Esas No: 2019/147
Karar No: 2019/428
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/147 Esas 2019/428 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 19. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 36-1019
Ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçundan ve kaçak orman emvali nakletme suçuna teşebbüsten sanık ..."in CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine ilişkin Gönen (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince verilen 07.10.2011 tarihli ve 348-485 sayılı hükümlerin, katılan temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 03.10.2013 tarih ve 6542-34091 sayı ile;
"Sanık ..."ın Cumhuriyet savcısında alınan beyanında at arabasının suç tutanağı tarihinden bir gün önce çalındığını, 17.11.2011 tarihli ifadesinde at arabasının olaydan 3-4 gün önce çalındığını söylediği dikkate alınarak ifadeler arasındaki çelişkinin giderilmesi ile emniyet ve belediyeden bu konuyla ilgili bir anons yapılıp yapılmadığı araştırılıp sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ile beraatlerine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma sonrası devam olunan yargılama sonucunda, önceki hükümlerde olduğu gibi sanığın beraatine ilişkin Gönen (Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.11.2014 tarihli ve 355-454 sayılı hükümlerin, katılan temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesince 07.12.2017 tarih ve 3551-10762 sayı ile;
"...1- Sanık ve suça sürüklenen çocuğun tüm aşamalarda suça konu yerde bulunan at ve at arabasının çalındığı güne ilişkin vermiş oldukları çelişkili beyanlar ve hırsızlık ile ilgili Emniyet Müdürlüğü"ne başvurduklarını beyan etmelerine rağmen bu hususun doğrulanmadığı hususları birlikte değerlendirilip, sanığın suçtan kurtulmaya yönelik beyanlarına itibar edilmeyerek; hakkında ağaç kesme suçu nedeniyle mahkûmiyet hükmü kurulması gerekirken yerinde görülmeyen gerekçeyle beraatine karar verilmesi,
2- Ele geçirilen orman emvali, suç aleti ve nakil vasıtasının müsaderesi hakkında herhangi bir karar verilmemesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 15.10.2018 tarih ve 36-1019 sayı ile;
"...Ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet kararının verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak biçimde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği (Anayasa m. 38/4, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m. 6/2, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m. 11, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m. 14/2) de nazara alınarak;
CMK m. 55’de düzenlenen yeminin içeriğine göre; tanık bildiklerini doğru söyleyeceği üzerine yemin ettirilir. Tanık haricinde; yargılamanın diğer süjeleri (müşteki, müdahil ve sanık) için yemin veya doğruyu söyleme yükümlülüğü yoktur. CMK m. 50/3’de "Soruşturma ve kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar" yemin verilmeyen tanıklar arasında sayılmış ve yargılamaya şüpheli veya sanık olarak katılanlar yemin vermekten, dolayısıyla doğruyu söylemekten muaf tutulmuşlardır.
Türk Ceza Kanunu’nun gerçeğe aykırı beyanda bulunan için ceza öngören yegane hükmü tanıklar için tatbik edilmektedir. "Suçta ve cezada kanunilik" ilkesi uyarınca, kanunda "suç" olarak tespit edilip belirlenmeyen eylem tipi cezalandırılamaz. "Doğru söylememe hakkı", CMK m. 147/1’in (a) bendi uyarınca yalnızca kimliği hakkında doğru beyanda bulunma zorunluluğu olan şüpheli veya sanığın susma hakkını kullanması için tanınan dolaylı bir haktır. Maddi hakikat ortaya çıktığında, yalan söyleyen şüpheli veya sanığın, kendini suçlamadığından ve bu yolla yargıyı yanılttığından bahisle cezalandırılması kabul edilemez. İddia makamının, sanığın suçlu olduğunu sanığın yardımı olmaksızın ispat etme yükümlülüğü vardır. Ayrıca sanığa doğru söyleme yükümlülüğünü yüklemek, itham sisteminin öngördüğü "iddia edenin iddiasını ispatlama yükümlülüğü" ile bu yükümlülüğün dayanağı olan suçsuzluk/masumiyet karinesine aykırıdır.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında açıkça tanımlanmayan, ancak içtihatlarla kısa sürede içeriği doldurulan "kendini suçlamama", yani susma hakkı, esasında bireyin sessiz kalma iradesine duyulan saygıyı ifade eder.
Şüpheli veya sanık kendisini susarak da savunabilir. Şüpheli veya sanık sustuğunda, suçu ikrar etmiş sayılmaz ve bu sessizliği aleyhine kullanılamaz. "Sükut ikrardan gelir" sözü, ceza yargılamasında anlam ifade etmez. Ancak uygulamada, hem şüpheli veya sanığın ve hem de müdafisinin susma hakkını suçun örtülü kabulü, cevap vermemenin hukuki durumu zorlaştıracağı gibi bir anlayışla hareket ettiğini, bu nedenle de susma hakkının kullanılmayıp, yerine iddiayı çürütme yöntemini veya her iddia ve iddia ile ilgili soruya cevap verme yönteminin seçildiğini, bu sırada şüpheli veya sanığın hukuki durumunun ağırlığında sorunlar yaşandığı görülebilmektedir.
Gerçeği söylememe hakkının yasal dayanağı, suçlamaya karşı kişinin kendisini dilediği gibi savunabilmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü güçlü kamu otoritesine karşı, suçlanan ve zayıf durumda olan sanığı doğru söylemek zorunda bırakmak ve hatta daha da ileri giderek susma hakkından yararlandırmamak, itham sisteminin değil tahkik sisteminin bir ürünü olarak kendisini ortaya koyar. Yargılamada bireyin özerkliğini temsil eden bu hak, kamu otoritesinin zorlayıcı usullerle delil elde etmesini önler. Eğer "suçluluk karinesi" adı ile bir kavram üretilecek olursa, sanık masum olduğunu ispatlayana kadar suçlu kabul edilecektir. Suçsuzluk/masumiyet karinesinde ise, aksi ispatlanıncaya kadar sanık masum sayılır.
Yargılamaya konu somut olayda sanık ile hakkında zamanaşımı dolayısıyla düşme kararı verilen SSÇ"nin fikir ve eylem birliği içerisinde hareket etmek suretiyle Gönen Orman İşletme Şefliğinin yetki sahasında bulunan ormanlık alandan 11 adet meşe odununu el bıçkısı ile kestikten sonra kendilerine ait olan at arabasıyla birlikte taşımaya çalıştıkları sırada orman muhafaza memurları tarafından görülmeleri neticesinde yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme ve söz konusu emvali nakletmeye teşebbüs suçlarını işlediğinden bahisle kamu davası açılmış olsa da; sanığın ceza muhakememiz sistematiği açısından doğruyu söylemekle mükellef olduğu tek durumun kimlik bilgilerinin ibrazı noktasında toplandığı, söz konusu at ve at arabasının çalınıp çalınmadığı veyahut çalınmış olsa dahi söz konusu çalınma hususunu ilgili birimlere bildirmemiş olmasının suçun sübutuna katkı sağlayacak bir husus olmadığı, mahkûmiyet kararının sanığın kurguladığı savunma üzerinden değil maddi deliller hesaba katılarak verilmesi gerektiği, sanık hakkında suç tutanağı düzenleyen orman muhafaza memurlarının sanık ile yaptırılan yüzleştirilmesinde sanığı teşhis edememiş olmaları, dosya içerisinde sanığa aidiyet bildirir herhangi bir olay yeri inceleme raporu olmaması ve sanığın üzerine atılı müphem suçlamayı reddetmesi karşısında; Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 2017/10762 karar sayılı bozma ilamına uyulmamasına, mahkememizin 2014/454 karar sayılı ilamda verilmiş olan beraat kararında direnilmesine karar verilmiş, sanığın üzerine atılı suçları işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği," gerekçesiyle direnerek, sanığın önceki hükümler gibi beraatine karar vermiştir.
Bu hükümlerin de, katılan temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.01.2019 tarihli ve 3892 sayılı “düşme” istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanun"un 36. maddesiyle değişik CMK"nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 19. Ceza Dairesince 25.02.2019 tarih ve 1082-4778 ile; direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık... hakkında ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçundan ve kaçak orman emvali nakletme suçuna teşebbüsten açılan kamu davalarının olağan zamanaşımı süresinin dolması sebebiyle Özel Dairece düşmesine karar verilmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında aynı suçlardan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olup ayrıca dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
1- Dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği;
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığa atılı ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçuna ve kaçak orman emvali nakletme suçuna teşebbüse ilişkin olarak sanık ...’in savunmasının 17.01.2011, inceleme dışı sanık...’nin savunmasının ise 07.10.2011 tarihinde alındığı, somut olayda suç tarihinin ise 13.09.2009 olduğu, sanıkların savunmalarının alınması dışında zamanaşımını kesen başkaca bir işlem yapılmadığı,
Anlaşılmaktadır.
6831 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla ve hâlen yürürlükte olan 91. maddesinin birinci fıkrası;
“14 üncü maddenin (A) ve (B) bentleri ile yasak edilen fiillerden dikiliden ağaç kesenler, kökünden sökenler veya hayatiyetini sona erdirecek şekilde boğanlar, ağaçlardan yalamuk, pedavra, hartama çıkaranlar üç aydan beş yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır. Ancak suçun konusunun münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç olması halinde, verilecek ceza yarı oranında indirilir...",
6831 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla ve hâlen yürürlükte olan 108. maddesinin birinci fıkrası ise;
“Orman mallarının bu Kanun hükümlerine aykırı olarak kesildiğini, taşındığını veya toplandığını bildiği halde; taşıyanlar, biçenler, işleyenler, kabul edenler, kullananlar, satanlar, satın alanlar veya bulunduranlar bir seneye kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır..." hükmünü haizdir.
5237 sayılı TCK’nın “Dava zamanaşımı” başlıklı 66. maddesi;
“(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
Geçmesiyle düşer.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır…” şeklinde düzenlenmiştir.
TCK"nın 66. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle düşeceği düzenlenmiş, aynı maddenin birinci fıkrasının (e) bendinde beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin 8 yıl olacağı hüküm altına alınmıştır.
Dava zamanaşımını kesen nedenler mülga 765 sayılı TCK"nın 104. maddesinde, yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, sorgu, son soruşturmanın açılması kararı veya iddianame ile dava açılması olarak belirtilmiş olup, kesen nedenlerin iştirak hâlinde suç işleyen sanıklar yönünden sirayeti ise anılan Kanun’un 106. maddesinde; “Bir suçtan dolayı yapılan ve müruru zamanı kesen muameleler o suçlarda her ne suretle olursa olsun iştiraki olup da aleyhlerinde takibat veya tahkikat yapılmamış olan kimseler hakkında dahi müruru zamanı keser” şeklinde düzenlenmişti.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’da ise dava zamanaşımını kesen nedenler 67. maddede düzenlenmiştir. “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” başlıklı 67. maddesinin ikinci fıkrası;
“Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir” şeklinde düzenlenmiştir. Mülga 765 sayılı TCK’nın 106. maddesinde yer alan düzenleme ise 5237 sayılı TCK’da yer almamıştır.
Dava zamanaşımını kesen nedenlerin aynı suça katılanları ne şekilde etkileyeceği konusunda iki sistem mevcuttur. Bunlardan birincisi, Almanya, Avusturya, İsviçre ve Arjantin Ceza Kanunlarında da kabul edilen yargılanan sanığı esas alan ve diğer sanıkları soyutlayan öznel sistem (kesilmenin şahsiliği) olarak nitelendirilen sistemdir. Nesnel sistem olarak adlandırılan ve fiili esas alan ikinci sistem ise İtalya, Brezilya ve Fransa Ceza Kanunlarında kabul edilen ve sadece sanığı değil, katılma dereceleri ne olursa olsun olaya katılan tüm sanıkları hatta haklarında kovuşturmaya başlanmamış olanları dahi nazara almaktadır.
Dava zamanaşımını kesen nedenler TCK"nın 67. maddesinin ikinci fıkrasında, bir suçla ilgili olarak; şüpheli veya sanıklardan birinin Cumhuriyet savcısı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi, suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi ve sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi olarak belirtilmiştir. Dava zamanaşımının kesilme nedenleri sayılırken madde metninde kullanılan “şüpheli veya sanıklardan birinin”, “şüpheli veya sanıklardan biri hakkında”, “sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa” ibarelerinden dolayı 5237 sayılı TCK’da “dava zamanaşımının sirayeti” ilkesinin benimsendiği ve öznel kriter dışlanarak nesnel kriter esas alındığı için suç tarihinden itibaren dava zamanaşımının fail bazında değil de fiile bağlı olarak ortak hesaplanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle iştirak halinde bir suç işlendiği takdirde şeriklerden biri hakkında dava zamanaşımını kesen işlemler yapılmış ise haklarında madde metninde sayılan işlemler yapılmış veya yapılmamış olan şerikler hakkında da dava zamanaşımı süresi kesilmiş olacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.03.2012 tarihli ve 241-114 sayılı kararı ile 31.01.2012 tarihli ve 243-7 sayılı kararında, 5237 sayılı TCK’da dava zamanaşımının sirayeti konusunda fiile bağlılığı esas alan nesnel ölçütün kabul edildiği, iştirak hâlinde suç işleyen sanıklardan bir kısmı hakkında verilen mahkûmiyet kararının tüm sanıklar için dava zamanaşımını keseceği vurgulanmıştır.
