Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, yurt dışında çalıştığından işlerinin takibi için kayınbiraderi C. T. .vekil tayin ettiğini, vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak 202 ada 27 parseldeki .nolu bağımsız bölümü davalı oğluna devrettiğini, bu satış için kendisine para ödenmediğini, davalının annesinin ölmesi nedeniyle üzerindeki taşınmazın davalıya geçirilerek onu garantiye almak için yapılan muvazaalı bir işlem olduğunu ileri sürüp, tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, vekaletname kapsamı uyarınca davacının bilgisi ve muvafakatı ile taşınmazın kendisine satıldığını, satışa onay verildiği ve bedeli alındığına dair yazılı ibraname verildiğini, davacının muvazaa iddiasının da gerçeğe ve yasaya aykırı olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, ortada muvazaalı bir satış olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 30.06.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vs. Vekili avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı, yurt dışında çalıştığını, işlerinin takibi için kayınbiraderi C. İ vekil tayin ettiğini, vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak dava konusu taşınmazını satış suretiyle davalıya temlik ettiğini ileri sürüp, iptal-tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuş, mahkemece temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Tarafların baba-oğul oldukları, davacının 30.11.1988 tarihinde Keşan Noterliğinde düzenlediği vekaletname ile C. T. Satışa da yetkili olmak üzere vekil tayin ettiği, vekilin davacıya ait . nolu parseldeki 225/4215 arsa paylı . nolu meskeni davacının oğlu olan davalıya satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelemeyi yapıp uygulanacak yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek tatbik etmek hakime aittir. O halde, yukarıda değinilen olayın işleyiş tarzı gözetildiğinde taraflar arasındaki çekişmenin vekalet görevinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının açığa kavuşturulmasına ilişkin bulunduğu ve kaynaklandığı açıktır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacı davada açıkça vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayandığı halde mahkemece davanın "muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal tescil" davası olduğu kabul edilerek sonuca gidilmiştir.
Bu durumda iddianın yukardaki ilkeler uyarınca incelenmesi toplanan ve bu doğrultuda toplanacak delillerin birlikte değerlendirilip varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken hukuki nitelendirmede hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedene hasren HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 625.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 30.06.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.