Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2015/1186
Karar No: 2019/413

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/1186 Esas 2019/413 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2015/1186 E.  ,  2019/413 K.

    "İçtihat Metni"


    Kararı veren
    Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza
    Sayısı : 17-25

    İhmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan sanık ..."un TCK"nın 257/2, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 4.500TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Ermenek Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.12.2009 tarihli ve 38-56 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 30.05.2011 tarih ve 6158-7202 sayı ile;
    "Hükümden sonra 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Yasanın 1.maddesi ile TCY.nın 257/1-2.madde-fıkralarında yer alan "kazanç" sözcüğünün "menfaat" olarak değiştirilmesi ve bu fıkralarda öngörülen cezaların alt ve üst sınırlarının da indirilmesi karşısında TCY.nın 7/2.madde-fıkrasındaki "suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur" hükmü gözetilerek, sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu," nedeniyle bozulmasına,
    Dosyanın gönderildiği Ermenek Ağır Ceza Mahkemesince sanığın TCK"nın 257/2, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 2.250TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin 18.11.2011 tarihli ve 17-25 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 19.01.2015 tarih ve 4150-1432 sayı ile onanmasına,
    Karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 19.03.2015 tarih ve 52927 sayı ile;
    "1-) Sanık "Avukat" sıfatıyla katılanlardan Ermenek Noterliğinden 06.03.2007 tarihli genel vekaletname almıştır. Vekaletname alış sebebi sanığın katılanlara ait bir kısım davalarını takip etmesi olduğu her iki taraf ifadelerinden anlaşılmaktadır.Sanık öncelikle 30/04/2007 tarihinde katılanlarda ..."a vekaleten Ermenek Sulh Hukuk Mahkemesinde 2007/115 Esas sayılı "Yargılamanın Yenilenmesi" davasını açarak takip etmiş, bu davanın 18.06.2007, 30.07.2007, 19.11.2007 tarihli duruşmalarına vekil sıfatıyla katılmış ve bu dava "Davanın Reddi Kararı" ile 19.11.2007 tarihinde neticelenmiştir. Bu durumun dosya arasında C.Savcısı tarafından hazırlıkta yapılan 09.01.2008 tarihli dosya inceleme tutanağından anlaşıldığı,
    2-) Sanık tarafından 31.12.2007 tarihinde, Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde 2008/1 Esas sayı ile katılanlardan ..."a vekaleten "tapu iptali ve tescil davası" açtığı, yine aynı mahkemede 2008/2 Esas sayı ile katılan ..."a vekaleten "tapu iptal ve tescil davası" açtığı bu davaların, davalı kısmında belirtilen kişilerin tapu kayıtlarında "Ermenek Orman Müdürlüğü" olmaması nedeniyle "husumet" yönüyle 21.02.2008 tarihli duruşmada reddedildiği, sanıkların bu davayı kaybettikleri düşüncesi ve davaların geç açıldığı iddiaları ile sanık hakkında şikayetçi oldukları, iddialarından birininde sanığı asıl dava açması gereken "101 ada 1 parselle" ilgili bilgileri doğru olarak vermelerine rağmen sanığın yanlış yer olan "144 ada 4 parsel" hakkında dava açtığı yönündedir.
    3-) Sanık savunmasında; katılanlar ile öncelikle kendisi tarafından takip edilmeyen Ermenek Sulh Hukuk Mahkemesinde verilen 2005/105 E-2005/320 K. Sayılı davada "bilirkişi raporunun usulsüz verilmesi" nedeniyle 25.04.2007 tarihinde 2007/115 sayılı yargılamanın yenilenmesi davası açtığını ve bu davanın 19.11.2007 tarihine kadar tarafından takip edildiği,
    Bahse konu davanın devamı sırasında katılanların talebi üzerine şikayete konu davaları açmasının istendiğini, bu davalarıda katılanların gerekli bilgileri tarafına vermesinden ve hazırlıklardan sonra 31.12.2007 tarihinde Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/521 muhabere sayılı evrakı ile açtığını, katılanlar tarafından 24.12.2007 tarihinde noterden düzenlenen "azilname" ile azledildiğini 04.01.2008 tarihinde tebellüğ ettiğini azledilmesi nedeniyle davaları takip edemediğini Avukatlık yasası gereğince "azil nedeniyle" aldığı peşin ücreti iade etmediğini, davanın husumet yönüyle reddedilmesinin bir hak kaybı olmayacağını çünkü bu davalar için 10 yıllık dava zamanaşımın bulunduğunu ifadesinde belirtmiştir.
    4-) Yargılama aşamasında dinlenen tanık ... sanıkla birlikte 2007 yılı Haziran ayı içinde gayrimenkullerin durumunu sormak araştırmak için birlikte gittiklerini, katılanlar Ali ve ..."ın dava konusu yeri birlikte sanığa gösterdiklerini, "doğru ada ve parsel numaralarını bizzat verdiklerini" iddia etmiş, ancak; her iki tarafta dava açılacak yer hakkında araştırma yapıldığını Haziran ayı içerisinda Orman Müdürlüğü"ne gidildiğini kabul etmişler, kadastro askı süresi bitiminin dava açılması için beklenmesinin uygun olacağı kanaatiyle bu sürenin geçmesinin beklendiği ifade edilmiştir.
