Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2018/167
Karar No: 2019/391

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/167 Esas 2019/391 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2018/167 E.  ,  2019/391 K.

    "İçtihat Metni"



    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza
    Sayısı : 15-216


    Kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçundan sanık ..."ün TCK"nın 204/2, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Çorlu Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.12.2008 tarihli ve 167-269 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 29.11.2012 tarih ve 15643-20574 sayı ile;
    "... sair temyiz itirazlarının reddine; ancak:
    Katılanın Çorlu Belediyesine yaptığı müracaatın reddine ilişkin kararın Belediye tarafından kendisine tebliğ edilmek üzere Çorlu PTT müdürlüğüne teslim edilen evrakı dağıtmak üzere teslim alan ve suç tarihinde Çorlu PTT müdürlüğünde dağıtıcı olarak görev yapan sanığın, katılanın adresine gerçekte gitmediği halde 17.05.2007 ve 18.05.2007 tarihlerinde 1 ve 2. ihbarları yazıp şerh ederek 05.06.2007 tarihinde bekleme süresi dolduğundan bahisle mercine iade edilmesini sağlamaktan ibaret oluşa uygun olarak sübutu kabul edilen olayda dosya kapsamına göre sahtecilik kastıyla hareket etmeyen sanığın eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden suç vasfında yanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yerel Mahkeme ise 27.09.2013 tarih ve 15-216 sayı ile, bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir.
    Bu hükmün de sanık ve katılan PTT Genel Müdürlüğü vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.01.2018 tarihli ve 24783 sayılı "red ve bozma" istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun"un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK"nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 21.03.2018 tarih ve 926-2418 sayı ile, direnme kararı yerinde görülmeyip Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
    1- Katılan PTT Genel Müdürlüğünün, açılan kamu davasına katılma ve kurulan hükmü temyiz etme hakkının bulunup bulunmadığının,
    2- Katılma hakkının bulunduğu sonucuna ulaşılması hâlinde her iki temyiz istemine istinaden, katılma hakkının bulunmadığı sonucuna ulaşılırsa sadece sanığın temyiz istemine istinaden; sanığın eyleminin kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunu mu, yoksa görevi kötüye kullanma suçunu mu oluşturduğunun,
    Belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Katılan ...’ün, Çorlu Belediyesine yaptığı müracaatın reddine ilişkin Çorlu Belediyesince düzenlenen 11.05.2007 tarihli ve 838 sayılı yazının tarafına tebliğ edilemeden mercine iade edilmiş olmasından bahisle şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturmada, anılan belgenin katılana tebliği için Çorlu PTT Müdürlüğünde posta dağıtıcısı olarak çalışan sanığın görevlendirildiğinin belirlendiği,
    Çorlu Kaymakamlığının 07.02.2008 tarihli ve 2008/08 sayılı kararıyla Çorlu PTT Müdürlüğünde kamu hizmeti ifa eden posta dağıtıcısı sanık hakkında soruşturma izni verildiği,
    PTT Genel Müdürlüğü PTT Başmüdürlüğü Teftiş Kurulu Kontrolörlüğünün 13.06.2008 tarihli ve 0126 sayılı soruşturma raporunda özetle; söz konusu TB00636636925 nolu tebligatın Çorlu Belediyesi Yazı İşleri Müdürlüğünce vergi tebliği formatında 838 dosya numarası ile hazırlanarak Çorlu PTT Müdürlüğüne 16.05.2007 tarihinde saat 08.32’de getirildiği, Çorlu PTT Müdürlüğünce tebliğinin sağlanması amacıyla Çorlu Belediyesinden teslim alınan tebligatın kayıt ve kabul işlemlerini ifa eden memur Nimet Türkmen tarafından ilgili cihet dağıtıcısına teslim edilmek üzere kayıt ve kabul işlemlerinin yapıldığı, 17.05.2008 tarihinde saat 01.30’da tebligat teslim listesine kaydedildiği, bahsedilen tebligatın, kayıtlandığı 116 nolu cihetin sorumlu posta dağıtıcısı sanık ...’e 18.05.2018 tarihinde imza karşılığında teslim edildiğinin tebligat