu ise, hâkim kararından sonra kanıtlanmış ya da kanıtlanamamış olabilmektedir. Bu hususta öncelikle kolektif bir yargılama yapılarak sonuca varılması gerekmektedir. Bu bakımdan suçüstü hâli, başlı başına suçun hukuken kanıtlanması anlamına gelmemektedir.
3) Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Suçu Açısından Suçüstü Hâlinin ve Bu Bağlamda Sanığın Hukuki Durumunun Değerlendirilmesi
Özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olan kamu görevlileri yönünden bu usullere konu olan hukuki teminatlardan faydalanmalarını engelleyen suçüstü hâli, hukuki sonuçları itibarıyla öncelikle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nin (İHAS) 5. maddesinde ifadesini bulan özgürlük ve güvenlik hakkı ile bağlantılı bir kurum olmakla birlikte, uygulandığı kişinin hâkim veya Cumhuriyet savcısı olması durumunda, söz konusu hakkın yanı sıra evrensel nitelikteki hâkimlik teminatı ilkesi bağlamında sonuçlar doğuran bir özelliği de taşımaktadır. Dolayısıyla suçüstü kurumunun somut olayda uygulanma koşullarının var olup olmadığına dair yorumlarda, söz konusu hak ve ilkeler bağlamında son derece özenli davranılması gerekmektedir.
Yüksek mahkeme üyeleri dışında görev yapan birinci sınıfa ayrılmış ya da birinci sınıf bazı hâkim ve Cumhuriyet savcıları hakkında Yerel Cumhuriyet Başsavcılıklarınca 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu"nun 93 ve 94. maddeleri gereğince genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda düzenlenen iddianamelerle; ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve suçüstü halinde işlendiği değerlendirilen silahlı terör örgütüne üye olma, Anayasayı ihlal, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle Yerel Mahkemelere açılan davaların hangi mercide görüleceğine ilişkin Yerel Mahkemeler ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay arasında ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla dosyaların gönderildiği Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.10.2017 tarihli ve 998-388 sayılı ile benzer uyuşmazlığa ilişkin diğer kararlarında istikrarlı olarak “mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda "ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli"nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanun"un 94. maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır” sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu kararlara konu uyuşmazlığın ana eksenini, sanıklara atılı suçun görev suçu mu yoksa kişisel suç mu olduğunun belirlenmesi oluşturduğundan, bu kararlarda mütemadi suç ve suçüstü hâliyle ilgili açıklamalara yalnızca bu kavramların uyuşmazlıkla bağlantısıyla orantılı olarak değinilmiştir.
Gelinen noktada, sanık ... müdafisinin olayda sanık yönünden suçüstü hâlinin bulunmadığına dair usuli itirazıyla ve bu itirazla bağlantılı diğer hususlarla ilgisi bakımından, 15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünden sonra, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinde aynı suçtan kamu davası açılan Anayasa Mahkemesi eski Üyesi ..."ın, benzer olayda kendisi ve atılı suç yönünden suçüstü hâlinin bulunmadığına ve tutuklamanın bu yönüyle hukukî olmadığına dair yaptığı bireysel başvuru sonucunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesince (İHAM) verilen kararın da irdelenmesi gerekmektedir.
Benzer olayda başvurucunun, hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmek suretiyle, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 16. maddesinde düzenlenen ve Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri hakkındaki adli soruşturmalar bakımından 6087 ve 2797 sayılı Kanun"larda öngörülen teminatlarla aynı doğrultudaki hukuki teminatlardan usule aykırı olarak yararlandırılmadığına dair başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesince 11.01.2018 tarih ve 15586 sayı ile; bu hususta bir ihlalin olmadığı ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Başvurucu ..."ın sonrasında İHAM"a yaptığı bireysel başvuruda, olayda ağır cezalık suçüstü hâlinin bulunmadığı, bu nedenle hâkimlik teminatından yararlandırılmayarak yapılan yakalama, gözaltı ve tutuklama kararlarının hukukî olmadığına dair iddiayı inceleyen İHAM 16.04.2019 tarihli ve 12778/17 Başvuru numaralı kararında bu hususa ilişkin olarak;
“...
104. Mahkeme, başvuranın 16 Temmuz 2016 tarihinde yakalandığını ve aynı gün gözaltına alındığını, daha sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde silahlı terör örgütü üyesi olmak şüphesiyle tutuklandığını ve 6 Mart 2019 tarihinde aynı suçtan mahkûm edildiğini gözlemler.
105. Başvurunun konusu, başvuranın ilk tutukluluğu olduğu için belirlenmesi gereken birinci husus, söz konusu zamanda Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvuranın, 16 Temmuz 2016 tarihinde yakalandıktan sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanmasının, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesi ile gerekli kılındığı üzere, "yasayla öngörülmüş bir usule uygun" olup olmadığının belirlenmesidir. Başvuranın tutukluluğunun 5 § 1 madde amaçları dâhilinde "hukuka uygun" olup olmadığını ve özgürlüğünden mahrumiyetinin "yasa ile öngörülen bir usul uyarınca" olup olmadığının belirlemek için Mahkeme, ilk olarak, başvuranın tutukluluk halinin Türk hukukuna uygun olup olmadığını inceleyecektir.
106. Mahkeme, taraflar arasında şu hususun ihtilaf konusu olmadığını belirtir: başvuran, ilgili mevzuat kapsamında Anayasa Mahkemesi üyelerine verilen güvencelere karşın, CMK’nın 100 ve devam maddeleri gereğince yakalanıp gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Tarafların iddiaları ve görüş ayrılıklarına ilişkin husus ise olayların meydana geldiği esnada Anayasa Mahkemesi üyesi olan ve bu itibarla özel bir statüye haiz olan başvuranın genel hükümler uyarınca tutuklanmasının "hukukun kalitesi" (quality of the law) ilkesini karşılayıp karşılamadığıdır.
107. Mahkeme, başvuranın bu husustaki iddiasını Anayasa Mahkemesi önünde dile getirdiğini ve Anayasa Mahkemesinin de Yargıtay içtihadına atıfta bulunarak mevcut davada genel hükümler uyarınca uygulanan tutukluluk tedbirinin ilgili mevzuata uygun olduğu tespitinde bulunduğunu gözlemler. Anayasa Mahkemesine göre, Anayasa ile 6216 sayılı Yasa gereğince Anayasa Mahkemesi üyelerine tanınan usuli güvencelere rağmen, soruşturma makamlarının "başvurana isnat edilen silahlı terör örgütü üyeliği suçunun suçüstü hâli olduğuna ilişkin tespitinin olgusal ve yasal dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılamaz" (bk. yukarıdaki 42. paragraf).
108. Mahkeme, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği 16 Temmuz 2016 tarihli dokümanda anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etme suçundan da bahsedilmiş olmasına rağmen, başvuranın 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimiyle alakalı bir suç işlerken yakalandığı veya bu nedenle tutuklandığına dair herhangi bir iddia olmadığını dikkate alır. Aslında, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etme suçu, başvuranın daha sonra ifadesini alan ve tutuklanmasına karar veren ilgili sulh ceza hâkimi tarafından dikkate alınmamıştır (bk. yukarıdaki 19-20. paragraflar). Başvuran bu nedenle, temelde, soruşturma makamları ve Türk mahkemelerince darbe girişimini düzenleyen silahlı terör örgütü olarak kabul edilen bir yapı olan FETÖ/PDY üyesi olma şüphesiyle özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi, bu hususların, soruşturma makamlarının suçüstü hâlinin mevcut olduğuna ilişkin tespitinin olgusal ve yasal dayanağını teşkil ettiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu sonuca varırken, Yargıtay’ın ilgili içtihadına atıfta bulunmuştur (bk. yukarıdaki 42. paragraf).
109. Bu bağlamda Mahkeme, 10 Ekim 2017 tarihinde verdiği öncü kararda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, silahlı bir örgüte üye olmak şüphesiyle yakalanan hâkimler açısından suçüstü hâlinin söz konusu olduğu yönünde karar verdiğini dikkate alır (bk. yukarıdaki 63. paragraf). Bu öncü kararda, suç örgütü üyeliği şüphesi bulunan davalarda, yargı mensubu üyesi olan şüphelinin suçüstü hâli mevcut olduğu gerekçesiyle tutuklanması için CMK 100. maddede belirtilen koşulların karşılanmasının yeterli olduğu belirtilmiştir. Suçüstü hâli kavramının, başvuran tutuklandıktan uzun bir süre sonra yapılan bu yeni yargısal yorumunda, Yargıtay’ın mütemadi suçlara ilişkin yerleşik içtihadı temel alınmıştır.