    Orman Müdürlüğü cevabi yazısı dosya arasında alınmış olup askı başlangıcı 26.04.2007, askı bitiş süresi 28.05.2007, askının kesinleşme tarihi ise 29.05.2007 tarihi olarak bildirilmiştir. Sanığın katılanlardan vekaletname aldığı tarihte (06.03.2007) henüz dava konusu yapmak istedikleri yerlerle ilgili kadastro görüşü bilinmemekte yani ilan edilmemiş durumdadır. Bu durumda katılanların iddia ettiği gibi sadece suç konusu davalar yönüyle vekaletname verilmediği açıkça anlaşılmaktadır.
    5-) Yukarıda da açıkça izah edildiği üzere sanık ile katılanlar arasında sözlü bir vekalet ilişkisi kurulmuş, ancak bu ilişkinin sınırlarını taraflar farklı ifade etmektedirler. Yerel mahkeme sanık savunmaları yerine katılanların iddialarını hükme esas kabul etmiş, sanığın istenen, tüm verileri katılanlar tarafından doğru verilen nizalı yerler hakkında dava açmayıp görevini ihmal ederek başka yere hakkında dava açtığını kabul etmiştir.
    Oysa bu kabul dosya kapsamı ve tarafların beyanları ile örtüşmemektedir.
    Sanığın, (katılanların hiçbir şekilde ifadelerinde kabul etmedikleri) bir başka dava için vekaletname aldığı, bu davayı takip ettiği, daha sonra vekalet ilişkisi devam ederken suç konusu yerler hakkında da dava açması konusunda taraflar arasında yeni bir anlaşma yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu davaya ait her iki tarafın birlikte gerek arazi üzerinde gezerek-görerek, gerekse de Orman Müdürlüğü nezdinde araştırmalar yaptıkları da dosya kapsamı ile sabittir. Yanlış ada ve parsel hakkında dava açıldığı iddiası tamamen katılanların iddiasından ibaret olup, sanık savunması ile reddedildiği gibi bu yönde gerçek ada-parsel bilgileri verildiği halde yanlış parseller üzerine dava açıldığı iddiaları dosya kapsamında ispat edilememiş, şüpheden ibarettir.
    Sanık hakkında mahkemenin kabulünü oluşturan ifadeler özetle; "kadastro mahkemesine tespite itiraz şeklinde dava açmasının daha pratik olduğu" halde bunu yapmadığı, sanığın seçtiği yöntemin "daha külfetli ve zor olduğu", "şikayet edileceğini hissetmesi nedeniyle halen daha dava açmayı düşünmediği bu davaya açtığı", "davayı açacağım açtım diye onları oyalayarak" ifade ve kabulleri gibi subjektif, hukuki olmaktan uzak değerlendirmeler olduğu görülmektedir.
    Mahkemenin gerekçe ve kabulü arasında da değerlendirilen, ancak hükme esas alınmayan şekilde, tanık ... tarafından mahkemeye dosya arasına sunulan ve "sanığa dava açması için verdiklerini ifade ettikleri belgeler arasında" yanlış dava açılan yerlerle ilgili satış sözleşmesi bulunduğu da sabittir.
    Tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde sanığın ihmalinden katılanların davasının yanlış açıldığını gösterir somut ve inandırıcı cezalandırmaya yeterli dosya kapsamı ile delil bulunmamaktadır. Sanığın yukarıda açıklanan gerekçelerle beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi, ve hükmün onanması hatalıdır.