teslim listesi başlıklı belge ile sabit olduğu, söz konusu tebligat üzerinde bulunan şerhler kontrol edildiğinde, sanık tarafından verilen şerhlerin “1. ihbar -17.05.2007” ve “2. ihb. - 18.05.2007” şeklinde olduğu, bu şerhlerin alt kısmının sanık tarafından imzalandığı, ayrıca aynı tebligatın alt kısmında “Bekleme süresi doldu, müracaat olmadığından iade – 05.06.2007” şeklinde bir şerhin daha bulunduğu, bu şerh altında da sanığın imzasının yer aldığı tespitlerine yer verildiği ve mevcut belgelerdeki duruma göre, sanığa 18.05.2007 tarihinde imza karşılığı teslim edilen suça konu tebligat ile 17.05.2007 tarihinde katılan ...’in adresine gidilip 1. ihbarın yapılmasının fiilen imkânsız olduğu, yine aynı tebligat yönünden 18.05.2007 tarihli 2. ihbar şerhinin de katılan ...’in adresine gidilerek yapılıp yapılmadığı noktasında yoğun şüphe oluştuğu, sanık tarafından katılan ...’in adresine gidilmiş gibi verilen şerhlerin, anılan tarihlerde fiilen gerçekleşmiş durumların sonucuna göre zuhur eden şerhler olmadığı, mevcut belgelere ve sanığın idari soruşturma kapsamında alınan ifadesine göre de, yoğun işlerin vermiş olduğu sıkıntı ile 05.06.2007 tarihinde elinde bulunan söz konusu tebligata, belirtilen tarihte yapılması fiilen imkânsız olan şerhi geriye dönük olarak vermek suretiyle bahsedilen eylemlerini gerçekleştirdiğinin sabit görüldüğü kanaatinin bildirildiği,
    Sanık hakkında açılan kamu davasına PTT Genel Müdürlüğünce 02.08.2008 tarihli dilekçeyle katılma talebinde bulunulduğu, Yerel Mahkemece 24.09.2008 tarihli oturumda PTT Genel Müdürlüğünün davaya katılan olarak kabulüne karar verildiği, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün PTT Genel Müdürlüğü vekilince katılan vekili sıfatıyla vekâlet ücreti yönünden temyiz edildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    Katılan ... aşamalarda; Çorlu Belediyesinde inşaat mühendisi olarak görev yaptığı sırada işe devamsızlığı ileri sürülerek işine son verilmesi nedeniyle anılan Belediye Başkanlığına dilekçe ile müracaatta bulunduğunu, bu müracaatın cevabını beklediğini ancak cevap verilmediğini, daha sonra ise aslında bu müracaatına cevap verildiğini, cevap yazısının tebligat için Çorlu PTT Müdürlüğüne teslim edildiğini, ancak tebligatın kendisine yapılamadığından bahisle çıkış mercine iade edildiğini öğrendiğini, tebligata konu adresin annesine ait olduğunu, 2006 yılından itibaren annesiyle birlikte ikamet ettiğini, adresini hiç değiştirmediğini, dilekçe tarihinden yaklaşık iki ay içinde İdare Mahkemesinde dava açması gerektiği için bu tebligatı beklediğini, adresten ayrılmadığını, tatile gitmediğini, zaten evde devamlı annesinin olduğunu, apartman görevlileri tanık Mehmet Doğan’a da durumu sorduğunda tebligatın gelmediğini öğrendiğini, tebligatta bir usulsüzlük yapıldığını düşündüğünü, olay nedeniyle mağdur olduğunu,
    Tanık Mehmet Erdoğan; katılan ...’ü iyi tanıdığını, katılanın Özdostlar sitesi A blok 3 numaralı dairede oturduğunu, kendisinin de 7 yıldır bu sitenin kapıcılığını yaptığını, Mayıs 2007 tarihinde de katılan ..."in ikametgâhını kullandığını, o tarihte ikametten ayrıldığını görmediğini, o dönemde kendisine PTT görevlilerinden kimsenin gelip katılan ... ile ilgili bir şey söylemediğini, kapıda bekçi veya özel güvenlik olmadığını, bu siteyle yalnızca kendisinin ilgilendiğini, hatırladığı kadarıyla katılan ..."in kendisine tebligat gelip gelmediğini sorduğunu, kendisinin de tebligat gelmediğini söylediğini, ancak tarihi hatırlayamadığını,
    Tanık Nimet Türkmen; Çorlu PTT Müdürlüğünde tebligat memuru olarak görev yaptığını, ilgili tebligatın kendisine 16.05.2007 tarihinde geldiğini, 17.05.2007 tarihinde kayıt yaptığını ve 18.05.2007 tarihinde de sanığa teslim ettiğini, posta dağıtıcılarının tebligatları ertesi gün aldıklarını ve teslim aldıkları günün tarihini yazarak belgeyi imzaladıklarını, resmî kayıtlardaki tarihten önce alıp işlem yapılmasının mümkün olmadığını,
    İfade etmişlerdir.
    Sanık idari soruşturma kapsamında Teftiş Kurulu Kontrolörü Bahadır Karagöz huzurunda verdiği ifadesinde; gösterilen belgelerden hareketle söz konusu tebligatın 16.05.2007 tarihinde Çorlu PTT Müdürlüğü kayıtlarına girdiğinin, 17.05.2007 tarihinde kayıt kabul işlemi tamamlanıp 18.05.2007 tarihinde ise imza karşılığında kendisi tarafından teslim alınmış olduğunun anlaşıldığını, yani suça konu tebligatın 18.05.2007 tarihinde uhdesine girdiğini, tebligat üzerinde verilen şerhlerin de sabit olduğunu, yorumladığında teknik ve fiili durum olarak 17.05.2007 tarihli olarak 1. ihbar yazmasının ve bunu şerh etmesinin mümkün görünmediğini, bu hâliyle 2. ihbarın da tartışmalı duruma geldiğini, 18.05.2007 tarihinden sonra izin ve rapor kullandığını, 04.06.2007 tarihinde tekrar göreve başladığını ve bu tarihten sonraki günlerde elinde bulunan geriye dönük tebligatların gereğini sağladığını, söz konusu tebligatın işlemini de bu yoğunluk sırasında yaptığını, 05.06.2007 tarihinde de bu tebligatın işlemlerini bitirdikten ve gerekli şerhleri verdikten sonra iadesini yaptığını,
    Kovuşturma evresinde ise; tebliğ evrakını 17.05.2007 tarihinde aldığını, ancak teslim belgesini 18.05.2007 olarak imzalamış olduğunu, 17.05.2007 tarihinde katılan ..."in ikametine gittiğini, katılanı bulamayınca 18.05.2007 tarihinde ikinci ihbar için yeniden gittiğini, suça konu evrak nedeniyle kapısına 7 gün içerisinde PTT’ye gelinmesi için sarı ihbar kağıdı bıraktığını ve ihbar kağıdı bıraktığını site kapıcısı tanık Mehmet Erdoğan’a bildirdiğini, soruşturma evresinde müfettişe verdiği ifadesi okunup sorulduğunda; doğru olduğunu, aynen tekrar ettiğini,
    Savunmuştur.
    Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi bakımından öncelikle “resmî belgede sahtecilik” ve “görevi kötüye kullanma” suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
    Resmî belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nın 204. maddesinde;
    “(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
    Söz konusu suç, maddenin birinci fıkrasında seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmış olup resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmî belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmî belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
    Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanarak daha ağır bir yaptırıma bağlanmış, maddenin üçüncü fıkrasında ise suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması hâlinde cezanın yarı oranında artırılması gerektiği belirtilmiştir.
    Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, tamamen veya kısmen değiştirilmesi ya da gerçek bir belgeye eklemeler yapılması eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır.
    Resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir resmî belgenin değiştirilmesi eyleminin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için, düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte olup olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde saptanmalıdır.
    5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının "Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler"e yer veren dördüncü kısmının "Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı birinci bölümünde "Görevi kötüye kullanma" suçu ise 257. maddede;
    "(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (3) (Mülga: 2/7/2012-6352/105 md.)" şeklinde düzenlenmiştir.
    Maddenin, uyuşmazlıkla ilgili birinci fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da haksız menfaat sağlanması ile oluşmaktadır.
    Buna göre ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanun veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevi dolayısıyla yetkili bulunmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, fiil nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız menfaat sağlanması gerekmektedir.
    Anılan maddenin gerekçesinde; suçun oluşmasına ilişkin genel koşullar, “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir” şeklinde vurgulanmış, öğretide de; TCK’nın 257. maddesindeki suçun oluşmasının, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi sonucunda kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da haksız menfaat sağlanması şartlarına bağlı olduğu, bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışların, suç kapsamında değerlendirilemeyeceği açıklanmıştır. (Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökçen - Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, Ankara, 2011, s. 913 vd.; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.769; Veli Özer Özbek - Mehmet Nihat Kanbur - Koray Doğan - Pınar Bacaksız - İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974.)
    Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle “mağduriyet", "kamunun zarara uğraması" ve "haksız menfaat” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
    Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmadığı, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Bu husus madde gerekçesinde; "Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden olunması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir anlama sahiptir." şeklinde vurgulanmış, öğretide de; mağduriyetin sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyeceği, mağduriyet kavramının ekonomik zarar kavramından daha geniş bir anlama sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. (Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökçen - Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, Ankara, 2011, s. 911 vd.; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 772; Veli Özer Özbek - Mehmet Nihat Kanbur - Koray Doğan - Pınar Bacaksız - İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974.)
    Bu aşamada “asli norm” ve “tali norm” kavramları üzerinde de durulmasında yarar vardır.
    Yardımcı (tali) normlar, asli normlarla benzer hukuki yararları koruyan normlardır. Bu tür normlar, asli normların tatbik edilemeyeceği durumlarda kanunda boşluk oluşmasını engellemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir. Asli-yardımcı norm ilişkisinin olduğu durumda fiile yardımcı norm değil asli norm uygulanacaktır. Bir normun yardımcı norm mu asli norm mu olduğunun, asli normun uygulanamadığı yerlerde başvurulan bir norm olmasından anlaşılması bir yana, düzenleme içinde, "fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde", "kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında" ve "eylemin başka bir suç oluşturmaması hâlinde" gibi ifadelerin yer alıp almamasına göre de belirlenmekte, bu gibi ifadelerin yer aldığı normların yardımcı norm olduğu kabul edilmektedir.
    Diğer taraftan, uyuşmazlık konularıyla ilgisi bakımından PTT idaresinin sorumluluğu üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
    PTT idaresinin tazminat sorumluluğunun düzenlendiği ve suç tarihinde yürürlükte olan 5584 sayılı Posta Kanunu’nun 50. maddesinde;
    "I- P.T.T. İdaresi haberleşme maddelerinin taahhütlü olmıyanları için tazminat vermez.
    II- Taahhütlü olarak gönderilen bir maddenin kaybı halinde P.T.T. İdaresince taahhüt ücretinin 50 katı tutarında tazminat verilir.
    III- Değer konulmamış bir kolinin kaybolması, çalınması veya hasarı halinde P.T.T. İdaresi, kolinin postaya verildiği yerdeki ve zamandaki gerçek değerini ve hasar halinde, uğradığı zarar derecesini gözönüne alarak bir taahhütlü mektup tazminatından az olmamak üzere, kolinin adi posta ücretinin 10 katı tutarında tazminat verir.
    IV- Değerli bir mektup veya kutu ile değerli bir kolinin kaybolması, çalınması veya hasarı halinde, konulmuş olan değeri geçmemek şartiyle, hasar veya eksiklik derecesinde tazminat verilir.
    Ancak, P.T.T. İdaresi gönderilen posta maddesi içindeki eşyanın postaya verildiği zaman konmuş olan değerden daha az değerde olduğunu ispat ederse bu eşyanın gerçek değerine göre tazminat verilir..." şeklinde düzenlenmiş,
    Aynı Kanun’un "Üçüncü kişiler aleyhine başvurma, tazminatın ödenmesi" başlıklı 55. maddesinde ise;
    "I - P.T.T. İdaresi tarafından tazminat isteklerinin sonuçlandırılması, idarenin üçüncü kişiler aleyhine başvurma hakkını kaldırmaz.
    II - İdarenin göndericilere vermekle ödevli olduğu tazminat bedellerini her zaman için sebep olanlardan almaya hakkı vardır.
    Göndericiler tazminat istemezler veya bu haklarını her hangi bir suretle kaybederlerse kusurlulardan alınan paralar, istemeleri beklenmeksizin, kendilerine geri verilir." hükmüne yer verilmiştir.
    Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere, PTT idaresinin değerli bir mektup veya kutu ya da kolinin kaybolması, çalınması veya hasar görmesi yahut taahhütlü olarak gönderilen bir maddenin kaybı hâlinde tazminat sorumluluğu söz konusu olmakla birlikte, tazminat bedellerini sorumlulardan alma hakkı bulunmaktadır.
    Gelinen bu noktada "mağdur", "suçtan zarar gören" ve "malen sorumlu" kavramları ile "kamu davasına katılma" kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.
    5271 sayılı CMK"nın 237/1. maddesinde; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup hâlinde belirtilmiştir. Bu düzenleme, 1412 sayılı CMUK"nın 365. maddesindeki; “Suçtan zarar gören herkes, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilir” hükmü ile benzerlik göstermekte ise de yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur da eklenmek suretiyle, madde; öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
    Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların kanunun kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri haiz olarak davada yer almasına öğreti ve uygulamada “davaya katılma” veya “müdahale” denilmekte, davaya katılma talebinin kabul edilmesi hâlinde ise davaya katılma isteminde bulunan kişi “katılan” ya da “müdahil” sıfatını almaktadır.
    Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı hâlinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tabi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen, “mağdur”, “suçtan zarar gören” ve “malen sorumlu olan” kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir.
    Malen sorumlu; yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddi ve mali sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
    Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen – A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106-107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2010, s.7702-7703)
    Kamu davasına katılma için aranan “suçtan zarar görme” kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hâli” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 08.11.2016 tarih ve 830-412, 03.05.2011 tarih ve 155–80 ile 04.07.2006 tarih ve 127–180 sayılı kararlarında; “dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.
    Diğer yandan, işlenen bir suç nedeniyle, o eylemin gerçekleşmesini engellemeye yönelik yükümlülüğün yerine getirilmesinde ihmal gösterildiği takdirde tüzel kişilerin veya diğer yetkililerinin cezai ve hukuki sorumluluklarının doğması hâlinin, suçtan doğrudan zarar gördükleri anlamına gelmeyeceği, bu nedenle işlenen suç açısından ilgili tüzel kişiliklere veya yetkililere “mağdur” ya da “suçtan zarar gören” sıfatını kazandırmayacağı açıktır. Yine Ceza Genel Kurulunca 25.03.2003 tarih ve 41-54 sayı ile “tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanarak kamu davasına katılma, dolayısıyla verilen hüküm hakkında yasa yollarına başvurmanın olanaksız olduğu" şeklinde karar verilmiştir.
    Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK"nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun 15.04.2014 tarih ve 599-190, 21.02.2012 tarih ve 279–55 ile 03.05.2011 tarih sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
    Bu açıklamalar ışığında;
    1- Katılan PTT Genel Müdürlüğünün, açılan kamu davasına katılma ve kurulan hükmü temyiz etme hakkının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Posta dağıtıcısı olan sanığın, katılan ...’e tebliğ etmesi gereken evrakı, katılanın adresine gitmemesine rağmen gitmiş ve katılanı adresinde bulamamış gibi ihbar ve şerh kayıtları düşerek "merciine" iade ettiği iddiasıyla açılan kamu davasında, resmî belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçundan doğrudan doğruya zarar görmeyen ve kamu davasına katılmasını özel olarak düzenleyen bir kanun hükmünün de bulunmaması nedeniyle anılan suçlar bakımından davayı takip etme görevi olmayan PTT Genel Müdürlüğünün, kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunmadığı gibi Yerel Mahkemece yanılgılı biçimde verilen katılma kararı hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz etme hakkı vermeyeceğinden, PTT Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmalıdır.
    2- Bu kabul doğrultusunda sadece sanığın temyiz istemine istinaden; sanığın eyleminin kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunu mu, yoksa görevi kötüye kullanma suçunu mu oluşturduğu yönündeki uyuşmazlık konusuna gelince;
    Posta dağıtıcısı olan sanığın, katılan ..."in adresine gerçekte gitmediği hâlde gitmiş ve katılanı adresinde bulamamış gibi tebligat evrakına 17.05.2007 ve 18.05.2007 tarihli 1 ve 2. ihbar kayıtları ile 05.06.2007 tarihli iade şerhini yazarak tebliğ edilmesi gereken yazının merciine iade edilmesini sağladığının iddia ve kabul edildiği olayda, PTT Genel Müdürlüğü PTT Başmüdürlüğü Teftiş Kurulu Kontrolörlüğünün 13.06.2008 tarihli ve 0126 sayılı soruşturma raporundan ve ekindeki 116 cihet numaralı tebligat teslim listesi başlıklı belgeden sanığın, katılana tebliğ etmek üzere söz konusu tebliğ evrakını 18.05.2007 tarihinde imzası karşılığında teslim aldığının açıkça anlaşıldığı, Çorlu PTT Müdürlüğünde tebligat memuru olarak görev yapan tanık Nimet Türkmen’in; ilgili tebligatın kendisine 16.05.2007 tarihinde geldiğini, 17.05.2007 tarihinde kayıt yaptığını ve 18.05.2007 tarihinde de sanığa teslim ettiğini, resmî kayıtlardaki tarihten önce alıp işlem yapılmasının mümkün olmadığını ifade ettiği, sanığın da kovuşturma evresinde, tebligatı yapmak için belirtilen tarihlerde gittiğinde katılanı bulamadığını, kapısına sarı kağıt bıraktığını ve bu durumu site kapıcısı tanık Mehmet Erdoğan’a bildirdiğini savunmasına rağmen, tanık olarak dinlenen Mehmet Erdoğan’ın, o dönemde kendisine PTT görevlilerinden kimsenin gelip katılan ile ilgili bir şey söylemediğini beyan ederek sanığın savunmasını doğrulamadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın söz konusu tebligat evrakını katılanın adresine gitmeden gitmiş ve katılanı adresinde bulamamış gibi ihbar kayıt ve iade şerhlerini yazmak suretiyle görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu belgeyi görevinin gereklerini yerine getirmemesine rağmen getirmiş gibi sahte olarak düzenlediğinin ve bunun ilgilinin mağduriyetine sebep olacağının açık olduğu, sanığın anlatılan eyleminin; TCK’nın 257. maddesinin birinci fıkrasında yer alan görevi kötüye kullanma suçuna göre asli norm niteliğindeki aynı Kanun’un 204. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
    İki numaralı uyuşmazlık konusu yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "TCK"nın 204. maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçlarında kast, gerçeğin değiştirildiğini "bilme" ve bunu "isteme" şeklinde oluşmalıdır. Düzenleme, değiştirme veya taklit iradesi yeterli değildir. Failde başkalarına zarar verme bilinci olmalı ve bu bilinçle hareket etmelidir. Diğer yandan sahtecilik suçlarından söz konusu olan genel kast ise de kastın varlığı için failin gerçekleştirdiği gerçeğe aykırı belge düzenleme fiilinden bir zarar doğabileceğini öngörmüş olması gereklidir.
    TCK"nın 257. maddesinde düzenlenen "görevi kötüye kullanma" suçunda ise; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu davranışı nedeniyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına sebebiyet verilmesiyle oluşur. Görevi kötüye kullanma suçunda kast görevini belirleyen kanuni hüküm ve talimatlara aykırı davrandığını bilen kamu görevlisinin bu tür bir davranışı istemesi şeklinde ifade edilmektedir. (M. Emin Artuk - Ahmet Gökcen - A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 12. bası 2012, s.904;)
    Somut olayımızda: yaptığı iş nedeniyle kamu görevlisi statüsünde olduğunda şüphe bulunmayan posta dağıtıcısı sanığa yüklenen eylem katılanın adresine gitmediği ve katılana kararı tebliğ etmediği halde adrese gidilmiş gibi tebligata ihtar şerhi düşmekten ibarettir. Sanığın eylemi gerçekleştirirken bir menfaat veya başka bir nedenden dolayı katılanın aleyhine olacak şekilde tebligatı çıkaran Çorlu Belediyesi yetkilileri veya üçüncü bir kişiyle anlaşdığı ya da işbirliği yaptığına ilişkin delil olmadığı gibi böyle bir iddiada ileri sürülmemiştir. Diğer yandan tebligata şerh düşülürken sanığın başka bir kişi adına imza atmasıda sözkonusu değildir. Sadece görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve savsaklaması nedeniyle katılanın zarar görmesine neden olmuştur.
    Sonuç olarak sanığın özgülenen kastının sahtecilik olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle eylemin Kanunda genel, tali ve tamamlayıcı bir suç olarak düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunu kabul etmek hakkaniyete daha uygun olacağı" düşüncesiyle,
    İki numaralı uyuşmazlık konusu yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelerle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Açılan kamu davasında sanığın eyleminden doğrudan zarar görmeyen ve bu davayı takip etme görevi de bulunmayan PTT Genel Müdürlüğünün TEMYİZ İSTEMİNİN REDDİNE,
    2- Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.09.2013 tarihli ve 15-216 sayılı, sanığın eyleminin kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunu oluşturduğuna ilişkin direnme kararının ve gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
    3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oy çokluğuyla karar verildi.




    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi