1. Hukuk Dairesi 2009/4315 E. , 2009/7462 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : YALOVA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/12/2008
NUMARASI : 2006/230-2008/378
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın ehliyetsiz olduğu dönemde paydaşı bulunduğu 267 ada .parsel sayılı taşınmaz üzerinde bina yapımı için dava dışı yüklenici A. H. İle kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığını, murisin kardeşi davalı H. ’ın yönlendirmesi ile hareket ettiğini, dairelerin paylaşımı ve kat irtifakı kuruluşunda yüklenicinin muris adına vekaleten işlem yaptığını, miras bırakana karanlık ve küçük yerlerin verildiğini, geniş ve aydınlık 5 nolu daireyi kendisi adına tescil ettiren davalı H. In daha sonra yeri muvazaalı olarak diğer davalı kızına temlik ettiğini ileri sürüp 5 ve 21 nolu bağımsız bölümlerin tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, davanın zaman aşımı süresi içinde açılmadığını, iddiaların doğru olmadığını, murisin yükleniciye vekalet verdiği tarihte fili ehliyetine haiz bulunduğunu, dairelerin paylaşımında haksızlık olmadığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır. Karşı davalarında, kayden maliki bulundukları 5 nolu bağımsız bölümü davalıların haksız kullandıklarını ileri sürüp 13.500,00- YTL ecrimisilin tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkemece,davanın zaman aşımı süresi içinde açılmadığı, davalıların 5 nolu bağımsız bölümü davacıların muvafakati ile kullandıkları gerekçesiyle davanın ve karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi ın raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, karşı dava ise, ecrimisil isteğine ilişkindir.
Mahkemece,davanın ve karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden,toplanan delillerden; miras bırakanın maliki bulunduğu 267 ada . parsel sayılı taşınmazda bina yapımı için kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığı, dava dışı yüklenici A. H. ’nu 23.10.1986 tarihinde . Parsel sayılı taşınmazın . parsel ile tevhidi, ruhsat alımı, inşaat yapılması, kat irtifakı, kat mülkiyeti kurulması, liste beyannamesi ve yönetim planı yapımı vs. yetkileri içeren vekaletname ile yetkilendirdiği, vekilin anılan vekaletnamedeki yetkilerine istinaden tevhit sonucu oluşan . parsel sayılı taşınmazda binanın inşa edildiği, 12.03.1987 tarihli yönetim planı ve liste beyannamesi hazırlanarak dairelerin paylaşımının yapıldığı ve aynı tarihli akitle kat irtifakı kurulmak suretiyle çekişme konusu 5 ve 21 nolu bağımsız bölümlerin davalı Hasan adına tescilinin sağlandığı,onun da 20.04.2006 tarihli akitle 5 nolu bağımsız bölümü kızı davalı Selcan’a satış suretiyle temlik ettiği, anılan dairenin yıllardır davalı Hasan’ın muvafakati ile miras bırakan ve davacıların kullanımında bulunduğu anlaşılmaktadır.
Davacılar, murisin vekaletname tarihinde ve öncesinde ehliyetsiz olduğunu, kardeşi davalı Hasan’ın yönlendirmesi ile hareket ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgili olup, re’sen gözetilmesi gereken bir hukuki nedendir ve ehliyetsizlik iddiasıyla açılan tapu iptali ve tescil davalarının zaman aşımına tabi olmadığı da kuşkusuzdur.
Ne var ki, bu konuda mahkemece yapılan araştırmanın hüküm kurmaya yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere;davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,25.6.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.