Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, miras bırakanları adına kayıtlı 131 ada 3 sayılı parseli yapılanmak suretiyle davalının işgal ettiğini ileri sürerek, elatmanın ölenmesi ve yıkım istemişlerdir.
Davalı, taşınmazdaki binayı davacıların muvafakatiyla iyiniyetli olarak yaptığını savunmuş, birleştirilen karşı davası ile de temliken tescil, olmadığı taktdirde inşaat bedelinin tazminini talep etmiştir.
Mahkemece, Türk Medeni Kanununun 724.maddesindeki koşulların gerçekleştiğinden bahisle, karşı davanın kabulüne taşınmazın tapusunun iptaliyle beledi karşılığı davalı karşı davacı adına tesciline, asıl davanın ise reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar karşı davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve yıkım ; karşı dava ise temliken tescil, olmadığı takdirde tazminat isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, asıl davanın reddine, karşı davadaki temliken tescil isteğinin kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 131 ada 3 sayılı parselin 10.9.1988 tarihinde yapılan kadastro sırasında, senetsizden davacıların miras bırakanı adına tespit edildiği ve kesinleştiği, davacıların miras bırakanının 25.3.2000’de ölümünden sonra davalı tarafından taşınmazda tek katlı ev inşa edildiği, davacıların ise İstanbul’da ikamet ettikleri anlaşılmaktadır.
Davacılar, davalının inşa ettirdiği ev nedeniyle el atmanın önlenmesi ve yıkım istekli eldeki davayı açmışlar ; davalı ise iyiniyetli olduğunu ve yıkımın fahiş zarar doğuracağını belirterek karşı davası ile temliken tescil isteğinde bulunmuştur.
Bilindiği üzere, başkasının taşınmazına temelli ve kalıcı nitelikte yapı yapılması durumunda, Medeni Kanunun 684 ve 718. maddelerinin hükümleri gereğince yapı, üzerinde veya altında bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası(mütemmim cüzü) haline geleceğinden ana taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Yasa koyucu bu konumdaki taşınmaz maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi genel hükümlere bırakmamış, Medeni Kanunun 722, 723, 724. maddelerinin özel hükümleri ile düzenlemeyi uygun bulmuştur.Bir kimse kendi malzemesi ile başkasının taşınmazına sürekli, esaslı ve tamamlayıcı(mütemmim cüz) nitelikte yapı yapmışsa ve (Medeni Kanunun 724. maddesine göre yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazlaysa, iyiniyetli taraf uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebilir. Söz konusu madde hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, taşınmazın mülkiyetinin yapı malikine verilebilmesi için öncelikli koşul iyi inançtır. Öngörülen iyi inancın Medeni Kanunun 3.maddesinde hükme bağlanan subjektif iyi inanç olduğunda kuşku yoktur. Bu kural, el attığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın bilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebin bulunmasını ifade eder. Böyle bir davada iyi inançlı olduğunu iddia eden kişinin l4.2.l95l tarih l7/l sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında belirtildiği gibi bu iddiasını ispat etmesi gerekir. İkinci koşul ise, yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır. Bu koşul, dava gününe ve objektif esaslara göre saptanmalı fazlalık ilk bakışta kolayca anlaşılmalıdır. Üçüncü koşul olarak da yapıyı yapan, taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemelidir. Uygun bedel genellikle yapı için lazım olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de, büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde meydana gelecek noksanlıklar, varsa taşınmaza bağlı öteki zararlar göz önünde bulundurularak bu bedelin aşılması hak ve nesafet kuralı gereğidir. Hemen belirtmek gerekir ki, temliken tescil isteme hakkı ancak, yapı yapıldığı sıradaki taşınmazın maliki olan kişiye karşı açılacak davada ileri sürülebilecek bir kişisel hak olup, yenilik doğurucu bu dava sonunda verilen kararınkesinleşmesinden sonra ayni hakka dönüşebilir.
Öte yandan, Medeni Kanunun 722. maddesi taşınmaz malikine rızası olmaksızın yapılmış ve yıkımı aşırı zarar doğurmayan yapının yıkımını isteme hakkı tanımış, yıkım masrafının yapı malikine ait olacağını hükme bağlamıştır. Ne var ki, yasada aşırı zarar kavramı tanımlanmadığından yasa koyucunun bu yöndeki asıl amacının göz önünde tutulmasında yarar vardır. Değinilen maddenin düzenlemesine yol açan asıl neden, meydana getirilen yapının korunmasındaki mevcut olan genel iktisadi yarardır. Diğer bir söyleyişle yapının yıkımı halinde dava tarihine göre objektif ölçüler içerisinde tesbit edilecek zararın çok fazla olması aşırı zararın varlığını gösterir. Bununla birlikte gerektiğinde özel ve teknik hususlarda uzman bilirkişilerin bilgisine başvurulmak suretiyle taşınmaz sahibinin o yapıdan yararlanma derecesi arsanın bütünlüğünün bozulup bozulmaması taşınmazın değerinde doğacak noksanlık gibi subjektif olgularda dikkate alınmalıdır.
Aşırı zarar doğması sebebiyle yapı yıkılamadığı takdirde taşınmaz malikinin mamelekinde sebepsiz bir zenginleşme meydana geleceğinden, taşınmaz malikinin malzeme malikine (muhik) bir tazminat vermesi gerektiği, malzeme maliki iyi niyetli değilse tazminat miktarının, levazımın en az kıymetini geçemeyeceği aynı yasanın 723. maddesinde belirtilmiştir. Bu durumda, 4.3.l953 tarih l0/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararının gerekçesinde benimsenen ve uygulamada kararlılık kazanmış ilke uyarınca aşırı zarar nedeniyle yapı yıkılamıyorsa, iyi veya kötü niyete göre, haklı (muhik) tazminat veya en az levazım bedelini ödeyip ödemeyeceği arsa malikinden sorulmalı, kabul ettiği takdirde bu bedel karşılığı yapının taşınmaz malikine aidiyetine karar verilmeli, aksi halde yıkım isteği reddedilmelidir. Maddedeki (muhik tazminat) sözcüğünden salt inşaat bedeli değil, olayın özelliğine göre, Medeni Kanunun 4.maddesinden aldığı yetkiye dayanarak hakimin takdir edeceği en uygun bedel, taşınmaz maliki yönünden yapının subjektif (öznel) olarak taşıdığı değer anlaşılmalıdır.
Somut olayda, kadastro suretiyle oluşan ve davacıların miras bırakanı adına kayıtlanıp kesinleşen çap içerisine yapı inşa eden davalının iyiniyetli olduğundan söz etme imkanı bulunmadığı gibi, İstanbul’da oturan davacıların yapıya muvafakat gösterdiklerinin soyut olan tanık beyanlarıyla kanıtlanması da mümkün değildir.Bunun yanında, keşfen saptanan değerler ve yapının davacılar açısından subjektif yararlanma durumu dikkate alındığında, yıkımın aşırı zarar doğuracağını söyleyebilme olanağı da yoktur.
Hal böyle olunca, asıl davanın kabulüne; karşı davanın ise reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.2.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.