Esas No: 2017/537
Karar No: 2019/424
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/537 Esas 2019/424 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 253-306
Davacı ..."ın faili belirsiz adam öldürme, konut dokulunmazlığını ihlal ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçları ile yaralama suçuna teşebbüsten beraatine karar verilmesinden sonra, tutuklu kaldığı süreler nedeniyle 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat istemiyle Maliye Hazinesi aleyhine açtığı davaların kısmen kabulü ile 248,52 TL maddi ve 5.500 TL manevi tazminatın tutuklanma tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı ... Hazinesinden tahsiline, fazlaya ilişkin taleplerin reddine dair Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 07.12.2012 tarihli ve 326-556 sayılı hükmün, davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 18.02.2014 tarih ve 27347-3898 sayı ile;
"Dava, 466 sayılı Kanun hükümlerine dayalı tazminat istemine ilişkin olup; Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 tarih ve 2009/256 Esas ve 2010/57 sayılı kararında 466 sayılı Kanun"un 2. maddesindeki üç aylık sürenin başlangıcı için 21.04.1975 tarih ve 3-5 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararına atıf yapılarak kesinleşen beraat hükmünden davacının haberdar olmasının aranması gerektiği şeklindedir. Ancak adı geçen kararda tazminat davasının ne zamana kadar açılması gerektiğine dair bir açıklama yoktur. Borçlar Kanunu"nun 60. maddesinde tazminat davasının, zarar verici fiil veya olayın vukuundan itibaren her hâlde 10 yıl sonra zamanaşımına uğrayacağı kabul edilmiştir. Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimseler bakımından, devletin yaptığı yakalama veya tutuklama haksız fiili ceza davasının kesinleşmesi ile netleştiğinden bu tarih olayın vuku tarihi olup, bu tarihten itibaren 10 yıl dolduktan sonra 466 sayılı Kanun"a göre tazminat istenemeyecektir. İncelemeye konu olan dosya kapsamına ve tazminat davasına dayanak teşkil eden mahkeme dosyasının içeriğine göre davacı hakkındaki beraat hükmünün 30.09.1997 tarihinde kesinleştiği davacı ... için davanın 30.04.2012 tarihinde, -10 yıl dolduktan sonra- açıldığının anlaşılması karşısında davanın süre yönünden reddine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz değerlendirme ile kısmen kabulüne karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 16.10.2014 tarih ve 253-306 sayı ile;
"...Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; dava, 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun uyarınca açılan manevi tazminat davasıdır. 466 sayılı Yasa"nın 2. maddesi uyarınca; "1 inci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler." Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 tarih, 2009/256 Esas ve 2010/57 Karar sayılı kararında 466 sayılı Kanun"un 2. maddesindeki üç aylık sürenin başlangıcı için 21.04.1975 tarih ve 3-5 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararına atıf yapılarak kesinleşen beraat hükmünden davacının haberdar olmasının aranması gerektiği belirtilmektedir. Ancak adı geçen kararda tazminat davasının ne zamana kadar açılması gerektiğine dair bir açıklama yoktur. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 18.02.2014 tarih, 2013/27347 Esas, 2014/3898 Karar sayılı ilamında olduğu gibi birçok kararında, Borçlar Kanunu"nun 60. maddesi uyarınca tazminat davasının, zarar verici fiil veya olayın vukuundan itibaren her hâlde 10 yıl sonra zamanaşımına uğrayacağı kabul edilmiş, bu hükmün kıyas yoluyla kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselerin açtığı tazminat davalarında da uygulanması gerektiği kabul edilmiştir. Ancak, Borçlar Kanunu"nda düzenlenen bu hükmün ceza hukuku bakımından açılan tazminat davalarında uygulanması kanaatimizce mümkün değildir. Zira ceza hukukunda kural olarak kıyas yasaktır. CMK veya 466 sayılı Yasa uyarınca açılan tazminat davaları, nevi şahsına münhasır (sui generis) bir kurumdur, borçlar hukukunda düzenlenen tazminata ilişkin hükümlerden farklıdır. Bu nedenle Borçlar Kanunu"nda düzenlenen haksız fiillere ilişkin 10 yıllık zamanaşımı süresinin bu davalar bakımından kıyas yoluyla uygulanması mümkün değildir. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin, tazminat davasının her zaman açılamayacağı ve bunun belirli bir süreyle sınırlandırılması gerektiğine ilişkin kanaati yerindedir, ancak bunun özel olarak kanunda düzenlenmesi gerekir. Nitekim, 5271 sayılı CMK"da bu husus açıkça düzenlenmiş ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat davasının açılabileceği açıkça belirtilmiştir.
