8. Hukuk Dairesi 2012/3243 E. , 2012/4093 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tescil
... ile Hazine ve Boyalı Köyü Tüzel Kişiliği aralarındaki tescil davasının kabulüne dair ... Sulh Hukuk Mahkemesinden verilen 24.03.2011 gün ve 314/356 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davalı Hazine temsilcisi ile Boyalı Köyü Tüzel Kişiliği temsilcisi taraflarından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı, dava dilekçesinde mevkii ve hudutlarını yazdığı taşınmaza 30 yılı aşkın zamandır ahır ve gübrelik olarak nizasız fasılasız zilyet olduğunu, taşınmazın Hazine ve köyle ilgisi olmadığını açıklayarak dava konusu yerin adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine temsilcisi, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı ... temsilcisi, yapılan tebligata rağmen davaya cevap vermemiş ve yargılama oturumlarına katılmamıştır.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Hüküm, davalı Hazine temsilcisi ve davalı ... tüzel kişiliği temsilcisi tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
Toplanan deliller tüm dosya kapsamından; dava konusu taşınmaz kadastro çalışmaları sırasında 1974 yılında “yamaç” niteliği ile tespit harici bırakılan bir yerdir. Böyle bir yerin imar – ihya yoluyla kazanılması için, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 17. maddesinde belirtilen tüm olumlu ve olumsuz koşulların araştırılması gerekir. Anılan maddede aynen “orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden masraf ve emek sarfı ile imar – ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14. maddedeki şartlar mevcut ise, imar ve ihya edenler veya halefleri adına aksi taktirde Hazine adına tespit edilir.” denilmektedir. Maddede açıkça belirtildiği üzere, nitelikleri belirtilen bu tür yerlerin para ve emek sarfı suretiyle tarıma elverişli hale getirilmesi gerekir.
Mahallinde yapılan keşif sırasında dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar; dava konusu taşınmazın davacıya babasından kaldığını, davacının babasının ölümünden sonra ev ve ahır yapmak suretiyle davacının 30 yılı aşkın süredir tasarrufta bulunduğunu bildirmişlerdir. Bir yerin ihya yoluyla kazanılması için; az öncede açıklandığı üzere tarıma elverişli hale getirilmesi ve bu olgunun tamamlandığı tarihten itibaren 20 yıldan fazla süreyle Kadastro Kanununun 14. maddesindeki koşullar altında tasarruf edilmiş olması gerekir. Öte yandan; ev, ahır, garaj ve benzeri tesisler yapmak, Kadastro Kanununun 17. maddesinin uygulanması bakımından ihya da sayılmayacağından davanın reddine karar verilmesi gerekirken farklı gerekçeler ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenle davalılar Hazine temsilcisi ile Boyalı Köyü Tüzel Kişiliği Temsilcisinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, HUMK.nun 440/III-2 bendi gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı olduğuna ve TMK.nun 713/1. maddeleri uyarınca davalı ... tüzel kişiliği kanuni hasım durumunda bulunduğuna, davanın davacı yararına olumlu sonuçlanması halinde dahi TMK.nun 713/3. fıkrası uyarınca Hazine ve ilgili kamu tüzel kişilerinin harçlarla sorumlu tutulamayacağına, bu nedenle 21,15 TL temyiz karar harcı ve 103,50 TL temyiz başvuru harcı olmak üzere toplam 124,65 TL peşin harcın istek halinde Boyalı Köyü Tüzel Kişiliğine iadesine 10.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
KARŞI OY
Dava, kadastrodan önceki kazanmayı sağlayan zilyetlik hukuksal sebebine dayalı olarak TMK.nun 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14 ve 17. maddeleri gereğince açılan tescil isteğine ilişkindir.
Davanın kabulüne ilişkin yerel mahkeme hükmünün davalı Hazine temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yüksek Daire çoğunluğunca; “…davacının 30 yılı aşkın süredir tasarrufta bulunduğu, yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından ifade edildiğini, imar ve ihyanın tamamlandığı tarihten itibaren 20 yıl geçtikten sonra böyle bir yerin Kadastro Kanununun 14 ve 17. maddelerindeki koşullar altında tasarruf edilmesi gerektiğini, öte yandan Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre ev, ahır, garaj ve benzeri tesisler yapmak ekonomik amaca uygun zilyetlik sayılamayacağını, imar ve ihya olarak kabul edilemeyeceğini…” gerekçe göstermek suretiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği görüşüyle kesin bozma sevk edilmiştir.
