Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacı, asıl davasında tescil harici bırakılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altındaki 110 m2"lik yere davalı G. Tarafından bina yapılmak suretiyle müdahale edildiğini ileri sürüp, tescil, elatmanın önlenmesi ve yıkım istemiş, birleştirilen davasında ise; çekişmeli yerin 1337 sayılı parsel olarak davalı belediye adına tescil edildiğini ve davalı Salih lehine muhdesat şerhi verildiğini, ancak tescilin dayanağı olan işlemin idari yargı yerinde iptal edildiğini ve bu kararın kesinleştiğini belirterek, tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi ile yıkım isteklerinde bulunmuş; bilahare taşınmazın kıyı kapsamında kaldığını da ileri sürmüştür.
Davalı G. Ve belediye ile dahili davalı M. davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın reddine dair verilen ilk kararın Dairece; "...kişi yönünden açılan davanın tefrik edilmesi, eldeki davanın 3533 Sayılı Yasaya tabi kuruluşlara hasredilmesi..." gereğine değinilerek bozulması üzerine, belediye aleyhindeki dava ayrılıp, "davacı kişiler hakkında davanın reddine" dair verilen kararın Dairece bu kez "...davalı Salih"in davadan önce öldüğü anlaşıldığından, adı geçen davalı hakkında davanın reddine karar verilmiş olması, bu nedenler ve sonucu bakımından doğrudur... Öte yandan, eldeki davanın belediye aleyhindeki davada mülkiyet durumunun belirlenmesi ile çözüme bağlanması gerekeceği tartışmasız olup, sonucunun beklenmesi, ondan sonra bir hüküm kurulması gerekir..." gerekçesiyle bozulması, bu arada belediye aleyhindeki davada verilen görevsizlik kararının da Dairece "4916 Sayılı Yasanın 24.maddesi ile değişik 3533 Sayılı Yasanın 4.maddesi gereğince" bozulması sonucu her iki bozma ilamına uyulup, davalar yeniden birleştirilerek yapılan yargılama sonucunda "asıl ve birleşen davanın reddine, ilk birleşen 2001/521 esas sayılı dava dosyası yönünden önceki kararın temyiz isteminin reddine karar verilmiş olmakla kesinleştiğinden bu hususta karar verilmesine yer olmadığına" karar verilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi ile yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazın öncesinde kadastro harici bırakılan yer iken, idari bir kararla . sayılı parsel olarak davalı belediye adına tescil edilerek sicil kaydının oluşturulduğu ve üzerindeki muhdesat bakımından S. lehine şerh düşüldüğü anlaşılmaktadır.
Davacı Hazine, çekişme konusu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer olduğunu, sicilin illetini teşkil eden idari kararın, idari yargı yerinde iptal edildiğini ve sicilin dayanaktan yoksun kalarak yolsuz tescil durumuna düştüğünü ileri sürerek, asıl ve birleşen davaları açmıştır.Gerçekten de, belediye adına oluşan sicil kaydının dayanağını teşkil eden idari kararın iptali ile tescilin yolsuz hale geldiği sabittir. Esasen, 3402, 3194/18, 2981/3290-10/c maddeleri hükümleri dışında, 5519 Sayılı Yasa uyarınca tescil hükmü haricinde bir taşınmazın sicile bağlanmasına yasal olanak yoktur. Buna göre de, oluşan sicilin yolsuz olduğu açıktır. Ancak kadastro tespitinden sonra 3402 Sayılı Yasanın 17.maddesi koşullarının gerçekleştiğinin saptanması halinde verilecek kararın açıklayıcı nitelikte olacağı sebebiyle hazine davasının yasal dayanağının bulunmayacağı da kuşkusuzdur.
Hemen belirtilmelidir ki, 3402 sayılı Kadastro Yasasının 17.maddesi hükmü uyarınca bir taşınmazın imar ve ihya ile iktisap edilebilmesi bakımından bazı koşullar öngörülmüş ve aynı maddenin son fıkrasında da taşınmazın il, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda bulunmaması da ayrı bir koşul olarak kabul edilmiştir.
Oysa, taşınmaz Okurcalar Belediye sınırları içerisindedir. Kadastro tespitinin yapıldığı ve taşınmazın kadastro harici bırakıldığı 23.09.1956 tarihinden sonra taşınmazın içinde bulunduğu köyün belediye oluş tarihine kadar 3402 Sayılı Yasanın 17.maddesinin koşullarının gerçekleşip, gerçekleşmediğinin araştırılması sonucu gerçekleştiğinin saptanması halinde kazanılmış hak kuralı gereği imar ve ihya olgusuna değer verilmesi gerekeceği tartışmasızdır. Ancak, mahkemece bu husus üzerinde durulmadığı ve bu konuda gerekli bir araştırma yapılmadığı görülmektedir.
Öte yandan; davada yıkım isteği de bulunmaktadır. Oysa, binayı yapan S. "in dava tarihinden önce öldüğü belirlenerek, 04.05.1978 tarih ve 4/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca "ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı" gerekçesiyle davanın reddine dair daha önceden verilen kararın derecattan geçerek kesinleştiği dosya kapsamıyla sabittir. O halde, yıkım isteği bakımından muhdesat sahibi S. "in tüm mirasçılarına yönelik dava açılmasının gerekeceği ve açıldığı takdirde eldeki dava ile birleştirilerek sonuca gidileceği açıktır.
Diğer taraftan, yukarıdaki hususlar değerlendirilirken, davacının taşınmazın kıyıda kaldığına ilişkin iddiasının da 28.11.1997 tarih ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince belirlenecek kıyı kenar çizgisinin de gözetilerek neticeye gidilmesinin gerekeceği de kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, yukarıda değinilen hususların yerine getirilmesi, gerekli araştırma, soruşturma ve değerlendirmenin yapılması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacı Hazinenin, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 18.06.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.