110. Bu bağlamda, Mahkeme, çoğu kez belirttiği üzere, ulusal hukukun yorumlanması ve uygulanması konusunda asli sorumlu olan ulusal mahkemelerin yaptığı iddia edilen olgusal veya hukuki hataları değerlendirirken sınırlı yetkisi bulunduğunu dile getirir. Ulusal mahkemelerin yorumu keyfi olmadığı veya açıkça makul olduğu sürece (bk. Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], no. 73049/01, § 86, AİHM 2007-I), Mahkemenin rolü, yapılan yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (bk. Waite and Kennedy/Almanya [BD], no. 26083/94, § 54, AİHM 1999-I, ve Rohlena/Çek Cumhuriyeti [BD], no. 59552/08, § 51, AİHM 2015). Mahkemenin, bu nedenle, önündeki davalarda ulusal hukukun yorumlanma ve uygulanma şeklinin Sözleşme’ye uygun olup olmadığını incelemesi gereklidir (bk., mevcut davaya uygulanabildiği ölçüde, Assanidze/Gürcistan [BD], no. 71503/01, § 171, AİHM 2004-II).
111. Bu hususta Mahkeme, genel olarak, yerel mahkemelerin yürürlükteki yasal hükümlere ters düşen istisnaları içtihatlarına dâhil etmeleri halinde yasal kesinlik ilkesinin tehlikeye düşebileceğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda Mahkeme, CMK’nın 2. maddesinin, suçun işlendiği esnada ya da işlendikten hemen sonra tespit edilmesi durumuyla bağlantılı olan suçüstü (in flagrante delicto) kavramının klasik bir tanımına yer verdiğini gözlemlemektedir. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen Yargıtay içtihadına göre, CMK’nın 100. maddesi uyarınca, bir suç örgütüne üye olma şüphesi, herhangi bir fiili unsur veya devam eden cezai bir eylem belirtisine ihtiyaç duyulmaksızın suçüstü olarak nitelendirme bakımından yeterli görülebilir.
112. Mahkemeye göre bu, suçüstü kavramının kapsamlı bir yorumu olup, söz konusu kavramın genişletilmesi sonucunda, bir suç örgütüne dâhil olduğundan şüphelenilen hâkimlerin, Türk hukukunun yargı mensuplarına tanıdığı yargısal korumalardan (Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvuran da 6216 sayılı Kanun uyarınca söz konusu korumaya tabidir) mahrum bırakılması durumu ortaya çıkar. Sonuç olarak, mevcut davadakine benzer koşullarda, bu kavramın geniş bir şekilde yorumlanması, yürütme organının müdahalelerine karşı yargı mensuplarına sağlanan usule ilişkin güvenceleri etkisiz hale getirmektedir.
113. Mahkeme, bu tür bir yargısal korumanın, hâkimlere, şahsi menfaatleri için değil, görevlerini bağımsız bir şekilde ifa edebilmelerini güvence altına almak amacıyla sağlandığını gözlemlemektedir (bk. yukarıda 102. paragraf). Hükümetin de haklı olarak belirttiği gibi, böyle bir koruma cezadan muaf olma anlamına gelmemektedir. Söz konusu korumanın amacı, genel olarak yargı sisteminin, özel olarak da yargı mensuplarının, adli görevlerini yerine getirirken yargı dışındaki organların ve hatta denetim görevi ifa eden hâkimlerin yasal olmayan kısıtlamalarına maruz kalmalarını engellemektir. Bu bağlamda, Türk mevzuatının, Anayasa’da ve 6216 sayılı Kanun’da yer alan güvencelerin gözetilmesi koşuluyla, Anayasa Mahkemesi üyelerinin tutuklanmaları konusunda bir yasaklama öngörmediğini kaydetmek gerekir. Nitekim söz konusu Kanun"un 16. ve 17. maddelerinde öngörülen usul uyarınca, yargısal dokunulmazlık Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılabilmekte, kovuşturma açılabilmekte ve tutuklu yargılama gibi önleyici tedbirler uygulanabilmektedir.
114. Bunun yanı sıra, Mahkeme, Yargıtay’ın 10 Ekim 2017 tarihli kararından hareketle (bk. yukarıda 63. paragraf), Yargıtay’ın devam eden suç kavramına ilişkin yerleşik içtihadında, CMK’nın 2. maddesinde öngörüldüğü üzere geçerli bir cezai eylemin varlığını temsil eden suçüstü kavramının kapsamının genişletilmesinin nasıl haklı görülebildiğini anlayabilmiş değildir (bk. yukarıda 52. paragraf). Yargıtay’ın önceki kararlarına bakıldığında, devam eden suçların mahiyetlerinin, ceza mahkemelerinin yargı yetkisinin ve bu tür davalarda kovuşturma bakımından süre kuralının uygulanabilirliğinin belirlenmesi amacıyla böyle bir yaklaşımı benimsediği anlaşılmaktadır (bk. Yukarıda 60-62. paragraflar).
115. Yukarıdakiler ışığında Mahkeme, ulusal mahkemelerin suçüstü kavramının kapsamını genişletmelerinin ve mevcut davada iç hukuku uygulamalarının, sadece yasal kesinlik ilkesi bağlamında bir sorun teşkil etmediği (bk. yukarıda 103. paragraf), aynı zamanda bariz bir şekilde mantıksız olduğu kanaatine varmıştır.
Dolayısıyla, başvuranın Anayasa Mahkemesi üyelerine sağlanan usule ilişkin güvencelerden mahrum bırakılmak suretiyle, CMK’nın 100 maddesi uyarınca tutuklanması, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesi gereğince kanunda öngörülen bir usul doğrultusunda gerçekleştirilmemiştir” sonucuna varmıştır.
Burada öncelikle ifade etmek gerekir ki; doktrinde suç niteliğine dair veya başkaca bir ayrım yapılmaksızın, mütemadi suçların salt işlenmeye devam eden suçlardan olduğu gerekçesiyle bu suçlarda suçüstü hâlinin bulunduğuna dair görüşlerin de mevcut olması bir yana, bu genel kabulün haricinde öncelikle değinilmesi gereken husus; örgüt üyeliğine ilişkin genel açıklamalarda da belirtildiği üzere, örgüt üyeliğinin varlığı için failin delillendirilebilir somut hareketleriyle örgütün hiyerarşik yapısına kendi iradesini sürekli olarak teslim etmesinin yeterliliğidir. Dolayısıyla, kişinin gizli bir yapılanma ve somut tehlike suçu niteliğindeki suç örgütünün üyesi olduğunu her an suç teşkil eden başkaca eylemlerle göstermesine gerek olmadığı gibi, bu yöndeki eylemleri zaten ayrı bir suçu oluşturacak ve bu suçları işlerken yakalanması hâlinde o suçlar yönünden de suçüstü hâli gündeme gelecektir. Diğer yandan, failin suç örgütü üyesi olduğuna dair yetkili makamlarca şüphe oluşturan delil ya da delillere ulaşılması ve failin örgüt üyeliğindeki devamlılığın o anki delillere göre saptanması durumunda, örgütün kendisini feshettiğine ya da failin örgütten ayrıldığına dair başkaca delile ulaşılamaması hâlinde, failin örgüt üyeliği hususundaki icra hareketlerine devam ettiğinin, böylelikle bu durumdan bilgisi olan yetkili makamlarca faile CMK"nın 2. maddesinin (j) bendinin birinci alt bendi ve 90. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca bu suçu işlerken rastlandığının, dolayısıyla görünüşteki haklılık unsuru gereğince suçüstü hükümleri doğrultusunda fail hakkında işlem yapılabileceğinin kabulünde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Burada failin cezai eyleminin muhakkak herkes tarafından görülmesi gerekmemekte, yakalama anı itibarıyla örgüt üyeliğinin sürekliliğine dair icra hareketlerinin devam ettiğinin ve failin örgütten ayrılmaya dönük bir eyleminin bulunmadığının yetkili makamlarca bilinmesi yeterlidir. Bunun ötesinde, failin gerçekte örgüt üyesi olup olmadığı veya hakkında CMK"nın 100. maddesinde öngörülen tutuklama şartlarının bulunup bulunmadığı ise farklı bir durumdur. Fail soruşturma evresinde sunacağı deliller doğrultusunda tutuklanmayacağı ya da adli kontrole dahi tabi tutulmayabileceği gibi, kovuşturma evresinde hakkında beraat kararı da verilebilecektir.
