10. Hukuk Dairesi 2016/2048 E. , 2016/7939 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Ödeme emirlerinin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; davanın reddine ilişkin verilen hükmün süresi içinde temyizen incelenmesini davacının avukatının istemesi ve duruşma talep etmesi üzerine, dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 10.05.2016 günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmiştir. Duruşma günü duruşmalı temyiz eden davacı adına Av. ... ile davalı adına Av. ... geldiler. Duruşmaya başlandı. Hazır bulunanların açıklamaları dinlenip duruşmaya son verilerek aynı günde, Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-)5510 sayılı Kanunun 88/16’ncı maddesinde; Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağı, 88/19’uncu maddesinde ise; Kurum alacaklarının (prim ve diğer alacaklar) tahsilinde, 6183 sayılı Kanun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer İş Mahkemesinin yetkili olduğu açıkça düzenlenmiştir. Kamu alacağının tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanun’un 55’inci maddesi uyarınca düzenlenip tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlu, anılan Kanun’un 58’inci maddesi uyarınca 7 gün içinde dava açmak zorunda olup, bu süre hak düşürücü süre niteliğindedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.04.2001 gün ve 21-201-297; 24.03.2004 gün ve 10-164-170; 02.11.2011 gün ve 21-571-680 sayılı kararları)
Somut olayda; davaya konu 51 tane ödeme emrinin büyük bir kısmının davacıya tebliğ tarihinin 10.04.2014 ya da 28.04.2014 tarihi mi olduğu konusunda çelişki ve tereddütte kalınması nedeniyle; bu ödeme emirlerinin davacıya tebliğ tarihi kuşku ve duraksamaya yer kalmayacak şekilde araştırılıp belirlendikten sonra, varsa, yasal 7 günlük dava açma süresi geçtikten sonra dava açılan ödeme emirlerine ilişkin davanın reddine karar verilmelidir.
2-)5510 sayılı Kanunun 88/20"nci maddesi ile, “Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur” düzenlenmesi getirilmiştir. Yapılan bu düzenleme ile tüzel kişiliği haiz bir özel kuruluşta görev yapan yönetim kurulu üyelerinin primlerin ödenmesinden işveren ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları açıkça belirtilmiştir.
Müteselsil borçlulukta alacaklı, alacağının tamamını veya bir kısmını karşısındaki borçlulardan dilediği birinden isteyebilmek imkânına sahip bulunduğu gibi, borçlular da alacaklıya karşı borç sona erinceye kadar hep birlikte sorumlu olmakta devam ederler. Borçlulardan birinin borç ödemeden aciz haline düşmesinin veya iflas etmesinin alacaklı için her hangi bir tehlikesi yoktur. Zira diğer borçlulardan her biri borcun tamamını ifa etmek yükümlülüğü altında bulunmaktadır. Müteselsil borçluluk alacaklıya, borçluların içinden ödeme gücü en yüksek olanı seçerek edimin tamamını ondan isteyebilme yetkisini tanır.
Yukardaki düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, prim alacağının tahakkuk ettiği ve ödenmesi gereken dönemde, işveren ile birlikte müteselsilen sorumluluk koşullarının oluşması için, işveren kamu kurum ve kuruluşu ise, kamu görevlilerinin tahakkuk ve tediye ile görevli olması, tüzel kişiliğe haiz diğer işyerlerinde ise şirketlerin yönetim kurul üyeleri de dahil üst düzey yönetici ya da yetkilisi ve kanuni temsilci sıfatıyla işveren tüzel kişiliği temsil ve ilzama yetkili bulunması gerekir. Bu yönde, davadışı ... ödenmeyen davaya konu prim vs borçlarını müteselsilen ödeme yükümü altında olduğu anlaşılan davacı; şirket hakkında iflasın ertelenmesi davasında tüm icra takiplerinin durdurulmasına ilişkin ihtiyati tedbir kararı verildiği iddiası ile davaya konu ödeme emirlerinin iptalini talep etmiştir. İflasın ertelenmesi, İcra ve İflas Kanunun 179’uncu maddesinde düzenlenmiş olup, “borca batık durumda olan (aktifi pasifini karşılamayan) bir sermaye şirketi veya kooperatif hakkında, Ticaret Mahkemesi’nce iflas kararı verilmeyerek önerilen iyileştirme projesi çerçevesinde borca batık durumdan kurtulmalarını sağlayan ve iflaslarını önleyen bir kurum”dur. Anılan Kanunun 179/b,I maddesi uyarınca, erteleme kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler de durur. Bu sonuç kanundan doğduğundan, mahkemenin kararında ayrıca belirtmesine gerek olmadan ve ilan edilmese dahi gerçekleşir.
Bu bağlamda, İcra ve İflas Kanunu’nun 179’uncu maddesi uyarınca iflasının ertelenmesine karar verilen ve malvarlığının korunması için gerekli tedbirler alınan şirketten, anılan Kanun’un 179/b maddesindeki “Erteleme kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz...” düzenlemesi uyarınca primler tahsil edilemeyecektir. Söz konusu tahsil imkânsızlığı, şirket adına primlerin tahakkuk ve tediyesinden sorumlu üst düzey
yöneticinin kusurundan değil, doğrudan kanundan doğduğundan üst düzey yönetici yönünden 5510 sayılı Kanun’un 88/20"nci maddesinde yer alan “haklı sebep” kavramı kapsamında kabul edilmesi gerekecektir. Ancak, iflasın ertelenmesi hükmünden öncesine ilişkin prim borçları yönünden, borcun ait olduğu ayı takip eden ay sonu itibariyle tahakkuk ve tediye sorumluluğu gerçekleştiğinden, sonradan şirket yönünden verilen iflasın ertelenmesi kararı üst düzey yöneticinin müteselsil sorumluluğunu etkilemeyecek ve haklı neden oluşturmayacaktır.
İflasın ertelenmesine ilişkin devam eden yargılama sırasında, borçlu şirket hakkında yapılan icra takiplerinin, ihtiyati haciz ve tedbir uygulamalarının tedbiren durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının da sonuç itibariyle yukarıda açıklanan iflasın ertelenmesi işlemleri ve haklı sebep kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği dikkate alınmalıdır. İhtiyati tedbir kararlarının devam ettiği süre yönünden; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 397/2"nci maddesindeki "İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde, nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder." hükmüne özellikle dikkat edilmelidir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, somut olayda; davadışı ... hakkında açılan iflasın ertelenmesi davasında, 27.08.2012 tarihinde verilen ve aksi belirtilmediği anlaşılan ihtiyati tedbir kararı kapsamında haklı nedeni olduğu anlaşılan davacı aleyhine; 2012 yılı 7. ay (dahil) ve sonraya ilişkin prim vs borçları nın tahsili için icra takibi yapılmasının mümkün olmadığı gözetilmelidir.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 10.05.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.