Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, davalı eşi U."un hile ile kendisinden aldığı vekaletnameyi kullanarak 2630 parsel sayılı taşınmazını davalı Ş."a tapuda satış işlemi temlik ettiğini, temlikin bilgi ve rızası dışında muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek tapu iptali ve tescili isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, davacının rızası ile verdiği vekaletnameye dayalı olarak temlikin yapıldığını, iddiaların doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafndan süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.1.2008 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat . B. ile temyiz edilen Ş.İ.U.K.A.geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin ve asillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki değinilen ilkeler gözetildiğinde vekil aracılığı ile yapılan temliklerin geçerli olabilmesi için ilk koşul geçerli bir vekalet aktinin varlığı şarttır.Bir başka deyimle, vekalet aktinin iradeyi fesada uğratan bir sebeple elde edilmemiş olması gerekir.Vekalet aktinin hile, hata, ikrah gibi sebeplerle elde edilmesi ve bu şekilde elde edilen vekaletin de temlik işleminde kullanılması o tasarrufun batıl olması sonucunu doğurur.Oysa geçerli bir vekalet sözleşmesinin varlığı başlı başına vekalet görevinin kötüye kullanılmadığının sebebini oluşturamaz.Geçerli bir aktin varlığı halinde vekil ile tasarrufa iştirak eden tarafın el ve işbirliği içinde vekil edeni zararlandırma kastıyla hareket etmeleri gerekir.
Öte yandan, dosya kapsamına göre, davacının onayı dışında taşınmazın, davacının eşi olan davalı tarafından vekil sıfatıyla diğer davalı Ş.a satıldığı ve bu devir nedeniyle tarafların arasında geçimsizlik meydana geldiği ve boşanma ile sonuçlandığı satış tarihinden sonrada taşınmazın davacının dedesi tarafından kullanılmaya devam edildiği alıcı olan davalı Ş..."un bu tasarrufa ses çıkarmadığı tapuda gösterilen satış bedeli ile gerçek bedel arasında önemli oranda farklılık bulunduğu görülmektedir.O halde belirlenen bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde davalıların el ve işbirliği içerisinde hareket etmek suretiyle davacıyı zararlandırma kastıyla temliki gerçekleştirdikleri başka bir ifadeyle olayda vekalet görevinin kötüye kullanıldığı kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere aksi yönde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazı yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 13.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 550.00.-YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18 .6.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.