Diğer yandan, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 244/a sayılı kararında; aralarında sanık ..."un da bulunduğu Yargıtay Üyeleri hakkında genel hükümlere göre başlatılıp yürütülen adli soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca idari yönden gereği için Yargıtay Başkanlığına bildirilmesi sonucunda; “133 Yargıtay Üyesine isnat edilen ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ön gördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs’ suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, eylemin halen tamamen sona ermemesi ile bu bağlamda ağır cezalık ve suçüstü gibi ağır bir suç soruşturmasının, tehlikenin boyutu ile haklarında gözaltı kararı çıkarılmış olması gözetildiğinde, bu denli ağır bir suç soruşturmasının varlığı karşısında ve ayrıca aynı örgüt kapsamında bir kısım üyeler hakkında Birinci Başkanlığımızca sürdürülen soruşturmaların kapsamı da dikkate alınarak adları geçen üyelerin göreve devamlarının soruşturmanın selameti ve yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği gözetilerek Yargıtay Kanununun 18/1, 2, 4 fıkraları ile 46. maddeleri gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına” karar verildiği ve içeriği itibarıyla bu kararda sanık hakkında ağır cezalık suçüstü hâli nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun belirtildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.
İHAM tarafından Yargıtayca hukuka aykırı olarak geniş yorumlandığı sonucuna varılan suçüstü hâline ilişkin değerlendirmenin salt Yargıtayın yorumundan mı ibaret olduğu, aksi hâlde söz konusu yorumun, konumuza ilişkin olarak iç hukukumuzda yürürlükten kaldırılan ve halen yürürlükte bulunan düzenlemelerle de uyumlu olup olmadığının irdelenmesine gelince;
01.06.2005 tarihinde yürürlükten kaldırılmakla birlikte, suçüstü hâlinde işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu"nun 1. maddesi;
“Faili suçu işlediği sırada veya pek az sonra yakalanan:
A) Ağır ceza mahkemesinin vazife gördüğü yerlerdeki belediye sınırları içinde işlenen ağır cezalı meşhud cürümler;
B) (Değişik: 1/12/1980 - 2349/1 md.) Asliye teşkilatı olan yerlerdeki belediye sınırları içinde ve panayırlarda işlenen ağır ceza mahkemelerinin vazifeleri dışındaki meşhud cürümlerle Türk Ceza Kanununun 529, 534, 536, 537, 539, 545, 547, 548, 551, 565, 567, 568, 571, 572, 573, 574, 575 ve 576 ncı maddeleri ile 540 ncı maddenin ikinci fıkrasında yazılı meşhud olarak işlenen kabahatlar hakkında takip ve duruşma bu Kanun hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bununla birlikte, yine yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun Ek 1. maddesinde;
“1) Anayasa"da yer alan temel hak ve hürriyetlere ideolojik amaçlarla, Devletin Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadiyle işlenen suçlarla, bunlara murtabıt suçları;
2) Türk Ceza Kanununun 179, 180, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ayrı olmak üzere 188, 201, 254, 255, 256, 257 ve 264 üncü maddelerinde veya 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanunun değişik 12 nci yahut aynı Kanunun ek maddesinin, birinci bendinde yazılı suçlar;
İşleyenler hakkında yapılacak soruşturma ve kovuşturmalar, 3005 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin (A) bendindeki mahal ve aynı Kanunun 4 üncü maddesinde yazılı zaman kayıtlarına bakılmaksızın, bahis konusu kanun hükümlerine göre yapılır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu düzenlemeler doğrultusunda, uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, terör suçları bakımından yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde suçüstü hükümlerine göre işlem yapılması öngörülmekteydi.
Diğer yandan, özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa"nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun"un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun"un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun"un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun"un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun"un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun"la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır. İç hukuk düzenlemesi niteliğinde olan ve kişisel suçları nedeniyle Yargıtayın yargılayacağı kişilere yönelik bu düzenlemeyle de, 15.07.2016 tarihinden sonra haklarında örgütlü suçluluk nedeniyle ağır cezalık suçüstü hükümlerine göre işlem yapılan bu kişiler hakkında yetkili makamlarca uygulanan genel hükümlerin ve dolayısıyla fiili durumun suçüstü hâliyle uyumlu olduğu öngörülerek bu doğrultuda yapılacak soruşturma ve kovuşturma işlemleri hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, genelde mütemadi suçlarda temadinin yakalama ile kesileceğine ve o anda suçüstü hâlinin var olduğuna, özelde de olumsuz görev uyuşmazlıklarına konu kararlarda FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla yakalanan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden suçüstü hâlinin bulunduğuna dair Yargıtayca varılan kanaat salt suçüstü hâlinin yargısal, mantıksız ve keyfî yorumuna değil, doktrindeki görüşlere, örgütsel suçluluğun teorisine, dahası ve en önemlisi, yasama organınca istikrarlı ve birbiriyle uyumlu olarak hüküm altına alınan iç hukuk düzenlemelerine dayanmaktadır. Varılan sonuç sonrasında Anayasa Mahkemesince de benimsenmiştir.
İHAM"ın anılan ihlal kararında ise, konunun yalnızca Yargıtayın yorumu üzerinden irdelendiği, bu yorumun aynı zamanda 2797 sayılı Kanun"un 46. maddesinde yapılan ve kanunlaşan düzenlemelere dayandığının ve bu düzenlemelerle uyumlu olduğunun dikkate alınmadığı ve söz konusu kararda, ülkenin milli egemenliğini temsil eden yasamanın bu düzenlemelerinin İHAS"a ve evrensel hukuk ilkelerine aykırılık teşkil edip etmediği hususunda değerlendirme yapılmadığı görülmektedir.
Uyuşmazlığın çözümünde ayrıca, mütemadi suç ve suçüstü hâli kavramlarından, bu kavramların yukarıda belirtilen hukuki dayanaklarından ve söz konusu kavramların somut olaya uygulanma koşullarından bağımsız olarak; başlı başına suçun niteliği dikkate alınarak failler hakkında özel soruşturma usullerinin uygulanmasına yasal düzenlemelerle bir istisna getirilip getirilmediği hususuna da değinmek gerekmektedir.
Bu bağlamda ele alınması gereken ve 6087 ile 2797 sayılı Kanun"ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı Mükerrer Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK"nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada; "Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır." hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu düzenlemede görüleceği üzere, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun"da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır.
Nitekim özel soruşturma usulllerine istisna getiren benzer bir hükme, Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlarla ilgili yine kural olarak özel soruşturma usulleri uygulanmasının ve buna bağlı hukuki teminatların öngörüldüğü 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu"nun "Disiplin ve Ceza İşleri" başlıklı Dokuzuncu Bölümünde yer alan "Genel Esaslar" başlıklı 53. maddesinin yedinci fıkrasında da "İdeolojik amaçlarla Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadıyla işlenen suçlarla bunlara irtibatlı suçlar, öğrenme ve öğretme hürriyetini doğrudan veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan boykot, işgal, engelleme, bunları teşvik ve tahrik, anarşik ve ideolojik olaylara ilişkin suçlar ile ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinde, yukarıda yazılı usuller uygulanmaz; bu hallerde kovuşturmayı Cumhuriyet Savcısı doğrudan yapar." şeklinde yer verilmiştir.
