Taraflar arasında görülen davada;Davacı adına taşınmaz satın almak üzere davalı babasını vekil atadığını, davalının bu vekaletnameyi kullanarak bir kısım taşınmazlardan adına pay satın aldıktan bir süre sonra vekaletnameyi kaybettiğini bildirerek 2.kez yetki istediğini, taşınmazları satacağını söylemesi üzerine satışa engel olmak için vekillikten azlettiğini, davalının azledildiğini bilerek kaybettiğini beyan ettiği önceki vekaletnameyi kullanarak çekişmeli taşınmazları 3.kişiye devredip, bilahare kendisinin aldığını, iradesinin davalı babasının vekilliğine son vermek olup eski tarihli vekalet ile yapılan işlemlerin geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile adına tescili isteğinde bulunmuştur.
Davalı, taşınmazların temlik tarihinde azilnameden haberdar olmadığını, ayrıca davacının taşınmazların alımı ile ilgisinin olmadığını taşınmazlar satın alınırken çok hisseli olması nedeniyle davacı kızından vekaletname alınarak geçici olarak adına tescil edildiğini, daha sonra adına devredildiğini bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacı iddiası sabit görülmeyerek, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Davacı, eldeki davada, davalıya verdiği vekaletnamenin kaybedildiği beyan edildiğinden yeni bir vekaletname düzenlendiğini, daha sonra da vekillikten azlettiğini davalının iradesi dışında eski tarihli vekaletnameyi kullanarak dava konusu taşınmazları 3.kişiye temlik edip, daha sonra adına tescil ettirdiğini, hileye maruz kaldığını ileri sürmüştür.
Dosya içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada vekalet aktinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayanıldığı açıktır. Ancak, mahkemece vekilin vekalet görevini kötüye kullanıp, kullanmadığı yönünde hükme yeterli bir inceleme yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Davada hükme dayanak yapılan, daha önce taraflar arasında görülen ( 2005/127 Esas- 132 Karar sayılı) tapu iptal-tescil davasında, vekaletnamenin kötüye kullanıldığı iddiasının incelenmediği taraf muvazaası ve takma ad (nam-i müstear) iddiası yönünden inceleme yapıldığı görülmektedir.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; yukarıdaki ilkeleri kapsar biçimde hükme yeterli bir araştırma yapılması, özellikle vekil ile davalının el ve işbirliği içinde birlikte hareket ederek davacıyı zararlandırma kastı ile temliki işlemi gerçekleştirip gerçekleştirmedikleri yönü üzerinde durulması, ondan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.2.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.