Nitekim öğretide de TCK"nın 67. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile ilgili olarak; bir şüpheli veya sanık hakkındaki ifade alma veya sorgunun diğer sanık veya şüpheliler bakımından da zamanaşımını keseceği (Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökcen, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. bası, Ankara, 2017, s.984-986.), yeni TCK’nın sisteminde, dava zamanaşımı süresinin kesilmesinde nesnel ölçütün esas alındığı, başka bir deyişle, kesme sebebinin varlığı hâlinde, dava zamanaşımının suçla ilgili olarak kesildiğini kabul etmek ve fakat bunu ilgili suç ortağına özgü kesilme olarak mütalaa etmemek gerektiği (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. bası, Ankara 2015, s. 887-890.), eğer bir suçta birden fazla kişi çeşitli sebeplerle şüpheli veya sanık durumunda iseler Kanun"un ifadesine göre bunlardan birinin ifadesinin alınması veya sorgulanmasının sanıkların tamamı bakımından zamanaşımını keseceği (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. bası, Ankara 2017, s.718-721.), zamanaşımının kesilmesinin suçu işlediği iddia olunan kişiye ya da kişilere ilişkin olmayıp aksine suç konusu fiile ilişkin olduğu, zamanaşımını kesen sebeplerin bir suç sebebiyle ortaya çıktığı, bahse konu suçu oluşturan fiilin objektif olarak şerikler arasındaki bağı ifade ettiği, bu bağın suça iştirak eden kişilerden kaynaklanmayıp aksine ortak katkıda bulunulan fiilin çerçevesinde hüküm ifade ettiği, dolayısıyla objektif bu bağ kapsamında meydana gelen ve dava zamanaşımını kesen nedenlerin, kişilerden bağımsız olarak hukuki sonuç doğuracağı ve fiil nedeniyle birleşen tüm şerikler hakkında da geçerli olacağı (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. bası, Ankara 2017, s. 728.), suç iştirak hâlinde işlenmişse, bir sanık hakkında dava zamanaşımını kesen nedenin tüm sanıkları etkileyeceği, böylece, şüpheli veya sanıklardan birinin, ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, hakkında tutuklama kararı verilmesi, onunla ilgili iddianamenin düzenlenmesi, mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, haklarında soruşturma yapılmış veya yapılmamış tüm suç ortakları ile ilgili dava zamanaşımının kesileceği (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. bası, İstanbul 2017, s. 790-794.), iştirak hâlinde işlenen suçlarda ortaklardan biri için dava zamanaşımının kesilmesinin diğer ortakları da etkileyeceği, yani onlar için de dava zamanaşımı süresinin kesileceği (Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. bası, Ankara 2017, s. 917), düzenlemenin lafzına ve ruhuna göre ortaklardan birinin ifadesinin alınması, tutuklama kararı verilmesi, mahkûmiyet hükmü kurulması durumunda o ortakla, o suçu iştirâk hâlinde işleyen şüpheliler veya sanıklar hakkında da zamanaşımı süresinin kesileceği, kanun koyucunun, sirayet ihtimalini düşünmese bu ibareleri kanuna koymayacağı (Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. bası, Ankara, 2010, 2. cilt, s.2270-2271.) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ... ve inceleme dışı sanık...’ye atılı 6831 sayılı Kanun’un 91/1. maddesinde tanımlanan ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçu ile aynı Kanun’un 108/1. maddesinde tanımlanan kaçak orman emvali nakletme suçunun gerektirdiği cezanın türü ve üst sınırına göre davanın 5237 sayılı TCK"nın 66/1-e ve 67. maddelerinde öngörülen 8 yıllık olağan, 12 yıllık olağanüstü zamanaşımı süresine tabi bulunduğu, sanık ...’in savunmasının 17.01.2011, inceleme dışı sanık...’nin savunmasının ise 07.10.2011 tarihinde alındığı hususları dikkate alındığında tüm sanıklar açısından zamanaşımı sürelerini son kesen sebebin 07.10.2011 tarihindeki...’nin savunması olduğu, 07.10.2011 tarihinden sonra inceleme tarihi olan 14.05.2019"a kadar olağan dava zamanaşımının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ... ve ...;
"Sanık ..."in usulüne uygun olarak sorgusunun yapılmasından sonra aynı suça iştirak eden inceleme dışı suça sürüklenen çocuk..."nin daha sonraki bir tarihte yapılan sorgusunun sanık açısından zaman aşımını kesip kesmediği ve buna bağlı olarak inceleme süresi içerisinde dava zaman aşımının gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda sayın çoğunluk ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için zaman aşımının hukuki niteliğinin teorideki görüşlerden yararlanmak suretiyle açıklığa kavuşturulmasından sonra, 765 sayılı TCK.nın 106 maddesine paralel hükümler içermekle birlikte maddenin uygulama alanını oldukça genişleten hükümlere de yer veren 5237 TCK.nın 67. maddesindeki koşulların irdelenerek; ceza kanununun amacı, kanunilik prensibi, hakkaniyet ve kanun önünde eşitlik gibi hukukun evrensel ilkeleri ile ilişkilendirilmesi, buna göre de koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin usul ekonomisinin de dikkate alınması suretiyle yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki tanımlardan yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir.
Zaman aşımı kurumunun hukuksal niteliği tartışmalı olmasına karşın, ağırlıkta olan görüşe göre; her iki zaman aşımı Devletin kovuşturma ve cezalandırma hakkında son veren kurumlar niteliğini taşıdıkları için maddi ceza hukukunun kapsamına girerler. Muhakeme hukuku ise zaman aşımı sonucunda yapılması gereken işlemler için devreye girerler. Yasal yönden de, her iki zaman aşımı kurumunun süreleri, kesilme ve durma nedenleri, sonuçları ve diğer tüm ayrıntılarının yargılama kanunlarında değil, maddi ceza kanunlarında düzenlenmesi bu nedendendir. Ayrıca muhakeme hukukunda sürelerin belirli olmasına karşın, zaman aşımı süresi, öngörülen cezanın üst haddine yada verilen ceza süresine göre değişmektedir. Bu durumda bizim hukuk sistemimizde zaman aşımının maddi ceza hukukunun kapsamına girdiği kabul edilmektedir.
765 sayılı TCK.nun 106 maddesinde; Bir suçtan dolayı yapılan ve müruru zamanı kesen muameleler, o suçlarda her ne suretle olursa olsun iştiraki olup ta, aleyhlerinde takibat veya tahkikat yapılmamış olan kimseler hakkında dahi müruru zamanı keseceği belirtilirken;
5237 sayılı TCK"nın 67.maddesinin 2. fıkrasında ise;
Bir suçla ilgili olarak;
1-)Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b-)Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c-)Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d-)Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkumiyet kararı verilmesi,
Zaman aşımını kesen nedenler olarak gösterilmiştir.
765 sayılı TCK.nın 106 maddesinde bir suçtan dolayı yapılan ve müruru zamanı kesen muameleler, o suçlarda her ne suretle olursa olsun iştiraki olup ta, aleyhlerinde takibat veya tahkikat yapılmamış olan kimseler hakkında dahi zaman aşımını keseceği belirtilirken, 5237 sayılı TCK.nın 67/2 maddesinde; herhangi bir sanık için için zaman aşımını kesen nedenlerin aynı suça iştirak eden diğer sanıklar hakkında da; tahkikat yada takibat yapılmasına bakılmaksızın zaman aşımını keseceği belirtilerek 765 sayılı TCK"nın 106 maddesindeki uygulamada ortaya çıkan tereddütler giderilmek istenmiştir.
Hukuk sistemimizde zaman aşımı müessesesinin maddi ceza hukuku kapsamına girdiğinin kabul edilmesinden sonra muhalefete konu uyuşmazlığın "Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz" kuralının sınırları içerisinde kalmak kaydıyla Ceza Hukukunun izin verdiği ölçüde yorum kuralları ile bağdaştırmak suretiyle çözümü gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK.nın 2. maddesinde: Özet olarak "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz" denilerek kanunilik ilkesi özelikle vurgulanmak istenmiştir.
"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" kuralı Türk Ceza Hukukunda, Devlet ve Yargıç karşısında bireylerin "Kamu Hakları"nın güvencesidir.
Öğretide değerini koruyan bu kural, Anayasamızın (Mad.38) ilkeleri arasına girmiş ve 5237 sayılı TCK.nun 2. Maddesinde de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hükmün 2. Maddede yer alması bile, kurala verilen önemi gösterir.
Kanunun 2 maddesindeki "açıkça" kelimesi Türk Ceza Hukukunda "kıyaslama"nın yasaklandığını gösterir.
Kanunsuz ceza olamayacağından, suçun cezasının belirlenmiş olması suçluların cezalandırılmasında şarttır.