Her iki düzenleme birlikte ele alındığında, konumuza ilişkin olarak özellikle de 6087 ve 2797 sayılı Kanun"larda kural olarak özel soruşturma usulleri öngörülmüş olmasına rağmen, sonradan CMK"nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasının yürürlüğe konulması karşısında, yasa koyucunun salt bu fıkrada sayılan suçların niteliğini gözeterek, ayrıca suçüstü hâlinin varlığını araştırmaya gerek bulunmaksızın, 2937 sayılı Kanun"da sayılanlar dışında bu suçları işleyen kişiler hakkında, ilgili kanuni düzenlemeler uyarınca özel soruşturma usulleri uygulanmasının istisnasını öngören bir hüküm ihdas ettiği ve bu yönde bir sistem oluşturduğu anlaşılmaktadır. Ancak İHAM kararında silahlı terör örgütü üyeliği suçunda genel hükümlere göre yürütülen soruşturma işlemlerinin hukukîliği değerlendirilirken söz konusu uygulamanın aynı zamanda CMK"nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına da uygun olup olmadığı, dolayısıyla uygulamanın bu yönüyle de yargısal ve keyfi yorumun ötesinde iç hukuk düzenlemesine dayanıp dayanmadığı hususunda bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında, sanık müdafisinin olayda suçüstü hâline ilişkin koşulların bulunmadığına ve soruşturmayı yürüten makamların yetkili olmadığına dair usule yönelik itirazı değerlendirildiğinde;
Sanık ..."un Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyesi olarak görev yapmaktayken, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensupları tarafından 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrasında, kendisinin de bu örgüte üye olduğu iddiasıyla ve kişisel suç niteliğindeki bu suç açısından suçüstü hâlinin de varlığına dayalı olarak hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenerek hakkında Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı olayda; itiraza konu uygulamanın, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna, bu örgütten ayrılmaya dair icrai bir davranışta bulunmadığına ve elde edilen mevcut deliller itibarıyla yetkili makamlarca sanığın cezai eylem niteliğindeki örgüt üyeliğine ilişkin fiilinin icrasına devam ettiği, böylelikle sanığa atılı suçun işlenmekte olduğu hususunda resmi makamlarca edinilen bilgi kapsamında gerçekleştirildiği,
Bununla birlikte, silahlı terör örgütü üyeliği/yöneticiliği suçunun mütemadi suç ve bu suçlar yönünden yakalama anına kadar suçüstü hâlinin söz konusu olduğunu kabul ederek Yargıtayın yargılayacağı kişilere atılı bu suçlarla ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen diğer kişisel suçların soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin 2797 sayılı Kanun"da değişiklik öngören ve sonradan aynen kanunlaşan hukuki düzenlemelerde, önceden beri 2797 ve 6087 sayılı Kanun"larda öngörülen hukuki teminatların istisnasını teşkil eden "ağır cezalık suçüstü hâli" tabirinin, Yargıtayın yargılayacağı söz konusu kişilere atılı bu suçların da benzer nitelikte olduklarını ortaya koyacak ve bu suçları da kapsayacak şekilde yeniden kullanıldığı,
Diğer yandan, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun, hem aralarında sanığın da bulunduğu benzer durumdaki yüksek yargı eski üyelerine yönelik Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararıyla, hem de sonradan yürürlüğe konulan ulusal hukuk düzenlemeleriyle de kabul edilerek mevcut uygulama sonrasında adli ve idari açıdan devam edecek diğer işlemler öngörüldüğü gibi, aynı zamanda itiraza konu uygulamanın, CMK"nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasında hüküm altına alınan ve sanık hakkında öngörülen özel soruşturma usullerinin istisnasını teşkil eden düzenlemeyle de uyumlu olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; HSK"nın seçimle gelen üyelerinin işledikleri suçlara dair özel soruşturma usullerinin uygulanmasını öngören 6087 sayılı Kanun"un 38. maddesinin uygulanma koşullarının somut olayda oluşmadığı, dolayısıyla, dava konusu olayda sanık hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin doğrudan doğruya iç hukuk düzenlemelerinin verdiği yetkinin kullanılması niteliğinde olduğu, kanunların genişletici ve keyfî olarak yorumlanmasından kaynaklanmadığı, bu hâliyle "hukukun kalitesi" ilkesine de uygun olan itiraza konu uygulamanın hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşıldığından, sanık müdafisinin bu yöndeki itirazına itibar edilmemiştir.
D- Hakimler ve Savcılar Kurulunun Seçimle Gelen Üyelerinin İşledikleri İddia Olunan Suçlar Bakımından Kovuşturma Makamlarının Belirlenmesi
Anayasanın "Cumhuriyetin nitelikleri" başlıklı 2. maddesi;
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir"
"Kanuni hâkim güvencesi" başlıklı 37. maddesi de;
"Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz" şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında da, Anayasa"nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin, "insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa"ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet" olduğu ifade edilmiş ve "hukuk devletinin temel ilkelerinden biri "hukuk güvenliği" ilkesidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. "Belirlilik" ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir" sonucuna varılmıştır.
Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Zira hukuk devletinin alt unsurlarından biri olan hukuk güvenliğinin sağlanmasının ön koşullarından biri kanuni hâkim güvencesidir. Kanuni hâkim güvencesinin sağlanmadığı bir sistemde bireylerin güven içinde hareket edebilmeleri mümkün olamaz. Bireyler herhangi bir hukuki uyuşmazlıkta hangi yargı merci tarafından hangi kurallar uygulanarak yargılama yapılacağını önceden bilmelidir. Aksi bir durumda hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ortadan kalkar. Eğer hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılıyorsa, bu durumda hukuk güvenliğinin zorunlu ön koşulu olan kanuni hâkim güvencesi mutlak anlamda tesis edilmelidir.
Kanuni hâkim güvencesi 1982 Anayasası"nda özel olarak düzenlenmiştir. Anayasa"nın 37. maddesi gereğince herkes kanuni hâkim güvencesine sahiptir. Yine Anayasa Mahkemesinin istikrarlı kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.
Bu noktada, bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibarıyla hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde, "kanuniliğin" yanı sıra "önceden belirlenmiş" olmaya da yer verilmiştir.
Öte yandan, olağanüstü mahkeme kurma yasağı içeren kanuni hâkim güvencesi özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen özel/uzman mahkemelerin kurulmasına engel oluşturmamaktadır. Diğer bir ifadeyle olağanüstü mahkeme ile özel/uzman mahkeme kavramları aynı anlama gelmemektedir. Bir hukuk sisteminde bazı suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen yargı mercileri kurulabilir. Örneğin terör ve organize suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek bu tür özel/uzman yargı mercilerin kurulmasını gerekli kılabilir.
Kanuni hâkim güvencesi tüm yargılamalarda geçerli olan bir ilke olmakla beraber ceza yargılamalarında çok daha önemli olmaktadır. Nitekim ceza soruşturma ve kovuşturmaları özgürlük gibi bireylerin en temel haklarından birine yapılmış doğrudan ve radikal bir müdahale niteliğindedir. Dolayısıyla kişi hürriyetinin sahip olduğu önem, bireylere ceza yargılamalarında daha yüksek güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Kanuni hâkim güvencesi söz konusu güvencelerin ilk basamağını oluşturmaktadır. Zira adil ve güvenceli bir yargılama için her şeyden önce yargı yetkisi kullanacak merci olması gerektiği şekilde kurulmalı ve görev yapmalıdır. Aksi takdirde adil yargılanma hakkı kapsamında bireylere sağlanan bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde makul sürede yargılanma, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama gibi güvencelerin bir önemi kalmayacaktır. Zira tüm bu güvenceler ancak olağan mahkemelerin varlığı halinde işlevsel olabilecektir.
Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilere atılı ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen kişisel suçlar bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere; 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda "demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla" Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00"den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır. TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında Hükûmet adına söz alan Adalet Bakanı, olağanüstü hâl ilan edilme nedenini "... darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüş ... Bakanlar Kuruluna iletilmiştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye"de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir ... Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye"de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fetullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır." sözleriyle ifade etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme"ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.
Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.
Olağanüstü hâl KHK"lar konu, amaç, yer ve süre bakımından olağan KHK"lardan farklı özellikler taşımaktadır. Her şeyden önce, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl KHK"ları, olağan KHK"lar bakımından Anayasa"nın, söz konusu düzenlemelerin yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 91. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen “...sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” şeklindeki sınırlamaya tabi tutulmamıştır. Başka bir ifadeyle, Anayasa"nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümünde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler de 680 sayılı KHK"nın kabul edildiği ve yürürlüğe konulduğu tarih itibarıyla olağanüstü hâl KHK"ları ile düzenlenebilmekteydi. Hatta bu hususlarda düzenleme yapılabilmesinden de öte, söz konusu KHK"larla, Anayasa"nın 15. maddesi uyarınca, bu maddenin ikinci fıkrasındaki çekirdek temel haklara dokunmamak kaydıyla, temel hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilmekte veya bunlar için Anayasa"da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmekteydi.
