Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, daha önce vekil olarak atadığı davalı S..azlettiği ve azil kararı kendisine 11.8.1999 tarihinde tebliğ edildiği halde yetkisiz olarak paydaşı olduğu 6 parça taşınmazı 2005 yılında diğer davalılara temlik ettiğini ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile adına tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı S., azilnamenin kendisine tebliğ edilmediğini belirtmiş, diğer davalılar da iyi niyetli üçüncü kişiler olduklarını, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
- KARAR-
Davacı, temsil yetkisi olmayan yetkisiz vekilin diğer davalılara kayden yaptıgı satışın ıptalı ile adına tescilini talep etmiş, mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişme konusu taşınmazlarda davacı paydaş olup, 02.09.1989 tarihinde davalılardan Süleyman Koç tarafından bu taşınmazlardan 258 ada 2-3-4-5 nolu taşınmazlardaki davacının payları 06.05.2005 tarihinde vekil Süleymanın çocukları, S....n ve M..., 264 ada 15 parseldeki davacı payı da yine aynı tarihte davalı M.... K....satılmıştır. Bu satışlara dayanak teşkil eden vekaletname davacı tarafından 02.09.1989 tarihinde verilmiştir. Davacı 30.7.1999 tarihinde vekil S....... vekillikten azleden ihtarnameyi vekile göndermiş ise de, vekil bu azilin kendisine ulaşmadığını savunmaktadır. Azilnamenin tebliğine dair yaptırılan bilirkişi incelemesinde imzanın vekil Süleyman"a ait olabileceği yolunda rapor verilmiştir. Söz konusu raporu düzenleyen kişinin ünvanı Döküman İnceleme Uzmanı olarak belirtilmiştir. Bu niteliği itibarı ile rapor resmi bir kurumdan alınmadığı gibi, raporun sonuç kısmında tebligat belgesi üzerindeki imzanın azledilen vekil S.......ait olduğu veya olmadığı kesin olarak belirtilmemiş, sadece davalının eli ürünü olabileceği kanaatine varılmıştır. Kesin bir sonuç bildirmeyen raporun hükme dayanak yapılması doğru değildir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilirken, (temsil kudretinden yoksun veya kaybetmiş bir kimsenin, başkasını temsilen iyi niyetli üçüncü kişiyle sözleşme yapması temsil edilen kimsenin leh ve aleyhine doğrudan doğruya hiçbir hüküm ve netice doğurmaz. Mülkiyetin iktisabında iyi niyet ve zilyetliğin yanında geçerli bir sebebin varlığı da gerekir. Sahte vekaletname ile yapılan satışta geçerli bir sebebin mevcut olmadığında duraksamaya yer olmamalıdır. Bu yüzden taşınmazın mülkiyeti alıcıya geçmez ve hüsnüniyet iddiası ile üçüncü kişilerin himayesinden de söz edilemez. Bu nedenle satış işlemlerinin hepsinin yetkisiz temsile dayalı olarak yapıldığı anlaşıldığından söz konusu satış işlemlerinin iptali gerektiği...) gerekçesine dayanılmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, olayda mahkeme kararının gerekçesinde belirtildiği gibi sahte vekalet söz konusu olmayıp, geçerli bir vekaletten azlin irdelenmesi meselesi vardır. Sahte vekalete dayalı olarak yapılan tapudaki satışlarda ilk elin iyi niyetli olup olmadığına bakılmaksızın işlemin iptaline karar verilmesi gerekirse de daha sonra yapılan devirlerde alıcılar Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruması altındadırlar, yapılan sahteciliği bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda değil iseler, yapılan devir işlemi geçerli olacaktır.
Geçerli bir vekaletten azil durumunda vekilin ve alıcının hukuki durumlarına gelince; bilindiği gibi Borçlar Kanununun 386. maddesi ile tanımı yapılan vekalet ilişkisi aynı yasanın 387. maddesinde belirtildiği şekilde kurulur. Bu suretle kurulan ilişkinin hüküm ve şümulü Yasanın 388-395. maddeleriyle düzenlenmiş, eldeki dava bakımından önem taşıyan "azil" keyfiyeti ise vekaletin sona erme nedeni olarak Yasanın 396. maddesinde dile getirilmiştir.
Bu düzenlemeler incelendiğinde görüleceği gibi, anılan hükümler tamamen vekil eden ile vekil arasındaki vekalet bağıtının kuruluşu kapsamı ve neticeleri ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla öğreti ve uygulamada iç temsil olarak da nitelendirilen vekil-vekileden arasındaki ilişkiler belirtilen yasal düzenlemelerin konusunu oluşturmaktadır.
Gerçekten vekillik, vekil ile vekileden arasında bir iç ilişkiden ibarettir. Aralarında bir borç ilişkisi meydana gelir. Hak ve borçlar vekil ile vekil edeni ilgilendirir. Vekillik sözleşmesine dayanan temsil ise etkisini dış ilişkide gösterir.
Vekil, vekil edenle yaptığı sözleşme uyarınca üçüncü bir kişi ile hukuki bağıt kurduğu takdirde, bu kez dış temsil ilişkisinin söz konusu olacağı ve ortaya çıkan çekişmeler bakımından Borçlar Kanununun temsile dair 32 ve takip eden maddeleri dikkate alınmak suretiyle çözüm yollarının aranacağı kuşkusuzdur.
Vekalet, temsil edilenle (vekil eden) üçüncü kişi arasında bir hukuksal ilişki kurulmasını sağlar. Somut olayda, davacı noterden düzenlenen satış yetkisini içeren vekaletname vererek bu suretle vekilin bu konudaki temsil yetkisini üçüncü kişilere (satış akdine taraf olan) bildirmiş olmaktadır. Bu aşamada Borçlar Kanununun 34/III. maddesinin uygulama alanının ortaya çıkacağı tartışmasızdır.
Temsil edilen, üçüncü kişilere temsil yetkisinin verildiğini bildirmesine rağmen, bu yetkinin daraltıldığını ya da kaldırıldığını bildirmemişse temsilci, yetkisinin sona erdiğini bilerek hareket etmiş olsa bile, o şahısla yapacağı sözleşmeden doğan hak ve borçlar temsil olunanın hukuk alanında doğar ve onu bağlar. (BK. 34/III) Böyle bir düzenleme ile yasa koyucunun amacının üçüncü şahısların hukukunu korumak olduğu tartışmadan uzaktır.
Tabii ki temsil edilen kimse, temsil yetkisinin kaldırıldığını üçüncü kişiye bildirmiş ise, bunu ona karşı ileri sürebilme hakkına sahip olacaktır. Bunun yanında üçüncü kişi, temsil edilenden bir bildirim almamakla birlikte, yetkinin son bulduğunu başka bir suretle öğrendiği takdirde de Borçlar Kanunun 34/III. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacaktır.
Hal böyle olunca; öncelikle vekaletten azil ile ilgili tebliğ belgesindeki imzanın azledilen vekile ait olup olmadığı hususunun Adli Tıp Kurumundan alınacak raporla açıklığa kavuşturulması, azilnamenin vekile tebliğ edildiği sonucuna varıldığı takdirde diğer davalıların azli bilen veya bilmesi gereken kişiler olup olmadıkları hususunun dosya kapsamı, olayların gelişimi, vekaletten azil ile işlemin yapıldığı tarihler de göz önüne alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılış değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, 27.02.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.