Bir fiili suç saymak ve cezalandırmak yetkisinin yalnız kanuna tanınması bireylere özgürlüklerinin sınırı hakkında bilgi verir. Bireyin, nelerin ne kadar yasak olduğunu bilmeye hakkı vardır. Bu hakkını kullanan birey yasak olanı yapmaktan çekinmek, yasak olmayanı yaparken de korkusuz hareket etmek imkanını kazanır. Kanun Kuralına gerçek anlamını kanun koyucunun iradesi verir. Kanunun iradesi kanun koyucunun subjektif iradesi değildir. Yazılı formül içinde ifade edilmiş objektif irade, kanunun iradesini oluşturur. Kanunun iradesini gösteren formül zorunlu olarak genel ve soyut olacağından, kuralın önce içeriğini ve anlamını belirtmeden, iradenin somut olaylara uygulanmasına imkân yoktur. Pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturur.
5237 sayılı TCK.nın 67/2 maddesinde; herhangi bir sanık için zaman aşımını kesen nedenlerin, haklarında tahkikat veya takibat yapılmasına bakılmaksızın aynı fiille iştirak eden diğer bütün sanıklara sirayet edeceği net bir şekilde belirtilerek bir taraftan 765 sayılı kanunun 106 maddesinin yorumunda yaşanan tereddütler giderilirken diğer taraftan kanundan kaçan kişilerin ödüllendirilmesi önlenmek istenmiştir.
Tahkikat veya takibattan kaçanları ödüllendirmemeyi amaçlayan 5237 sayılı TCK.nın 67/2 maddesinin uygulama alanına haklarındaki yargılamanın bir an önce sonuçlandırılması için üzerlerine düşen görevi tam anlamıyla yapan sanıkları da dahil etmek, Türk Ceza Hukukunun kabul etmediği kıyas yöntemini hem de sanık aleyhine hüküm doğuracak şekilde Ceza Hukukuna dahil etmek olur ki, bunun kanun koyucunun iradesine aykırı olacağı açıktır. Zira Kanun koyucu, genel gerekçede iradesini açıkça ortaya koymuştur. Özellikle sanık aleyhine getirilen hükümlerin hiç bir tereddüde yer vermeyecek şekilde kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Bu kural Türk Ceza Kanunun 2. maddesi ile hüküm altına alınan ve Anayasa hükümleri arasında da yer bulan suçların kanuniliği prensibinin doğal bir sonucudur.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun gerek 765 sayılı kanunun 106 maddesi gerekse 5237 sayılı TCK"nın 67/2 maddesiyle ilgili aşağıda özetlenen içtihatlarında; kaçanın ödüllendirilmemesi açıkça vurgulanırken, anılan maddelerin uygulama alanının haklarındaki tahkikat yada takibat konusu yapılan iddiaların bir an önce sonuçlanması için üzerlerine düşen görevi eksik yapan sanıklar açısından da geçerli olacağına dair herhangi bir ibareye yer verilmemiştir.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 27/04/1999 gün, 1999/6-82 E-1999/81 K sayılı kararında benzer bir olayda konu şu şekilde özetlenmiştir. "Sanığa yüklenen suç TCY.nın 491/4. maddesinde düzenlenmiş olup, maddede öngörülen cezanın üst sınırı itibariyle TCY.nın 102/4. maddesi uyarınca 5 yıllık asli zamanaşımına tabidir; sanığın inceleme konusu suça ilişkin sorgusu 19.11.1992 tarihinde yapılmıştır. Bu sorgusunda sanığa CMUK.nun 135.maddesindeki haklarının hatırlatılmamış olması, zamanaşımının kesilmesi açısından sonuca etkili bulunmamaktadır. Zira sorgunun şekline ilişkin bir yasal değişikliğin veya iradesinde olmayan bir yanılgının sanık aleyhine sonuç doğuracağını kabul etmek olası değildir. Ayrıca TCY.nın 104, 105 ve 106. maddeleri birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde; 104 ve 105. maddelerdeki düzenlemelerin, haklarında dava açılan kişileri kapsadığı; 106. maddede ise kesici işlemlerin, haklarında takibat ve tahkikat yapılmamış olan kimselere de sirayet edeceği öngörülmüş olup, bu düzenleme ile yasalara saygılı olarak duruşmaya gelen kişilerin durumlarını duruşmadan kaçan kişilerin durumlarıyla eşitlemek değil, kaçana imtiyaz tanımamak, onları ödüllendirmemek ve yasa önündeki eşitliği sağlamak amaçlanmıştır.
Bu belirlemeler ışığında sanığın durumu ele alındığında; müsnet suçtan dolayı açılmış bulunan davada sorgusu 19.11.1992 tarihinde yapılmış, araya başkaca kesici bir neden girmediğinden, asli zamanaşımı 19.11.1997 tarihinde gerçekleşmiştir. Sanık, hakkında takibat ve tahkikat yapılmayan konumunda değildir.
Bu nedenle diğer sanıklar hakkındaki zamanaşımını kesen işlemlerin sanığa sirayet etmesi sözkonusu olmayıp yargısal uygulamalar da bu yönde istikrar kazanmıştır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 28.6.1965 gün ve 275/D-3 sayılı kararı da bu doğrultudadır.
CGK,20.03.2012, E.2011/11-241,K. 2012/114; CGK, 31.1.2012, E. 2011/11-243, K. 2012/7. CGK, 16.2.2016, E. 2014/11-315, K. 2016/65 sayılı kararlarında "5237 sayılı TCK"nun 67/2. maddesinde kesme nedenlerinin sirayeti konusunda nesnel sistem esas alınarak bir suçla ilgili olarak şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi, iddianame düzenlenmesi, sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi halinde dava zamanaşımının kesileceği belirtilmiş ve sonuç olarak kesme nedeninin varlığı halinde dava zamanaşımının suçla ilgili olarak kesildiğini kabul etmek ve fakat bunu ilgili suç ortağına özgü kesilme olarak mütaala etmemek gerektiği vurgulanmıştır. Yine anılan genel kurulu kararlarında anılan yasa maddesinde özenle seçilen anlatım biçimi ile 765 s. TCK’nın 106. maddesine benzer bir düzenlemeye 5237 s. TCK’da yer verilmemesi ve dava zamanaşımının kesilme nedenleri sayılırken kullanılan "şüpheli veya sanıklardan birinin" "şüpheli veya sanıklardan biri hakkında" "sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa" ibareleri birlikte değerlendirildiğinde, böyle bir düzenlemenin yasa koyucunun bilinçli bir tercihi olduğu ve dava zamanaşımını kesen nedenlerin iştirak halinde suç işleyen sanıklar açısından sirayeti yönünden fiili esas alan nesnel ölçütün geçerli olduğu" vurgulanmıştır.
Esasen bu gerekçeler TCK"nın 67/2 maddesinin konuluş amacına uygun olduğu gibi görüşümüze de aykırı değildir. Zira sanıklardan herhangi birisi hakkında dava zamanaşımını kesen usulü işlem yapılmış ise anılan usulü işlemlerin yapılmadığı sanıklar açısından da zaman aşımının kesilmiş sayılacağı konusunda kuşku yoktur. Ancak haklarında zamanaşımını kesen usulü işlem daha önce yapılan örneğin daha önce sorguya çekilerek sorgu aşamasını geçiren sanık açısından; sonradan yakalanan başka bir sanığın sorguya çekilmesinin zamanaşımını kesen bir işlem olarak kabul edilmesinin kanun koyucunun amacına uygun olduğunu söylemeye imkan yoktur. Aksi takdirde, hakkındaki iddiaların bir an önce sonuçlanması için üzerine düşen bütün görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getiren sanık açısından; sırf kaçarak yargılamayı uzatmak isteyen başka bir sanığın yakalanarak sorguya çekildi diye zamanaşımının bir kez daha kesildiğini kabul etmek, ülkemizinde taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin olmazsa olmazını teşkil eden adil yargılanma hakkını ihlal edeceği gibi kurallara uyan sanık ile kurallara uymayan sanığın aynı şekilde muameleye tabi tutulması anlamına gelir ki!... Böyle bir sonucun ceza hukukunun temel ilkelerinden olan hakkaniyet ve kanun önünde eşitlik ilkelerine aykırı olacağı ve iştirak halinde işlenen suçlardan dolayı, sanıkların tamamının yakalanmadığı durumlarda; asli zaman aşımı süresinin dolduğundan bahisle düşme kararı verilmesini imkansız hale getireceği gibi yargıtay uygulamalarına da aykırı olacağı açıktır. Bizce iştirak edilmemekle birlikte bir an için sayın çoğunluğun görüşünün kabul edilmesi durumunda; özellikle iştirak halinde işlenen suçlarda; temyiz aşamasında incelemeye konu sanık açısından asli zaman aşımı süresinin sona erdiği belirlense dahi; yakalanmayan sanıklardan herhangi birisinin yakalanarak yada kendiliğinden teslim olarak hakkında zaman aşımını kesen herhangi bir işlemin yapılması ihtimaline binaen kesintili zamanaşımı süresi dolmamış ise düşme kararı verilemeyeceğinden; yargıtaydaki inceleme sırasında dahi bu hususun araştırılmasının zorunlu hale geleceği gibi ayrıca soruşturma aşamasını geçiren hatta hakkında mahkumiyet kararı verilen sanık açısından, aynı suçu iştirak eden başka bir sanığın yakalanarak hazırlık aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesinin alınması halinde dahi zaman aşımının kesildiği kabul edilerek soruşturma aşamasına dönülmesinin suç işlediği kesinleşinceye kadar masumların teminatı olarak kabul edilen ceza muhakemesi kanununun ruhuna da aykırı olacağı açıktır. Kaldı ki !.. Yargıtay uygulamalarında böyle bir araştırmanın hiç bir zaman yapılmadığı bilinen bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Zaten bu yönde bir araştırma yapılmasının zorunlu olması halinde, böyle bir uygulamanın davaları sürüncemede bırakmak suretiyle zaten iş yoğunluğu oldukça fazla olan mahkemelerin iş yükünün iyice artmasına sebebiyet vereceği gibi ayrıca hukuk devletinde hakkındaki iddiaların bir an önce sonuçlandırılması için kanunlara son derece saygılı davranan kişilerin adil yargılanma hakkını ihlal edeceği konusunda kuşku bulunmamaktadır. Sanık lehine yada aleyhine sonuçlandırılan davanın makul süre içerisinde bitirilememesini dahi adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul eden hukuk sistemimizin, böyle bir uygulamaya kayıtsız kalması elbetteki beklenemez. Sanığın kendisi hakkında sorgu işleminin yapılması, mahkumiyet hükmünün verilmesi ... gibi işlemler kendisi hakkında zamanaşımını keserken, daha sonra başka bir sanık hakkında yapılan aynı usuli işlemlerin, aynı aşamaları daha önce geçiren sanığa sirayet ettirilmesi kanunun konuluş amacına ve ceza hukukunun temel ilkelerine de aykırı olacağı gibi kusursuz bir yargılamayı hedefleyen usul ekonomisine de aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Sonuç itibariyle yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere bir sanık hakkında zaman aşımını kesen herhangi bir usulü işlemin yapılması, o tarihe kadar haklarında aynı usuli işlemlerin yapılmadığı sanıklar hakkında zaman aşımını keserken, haklarında daha önce aynı usuli işlemlerin yapıldığı sanıklar açısından zamanaşımının ikinci kez kesildiğinin kabul edilmemesinin Yargıtay uygulamalarına, TCK"nın 67/2 maddesinin konuluş amacına, hakkaniyet ilkesine daha uygun olacağı ve böyle bir sonucun kanuna saygılı vatandaşların adil yargılanma hakkının sağlanmasına katkıda bulunacağı açıktır. Ulaşılan sonuca göre, örneğin A-B-C adındaki üç sanığın iştirak halinde bir suçu işlemesi halinde; ilk önce "A" nın yakalanarak sorguya çekilmesi, "B" ve "C" hakkında zamanaşımını kestiği konusunda uygulamada ve teoride herhangi bir duraksama bulunmamasına karşın, daha sonra yakalanan B"nin sorguya çekilmesi sadece henüz sorguya çekilmeyen "C" hakkında zaman aşımını keserken daha önce sorgusu yapılan A hakkında zamanaşımını kesmeyecektir. Daha sonraki bir tarihte yakalanan "C" nin sorguya çekilmesi de yine daha önce sorguya çekilen "A ve B" hakkında zamana şımını kesmeyecektir. Aksine düşüncenin kabul edilmesi; tüketilen bir usuli işlemin defalarca yeniden canlandırılması anlamına gelir ki!.. Çağdaş hiç bir hukuk sisteminin buna izin vermesi beklenemez. Benzer düzenlemelerde, gerek Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, gerekse özel dairelerin istikrar kazanan uygulamaları da bu doğrultudadır. Örneğin 1412 sayılı CMUK"nın 104/2 maddesinde sanığın görevsiz mahkemede usulüne uygun olmayacak şekilde sorgusunun yapılması zaman aşımını keserken, daha sonra görevli mahkemede usulüne uygun olarak yeniden sorguya çekilmesinin, yada ilk sorgu için gıyabi tevkif müzekkeresi çıkarıldıktan daha sonra yeniden çıkarılan gıyabi tevkif müzekkerelerinin dava zaman aşımını kesmeyeceği gerek teoride gerek uygulamada tereddüde yer vermeyecek şekilde benimsenmiştir.