Buna karşın, olağanüstü hâl KHK"ların “sebebe bağlı” işlem olmaları nedeniyle, Anayasa"nın yine söz konusu 680 sayılı KHK"nın yürürlüğe konulduğu dönemde yürürlükte bulunan 121. maddesi uyarınca sıkıyönetim veya olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda çıkarılabileceği düzenlenmişti. Ayrıca Anayasa"nın 15. maddesi uyarınca, bu düzenlemelerin “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi” ve “durumun gerektirdiği ölçüde” olması da anayasal bir zorunluluktu.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 148. maddesinin birinci fıkrasının, 680 sayılı KHK"nın yürürlüğe konulduğu tarih itibarıyla uygulanması gereken hâlinde; olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Bu durumda öncelikle belirtmek gerekir ki; kovuşturma makamlarına dair değişikliklerin yapıldığı tarih itibarıyla uygulanması gereken söz konusu Anayasal düzenlemeler karşısında; kural olarak olağanüstü hâl KHK"ları ile Anayasa"nın 37. maddesinde güvence altına alınan kanuni hakim güvencesiyle ilgili düzenlemeler yapılmasında hukuka aykırı bir durumun söz konusu olmadığı ve bu düzenlemelere karşı soyut norm denetimi yoluna gidilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Kovuşturma makamına dair KHK ile yapılan değişikliğin, Yargıtayın iç işleyişine dair olağan bir düzenleme olmanın ötesinde, yargılanacak kişilerin kanuni hâkim ilkesini Anayasal sınırlar içerisinde dahi kısıtlayan bir yönünün olup olmadığı hususunun irdelenmesine gelince;
Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere kanuni hâkim güvencesi; yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla, yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakması kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmez (AYM, E. 2014/164, K. 2015/12, 14.01.2015). Bu kapsamda bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E. 2009/52, K. 2010/16, 21.01.2010).
Anayasa"nın 154. maddesinin birinci fıkrasında, Yargıtayın kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı; aynı maddenin beşinci fıkrasında da Yargıtayın kuruluşunun, işleyişinin, Başkan, Başkanvekilleri, Daire Başkanları ve Üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısının ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin niteliklerinin ve seçim usullerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.
Bu düzenlemeler doğrultusunda yürürlüğe konulan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu"nun 1. maddesinde de Yargıtayın bağımsız bir yüksek mahkeme olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Öte yandan, hem Yargıtay Daireleri, hem de Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2797 sayılı Kanun"un 3. maddesinde Yargıtayın karar organları arasında sayılmış, aynı Kanun"un 4. maddesi uyarınca Yargıtay dairelerinde bir başkan ve yeteri kadar üye bulunacağı, 7. maddesi uyarınca da Ceza Genel Kurulunun ceza dairelerinin başkan ve üyelerinden oluşacağı öngörülmektedir.
Yargıtay Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevi, 2797 sayılı Kanun"un 15. maddesinde suç tarihi itibarıyla;
“1. Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek,
2. a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,
b) Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa, c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa, bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,
3. Yargıtay Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile yargılama görevi özel kanunlarınca Yargıtay Genel Kurullarına verilen kişilere ait davaları ilk mahkeme olarak görmek ve hükme bağlamak ve ilk mahkeme olarak özel dairelerce verilen hüküm ve kararların temyiz ve itiraz yoluyla incelenmesini yapmak,
4. Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.
Hukuk ve Ceza Genel Kurullarına katılmak zorunda olan Başkan ve üyelerin belirlenmesine ilişkin esaslar, görüşmelerin gündemi, yönetimi, çalışma gün ve saatleri, oylama ve karar, ön sorun ve öncelikle karara bağlanacak hususlar, kararın çıkmış sayılması, kanun hükümleri çerçevesinde Yargıtay İç Yönetmeliği ile düzenlenir.” biçiminde düzenlenmişti.
Aynı Kanun"un “Yargıtay Üyelerinin Nitelikleri ve Seçimi” başlıklı 29. maddesinde ise; Yargıtay üyelerinin, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından seçileceği hükme bağlanmıştır.
Bununla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu"nun 6545 sayılı Kanun"la değişik 14. maddesinde yer alan "hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır" şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere; idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan "Yargıtay", dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa"nın ilgili hükümleri, 2797 sayılı Kanun ve Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararı birlikte değerlendirildiğinde; temelde bağımsız bir mahkeme olarak kurulan Yargıtayın karar organları olan daireleri ile genel kurulların oluşumu ve çalışma usulleri itibarıyla, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılacak yargılamalar yönünden bu organlar arasında mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kalkmasına dair bir nedenin bulunmadığı, diğer yandan, suç tarihinden önce ve genel nitelikteki düzenlemelerle hem bu karar organlarının oluşturulup çalışma usullerinin düzenlendiği, hem de dairelere ve genel kurullara katılacak üyelerin bu düzenlemeler doğrultusunda seçilerek aynı güvence ve hukuki statüyle görev yaptıkları, söz konusu düzenlemelerle, mevcut dosyaların yoğunluğu itibarıyla özelde ve çoğunlukla kişisel suç niteliğindeki FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubiyeti iddiasıyla haklarında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen yüksek mahkeme eski üyelerine atılı bu suçlardan dolayı yapılacak kovuşturma işlemleri belirlenmiş ise de, sonradan aynen kabul edilerek kanunlaşan bu usullerin aynı zamanda 2797 sayılı Kanun"da sayılan kişilerin ağır cezayı gerektiren ve suçüstü hâlinde işlenen tüm suçları açısından da uygulanacak olması, yine bu kişiler yönünden kovuşturma yapma yetkisinin suç tarihindeki düzenlemeden farklı olarak “Yargıtay” dışında farklı bir makama devredilmemesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; kovuşturma yapma yetkisinin Genel Kuruldan alınarak ilgili ceza dairesine verilmesine yönelik düzenlemenin, suç tarihinden sonra olağanüstü mahkeme kurulması niteliğinde olmadığı, böylelikle kanuni hâkim ilkesine aykırı olarak yargılama yapılmadığı ve bu düzenlemenin temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliği dahi taşımayan, salt Yargıtayın iç işleyişine yönelik usulî bir düzenleme olduğu anlaşılmaktadır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun"da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçları bakımından Yargıtay 9. Ceza Dairesinin kovuşturma yapmakla görevlendirilmesine ilişkin düzenlemelerin İHAS"ın 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı yönünden de irdelenmesi gerekmektedir.
Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun"da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesine göre ise; iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.
Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, 2797 sayılı Kanun"da ve Yargıtay İç Yönetmeliği"nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271"i itiraz, 877"si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524"ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olarak ortaya çıkmaktadır.
24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı KHK"nın 45. maddesiyle, 2797 sayılı Kanun"a eklenen geçici 16. madde ile;
“Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunun içtihadı birleştirme toplantılarına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, 31/12/2022 tarihine kadar bu kurulların oluşumu ve çalışma usulü hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır.
a) Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulu, her hukuk ve ceza dairesinden en az bir üye olmak kaydıyla Birinci Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen yirmişer üyeden oluşur. Bu kurullara, Birinci Başkan veya ilgili başkan vekili, bunların bulunmaması halinde kurulların en kıdemli üyesi başkanlık eder.
b) Üyeler Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunda sürekli olarak görev yaparlar. Ancak, iş durumu göz önüne alınmak suretiyle üyelerin daire çalışmalarına katılmalarına Büyük Genel Kurul tarafından karar verilebilir.
c) Kurullarda toplantı ve görüşme yeter sayısı onbeştir. Toplantıda bulunanların üçte ikisinin oyu ile karar verilir. Birinci toplantıda üçte iki oy çoğunluğu sağlanamazsa ikinci toplantıda bulunanların çoğunluğuyla karar verilir
Bu maddede hüküm bulunmayan hallerde, Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunun çalışmasına ilişkin bu Kanunun mevcut hükümleri uygulanmaya devam olunur.” biçimindeki düzenleme, 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı mükerrer Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7079 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun"un 40. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. Böylelikle 2018 yılının Eylül ayından itibaren Yargıtay Ceza Genel Kurulu, mevcut görevlerinin yerine getirilmesi hususunda sabit heyetle toplanıp karar vermeye başlamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü ve birden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtay"da yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların, hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine, adil yargılanma hakkının sağlanması gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bu nedenle; sanık müdafisinin, sanığın kanuni hâkim ilkesine aykırı şekilde Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yargılandığına ilişkin usuli itirazı da yerinde görülmemiştir.