Somut olay açısından değerlendirme yapıldığında; davacı ... hakkında faili gayri muayyen şekilde kasten öldürme, gündüz vakti toplu halde silahla konut dokunulmazlığını ihlal, yaralamaya tam teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle dava açıldığı, davacının 11.07.1995-13.02.1997 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, 13.02.1997 tarihli karar ile üzerine atılı suçlardan beraatine karar verildiği, verilen kararın davacı yönünden 30.09.1997 tarihinde kesinleştiği, davacıya kesinleşmiş kararın tebliğ edildiğine ilişkin dosya kapsamında bir bilgi ya da belgenin bulunmadığı, ancak kesinleşmiş kararın davacı vekiline 27.03.2012 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. 466 sayılı Yasa"nın açık düzenlemesi uyarınca, sanığın gerek yokluğunda gerekse yüzüne karşı hükmolunan beraat kararının kesinleşme şerhi ile birlikte ilgiliye tebliği zorunlu olup, Yasa"nın 2. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresi, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 tarih, 2013/9-202 Esas, 2014/11 Karar sayılı kararı) Mevcut tazminat davası 30.04.2012 tarihinde açılmış olup, tazminata konu ceza davasında kesinleşen beraat kararının 27.03.2012 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği anlaşıldığından, davanın 466 sayılı Yasa uyarınca üç aylık yasal sürede açıldığının kabulü gerekmektedir." gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmünde davalı ... vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.10.2015 tarihli ve 392449 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 841-864 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 27.03.2017 tarih ve 39-2426 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat istemlerine ilişkin davaların süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Davacı ... vekilince 30.04.2012 havale tarihli dilekçe ile; davacının Muş Ağır Ceza Mahkemesinin 1995/46 esas, 1997/12 karar sayılı dosyasında faili belirsiz adam öldürme, konut dokunulmazlığını ihlal ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçları ile yaralama suçuna teşebbüsten yargılandığı, 11.07.1995 tarihinde tutuklandığı, 13.02.1997 tarihinde beraatine ve tahliyesine karar verildiği belirtilerek faiziyle birlikte 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi olmak üzere toplam 100.000 TL tazminat talebinde bulunulduğu, davacı vekilinin 06.11.2012 havale tarihli dilekçe ile, maddi tazminat istemini 53.000 TL olarak ıslah ettiği,
Naip hâkim tarafından düzenlenen 06.12.2012 havale tarihli inceleme raporunda; ilgili evrakın Mahkemesinden istendiği, gelen cevabi yazı ile evrakın incelenmesinde, davacı ..."ın adam öldürme ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından 11.07.1995 tarihinde tutuklandığı, 13.02.1997 tarihinde tahliye edildiği, davacının atılı suçlardan 13.02.1997 tarihinde beraat ettiği, beraat kararının Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 30.09.1997 tarihli ve 2837-3055 sayılı kararı ile onandığı, kesinleşmiş kararın davacıya tebliğ edildiğine dair tebligat parçasının dosya arasında olmadığı, kesinleşmiş kararın davacı vekiline 27.03.2012 tarihinde tebliğ edildiği yönünde açıklamaların yer aldığı,
Muş Ağır Ceza Mahkemesinin 13.02.1997 tarihli ve 46-12 sayılı onaylı karar örneğine göre; faili belirsiz adam öldürme, konut dokunulmazlığını ihlal ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçları ile yaralama suçuna teşebbüsten sanık (davacı) ..."ın 11.07.1995 tarihinde tutuklandığı, 13.02.1997 tarihinde delil yetersizliğinden beraatine karar verilerek aynı tarih itibarıyla tahliye edildiği, karar üzerinde; kararın Yargıtay 1. Ceza Dairesince 30.09.1997 tarihli ve 2837-3055 sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği yönünde şerh bulunduğu,
Muş Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2012 tarihli yazısında; Mahkemenin davacı ... yönünden 30.09.1997 tarihinde onanmak suretiyle kesinleşmiş 13.02.1997 tarihli ve 46-12 sayılı beraat kararının sanığa (davacıya) ya da müdafisine tebliğ edildiğine ilişkin tebligat parçasına rastlanılamadığı, kesinleşmiş kararın adı geçen vekili Av. ..."e 27.03.2012 tarihinde tebliğ edildiği yönünde açıklamalara yer verildiği, yazı ekinde bulunan tebliğ mazbatası örneğine göre de; bahse konu kesinleşmiş beraat kararının 27.03.2012 tarihinde davacı vekili Av. ..."e kalemde bizzat tebliğ edildiği,
Anlaşılmaktadır.
466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılacak tazminat davalarının hukukumuza girişi ve hukuki niteliğine değinilmek suretiyle uyuşmazlık sağlıklı bir şekilde çözümlenebilecektir.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası"nda düzenlenmiş, 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir” hükmü yer almıştır.
1961 Anayasası"nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun"un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun"un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli ve 20759 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası"nda da sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun"un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir” şeklinde değiştirilmiştir.
Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun"un 18. maddesi ile 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun"un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Kanun"un 6. maddesindeki;
“(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2)Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden uygulanmaya devam edecektir.
Davaya konu işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun"un 1. maddesi;
“1. Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hal ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut tutukluluklarının devamına karar verilen;
2. Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen bildirilmeyen;
3. Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hakim önüne çıkarılmayan;
4. Hakim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetlerinden yoksun kılınan;
5. Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmeyen;
6. Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen;
7. Mahkum olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra sadece para cezasına mahkum edilen kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir” hükmünü içermektedir.
Kişilerin suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşmeden önce uygulanan yakalama ve tutuklama gibi koruma tedbirleri, bazen bir kısım zararların meydana gelmesine de neden olabildiğinden, hürriyetten yoksun kalanların haklarının teslim edilmesi amacıyla bu tedbirlerin uygulanması sonucu meydana gelen zararların tazminine yönelik olarak söz konusu düzenleme öngörülmüştür.
Öğretide yer alan yaygın görüşe göre; mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına nazaran, kural olarak Devletin yargılama faaliyetinden dolayı mali sorumluluğu kabul edilmemekte, ancak kanun ile düzenleme yapılması hâlinde tazminat verilebileceği belirtilmektedir. Yakalama ve tutuklamanın haksızlığını giderici bir müessese olan tazminat sisteminin hukuki niteliği de tartışmalıdır. Haksız yakalanan ve tutuklanan kişilere karşı devletin tazminat sorumluluğunun dayanağı, farklı teorilere dayandırılmış şahsi kusur, yardım, kusursuz sorumluluk, haksız fiil, risk teorisi veya organ teorisi gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır.
Hâkimlerin hukuki sorumluluklarını düzenleyen 6100 sayılı HMK"nın 46. maddesindeki genel kuralın tazminatın dayanağı olduğu görüşü şahsi kusur teorisini açıklamış, haksız yakalanan veya tutuklanan kişilere ödenen paranın tazminat değil devletin bu kişilere yardımı olduğunu ileri süren görüş de yardım teorisini ortaya koymuştur. Risk teorisi ise; toplumda herkesin kanun dışı yakalanma veya tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmakla beraber, uygulamada ancak bazı kişilerin haksız olarak tutuklandığına, kamu düzeni faydası için bazı kimselerin zarar görebildiğine, bu zararın toplum tarafından giderilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Devletin kendisine organik olarak bağlı olan organlarının yaptığı işlemlerden doğan zarardan sorumluluğu da organ teorisi ile açıklanmıştır.
Haksız fiil teorisine göre ise, hukuk düzeninin uygun bulmadığı, hukuka, kanuna, örf ve adete aykırı olan zarar verici filler haksız filler olup tazminat isteme hakkını doğuracaktır. Haksız fiile dayanan sorumluluk hukukunda da; kişinin hukuka aykırı ve kusurlu eylemleri ile sebep olduğu zarardan sorumluluğunu ifade eden kusur ilkesi ve kusuru aranmaksızın sadece kendisinin zarara sebep olması hâlinde zarardan sorumluluğunu ifade eden sebebiyet ilkesi olarak iki ilke ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan, adalet hizmetinin yürütülmesi sırasında bir zarar doğmuşsa kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın devletin sorumlu tutulması gerektiği görüşü de kusursuz sorumluluk teorisi ile açıklanmıştır. Bu konuda öğretide "466 sayılı Kanun"da öngörülen maddi ve manevi tazminatlar, hâkimlerin görevlerini yaparken kasıtlı olmayan fakat hizmet kusuru olarak nitelendirilebilecek hatalı davranış ve kararları ya da ihmali hareketleri ile haksız yakalama veya tutuklamaya sebep olduklarının anlaşılması üzerine devletin objektif sorumluluğunun kabul edilmesi nedeniyle ortaya çıkan tazminatlardır" (Hasan Köroğlu, Haksız Tutuklama Tazminatı, Adil Yayınevi, Ankara 1996, s.21.) şeklinde görüş de mevcuttur.
466 sayılı Kanun"un gerekçesinde de; “...yakalanmaları ve tutuklanmalarında kanuna uymayan bir cihet bulunmamakla beraber bilahare haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraatlerine karar verilerek bu suretle tutuklanmaları veya yakalanmalarının haksızlığı meydana çıkmış olanların da Devletten tazminat isteyebilecekleri ve bu tazminatın hukuki mesnedinin de objektif mesuliyet esasına istinat ettiği netice ve kanaatine varılmaktadır” açıklamasına yer verilmiştir.