    6-) Yine mahkemenin kabulünde HAGB kararı yönünden tarafların zararlarının giderilmediği hususu da yanlış değerlendirilmiştir.Yukarıda da açıklandığı gibi sanığın vekalet ilişkisi azille sonlandırılmıştır. Sanık bu tarihe kadar aldığı ücret ve masrafları iade etmemekte hatta vekalet ücretinin tamamını alma hakkına sahiptir (1136 Sayılı Avukatlık Kanunu 172/3 mad.). Sanık yasal vekalet ilişkisinden kaynaklanan hakkını kullanmıştır. Kaldıki sanığın takip ettiği ve neticelendirdiği dava ve bu dava nedeniyle hakettiği bir ücret vardır ve bu zarar olarak değerlendirilemez. Yanlış taraf sıfatı nedeniyle reddedilen davalardaki karşı taraf lehine hükmedilen vekalet ücreti davalı katılanlarca "azil" nedeniyle katlanılması gereken zararlardandır. Açıklanan gerekçelerle, sanığın katılanları zarara uğratması dosya kapsamıyla sabit olmadığından hakkında "suçun kabulü halinde CMK"nın 231/5 maddesi gereğince HAGB kararı uygulanmalıdır." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 05.11.2015 tarih ve 8122-37251 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarıyla sabit olup olmadığının, sabit olduğuna karar verilmesi hâlinde sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilirken yasal ve yeterli gerekçe gösterilip gösterilmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Konya Baro Başkanlığının 11.02.2008 tarihli ve 326 sayılı yazısına göre; sanık ...’un 10.03.1995 tarihinden itibaren Baronun 1435 sicil sırasında kayıtlı avukat olduğu,
    Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 19.09.2008 tarihli yazısı ile sanık hakkında soruşturma izni, 13.07.2009 tarihli yazısı ile de kovuşturma izni verildiği,
    Ermenek Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 22.02.2008 tarihli dosya inceleme tutanağına göre; Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/1 esas sayılı dosyasında katılan ..."a vekâleten sanık tarafından 31.12.2007 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesine, Eskice Köyü Günderyeri Mevkisi 144 ada 4 parsel de bulunan taşınmazın kadastro çalışması sırasında Orman İdaresi adına tescil edildiğinden bahisle Ermenek Orman Müdürlüğü ve Orman Bakanlığı aleyhine tapu kaydının iptali ve tescili davası açıldığı, yapılan yargılama neticesinde davanın, 21.02.2008 tarihli ilk oturumda 2008/27 sayılı karar ile husumet yönünden reddedildiği, bu duruşmaya davacı ve vekilinin katılmadığı, kararın henüz kesinleşmediği, aynı davanın 2008/2 esas numarası ile davacı sıfatıyla katılan ... adına da açıldığı ve davanın aynı şekilde sonuçlandığı,
    Dosya içerisindeki gerekçeli karar suretlerinden görüldüğü üzere söz konusu davaların 25.04.2008 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştikleri,
    Ermenek Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünün 30.09.2011 tarihli ve 279 sayılı yazısı ve eklerine göre; Eskice Köyü 101 ada 1 parsel sayılı yerin kadastro çalışmaları sonucunda 11.11.2006 – 11.12.2006 tarihleri arasında askıya çıktığı, ancak bu yerde hak iddia eden Durmuş Ali Sevimli adlı şahsın askı süresi içerisinde 08.12.2006 tarihinde Kadastro mahkemesine dava açması üzerine askı sonucu kesinleşme olmayıp dava sonucunun beklendiği ve Ermenek Kadastro Mahkemesinin 22.04.2009 tarihli ve 350-42 sayılı kararı ile davacı Durmuş Ali Sevimli"nin davasının kabulüne ve bu yerden 4559,27 metrekarelik kısmın ifraz edilerek tarla vasfıyla davacı adına kaydına karar verildiği, kararın 10.11.2009 tarihinde kesinleştiği, 144 ada 4 No.lu parselin askısının 27.04.2007 - 28.05.2007 tarihleri arasında olduğu, kadastrosunun 29.05.2007 tarihinde ... adına kesinleştiği,
    Ermenek Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünün 02.11.2011 tarihli ve 1399 sayılı yazısına göre; Ermenek İlçesi Eskice Köyü 101 ada 1 parsel üzerinde bulunan taşınmaza ilişkin kaydın Ermenek Kadastro Mahkemesinin 22.09.2009 tarihli ve 350-42 sayılı kararı ile 10.11.2009 tarihinde kesinleştiği, Kadastro Müdürlüğünce kesinleşme tarihinin 12.12.2006 olarak bildirilmesinin nedeninin Ermenek Kadastro Müdürlüğüne sorulması gerektiği, söz konusu taşınmazın 4559,27 metrekarelik kısmının 1 No.lu parselden ifraz edilerek tarla vasfıyla 101 ada 2 parsel olarak Durmuş Ali Sevimli adına, 11923621,89 metrekarelik kısmının ise 101 ada 1 parsel sayılı orman vasıflı olarak Maliye Hazinesi adına tescil edildiği, 1 parsel üzerindeki taşınmazın mevkisinin kadastro tespit tutanağında "Azıtepe" olarak geçtiği, Günderyeri Mevkisini kapsayan hâkim mevki olup olmadığının Ermenek Kadastro Müdürlüğüne sorulması gerektiği,
    Karaman Kadastro Müdürlüğü Ermenek Biriminin 03.11.2011 tarihli ve 1217 sayılı yazısına göre; Günderyeri Mevkisi ismine 1/25.000’lik paftalar üzerinden yapılan incelemede rastlanmadığı, kadastro çalışmaları sırasında köy halkı tarafından kullanılan mevki isimlerinin, teknisyenlikçe yapılan çalışmada aynı adanın tüm parselleri birden fazla mevkiyi kapsasa dahi tek isimle yazıldığı, 101 ada 1 No.lu parselin orman alanı olup köyün tüm genel sınırını kapsadığı,
    Katılan ... aşamalarda; sanığa vekâlet verdiklerini, açılacak tapu iptal tescil davasına konu yerin 101 ada 1 parsel üzerinde olduğunu sanığa üstüne basa basa söylediğini, sanığın dava nedeniyle 5.000TL ücret istediğini, ancak fazla olduğunu söyleyerek sanıkla 4.000TL ödenmesi konusunda anlaştıklarını, sanığın Orman İdaresi ile görüştükten sonra davayı %98 kazanacaklarını söylediğini, sanığa 2.000TL’yi peşin olarak ödediklerini, anlaşmaya göre kalan miktarı ise davanın kazanılması hâlinde ödeyeceklerini, sanığa parayı verirken kardeşi olan tanık ..."ın da yanında olduğunu, aradan geçen zaman zarfında sanıkla görüştüklerinde davayı açtığını, isterse gidip kalemden veya postaneden sorabileceğini söylediğini, adliyeye gelip ilgili personele sorduğunda tarafı oldukları herhangi bir davanın bulunmadığını öğrendiğini, postanede de haklarında herhangi bir tebligatın bulunmadığının söylendiğini, davanın açılmadığını öğrenince Cumhuriyet Başsavcılığına giderek sanık hakkında şikâyette bulunduklarını, ifade verdikten sonra sanığın kendisini telefonla arayarak "Sen beni şikâyet etmişsin, koyun postuna katıp dağa kaldırıp kesecekmişsin." dediğini, belirtilen şekilde bir beyanda bulunmadığını, ancak sanığa herkesin cezasını çekeceğini söylediğini, sanık hakkında şikâyetçi olduktan sonra sanığın esasen babasının tapulu arazisi olan yer için dava açtığını ve yanlış açılması nedeniyle davanın mahkemece reddedildiğini, ayrıca davanın reddi nedeniyle karşı tarafa vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldıklarını, ödedikleri vekâlet ücretinin toplam 500TL olduğunu, şikâyete konu davayı açması için avukata ödedikleri 2.000TL’nin de iade edilmediğini, zararları giderilmediği gibi davanın geç açılması nedeniyle bundan sonra ödeyecekleri para miktarını da bilemediğini, bozma üzerine sorulduğunda ise; zararlarının henüz giderilmediğini, sanığa 101 ada 1 parsel için dava açması gerektiğini söylemelerine rağmen sanığın azilname gönderildikten ve hakkında şikayette bulunulmasından sonra fakat azilname tebliğinden önce apar topar dava açtığını, bu davanın ise husumet nedeniyle reddedildiğini, sanıkla askı süresinin eylül veya ekimde dolacağı yönünde bir konuşmalarının söz konusu olmadığını, ancak sanığın "Askı süresinde dava açarsak ücret ödemeyiz, çok daha rahat kazanırız, askıdan sonra davayı açmak ve bitirmek zor olur" dediğini, yargılama aşamasında ise bu beyanından döndüğünü, Orman İdaresine 2007 yılının Haziran ayı gibi gittiklerini ve çıktıklarında sanığın kendilerine "Dava açarsak kazanırız" dediğini, üçer dönümden ibaret arazilerinin Günderyeri Mevkisi’nde olduğunu, anılan yerlerin Orman İdaresi adına yazılması nedeniyle dava açması için sanığa vekâlet verdiklerini, sanığın yanlış açtığı davaya konu yerin ada ve parsel numarasını nasıl öğrendiğini bilmediğini, sanığa dava açması gereken yeri gösterdiklerini, dava açması gereken yerlere dair belgeleri de verdiklerini, ancak sanığın şikâyetten sonra alelacele yanlış dava açtığını,
    Katılan ... aşamalarda; katılan ...’in beyanlarını tekrar ettiğini, sanığın savunmalarında doğru söylemediğini, dava açılacak yerleri, yanlarında sanığın oğlu da olduğu hâlde tek tek kendisine gösterdiklerini, sanığa davanın akıbetini sorduklarında "Dava açtım" dediğini, yaptıkları araştırmada davanın açılmadığını öğrendiklerini, ineğini satarak avukatın ücretini ödemesine rağmen davalarının açılmadığını, kadastro çalışmaları sırasında Orman İdaresi lehine işlem gören, ancak kendilerine ait olan taşınmazlarla ilgili dava açması için avukata vekâletname verdiklerini, dava açılacak yerlerle ilgili tüm doğru bilgileri kendilerinden almasına rağmen sanığın şikâyet edildiğini öğrenince alelacele kendi adlarına kayıtlı olan yerlerle ilgili dava açtığını, mahkemenin de husumet nedeniyle davaları reddettiğini, bunun yanı sıra bir de karşı tarafın avukatlık ücreti olan 500TL"yi ödemek zorunda kaldıklarını, maddi zararının giderilmediğini, sanığın yanlış açtığı davaya konu yerin ada ve parsel numarasını nasıl öğrendiğini bilmediğini, sanığa dava açması gereken yeri gösterdiklerini,