2- SAV; Sanık müdafisi; Türk Hukukunda Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle üç dereceli yargı sistemine geçildiğini, bu bakımdan sanık hakkında iki dereceli yargı sisteminin uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu ve bu suretle sanığın adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
Değerlendirme;
Sanığa atılı kişisel suç yönünden kovuşturma makamının ilk derece mahkemeleri olmayıp görevli mercinin Yargıtay 9. Ceza Dairesi olması, 25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 7 nolu Protokolünün 2. maddesinde; ilgili kişinin, hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğunun belirtilmesi, CMK"nın 304. maddesinin dördüncü fıkrasının; ilk derece mahkemesi tarafından verilen ve doğrudan temyiz yolu açık bulunan hükümlere ilişkin usul kurallarını ihtiva etmesi ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu"nun 41. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı Kanun"un 15. maddesinin üçüncü fıkrasında, ilk derece mahkemesi olarak Özel dairelerce verilen hükümlerin Ceza Genel Kurulunca temyiz yoluyla inceleneceğinin belirtilmesi karşısında; sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün “temyiz” kanun yoluna tâbi olduğu ve somut olayda üç dereceli yargı sisteminin söz konusu olmayıp istinaf kanun yolu denetiminden geçmesi gereken bir hüküm bulunmadığı açıktır.
Bu itibarla, sanık müdafisinin bu yöndeki usulî itirazına da itibar edilmemiştir.
Burada ifade etmek gerekir ki; sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini uygulayarak geçmişte olan bir olayın nasıl meydana geldiğini ortaya çıkarmak suretiyle öğrenme muhakemesi yapan ilk derece mahkemesince yapılan tespitlerin ve varılan kanaatin, belirsiz, eksik, çelişkili, mantık ve deneyim kurallarına aykırı olmadığı müddetçe, temyiz kanun yolunda temyiz mahkemesince maddi olgu yönüyle yeniden tespit ve kanaat oluşturulup değiştirilmemesine özen gösterilmesi gerekmektedir.
3- SAV; Sanık müdafisi; soruşturma aşamasında sanığın iş yerinde yapılan arama işlemi sonucunda el konulan materyaller üzerindeki arama işleminin CMK"nın 134. maddesine aykırı yapıldığını, bu nedenle söz konusu materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu elde edilen delillerin CMK"nın 217. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu ve hükme esas alınmaması gerektiğini ileri sürmüştür.
Değerlendirme;
Özel Dairece yapılan yargılama sonucunda, sanığın iş yerinde ele geçirilen materyaller üzerindeki incelemelerde suç unsuruna rastlanılmadığı gerekçesiyle, elde edilen delillerin sanığa atılı suçun sübutunda ve uygulanan kanun maddelerinin belirlenmesinde dikkate alınmadığının gerekçeli kararda açıkça belirtilmesi karşısında; söz konusu materyallerin elde ediliş biçimine dair hukukî tespitlerde bulunulmasının temyiz incelemesinin kapsamı ve amacı yönünden gerekli ve sonuca etkili olmadığı anlaşıldığından; sanığın iş yerinde ve buradaki materyaller üzerinde gerçekleştirilen arama işleminin ve elde edilen delillerin hukuka uygun olup olmadığı hususunda değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
4- SAV; Sanık müdafisi; sanık hakkında düzenlenen iddianamenin kabulü şartlarının oluşmadığını, bu nedenle iddianamenin iadesi gerektiğini, buna karşın iddianamenin iadesine ilişkin talebin hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve gerekçe belirtilmeksizin iddianamenin kabul edilerek kovuşturma aşamasına geçildiğini, sonrasında da Özel Dairece bir çok yere müzekkere yazılarak delil araştırması yapıldığını ileri sürmüştür.
Değerlendirme;
5271 sayılı CMK"nın 170. maddesinin birinci fıkrasında kamu davasını açma görevinin Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirileceği belirtildikten sonra, aynı maddenin devam eden fıkralarında; soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısının bir iddianame düzenleyeceği, görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede; şüphelinin kimliğinin, varsa müdafisinin, maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliğinin, mağdurun veya suçtan zarar görenin vekilinin veya kanunî temsilcisinin, açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliğinin, şikâyette bulunan kişinin kimliğinin, şikâyetin yapıldığı tarihin, yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddelerinin, yüklenen suçun işlendiği yerin, tarihin ve zaman diliminin, suçun delillerinin, şüphelinin tutuklu olup olmadığının; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların sürelerinin gösterileceği hüküm altına alınmıştır.
Yine bu madde uyarınca; iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olayların, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanacağı, iddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususların değil, lehine olan hususların da ileri sürüleceği, iddianamenin sonuç kısmında da, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiğinin; suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecek olan güvenlik tedbirinin açıkça belirtileceği öngörülmüştür.
Aynı Kanun"un “İddianamenin iadesi” başlıklı 174. maddesi uyarınca ise; mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren on beş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle; 170. maddeye aykırı olarak düzenlenen, suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen, ön ödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan işlerde ön ödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verileceği, ancak suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianamenin iade edilemeyeceği düzenlenmiştir.
Cumhuriyet savcısı, CMK"nın 170. maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda iddianame düzenleyerek kanunda öngörülen amacına ulaşmış olduğundan, Cumhuriyet savcısının mahkemece verilecek iddianamenin kabulü kararına karşı mantıken bir itiraz yetkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte CMK"da, aynı hususta şüpheliye de herhangi bir itiraz hakkı tanınmamıştır. Şu halde, mahkemece yasal süre içerisinde verilen iddianamenin kabulü kararı kesin niteliktedir.
Bununla birlikte, CMK"nın 191. maddesinde “iddianamenin kabulü kararının okunarak anlatılması” durumundan söz edilmekteyse de, bu kararın içeriğinin nasıl olması gerektiğine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması durumu Anayasal bir zorunluluk arz ettiğine göre; her ne kadar iddianamenin kabulü kararının gerekçeli olmasına ilişkin özel bir düzenlemeye yasada yer verilmemişse de, mahkeme ister iddianamenin kabulüne ister iadesine karar vermiş olsun, hangi gerekçelerle ilgili kararı verdiğini açıkça belirtmek durumundadır. Ayrıca iddianamenin kabulü kararlarının gerekçeli olması durumu; esas mahkemesinin savcılık iddiasını yeterli şüphe olarak ele alıp almadığının, ve detaylı inceleme yapmaksızın eleştirisiz iddiayı kabul ederek iddianamenin kabulüne karar vermesi şeklindeki kurumun fonksiyonunu yitirici uygulanmaların denetlenmesi bakımından önem taşımaktadır. Çünkü kanun koyucu iddianamenin değerlendirilmesi yetkisi ve görevini esas mahkemesine vermekle, esas mahkemesini Cumhuriyet savcılığının delil araçlarını takdirinden bağımsız, yeterli şüphenin incelenmesine zorlamıştır. Bu bakımdan, iddianamenin kabulü kararı verilmesi durumunda, mahkemenin ön yargı hâlinde bulunmadığını teyit için özellikle gerekçeye ihtiyaç vardır. Bu nedenle, hangi sebeplerle iddianamenin kabulüne karar verildiği açıkça belirtilmelidir. Ancak bu durumda karar kriteri esas olarak tek başına “yeterli şüphenin” mevcudiyeti olarak dahi gösterilebilecektir. Zira, mahkemenin esas yapması gereken inceleme, “iddiada aktarılan geçmişteki olayın bütününün bir suç fiilinin şüphelisini yeterli derecede şüphe gösterip göstermediği”, yani yapılacak yargılama sonucunda bir mahkûmiyetin muhtemel olup olmadığı hususundadır (Burcu Ertem, Kamu Davasının Açılması ve İddianamenin İadesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara – 2007, s. 180-181).
Ayrıca ifade etmek gerekir ki; ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup hüküm verecek olan mahkeme hâkimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecektir. Böylece, belirtilen ilkeler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan “adil yargılama” hakkının temel gerekleri ve CMK"nın 217. maddesi uyarınca hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecektir.