Uyuşmazlık konusu yer, dosya arasında bulunan orijinal kadastro paftasına göre tapulama harici yamaç niteliğiyle 1974 yılında tespit dışı bırakıldığı belirlenmiştir. Kural olarak yamaç niteliğiyle tespit dışı bırakılan yerler üzerinde TMK.nun 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14 ve 17. maddelerindeki koşulların varlığı halinde zilyetlikle kazanılması mümkündür. Keşifte dinlenen uzman bilirkişi jeoloji mühendisinin raporuyla, ziraatçi bilirkişinin raporu üzerinde yapılan incelemede, taşınmazın bir kısmının taşlık, diğer kısmının ise, bahçe niteliğinde bulunduğu ve 30 yıldan beri tarım arazisi olarak ekilip biçildiği, 30 metreden su çekilmek suretiyle bahçenin sulandığı anlaşılmaktadır. Zirai bilirkişi raporunda; taşınmaz üzerinde 5 yaşında 19, 1 yaşında 10, 30 yaşında 1, 20 yaşında 5, 40 yaşında 1, 20 yaşında 4, 4 yaşında 4 ve 20 yaşında 3 adet değişik türde meyve ağaçlarının bulunduğunu ve ayrıca ağaçlar arasında kalan boşluklarda sebze yetiştiriciliği yapıldığını açıklamıştır. Taşınmaz üzerinde bulunan kısmi meyve ağaçlarının yaşı 20’nin altında ise de, dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile uzman bilirkişilerin raporlarına göre bahçe niteliğinde bulunan taşınmazın 30 yılı aşkın bir süreden beri ekilip biçilen bir yer olduğu ifade edilmiştir. Yeniden yapılacak keşifte, bahçe olarak kullanılan kısmın kroki üzerinde işaretlettirilmesi ve bahçe niteliğindeki yer bakımından koşulların oluştuğunun saptanması halinde davanın kabulüne karar verilemesi gerekmektedir. Daha önce ekilip biçilen bir yer üzerinde ağaç dikilebildiği gibi ev, ahır, garaj ve benzeri tesisler yapmakta mümkündür. Bu husus hiçbir zaman taşınmazın zilyetlikle edinilmesine engel oluşturmaz. Ne var ki, teknik bilirkişi bu konuda bir ayrım yapmamış, kroki üzerinde ev, ahır, garaj ve benzeri yerlerin imar ihyası tamamlanmayan kısım üzerinde mi, yoksa 30 yılı aşkın bir süreden beri imar ve ihya edilen kültür arazisi haline getirilen bahçe niteliğindeki bölümde mi kaldığı anlaşılamamaktadır. Bu bakımdan ev, ahır, garaj ve benzeri yerlerinde yukarıda açıklandığı biçimde taşınmazın hangi bölümü içinde kaldığı belirlendikten sonra kroki üzerinde işaret ettirilmesi gerekir.
Öte yandan, keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar, mirasçılar arasında yapılan taksim sonucu taşınmazın davacıya kaldığını, 30 yılı aşkın bir süreden beri davacı tarafından kullanıldığını, babasının ölümünden sonra taşınmaz üzerindeki muhtesatların yapıldığını, emek, mesai ve para harcayarak ev, ahır ve garaj yapıldığını, harman ve samanlık haline getirildiğini, taşınmazın arsa niteliğinde bulunduğunu açıklamışlar, ancak ekip biçmek ve sebze tarımı yapmaktan söz etmemişlerdir.
Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında öncelikle TMK.nun 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14 ve 17. maddeleri gereğince kazanmayı sağlayan zilyetlik, imar ve ihya yoluyla taşınmaz edinme koşullarının davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediğinin yeniden yapılacak keşifte ayrıntılı bir biçimde yerel bilirkişi ve tanıklardan sorularak açıklığa kavuşturulması, zirai bilirkişinin raporunda çok taşlı olarak ifade ettiği yerin belirlenmesi, yüzölçümünün ayrı hesaplanması, kroki üzerinde işaretlenmesi, taşların toprağa veya toprağın taşlara oranının saptanması ve bu bölümdeki hakim vasfının ne olduğu konusunda uzman bilirkişi ziraat mühendisinden rapor alınması, bu durum karşısında kültür arazisi niteliğinde bulunup bulunmadığı, imar ve ihyasının tamamlanıp tamamlanmadığı hususlarının belirlenmesi, aynı biçimde bahçe tarımı yapılan yerinde belirlenmesi, daha önce sözü edilen taşınmazda buğday, arpa ve benzeri tarım işletmeciliğinin yapılıp yapılmadığının araştırılması, muhtesatların hangi bölüm üzerinde kaldığının kroki üzerinde gösterilmesi, muris ve davacının taşınmazın imar ve ihyasına hangi tarihte başladığı, imar ve ihyanın ne şekilde sürdürüldüğü hangi tarihte tamamlandığı hususlarının HMK.nun 243, 244, 259 ve 290/2. maddeleri gereğince dinlenecek yerel bilirkişi ve tanıklardan sorulması, beyanlar arasında çelişki bulunduğu taktirde HMK.nun 261. maddesi gereğince aykırılığın giderilmesi, 20 yıllık kazanma süresinin imar ve ihyanın tamamlandığı tarihten itibaren dava tarihine kadar dolup dolmadığının hesaplanması gerektiği yönünde araştırmaya yönelik bozma sevk edilmesi gerekirken, kesin bozma biçiminde gerçekleşen sayın çoğunluğun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum. 10.05.2012