    Tanık ... aşamalarda; köylerinden 2004 yılında orman kadastrosu, 2006 yılında ise normal kadastro geçtiğini, kadastro geçince köyde babası ve kardeşi olan katılanlara ait taşınmazların kendileri adına kayıt görmediğinin konuşulmaya başlandığını, bu konuyu araştırmak amacıyla kadastroya gittiklerini, gerçekten de babası ve kardeşi olan katılanlar adına olan taşınmazların onlar adına kayıt görmediğini, ayrıca kadastro çalışmaları sırasında köy muhtarı ve azanın, taşınmazdan yol geçmemesine rağmen, yol işareti verdiklerini öğrendiklerini, bu konuda kendilerine yardım edecek avukat olarak sanığın ismine ulaştıklarını, kardeşi olan katılan ... ile birlikte sanıkla görüştüklerini, eski adliye binasının önünde sanığın bu taşınmazları katılanlar adına kaydettireceğini söylediğini, Orman İşletme Müdürlüğüyle görüştükten sonra kendilerine "%98 davayı kazanırız, ancak bu davaya bir maç gibi 2-0 yenik başlıyoruz, gidip taşınmazları yerinde görelim" dediğini, katılanlar, sanık ve oğlu ile birlikte köye gittiklerini, sanığın oğlunun köyde kaldığını, katılan ...’in arabasıyla taşınmazları hep birlikte tek tek gezerek sanığa gösterdiklerini, bundan önce de sanık ve katılanlar arasında ücret konusunda bir konuşma yapıldığını ve tarafların sanığa 4.000TL ödenmesi konusunda anlaştıklarını, katılanların sanığa vekâlet verdiklerini, anlaşma gereğince 2.000TL"nin peşin, kalan 2.000TL"nin ise dava kazanıldığında ödeneceğini, peşin ödenecek olan 2.000TL"yi adliye binasının önünde 1.000TL’si kardeşi adına, 1.000TL’si de babası katılan ... adına olmak üzere sanığa verdiğini, yaklaşık sekiz dokuz ay beklediklerini, adliyede yaptıkları araştırmada henüz davaların açılmadığını öğrendiklerini, ayrıca dava açılmadan önce dava konusu taşınmazlara ilişkin köy senetlerini de sanığa vermiş olduklarını, köy senetlerini parayı avukata teslim etmeden önce verdiğini, bu senetlerin aslının kendisinde olduğunu, davaların açılmadığını öğrenmeleri üzerine avukata telefon açtıklarını, avukatın kimi zaman adliyeyi kimi zaman da postaneyi suçladığını, köye gelen postacıya başlarına gelen bu olayı anlattığında postaneye bir evrak verilmişse barkot numarasını öğrenip nereye gittiğini tespit edilebileceğini söylediğini, sanıkla tekrar görüşmeye çalıştıklarını, çoğu zaman telefonları kapattığını veya meşgule aldığını, en son sanığın eşi Ayşe Özyurt ile görüştüklerini, olayı anlattıklarını, ancak kendisi de avukat olan Ayşe Özyurt’un katılanlardan herhangi bir vekâlet almadığını, Karaman ilinde Ayşe Özyurt isminde başka bir avukata vekâlet vermiş olabileceklerini söylediğini, gerçekten de Karaman"da Ayşe Özyurt isminde avukatın bulunduğunu, ancak adı geçen avukatla hiç karşılaşmadıklarını, sanığın dava ile ilgili herhangi bir girişimde bulunmadığını öğrenince sanığa telefon açarak kendisini savcılığa şikâyet edeceklerini söylediğini, civardaki avukatların bir kaçına uğradıklarını, ancak görüştükleri avukatların meslektaşları hakkında şikâyet dilekçesi yazamayacaklarını söylediklerini, bunun üzerine katılanlarla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığına gelerek katılanların şikâyet dilekçesini sunduklarını, şikâyet edildikten sonra sanığın alelacele katılan ... adına kayıtlı tapulu yeri dava ettiğini, ancak sanığın açtığı davaların husumetten reddedildiğini ve katılanların 500TL avukatlık ücretine mahkûm olduğunu, bu olayın ardından sanığa yeniden ulaşmaya çalıştığını, kendisiyle görüşemeyince sanığın eşiyle görüştüğünü, avukatın eşinin kendisine böyle bir dava açmadıklarını söylediğini, 2007 yılı Haziran ayında sanıkla beraber Orman İdaresine gidip görüştüklerini, konuştukları kişinin "Orası tarlaysa davayı kazanırsınız, başkasına verilmez, tarla değil ise kazanamazsınız" dediğini, katılanlara ait taşınmazlarının bitişik olduğunu ve her iki taşınmaza ilişkin dava açılacağı konusunda anlaştıklarını,
    Beyan etmişlerdir.