Yine, ceza yargılamasında hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp delil serbestisi içinde yargılama yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek kuşkudan arınmış bir sonuca ulaşmalıdır. Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir.
Ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler nazara alınarak, somut gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak ortaya çıkarılmasıdır. Bu bağlamda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe varmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle, ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, adaletin tam olarak tecelli edebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu doğrultuda, 5271 sayılı CMK"da delillere ilişkin düzenlemelerde mahkemenin de her bir delile re"sen ulaşıp o delili tartışmaya açmasına imkân tanınmıştır. Çözümü özel ve teknik bilgiyi gerektiren hâllerde re"sen bilirkişiye başvurulabilmesi, naip veya istinabe olunan hâkim tarafından keşif yapılabilmesi gibi düzenlemeler de bu yöndeki kabulü doğrular niteliktedir. Aynı şekilde, CMK"nın 332. maddesi uyarınca, mahkemenin çeşitli kurumlardan yazılı olarak bilgi isteyebilmesi de talep koşuluna bağlanmamıştır. Dolayısıyla, medeni muhakemeden farklı olarak ceza muhakemesinde benimsenen en önemli prensibin, hâkimin de delil araştırabilmesi olduğu anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında sanık müdafisinin usulî itirazları değerlendirildiğinde;
Mahkemece iddianamenin kabulüne karar verildikten sonra yargılamanın durdurularak iddianamenin iadesine karar verilmesine kanunen imkân bulunmadığı gibi, sübuta etki eden delillerin toplanması ve hükmün kurulmuş olması karşısında bu yöndeki talebin sonuca etkisinin de olmadığı,
Öte yandan, sanık hakkında düzenlenen iddianame üzerine Özel Dairece “İncelenen iddianamede Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 170/3. maddesindeki bilgilerin yer aldığı, atılı suçu oluşturan olayların mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklandığı, sanığın lehine ve aleyhine olan hususların ileri sürüldüğü, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinin hangilerine hükmedilmesinin talep edildiği” gerekçesiyle verilen iddianamenin kabulü kararında; sanıkla ilgili aktarılan maddi olayla, bu olayın vasıflandırıldığı cezai eylem arasında yeterli şüphenin bulunduğu hususunda açıklamaya yer verilmesinin yeterli olması karşısında; söz konusu kararda yeterli gerekçenin bulunduğu, yine, yargılamanın geldiği aşama itibarıyla bu yöndeki bir itirazın da sonuca etkili olmadığı,
Ayrıca, ceza muhakemesine hâkim olan re"sen araştırma ve delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesi doğrultusunda, kovuşturma makamınca gerekli görüldüğü takdirde sanığın hem aleyhine hem de lehine olabilecek tüm delillerin toplanmasına dair işlemlerinin makul sürede ve adil yargılanma hakkının gereği olduğu,
Değerlendirildiğinden, sanık müdafisinin söz konusu itirazlarının da kabulü mümkün görülmemiştir.
5- SAV; Sanık müdafisi; soruşturma aşamasında dosyaya erişimlerinin engellendiğini, savunma hazırlanması ve yapılması sürecinde sanığın yeterli imkânlara kavuşamadığını, keza genel olarak soruşturma ve kovuşturma aşamalarında savunma hakkının kısıtlanarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Değerlendirme;
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir (AYM; B. No: 014/9817, 26.02.2015), AİHM de bu kapsamda hakkaniyete uygun bir yargılama için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik şekilde yorumlanması gerektiğini vurgulamaktadır (Ludi/İsviçre, B.No:12433/86, 15.06.1992; Artico/İtalya, B.No:6694/74, 13.05.1980).
Öte yandan, delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dâhil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlâl edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No: 35394/97, § 34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No: 4378/02, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No: 11082/06, 13772/05, § 700). Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
Sanığa soruşturma aşamasında yöneltilen suçlamaların; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi ve bu örgütün yargı yapılanmasında yer aldığına ilişkin olduğu, bu suçlamaların içeriğinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ifade alma işlemi sırasında sanığa sorulan sorularda açıklandığı ve sanığın farklı tarihlerde alınan ifadelerinde anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı bir şekilde beyanlarda bulunduğu, öte yandan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 22.07.2016 tarihinde düzenlenen tutuklama talep yazısında, sanığa isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı şekilde açıklamalara yer verildiği, bu bağlamda, suça konu edilen olaylarla ilgili bilgi ve delillere yer verildiği, bu eylemlerin hukuki niteliğine yönelik olarak da değerlendirmelerde bulunulduğu, anılan talep yazısının sorgu işlemi öncesinde Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından sanığa okunduğu, ayrıca sorgu tutanağında sanığa isnat edilen suçun okunup anlatıldığı, sanığın sorgu sırasında suçlama konusu olaylarla ilgili anlatımda bulunduğu, sorulan sorulara cevap verdiği, ayrıca sanık müdafisinin tutukluluğa itiraz dilekçesinde de usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir biçimde beyanda bulunulduğu, dolayısıyla sanık ve müdafisinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin sanığa veya müdafisine bildirilmiş ve sanığa bunlara karşı savunma ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında; soruşturma aşamasında dosyanın incelenmesine izin verilmemesi nedeniyle sanığın; tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının ve genel olarak soruşturma aşamasında savunma hakkının kısıtlandığının kabulü mümkün görülmemiştir.
Kovuşturma aşamasında ise sanığa ve müdafisine geniş bir şekilde savunma yapma imkân ve fırsatı tanındığı, zira kovuşturma evresinde yapılan beş oturumda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere sanık ve müdafisinin ayrıntılı bir şekilde savunmalarını yaptıkları, tüm iddia, argüman ve delillere karşı etkin bir şekilde itiraz etme haklarının tanındığı görülmekle, sanık müdafisinin bu aşamada da savunma hakkının kısıtlandığına ve adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğine yönelik iddialarına itibar edilmemiştir.
