Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden malik olduğu 363 parsel sayılı taşınmazı dava dışı C..."in tehdidi ile hile ve hataya düşürülerek, tecrübesizliğinden yararlanarak zorla aldığı vekaletname ile davalıya temlik edildiğini, iradesinin fesada uğratıldığını ileri sürerek, tapunun iptal ve tescilini istemiştir.
Davalı; çekişmeli taşınmazı iyiniyetle satın aldığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının iddialarının ıspatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, hile, ikrah, gabin ve vekaletin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden dava konusu 363 parsel sayılı taşınmaz davacı İbrahim Özkal adına kayıtlı iken 17.05.2005 tarihli vekaletname ile dava dışı C....K....tarafından davalıya satış suretiyle 8.000.-YTL karşılığı temlik edildiği, davacının 20.05.2005 tarih, 3931 sayılı azilname ile vekili azlettiği ancak azilnamenin tebliğ edilemediği anlaşılmaktadır.
Davacı, dava dışı vekilin kendisini tehdit ederek hile ve hataya düşürerek aldığı vekaletname ile taşınmazın davalıya temlik edildiğini, satış iradesi bulunmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152, 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Öte yandan dava da dayanılan gabin ve ikrah hukuki sebeplerinin kanıtlanamadığı belirlenmek ve bu olgu benimsenmek suretiyle anılan hukuki sebepler yönünden davanın reddedilmiş olmasında da bir isabetsizlik yoktur.
Ancak davacı, vekaletin hile ile alındığını ileri sürmüş olup, bu iddianın vekaletin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; toplanan deliller ve tanık beyanlarından davacının satış iradesinin bulunmadığı, çekişmeli taşınmazın keşfen belirlenen değeri ile temlik değeri arasında aşırı fark bulunduğu, temlikin hile ile alınan vekalet kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği, davalının ilk el olup, Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı sabittir.
Belirlenen bu olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde vekalet görevinin kötüye kullanılmak suretiyle taşınmazın temlik edildiği kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.02.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.