    Sanık ...; Konya barosunda avukat olarak görev yaptığını, katılanların kendisine ilk önce başka bir dosya ile ilgili olarak vekâletname verdiklerini, vekâlet ilişkisinin kurulmasına esas Ermenek Sulh Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu yargılanmanın yenilenmesine dair davanın 19.11.2007 tarihinde aleyhlerine sonuçlandığını, reddedilen o dava sürerken katılan ...’ın başka bir taşınmaz ile ilgili olarak da kendisinden dava açmasını istediğini, Ermenek Sulh Hukuk Mahkemesinde reddedilen davadan sonra 04.01.2008 tarihinde kendisine tebliğ edilen azilname ile katılanların kendisi ile olan vekâlet ilişkisini sona erdirdiklerini, ancak bu arada tapu iptal ve tescil davasını Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğunu, azilname sonrası bu davayı takip etmediğini, görevini yaptığını düşündüğünü, atılı suçun bir tehlike değil zarar suçu olarak düzenlenmiş olduğunu, ihmalinin olmadığını düşünmekle beraber mahkemece ihmalinin bulunduğu kabul edilse dahi kesinleşmiş kadastro işlemlerine karşı Asliye Hukuk Mahkemesinde açılacak davaların 10 yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğunu, 10 yıllık sürenin hâlen geçmemiş olduğu dikkate alındığında katılanların herhangi bir hak kaybı olmadığı gibi maddi bir zararlarının da söz konusu olmadığını, dolayısıyla TCK’nın 257/2. maddesinde düzenlenen suçun illiyet bağının oluşmadığını, kesinleşmiş kadastro işlemine karşı dava açmak üzere anlaştıklarını, eylül ekim ayına kadar zaten askı süresinin dolmadığını, aslında katılanlarla uzlaşma yoluna gidilebileceğini, fakat azilnameden sonra faili meçhul bir şahsın kendisini telefonla arayarak adam öldürme suçundan kaldığı cezaevinden yeni çıktığını, katılanlardan aldığı parayı vermemesi hâlinde kendisini öldüreceğini söylemesi üzerine uzlaşmaktan vazgeçtiğini, daha sonra telefon açan kişiyi araştırdıklarını, telefonun yaşamayan bir kişinin adına çıktığını, bu nedenle gerekli tahkikatın yapılamadığını, Yargıtay’ın bozma ilamı sonrası alınan savunmasında ise; katılanlarca kendisine ödenen 2.000TL"nin vekil olarak aldığı vekâlet ücreti olduğunu, bunun katılanların zararı olarak kabul edilemeyeceğini, vekâlet ücreti olarak aldığı 2000TL’nin yanı sıra katılanlardan masraflar için 500TL aldığını, ayrıca husumet nedeniyle reddedilen davalar dolayısıyla katılanların ödemek zorunda kaldığı 500"er TL’lik vekâlet ücretlerinin de zarar kapsamında değerlendirilemeyeceğini, sonuçta kaybedilen bir dava nedeniyle hükmedilen bir vekâlet ücretinden söz edildiğini, bu nedenle söz konusu paraları hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında dahi iade etmeyeceğini, tapu iptal davası açmak için katılanların beyan ettiği parayı almadığını iddia etmediğini, davayı askı süresi sonuna kadar açmadığını, ancak katılanların hâlen tapu iptal ve tescil davası açmalarının mümkün olduğunu, katılanların kadastro mahkemesindeki itiraz süresi ile dava açma süresini karıştırdıklarını savunmuştur.
    Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
    1- Sanığa atılı ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarıyla sabit olup olmadığı;
    Türk Ceza Kanunu"nun ikinci kitabının "Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler"e yer veren dördüncü kısmının "Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı birinci bölümünde "Görevi kötüye kullanma" suçu 257. maddede ;
    "(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır" şeklinde düzenlenmişken, 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanun’un birinci maddesi ile birinci ve ikinci fıkralarında yer alan "Kazanç" ibareleri "Menfaat", birinci fıkrasında yer alan "Bir yıldan üç yıla kadar" ibaresi "Altı aydan iki yıla kadar", ikinci fıkrasında yer alan "Altı aydan iki yıla kadar" ibaresi "Üç aydan bir yıla kadar" ve üçüncü fıkrasında yer alan "Birinci fıkra hükmüne göre" ibaresi "Bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile" biçiminde değiştirilmiş, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun"un 105. maddesi ile de üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
    Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğü’ne göre ihmal; "Yapmama, savsama" anlamına gelmekte, gecikme ise; "Bir işin yapılması gereken zaman geçtikten sonra yerine getirilmesi" olarak tanımlanmaktadır.
    Maddenin, uyuşmazlıkla ilgili ikinci fıkrasında, kamu görevlisinin yapmakla görevli olduğu işi yapmaması veya kanuna göre yapılması gereken şekilde yerine getirmemesi veya vaktinde yapmayıp geciktirmesi suç sayılmıştır. Görevi kötüye kullanma suçu kasten işlenen suçlardan olup, bu suçtan söz edilebilmesi için; "Kamu görevlisinin görevini bilerek ve isteyerek ihmal etmesi veya geciktirmesi" gerekmektedir.
    Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, tek başına norma aykırı davranış yetmemekte, fiil sebebiyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması, suç tarihinden sonra 6086 sayılı Kanun"la yapılan değişiklik sonrası ise haksız bir menfaat sağlanması gerekmektedir.
    Öte yandan 1163 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 6. Kısmında yer alan "Avukatın Hak ve Ödevleri" başlığını taşıyan 34. maddesinde;
    "Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler." hükmüyle avukatların görevlerinden kaynaklanan yükümlülüklere yer verilmiştir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanık ..."un olay tarihinde Konya Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yaptığı, sanık ile katılanlar ... ve ... arasında Ermenek Noterliğince düzenlenen 06.03.2007 tarihli ve 0733 yevmiye sayılı genel vekâletname ile vekâlet ilişkisi kurulduğu, sanığın bu vekâletname kapsamında öncelikle katılan ...’ye vekâleten Ermenek Sulh Hukuk Mahkemesinin 19.12.2005 tarihli ve 105-320 sayılı kararına karşı yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğu, ancak söz konusu talebin, Mahkemenin 19.11.2007 tarihli ve 115-377 sayılı kararı ile reddedildiği, anılan vekâlet ilişkisi sürerken katılanların bu kez Eskice Köyü Günderyeri Mevkiinde, 101 ada 1 No.lu parsel üzerinde bulunan ve Orman İdaresi adına yazılan üçer dönümden ibaret iki ayrı yerin kendileri adına yazılmasını sağlamak amacıyla sanıktan dava açması talebinde bulundukları, dava konusu arazinin oğlu tarafından sanığa gösterildiği, sanıkla birlikte bu yerlerin durumunu sormak amacıyla 2007 Haziran ayında Orman İdaresi ile görüşme yaparak dava açılmasına karar verdikten sonra 2007 yılının Haziran ayında her biri 1.000"er TL olmak üzere toplam 2.000TL vekâlet ücreti peşinatını sanığa ödedikleri, yaptıkları araştırma sonucu sanığın istedikleri davaları açmadığını öğrenen katılanların Ermenek Noterliğince düzenlenen 24.12.2007 tarihli azilname ile sanığı azledip aynı tarihte sanık hakkında Ermenek Cumhuriyet Başsavcılığında şikâyetçi oldukları, azilnamenin 03.01.2008 tarihinde sanığa tebliğ edildiği, sanığın bu azilname kendisine tebliğ edilmeden önce 31.12.2007 tarihinde katılanları ayrı ayrı davacı, Ermenek Orman Müdürlüğü ve Orman Bakanlığını ise davalı olarak göstererek, iki ayrı tapu iptal ve tescil davası açtığı, ancak dava konusu yerin esasen katılan ..."a ait Eskice Köyü 144 ada 4 parsel olarak gösterilmesi nedeniyle Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesince 21.02.2008 tarihinde her iki davanın da husumet nedeniyle reddine, 250"şer TL vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine dair kararlar verildiği, sanığın bu şekilde katılanların mağduriyetine sebebiyet vermek suretiyle görevini kötüye kullandığı Yerel Mahkemece kabul edilen olayda;
    Her ne kadar sanık aşamalarda, haziran ayında yapılan anlaşmaya istinaden aralık ayında dava açmasında herhangi bir gecikme olmadığını, zira dava açacağı yere ilişkin kadastro ilan askısının eylül ekim aylarında ineceğini öğrendiğini, askının ineceğini öğrendiği tarihten itibaren birkaç ay içerisinde dava açmasının normal olduğunu, asliye hukuk mahkemelerinde dava açma süresinin on yıl olması nedeniyle bir zarardan söz edilemeyeceğini, kendisine verilen bilgiler doğrultusunda dava açması nedeniyle katılanlardan aldığı parayı ve açtığı davaların husumet nedeniyle reddedilmesi sonucu davacı katılanların ödemek zorunda kaldıkları vekâlet ücretini karşılamakla yükümlü olmadığını savunmuş ise de;
    Katılanların aşamalarda özü değişmeyen beyanları ve bu beyanlarla uyum gösteren tanık...’in anlatımlarına göre sanığın dava açmadığı hâlde katılanlara dava açtığını ve bu hususu adliyeden ve postaneden sorabileceklerini belirtmek suretiyle Avukatlık Kanunu’nda sözü edilen doğruluk yükümlülüğüne aykırı davrandığı, dava açacağı yerler ile ilgili önceden Orman İdaresi ile görüşmesi, buna göre kabul edileceği düşüncesiyle dava açmaya karar vermesi ve dava konusu edilecek yerleri katılanlar ile birlikte gezip görmesi nedenleriyle, katılanlarca dava açması için kendisine verilen belgeler arasında husumet nedeniyle reddedilen yere ilişkin satış sözleşmesi örneği bulunsa dahi, esasen katılan ...’a ait yerlerin aynı katılana verilmesi için dava açmasının mesleki tecrübesine ve hayatın olağan akışına aykırı olduğu, dava açması gereken Eskice Köyü 101 ada 1 parsele ilişkin askı ilanının 11.11.2006 - 11.12.2006 tarihlerini, husumet nedeniyle reddedilen Eskice Köyü 144 ada 4 parsele ilişkin askı süresinin ise 27.04.2007- 28.05.2007 tarihlerini kapsaması nedeniyle katılanlarla dava açmak üzere anlaştığı tarih olan Haziran 2007 tarihi itibarıyla savunmasında belirttiği askı süresini beklemesine gerek bulunmadığı ve sanığın katılanlar adına açtığı suça konu davalara ilişkin dilekçe tarihi 13.09.2007 olarak gösterilmesine karşın dilekçe üzerindeki hâkim havalesinin 31.12.2007 olmasının katılanların, sanığın kendisini suçtan kurtarmak amacıyla alelacele dava açtığı iddiasını desteklediği hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın, makul süre içerisinde dava açmamak ve hakkında şikâyette bulunulduktan sonra dahi Avukatlık Kanunu’ndan kaynaklanan özen, doğruluk ve ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranma yükümlülüklerine aykırı hareket edip, esasen katılan ..."a ait taşınmaz hakkında dava açarak haklarına olması gerekenden geç kavuşmalarına ve yanlış dava açmasına bağlı olarak yargılama giderleri ile vekâlet ücreti ödemelerine neden olmak suretiyle katılanların mağduriyetlerine sebebiyet verdiği anlaşıldığından yüklenen ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu üyesi; "Sanığa atılı ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı ve sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
    2- Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilirken yasal ve yeterli gerekçe gösterilip gösterilmediği;
    İncelenen dosya kapsamından;
    Yerel Mahkemece sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin gerekçenin "Sanık, katılanlara ait olan, suçtan doğmuş miktarı belli olan somut maddi zararları gidermediğinden ve bu durumda, sanık lehine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanabilmesi için gerekli yasal şartların oluşmadığı…" şeklinde açıklandığı anlaşılmıştır.