III- Bu Açıklamalar Işığında Esasa İlişkin Uyuşmazlık Konuları Değerlendirildiğinde;
Örgüt liderinin talimatı doğrultusunda ve bu talimatla uyumlu tarihlerde Bank Asya"ya para yatırılması tek başına değerlendirildiğinde, eylemin silahlı terör örgütüne yardım etme niteliğinde olduğu, ayrıca sanığın savunmaları ve bu bankada tespit edilen hesabın da sanığın eşi adına açılıp kullanılması hususları birlikte değerlendirildiğinde; yalnızca söz konusu hesabın varlığından ve bu hesaptaki işlemlerden hareketle de sanığa atılı örgüt üyeliği suçunun sabit olduğundan söz edilemeyeceği,
Öte yandan, sanığın ByLock programını kullandığını ikrar etmesi ve 18.05.2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağına göre sanığın kullanımındaki ADSL ve GSM numarası aboneliklerinin “228928” ByLock User-ID numarasıyla eşleştirilmiş olması karşısında; sanığın ByLock User-ID numarası almak suretiyle sisteme dahil olduğu ve böylelikle ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğu,
Hükme esas alınan diğer delillere göre de; sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulan ByLock iletişim sistemine dahil olduğunun anlaşılmasının yanı sıra, sanığın 15.07.2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsüne kadar cemaat olarak adlandırdığını söylediği örgüt içerisinde yer aldığını açıkça kabul ettiği, özellikle Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak atandığı 2001 yılından başlayıp 2014 yılında seçimle geldiği HSK Üyeliği sürecinde de örgüt mensubu olduğunu bildiği diğer kişilerce çağrıldığı ve mahiyeti itibarıyla örgütsel nitelikte olduğunu bildiği toplantılara katılıp bu toplantılarda himmet adı altında para verdiği,
Sanıkla arasında önceye dayalı husumet bulunmayan tanık ..."un aşamalardaki istikrarlı beyanlarına göre; örgütün yargıdaki kadrolaşma faaliyetleri kapsamında, hâkim adaylığı için yapılacak sözlü sınavlar öncesinde kendisine başvuran örgüt mensuplarını, bu sınavı kazanabilmeleri için kendilerine referans olabilecek diğer örgüt mensuplarına yönlendirdiğini,
2010 yılında yapılan HSK Üyeliği seçimleri sürecinde aldığı örgütsel tavır doğrultusunda, Kurulda örgüt adına faaliyette bulunacak Üye adaylarının belirlenmesi ve seçim sürecinde bu adayların seçilmelerinin sağlanması hususunda izlenecek politikaların tespiti için örgüt tarafından düzenlenen toplantılara kendisine yapılan çağrıya uyarak katıldığı,
Sanık ... her ne kadar 2011 yılında Yargıtay Üyeliğine seçilecek örgüt mensuplarına dair, örgüt mensuplarınca oluşturulan ilk listede yer almadığını ve dönemin HSK Üyesi ..."ın çabaları sonucunda Yargıtay Üyesi seçildiğini beyan etmişse de; haklarında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla ayrı adli işlem yapılan tanıklardan ..."un ve ..."in beyanlarına göre; sanığın da sonradan Yargıtay Üyeliğine seçilmeleri planlanan örgüt mensuplarına dair hazırlanan listeye eklendiği ve bu listenin oluşturulmasına ilişkin toplantıya katılan örgüt mensuplarınca sanığa ilişkin bir itirazda bulunulmadığı,
Örgüte mensup olduklarını, hatta örgütün mahrem yapısı içerisinde de üst konumda olduklarını değerlendirdiği kişilerle meslekî ve sosyal ilişkinin ötesinde, birlikte yürüttükleri faaliyetler itibarıyla gizli bir oluşumun içerisinde olduğunu fark etmesine rağmen irtibatını sürdüren sanığın, bu bağlamda Yargıtay ve HSK Üyeliği sürecinde örgütsel toplantılara katılıp himmet vermeye devam ettiği, söz konusu toplantılarda kendisine bir sohbet grubuna bağlı olduğu söylenip o grupta yapılacak toplantılara katılması istenildiğinde, bu talepleri de kabul edip yerine getirdiği,
Örgütün yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında önem atfettiği 2014 yılındaki HSK seçimlerinde de örgüt mensubu olduklarını bilip kabullendiği kişilerin kendisine; örgüt lehine kararlar alınabilmesi için Yargıtay kontenjanından seçilecek kişiler arasından HSK Üyeliğine aday olması istenildiğinde bu talebi de kabullendiği ve yine bu kişilerin kendisinin seçilebilmesi adına yaptıkları çalışmalar sayesinde HSK Üyesi olarak seçilip göreve başladığı, Kuruldaki görevi esnasında da örgütün mahrem yapılanmasındaki üst düzey mensuplarından olduğunu belirttiği..."nin kendisine, örgüt mensubu diğer hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla ilgili Kurulda görüşülen dosyalarda örgüt lehine muhalefet şerhleri yazmasına dair verdiği talimatları yerine getirdiğini, böylelikle örgütsel motivasyonla hareket ettiğini kabul ettiği,
Sanığın dijital platform aboneliği devam etmekte iken, örgüte müzahir televizyon kanallarının bu platformlardan çıkarılmasından sonra, özellikle Digitürk müşteri temsilcisiyle yaptığı görüşmeden de anlaşılacağı üzere, örgüte mensubiyete ilişkin genel tavırla uyumlu olarak, bu kanalların çıkarılması nedeniyle üyeliğini sonlandırma talebinde bulunduğu,
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sanığın örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Yargıtay ve sonrasında HSK Üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, bu suretle sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmaktadır.
Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY"nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanığın kanuni yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumu itibarıyla "mahrem alan" yapılanmasında yer alması, telefonuna başkası tarafından yüklendiğini kabul ettiği ByLock programının örgütsel faaliyetlerde kullanıldığını öğrendiği hâlde belirli bir süre daha kullanmaya devam edip bu programda, haklarında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen diğer yüksek yargı eski üyelerinin bulunduğu "KHRMNLR" adlı gruba üye olması, savunmasında da mensubu olduğu örgüt lideri ..."in devletteki kadrolaşmaya yönelik talimatından haberdar olduğunu kabul etmesi ve sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından; sanık hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Bu sebeplerle, sanık ... yönünden TCK"nın 314. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğunun kabulü gerekmektedir.
Bununla birlikte, sanığın örgütte kaldığı süre ve bu süre içerisindeki örgütsel eylemlerinin çeşitliliği itibarıyla suç kastının yoğun olması, örgütün mahrem yapılanmasında ve bu yapılanmanın da Yargıtay ve HSK gibi örgüt tarafından büyük önem taşıyan Anayasal kurumlar içerisindeki örgütlenmesinde yer alması ve özellikle HSK Üyeliği sırasında örgütün talimatlarını yerine getirdiğini kabul etmesi, böylelikle sanığın örgüt içerisindeki konumu ve örgütsel tavırla gerçekleştirdiği eylemler karşısında: işlediği suçla meydana gelen tehlikenin ağır olması birlikte değerlendirildiğinde; alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren bu suçta temel cezanın alt sınırdan bir miktar uzaklaşılarak altı yıl olarak tayin edilmesi dosya kapsamına uygun olup TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık” ilkesine de aykırılık oluşturmamaktadır.
Diğer yandan, sanığın soruşturma evresinde tutuklandıktan sonra, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması talebiyle başvuruda bulunması üzerine savcılıkta alınan ifadesinde; örgütün yapısı, örgüt üyeliği sürecinde örgüt mensubu olduklarını ve örgüt içerisinde irtibatlı olduğunu söylediği kişiler, bu kişilerle gerçekleştirdiği örgütsel faaliyetler ile örgüt mensubu olduklarını bildiği ya da düşündüğü diğer kişilerin kimler olduğu hususlarında detaylı açıklamalarda bulunduğu, örgütün yapısı ve irtibatlı olduğu kişilere dair ifadelerini kendisi hakkında yürütülen davadaki ifadelerinde tekrarladığı, savcılık ifadesinde adları geçen kişiler hakkında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesinde görülmekte olan davalarda ise bu kişiler hakkında tanık sıfatıyla ifade verdiği, altmış iki farklı dosyada alınan ve birer örneği dosya arasına konulan bu ifadelerinde genel olarak yine söz konusu kişilerle ilgili çoğunlukla benzer ifade verip önceki ifadelerini tekrar ettiğini beyan ettiği, bu bağlamda sanığın etkin pişmanlığını kovuşturma aşamasında da sürdürdüğü, dolayısıyla sanık hakkında TCK"nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır.
Yine, sanığın örgütte kaldığı süreyle, örgütteki konumuyla, yerleştirildiği yargısal ve idari kurumların önemiyle büyük oranda uyumlu olarak hem örgütün yargı yapılanması, hem de bu yapılanmaya dahil olduğunu belirttiği çok sayıda kişi hakkında bilgi vermiş ve bu ifadelerini sürdürmüş olması, ancak aynı kriterlere ve dosyadaki delillere göre; sanığın referans olduğu örgüt mensuplarına, HSK Üyeliği sürecinde konumu itibarıyla kendisiyle irtibat kurup örgüt ve mensupları lehine talepte bulunan diğer kişilere ilişkin açıklamalarda bulunmadığı, dolayısıyla örgütle ilgili muhakkak vakıf olduğu değerlendirilen tüm bilgileri paylaşmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde; Özel Dairece sanık hakkında etkin pişmanlık nedeniyle uygulanan indirim oranının üst sınırdan olmamakla birlikte, 5/8 oranında üst sınıra yakın olarak belirlenmesinin de isabetli olduğu değerlendirilmiştir.
Bu itibarla, sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüne ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup sanık müdafisinin soruşturma aşamasında hukuka aykırı işlemler yapıldığına, soruşturma makamlarının yetkisiz olduğuna, mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili gördüğüne, hükmün hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillere dayandığına, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine, savunma hakkının kısıtlandığına, avukatlarının hukuki yardımından yararlanma haklarının sınırlandırıldığına, dosyaya erişim haklarının engellendiğine, suçun unsurlarının oluşmadığına, eksik araştırma ile hüküm kurulduğuna, hata hükümlerinin uygulanması gerektiğine, temel cezanın alt sınır aşılarak belirlenmesinin ve etkin pişmanlık hükümleri nedeniyle yapılan indirim oranının üst hadden uygulanmamasının kanuna aykırı olduğuna ilişkin temyiz itirazları ve diğer tüm temyiz itirazlarının tamamının reddi ile sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mâhkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11.02.2019 tarihli ve 76-8 sayılı; sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.07.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.