Yukarıdaki açıklamalar ve içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; sanık ..."in sorgusunun yapıldığı 17/01/2011 tarihinde zamanaşımının kesildiği, diğer suça sürüklenen çocuğun açıklamalarının sanık ..."in durumunda herhangi bir değişiklik yapmadığının dosya içeriğinden net bir şekilde anlaşıldığı, diğer suça sürüklenen çocuğun sorgusu yapılmasa dahi mevcut delillerle adı geçen sanık ... hakkında karar verilebileceği dikkate alınarak adı geçen sanık hakkındaki davanın tefrik edilerek bitirilme olanağı varken, davanın tefrik edilmeyip kaçan suça sürüklenen çocuğun zorunluluk olmaksızın beklenerek 07/10/2011 tarihinde yapılan sorgusunun sanık ..."e sirayet ettirilmesi, sanık lehine getirilmiş bir kanun hükmünün sanık aleyhine yorumlanması anlamına gelir ki; böyle bir yorumun ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşması mümkün değildir. Bu durumda sanık ... hakkında sorgusunun yapıldığı 17/01/2011 tarihinden inceleme tarihine kadar asli zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle kamu davasının düşürülmesi gerekirken, diğer suça sürüklenen çocuğun sorgusunun yapıldığı 07/10/2011 tarihinde zamanaşımının kesildiği ve kesme nedeninin daha önce sorgusu yapılan ..."e de sirayet ettiği gerekçesiyle asli zaman aşımı süresinin inceleme tarihinde dolmadığından bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün onanmasına dair sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
2- Dava zamanaşımının gerçekleşmediği sonucuna ulaşılmakla, sanığa atılı ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçunun sabit olup olmadığı,
İncelenen dosya kapsamından;
14.09.2009 tarihli suç tutanağında; 13.09.2009 tarihinde saat 17.30"da ormanlık alan içerisindeki kontrol çalışmaları sırasında Beştepe mevkisi 108 nolu bölmeye gelindiğinde orman içerisinde at ile birlikte at arabasının durduğu, orman muhafaza memurlarını fark eden iki kişinin de koşarak kaçtığı, şüpheli şahısların dur ihtarına rağmen orman içerisinde kaçarak izlerini kaybettirdikleri, yapılan incelemede 11 adet meşe odununun el bıçkısı ile dipten kesildiği ve beş adedinin arabada yüklü olduğunun görüldüğü, görevlilerin terk edilen at ve araba ile diğer odunları depoya götürdükleri, 14.09.2009 tarihinde saat 13.30 sıralarında Gönen İşletme Şefliğine gelen ... ve..."nin at arabasının çalındığını bildirmeleri üzerine Güneşli deposuna gidilerek at ve arabanın şahıslara gösterildiği, şahısların at ve arabanın kendilerine ait olduğunu söylemeleri üzerine haklarında 6831 sayılı Kanun"un ilgili maddeleri uyarınca işlem yapılmak üzere tutanak tanzim edildiği, olay yerinde bir adet el testeresi, bir adet at ve at arabası ile 0,8 kental 11 adet kesilmiş meşe ağacının ele geçirildiği yönünde açıklamaların yer aldığı,
14.09.2009 tarihli suç tutanağına ek olarak tanzim edilen tutanağa göre; ağaç kesme işleminin dikili ve yakacak nitelikte emval veren ağaçlardan, bıçkı vb. alet ile, Hacıvelioba köyü mülki hudutlarında ve kesinleşmiş orman kadastrosu içerisinde gerçekleştiği,
Gönen Sulh Ceza Hâkimliğinin 15.09.2009 tarihli ve 437-438 sayılı kararıyla el koyma işleminin onaylandığı,
Ceyhun Kirpi"nin Gönen Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 15.09.2009 tarihli dilekçede; 13.09.2009 tarihinde saat 15.30 sıralarında Hükûmet Meydanı mevkisinde atı ve at arabasının çalındığını, konuya ilişkin Gönen Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığına ihbarda bulunduğunu, ... muhafaza memurlarının arazide at ve at arabası bulduklarını bildirmeleri üzerine at ve arabasının kendisine ait olduğunu tespit ettiğini, at ve arabasını çalan şahısların ormandan ağaç kesmek için kullandıklarını, kendisinin hiçbir ilgisinin olmadığını, at ve arabasının kendisine verilmesini talep ettiği,
Gönen İlçe Emniyet Müdürlüğünün 09.11.2009 tarihli yazısı ile Gönen İlçe Jandarma Komutanlığının 03.11.2009 tarihli yazısında; Ceyhun Kirpi isimli şahsın 13.09.2009 tarihinde, öncesinde veya sonrasında at ve arabasının hırsızlandığına ilişkin herhangi bir müracaatının olmadığının belirtildiği,
Gönen Belediye Başkanlığının 02.04.2014 tarihli yazısında; suç tarihi ve öncesinde herhangi bir ilan yapılmadığının belirtildiği, Gönen İlçe Emniyet Müdürlüğünün 07-10.03.2014 tarihli yazılarında; ..."in 13.09.2009 tarihinde ve bir hafta öncesi ile sonrasında at arabasının çalınması ile ilgili herhangi bir 155 ihbarı olmadığı ve anons yapılmadığının belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; 14.09.2009 tarihli suç tutanağını orman muhafaza memuru olan arkadaşı ... ile birlikte düzenlediklerini, 13.09.2009 günü orman içerisinde bir at arabası gördüklerini, kendilerini fark eden iki kişinin de koşarak kaçtıklarını, kaçan şahısları yakalayamadıklarını, ertesi gün bu at ve at arabasının kendisine ait olduğunu iddia eden... ve ..."in orman işletme şefliğine müracaat ettiklerini, bu kişilerin eşkâllerinin kaçan kişiler olduğundan bu suç tutanağını tanzim ettiklerini ancak kendisinin sadece arkalarından gördüğü için tam olarak bu şahısların olay günü kaçak orman emvalini kesen ve nakleden şahıslar olduğunu söyleyemeyeceğini, eşkâl, dış görünüş, boy yönüyle bu şahısların yani... ile İrfan"ın kaçak orman emvalini kesen ve nakleden şahıslar olduğuna kanaat getirdiğini, Mahkemede ise olay günü orman içinde bir at arabası gördüklerini, daha sonra kendilerini fark eden iki kişinin kaçmaya başladıklarını ancak kaçan kişileri tam olarak teşhis edemediklerini, at arabasını depoya götürdüklerini, ertesi günü sanıkların kendilerine başvurarak at arabasının çalındığını söylediklerini, bu şahısların olay esnasında kaçan şahıslar olduğunu düşündükleri için tutanak tanzim ettiklerini ancak kaçan şahısları tam olarak tespit edemediklerini,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; 14.09.2009 tarihli suç tutanağını orman muhafaza memuru olan arkadaşı ... ile birlikte düzenlediklerini, 13.09.2009 günü orman içerisinde bir at arabası gördüklerini, kendilerini fark eden iki kişinin de koşarak kaçtıklarını, kaçan şahısları yakalayamadıklarını, ertesi gün bu at ve at arabasının kendisine ait olduğunu iddia eden... ve ..."in orman işletme şefliğine müracaat ettiklerini, bu kişilerin kaçak orman emvali kesen ve nakleden şahıslar olduğunu düşündüklerini, bu nedenle suç tutanağını tanzim ettiklerini, Mahkemede ise olay günü orman içinde bir at arabası gördüklerini, daha sonra kendilerini fark eden iki kişinin kaçarak uzaklaştıklarını ancak kaçan kişileri yakalayamadıklarını, ertesi günü sanıkların kendilerine başvurarak at arabasının çalındığını söylediklerini, başvuran şahısların olay esnasında kaçan şahıslar olduğunu düşündükleri için tutanak tanzim ettiklerini ancak kaçan şahısları tam olarak tespit edemediklerini,
İnceleme dışı sanık... Cumhuriyet Başsavcılığında; ... ile birlikte İrfan"a ait olan at arabasını kullandıklarını, 13.09.2009 tarihinde Hükûmet meydanında İrfan"ın at arabasını yolun kenarındaki zincire bağladıklarını ancak atın o gün çalındığını, bunun üzerine İrfan ile oradan geçmekte olan sivil polisleri durdurduklarını ve at arabasının çalındığını söylediklerini, bu yönüyle atılı suçu kabul etmediğini, Hacıvelioba köyünde bulunan orman içerisindeki emvali kesmediğini ve bunları at arabasına yükleyerek 13.09.2009 günü orman muhafaza memurlarını görüp kaçan kişinin kendisi ile ... olmadığını, bu kişilerin İrfan"a ait olan at arabasını çalan kişiler olduğunu düşündüğünü, İrfan"ın emniyet müdürlüğüne giderek başvuru yapıp yapmadığı hususunu bilmediğini ancak bilgisi dışında bu şekilde bir başvuru olabileceğini, Mahkemede; atılı suçlamayı kabul etmediğini, daha önce vermiş olduğu ifadesinin geçerli olduğunu, iddianamede bahsedilen at arabası çalındığı için emniyete başvurduklarını, daha sonra at arabasının bulunduğunu, diğer sanık ile birlikte orman işletme şefliğine gidip at ile arabayı aldıklarını, bozma sonrası Mahkemede ise olay zamanı İrfan"ın, at arabasıyla balık almaya gittiğini, daha sonra geldiğinde at arabasının olmadığını gördüğünü, kendisine sadece bununla ilgili emniyete başvurduğunu söylediğini,
Sanık ... Kollukta; at arabası ile taşımacılık yaptığını, geçmiş tarihlerde at arabasının çalındığını, polis merkezine müracaata geldiğinde kendisini Orman İşletme Müdürlüğüne yönlendirdiklerini, Orman İşletme Şefliğine gittiğinde kendisine at arabasının Beşler mevkisinde izinsiz ağaç keserken yakalandığını söylediklerini, ağaçları kendisinin at arabasına kesip taşıyanın kim olduğunu bilmediğini, ağaç kesmediğini, iddiaları kabul etmediğini beyan ettiği, Mahkemede; suçlamayı kabul etmediğini, olay yerinde yakalandığı iddia edilen at arabasının kendilerine ait olduğunu ancak bu olaydan 3-4 gün önce çalındığını, kaybolduğunu, bunun için emniyete şikâyet dilekçesi verdiklerini, at arabasının kaybolmasından 3-4 gün sonra da böyle bir olayın ortaya çıktığını, kesinlikle iddianamede belirtilen olayları gerçekleştirmediğini, at arabasını çalan kişilerin bu olayı gerçekleştirmiş olabileceğini, at arabasının bulunmasından sonra emniyete gittiklerini, at arabasını oradan kendilerine teslim ettiklerini, bu olayı da orada öğrendiğini, Cumhuriyet Başsavcılığında ve bozma sonrası Mahkemede; atılı suçu kabul etmediğini, suç tutanağı altındaki imzanın kendisine ait olduğunu, olaydan bir gün önce atının arabası ile birlikte Hükûmet meydanından çalındığını, aynı gün Emniyet Müdürlüğüne durumu bildirdiğini, emniyete atının rengini ve arabanın özelliklerini anlattığını, bunun üzerine anons yapılacağını kendisine söylediklerini ve gitmesini istediklerini, ifadesinin alınmadığını, ertesi gün at arabasının bulunup bulunmadığını öğrenmek için Emniyet Müdürlüğüne gittiğinde kendisine orman içerisinde terk edilen bir at arabasının bulunduğunu, gidip Gönen Orman İşletme Şefliğinden öğrenmesini istediklerini, Orman İşletme Şefliğine gidip baktığında at ve arabanın kendisine ait olduğunu gördüğünü ve oradan at arabasını teslim aldığını, kesinlikle ormandan ağaç kesmediğini, kimin kestiğini de bilmediğini, at arabasının çalındığı gün orada bulunan bir şahsa sorduğunda şahsın kendisine iki kişinin at arabasını alıp götürdüğünü söylediğini ancak bu şahsın kimlik bilgilerini ve adresini bilmediğini,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir biçimde çözümlenmesi için "ormandan ağaç kesme" suçunun unsurlarının incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
6831 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla ve hâlen yürürlükte olan 91. maddesi;
“14 üncü maddenin (A) ve (B) bentleri ile yasak edilen fiillerden dikiliden ağaç kesenler, kökünden sökenler veya hayatiyetini sona erdirecek şekilde boğanlar, ağaçlardan yalamuk, pedavra, hartama çıkaranlar üç aydan beş yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır. Ancak suçun konusunun münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç olması halinde, verilecek ceza yarı oranında indirilir.
Suçun konusunun fidan olması halinde birinci fıkraya göre verilecek ceza bir kat artırılır.
Fidan ekim sahasını bozan kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Birinci fıkradaki ağaç kesme ve sökme fiillerinin işlenmesinde motorlu araç ve gereçler kullanılması halinde verilecek ceza bir kat artırılır. Ancak, fidanlar hakkında bu hüküm uygulanmaz.
(Değişik beşinci fıkra: 31/3/2011-6217/11 md.) 14 üncü maddenin (A) ve (B) bentleriyle yasak edilen ve yukarıdaki fıkralarda yazılı bulunmayan fiilleri işleyenlere, ikiyüzelli Türk Lirasından ikibin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Bu fiillerin, 3 üncü madde gereğince orman rejimi altına alınan yerlerde veya 23 üncü, 24 üncü ve 25 inci maddeler gereğince muhafaza ormanı veya milli park olarak ayrılmış ormanlarda işlenmesi halinde verilecek idarî para cezası beşyüz Türk Lirasından az olamaz. Bu fiilin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine de karar verilir.
Bu Kanunun 14 üncü maddesinin (A) ve (B) bentlerine muhalif hareket edenler orman sahipleri ise iki seneye kadar hapis ve adlî para cezasıyla cezalandırılır. Ancak kendi arazisi üzerinde tohum ekmek veya fidan dikmek suretiyle yetiştirilecek ormanların sahipleri yukarıdaki fıkra hükmüne tabi değildir.”,
6831 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla ve hâlen yürürlükte olan 14. maddesi;
“Devlet ormanlarında:
A) Yetişmiş veya yetiştirilmiş fidanları kesmek, sökmek, ekim sahalarını bozmak, yaş ağaçları boğmak, yaralamak, tepelerini veya dallarını kesmek veya koparmak veya ağaçlardan yalamuk, pedavra hartama çıkarmak;
B) Dikili yaş veya kuru ağaçları kesmek veya bunları kökünden sökmek veya bunlardan kabuk veya çıra veya katran veya sakız çıkarmak, yatık veya devrik ağaçları kesmek veya götürmek, kök sökmek, kömür yapmak;
C) Palamut, ıhlamur çiçeği, her çeşit orman örtüsü, mazı kozalağı tıbbi ve sınai nebatları veya orman tohumlarını toplayıp götürmek;
D) Ormanlardaki göl, gölet, baraj ve derelerde dinamit atmak veya zehir bırakmak suretiyle avlanmak;
E) Ticaret amacıyla olmaksızın kendi ihtiyacı için toprak, kum ve çakıl çıkarmak;
Yasaktır.”,
6831 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla ve hâlen yürürlükte olan 108. maddesi;
“Orman mallarının bu Kanun hükümlerine aykırı olarak kesildiğini, taşındığını veya toplandığını bildiği halde; taşıyanlar, biçenler, işleyenler, kabul edenler, kullananlar, satanlar, satın alanlar veya bulunduranlar bir seneye kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkrada yazılı fiillerin, ticarethane sahibi olsun olmasın, her türlü orman ürünü ticareti ile uğraşanlarla, kar maksadıyla aldıkları orman mallarını işleyerek her ne şekilde olursa olsun alet ve eşya haline dönüştürdükten sonra satanlar tarafından işlenmesi halinde, bir seneden yedi seneye kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Suçun konusunu oluşturan orman ürünlerinin değerinin azlığı göz önünde bulundurularak verilecek cezalar yarısına kadar indirilebilir.
Bu Kanunda yazılı suça konu olan her türlü orman emvali, nakil vasıtaları ve suç aletleri Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre müsadere edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere, Devlet ormanlarında yapılması yasaklanan fiiller 6831 sayılı Kanun’un 14. maddesinde gösterilmiştir. Aynı Kanun’un 91. maddesinde ise 14. madde ile yasaklanan fiillere yaptırım öngörülmüştür. 6831 sayılı Kanun’un 91. maddesinin 1. fıkrasında; 14. maddenin (A) ve (B) bentlerinde sayılanlardan, dikili yaş veya kuru ağaçları kesmek, kökünden sökmek, boğmak, yalamuk, pedavra ve hartama çıkarmak şeklindeki fiiller suç olarak kabul edilmiş, geri kalan fiiller ise aynı Kanun’un 91/5. fıkrasında kabahat olarak kabul edilmiştir.
6831 sayılı Kanun’un 1. fıkrasının 1. cümlesinde yapacak vasıflı ağaçlara karşı işlenen fiillerin yaptırımı belirlendikten sonra ikinci cümlesinde ise suçun konusu münhasıran yakacak emval veren ağaç olması hâlinde birinci cümleye göre verilecek ceza yarı oranında indirileceği belirtilmiştir. Suçun konusunun fidan olması hâlinde birinci fıkraya göre verilecek ceza bir kat artırılacaktır. Ayrıca birinci fıkradaki ağaç kesme ve sökme fiillerinin işlenmesinde motorlu araç ve gereçler kullanılması hâlinde de verilecek ceza bir kat artırılacaktır.
Orman mallarının bu Kanun hükümlerine aykırı olarak kesildiğini, taşındığını veya toplandığını bildiği hâlde; taşıyanlar, biçenler, işleyenler, kabul edenler, kullananlar, satanlar, satın alanlar veya bulunduranlar hakkında 6831 sayılı Kanun’un 108/1. maddesi hükümleri uygulanır. Ormandan izinsiz olarak kestiği emvali taşıyan, biçen, işleyen, kabul eden, kullanan, satan, satın alan veya bulunduran kişi hakkında ise TCK"nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı gereğince sadece en ağır cezayı içeren 6831 sayılı Kanun"un 91. maddesinde düzenlenen ormandan ağaç kesme suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Hacıvelioba köyü, Beştepeler mevkisinde bulunan ormanlık alan içerisinde 13.09.2009 tarihinde saat 17.30’da orman muhafaza memurları ... ve ...’un kontrol işlemi yaptıkları sırada at ve at arabası gördükleri, kendilerini fark eden iki kişinin de koşarak kaçtığı, yapılan incelemede 11 adet yakacak nitelikteki meşe ağacının olay yerinde ele geçirilen el testeresi ile kesildiğinin, kesilen ağaçların 5 adetinin at arabasında yüklü olduğunun belirlendiği, nakil vasıtaları, orman emvali ve suç aletlerine el koyularak Orman İşletme Şefliğine götürüldüğü, olaydan bir gün sonra 14.09.2009 tarihinde saat 13.30 sıralarında Orman İşletme Şefliğine gelen sanık ... ve suç tarihinde 15-18 yaş aralığında bulunan inceleme dışı sanık...’nin at ve at arabasının kendilerine ait olduğunu söylemeleri üzerine sanık ve inceleme dışı sanık hakkında 6831 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri uyarınca suç tutanağı tanzim edildiği, sanık ..."in Cumhuriyet Başsavcılığında, olaydan bir gün önce atının arabası ile birlikte Hükûmet meydanından çalındığını, aynı gün emniyete başvurduğunu ancak ifadesinin alınmadığını, anons yapılacağını söylediklerini, Mahkemede at ve arabasının... ile birlikte kendilerine ait olduğunu, olaydan 3-4 gün önce atın çalındığını, kaybolduğunu, emniyete şikâyet dilekçesi verdiklerini, bozma sonrası Mahkemede ise olaydan bir gün önce atın ve arabasının çalındığını, çalındığı yerde bir şahsın kendisine iki kişinin at arabasını alıp götürdüğünü söylediğini, emniyete başvurduklarını ancak ifadesinin alınmadığını savunduğu, 15.09.2009 tarihinde inceleme dışı sanık...’nin Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe vererek 13.09.2009 tarihinde saat 15.30’da atı ve at arabasının çalındığını, konuya ilişkin emniyete ve jandarmaya giderek ihbarda bulunduğunu, orman işletme şefliğince bulunan at ve at arabasının kendisine ait olduğunu, olayla bir ilgisi olmadığını beyan ederek atı ve arabayı geri istediği, Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde ise at ve at arabasının İrfan’a ait olduğunu, 13.09.2009 tarihinde Hükûmet meydanından at ve arabasının çalındığını, İrfan ile yoldan geçen sivil polislere hırsızlık olayını söylediklerini, İrfan’ın emniyete giderek başvuru yapıp yapmadığını bilmediğini, Mahkemede; at ve at arabasının hırsızlanması olayından sonra emniyete başvurduklarını, bozma sonrası mahkemede ise, İrfan’ın at arabası ile balık almaya gittiğini, döndüğünde at arabasının olmadığını, kendisine hırsızlık olayı için emniyete başvurduğunu anlattığını savunduğu, suç tutanağını tanzim eden orman muhafaza memurlarının tutanağı doğruladıkları, orman muhafaza memurlarından ...’un Cumhuriyet Başsavcılığında, ... ve...’nin kaçan kişiler olduğunu, eşkâl, dış görünüş, boy yönüyle kaçan şahısların ... ve... olduğuna kanaat getirdiğini beyan ettiği, Gönen İlçe Emniyet Müdürlüğü ve İlçe Jandarma Müdürlüğü’ne at ve at arabasının hırsızlandığına dair herhangi bir başvuru, ihbar veya anons yapılmadığı, Gönen Belediye Başkanlığınca da hırsızlık olayıyla ilgili ilan yapılmadığı anlaşılmakla;
İnceleme dışı sanık...’nin dilekçe ve savunmalarının birbiriyle ve sanık ...’in savunmalarıyla, ...’in savunmalarının da kendi içerisinde ve...’nin savunmalarıyla çelişkili olması, kolluk birimlerinden hangisine başvurdukları, başvuruyu kimin ve hangi yolla yaptığı, hırsızlık olayı sırasında İrfan ve...’un birlikte olup olmadığı, at ve at arabasının kime ait olduğu ve başvurunun ne zaman yapıldığı hususlarının açık bir şekilde ortaya koyulmaması, kesilen ağaçları nakletmek için kullanılan at ve at arabasının kendilerine ait olduğunu söyleyen... ve ... isimli iki şahsın olması, suç tutanağına göre de orman muhafaza memurlarını gördükten sonra kaçan şahısların iki kişi olmaları, ağaç kesme olayında kullanılan nakil vasıtalarının sahibi olduğunu iddia eden sanığın hırsızlık olayıyla ilgili şikâyette bulunduğu hususunun kolluk birimleri tarafından doğrulanmaması, orman muhafaza memuru olan tanıkların kaçan kişilerin sanık ve inceleme dışı sanık olduğuna kanaat getirmesi ve olayla bağlantısı olan başkaca herhangi bir kişi veya kişilere rastlanılmamış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanığın, inceleme dışı sanık... ile birlikte ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kestiğinin sabit olduğunun, kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, sanığa atılı ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçunun sabit olduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Gönen (Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesinin 15.10.2018 tarihli ve 36-1019 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, sanığa atılı ormandan münhasıran yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçunun sabit olduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.