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 23.11.2004 tarihli ve 177-203 sayılı kararında ise; 466 sayılı Kanun"a dayalı tazminatlarda, her türlü sorunun, öncelikle bu Kanun normlarıyla çözümlenmesi gerektiği, açıklık bulunmayan ahvalde “tazminat hukuku” kıyaslamasına başvurulacağı, fiilin en ziyade “haksız fiil” benzeri olduğu gözetilerek çözüme ulaşılacağı vurgulanmıştır.
Haksız yakalama ve tutuklama nedeniyle tazminat davalarının hukukumuzdaki tarihsel süreci ve hukuki niteliğine ilişkin bu genel açıklamalardan sonra 466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak tazminat davalarında azami bir dava açma süresinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
466 sayılı Kanun"un 2. maddesinin birinci fıkrasında; “1 nci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler” hükmü yer almakta olup maddede belirtilen üç aylık dava açma süresinin, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başladığı kabul edilmektedir.
Gerçekten 466 sayılı Kanun hükümlerine göre tazminat davalarının süresinde açılıp açılmadığına ilişkin uyuşmazlıklar Ceza Genel Kurulunun gündemine defalarca gelmiş ve istikrarlı bir şekilde, Kanun"un 2. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresinin, 21.04.1975 tarihli ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başladığı kabul edilmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK"nın “Tazminat İsteminin Koşulları” başlıklı 142. maddesinin 1. fıkrasında yer alan; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir” şeklindeki düzenlemeyle tebliğden itibaren üç ay ve her hâlde kesinleşme tarihinden itibaren bir yıl içinde tazminat talebinde bulunulabileceği hüküm altına alınmıştır.
Davaların açıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun "Müruru zaman" başlıklı 60. maddesinde; zarar gören tarafın zararı ve failini öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve her hâlde fiilin vukuundan itibaren on yıl, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun "Zamanaşımı" başlıklı 72. maddesinde de, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle tazminat isteminin zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi, söz konusu Kanunlar uyarınca açılacak davalarda tebliğ ya da öğrenmeden başlayan asıl sürenin yanında eylem ya da işlem tarihinden itibaren azami dava açma süreleri öngörülmüş, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu"nun 39. maddesinde ise, ilama dayanan takibin, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrayacağı hüküm altına alınmıştır.
466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak tazminat davaları için de, 2. maddede belirtilen ve beraat hükmünün kesinleşmesinin tebliğinden veya öğrenilmesinden itibaren işleyen üç aylık sürenin dışında esas alınacak makul azami bir süre kabul edilmelidir. Özellikle 1982 Anayasası"nın "kişi hürriyeti ve güvenliği" ile ilgili olup tutuklama şartları ve haksız tutuklama işlemlerinden de bahsedilen 19. maddesinde yapılan; “bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir” şeklindeki değişiklikten sonra, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre 10 yıllık azami bir sürenin kabul edilmesi, hak arayışlarının kötüye kullanılacak biçimde süresiz kılınmasını önleyebileceği gibi adalet ve nasafet kurallarına da uygun ve isabetli olacaktır. Böylece, haksız yakalama ve tutuklama nedeniyle tazminat davalarına da hukukumuzdaki diğer tazminat davalarındaki gibi dava açmak için azami süre şartı getirilecek ve beraat ile sonuçlanmış ceza dava dosyalarının kesinleşmesinden sonra süresiz olarak 466 sayılı Kanun"a göre dava açma keyfiliğinin de önüne geçilecektir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 07.02.2019 tarihli ve 634-76 sayılı, 13.11.2018 tarihli ve 768-528 sayılı, 30.10.2018 tarihli ve 772-487 sayılı, 23.02.2016 tarihli ve 582-85 sayılı, 06.05.2014 tarihli ve 141-229 sayılı, yine 06.05.2014 tarihli ve 122-231 sayılı kararlarında da beraat hükmünün kesinleştiğinin tebliğinden veya öğrenilmesinden itibaren 3 ay ve her hâlde kararın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içinde açılmayan tazminat davasının süresinde açılmadığının kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Faili belirsiz adam öldürme, konut dokunulmazlığını ihlal ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçları ile yaralama suçuna teşebbüsten sanık durumunda olan davacı ..."ın 11.07.1995 tarihinde tutuklandığı, Muş Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda 13.02.1997 tarih ve 46-12 sayı ile delil yetersizliğinden beraatine karar verilip aynı tarih itibarıyla tahliye edildiği, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 30.09.1997 tarih ve 2837-3055 sayı ile onanan hükümlerin onama tarihi itibarıyla kesinleştiği, 466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tazminat davasının ise kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık süre geçtikten sonra 30.04.2012 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, beraat hükümlerinin kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içinde açılmayan tazminat davalarının süresinde açılmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi isabetli değildir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, 466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tazminat istemine ilişkin davaların süresinde açılmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 253-306 sayılı direnme kararına konu hükmünün, 466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tazminat istemine ilişkin davaların süresinde açılmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.