    5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen ve Ceza Genel Kurulunun 19.02.2008 tarihli ve 346–25 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıkça belirtildiği üzere; sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak, kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile Devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
    Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu"nun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun"un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun"un 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkralar ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanun"un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun"un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.
    Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun"un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun"un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa"nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları"nda yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 6008 sayılı Kanun"un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna "Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez" cümlesi, 6545 sayılı Kanun"un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına "Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez." cümlesi eklenmiştir.
    5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanunlar ile 5271 sayılı CMK"nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
    1) Suça ilişkin olarak;
    a- Yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,
    b- Suçun Anayasa"nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları"nda yer alan suçlardan olmaması,
    2) Sanığa ilişkin olarak;
    a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması,
    b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması,
    c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
    d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
    e- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması,
    Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
    Tüm bu şartların varlığı hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve on sekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
    Hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına ilişkin bir değerlendirme yapılması için, yargılamanın herhangi bir süjesinin talepte bulunması şart değildir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin mümkün olduğu hâllerde, maddede öngörülen şartların oluşup oluşmadığı ve bu hükmün uygulanıp uygulanmayacağı hâkim tarafından her olayda resen değerlendirilip takdir edilmeli ve denetime imkân verecek biçimde kararda gösterilmelidir.
    Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin objektif şartlarından biri, suçun işlenmesi ile mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada kast edilen maddi zarar olup, manevi zarar bu kapsamda değerlendirilmemelidir. Objektif şartlardan diğeri, sanığın suç tarihinden önce kasıtlı bir suçtan cezalandırılmamış olmasıdır.
    Öte yandan, 1163 sayılı Avukatlık Kanunu’nun "Avukatın işi takipten vazgeçmesi, azli ve ücretin gününde ödenmemesi" başlığını taşıyan 174. maddesi;
    "Üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret istiyemez ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır.
    Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.
    Anlaşmaya göre avukata peşin verilmesi gereken ücret ödenmezse, avukat işe başlamakla zorunlu değildir. Bu sebeple doğabilecek her türlü sorumluluk iş sahibinindir. Yazılı sözleşmedeki diğer ödeme şartlarının yerine getirilmemesinden dolayı avukat işi takip etmek ve sonucunu elde etmekten mahrum kalırsa sorumluluk bakımından aynı hüküm uygulanır." düzenlemesine yer vermek suretiyle avukatın azli hâlinde ücretin tamamına hükmedileceğini, ancak azlin avukatın kusur ve ihmalinden kaynaklanması durumunda ücretin ödenmesinin gerekmeyeceğini hükme bağlamıştır.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    İhmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanığın TCK"nın 257/2, 62, 50 ve 52. maddeleri uyarınca 2.250TL adli para cezası ile cezalandırıldığı, sanığın istinabe yoluyla alınan savunmasında, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasını talep ettiği, ancak Yerel Mahkemece "Sanık, katılanlara ait olan, suçtan doğmuş miktarı belli olan somut maddi zararları gidermediğinden ve bu durumda, sanık lehine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanabilmesi için gerekli yasal şartların oluşmadığı…" şeklinde gösterilen gerekçe ile sanık hakkında CMK"nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verildiği anlaşılmış olup;
    Sanığın yanlış açtığı davaların husumet yönünden reddi nedeniyle katılanların ayrı ayrı 250"şer TL vekâlet ücreti ödemelerine yol açması, Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesinin ikinci fıkrasında belirtildiği üzere sanığın kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş olması nedeniyle avukatlık ücretinin tamamına hak kazanmaması ve katılanlardan dava açmak üzere aldığı toplam 2.000TL’yi iade etmediğinin ikrarla sabit olması karşısında, Yerel Mahkemece katılanların zararının giderilmediğinden bahisle sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin gerekçenin dosya kapsamına uygun, yasal ve yeterli olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu üyesi; "Katılanların sanık tarafından giderilmesi gereken bir zararlarının bulunmaması nedeniyle Yerel Mahkemenin sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin gerekçesinin yasal ve yeterli olmadığı" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
    SONUÇ :
    Açıklanan nedenlerle,
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının her iki uyuşmazlık bakımından reddine REDDİNE,
    2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi