Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, vasisi olduğu C..’in 330 parseldeki payının davalı M... Tarafından vekaletname ile diğer davalı M...’ya satıldığını, kısıtlının işlem tarihinde ehliyetsiz olduğu ve bu durumun davalılar tarafından da bilindiğini ileri sürerek satışın iptaline ve taşınmazın kısıtlı C... Adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılardar M... , davacının hukuki işlem ehliyetinin bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalı davaya karşı beyanda bulunmamıştır.
Mahkemece, kısıtlı C...’in işlem tarihinde fiil ehliyetine sahip olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı M... Tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-
Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacı vasi, kısıtlı C.. ’in gerek davalı Mehmet’in vekil tayin edildiği tarihte ve gerekse çekişmeli taşınmazdaki payın temliki tarihinde ehliyetsiz olduğu iddiasıyla eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Bununla birlikte; 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri hükmü uyarınca bir kişinin ehliyetsizliğinin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınacak raporla saptanması gerekeceği açıktır.
Hal böyle olunca, gerek vekaletname tarihi olan 23.02.2004 tarihi ve gerekse kısıtlıya ait payın vekil tarafından davalı M...’ya temliki tarihi olan 25.02.2004 tarihleri itibariyle, kısıtlının ehliyetli olup olmadığının Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınacak raporla saptanması ve davalı Mustafa’nın ilk el oluşu da nazara alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilmesi doğru değildir.
Kabule göre de, kısıtlı C..’den davalı M...’ya temlik edilen payın 1/9 olmasına rağmen, davalı Mustafa’nın dava dışı kişilerden edindiği payları da kapsayacak şekilde 3/9 payın iptal ve tesciline karar verilmiş olması da doğru değildir.
Davalı M...’nın temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.7.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.