4. Hukuk Dairesi 2010/3751 E. , 2011/3072 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... tarafından, davalı ... aleyhine 08/01/2009 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 08/12/2009 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız şikayet ve hakaret nedeni ile kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Oturdukları aynı apartmanda üst kat komşusu olan davalının, bağımsız bölümünde projeye aykırı değişiklikler yapması nedeni ile kendi bağımsız bölümüne su sızması üzerine açtığı eski hale getirme davasını kazandığını belirten davacı, hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet dilekçesi veren davalının “…akıl hastası olduğu, ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sevk edilerek müşahede altına alınması gerektiği…” biçimindeki sözlerle kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.
Davalı ise, anayasal hakkı olan şikayet hakkını kullandığını, iddiaların haksız ve yersiz olduğunu ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece, taraflar arasında uzun süreden bu yana devam eden çekişmeler bulunduğu, davacının davalıya ait PVC borusunu yakmak sureti ile mala zarar vermek suçundan mahkum olduğu, davalının şikayet dilekçesinde yer alan sözlerin hak arama özgürlüğü kapsamında kaldığı, hakaret kastı taşımadığı gerekçesi ile istemin reddine karar verilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25.maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlemiştir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Dosya içeriğinden; davacı ile davalının aynı apartmanda oturdukları, davacının üst katında oturan davalının kendi bağımsız bölümünde ruhsatsız olarak projeye aykırı değişikliler yapması nedeni ile davacıya ait dairede zarar meydana geldiği, durumun taraflar arasında görülen davada kesinleşmiş mahkeme kararı ile belirlendiği, kararın icraya konularak yerine getirildiği; davacının da yatak odasının üzerine davalı tarafından projeye aykırı olarak yapılan banyoya ait PVC borusunu yakıp delerek zarar verdiği, bu suçu kışkırtma (haksız tahrik) nedeniyle işlediği kabul edilerek cezalandırıldığı; bu aşamadan sonra davalının davacı hakkında 10.10.2008 günü Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikayet dilekçesi ile mala zarar verme, huzur ve sükunu bozma, iftira suçlarından şikayetçi olduğu anlaşılmaktadır.
Davalı, davacı hakkında verdiği şikayet dilekçesinde; “…elektrikli matkap kullanarak tavanındaki çimento kalıplarına zarar verdiğini... amacının dairesine su sızdığı intibaını uyandırmak olduğunu, daha sonra mahkeme heyeti ile tespit yaptırıp zarar gördüğü iddiası ile kendisine tazminat ödetmeyi amaçladığını, maznunun hukuka aykırı eylemlerinin temadi ettiğini ve can ve mal güvenliğinin tehdit altında bulunduğunu, sokakta da kendisini takip edip huzurunu bozduğunu, maznunun akli melekelerinin normal olmadığı kanaatinde olduğunu, Savcılıkça Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilerek müşahede altına alınmasını talep ettiğini… can güvenliğinin tehdit altında olduğunu…” ileri sürmüş, emniyette verdiği bilgide de aynı sözleri tekrarlamıştır. Davacı emekli öğretim görevlisi, davalı ise avukat olup taraflar arasında hukuk ve ceza mahkemelerine yansımış davalar bulunması, davacının akıl hastası olduğunun kanıtı değildir. Kaldı ki davacı, davalı hakkında açtığı hukuk davasını kazanmış, ceza yargılamasında da davalının kışkırtması nedeniyle suç işlediği kabul olunarak verilen kesin karar ile cezalandırılmıştır.
Yerel mahkemece; davalının hiçbir kanıt göstermeden, akıl hastası olduğunu belirterek, davacının ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde gözlem altına alınması istemini içeren şikayet dilekçesi vermesinin, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gözetilerek, Borçlar Yasası"nın 49. maddesi uyarınca davacı yararına uygun bir manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28/03/2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.