Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın 13 adet taşınmazını 1.12.1978 tarihinde ve satış suretiyle davalı oğluna temlik ettiğini, ancak yapılan işlemin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürüp, tapu iptali ve miras payları oranında tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, "asıl ve birleşen davaların davacılar E.. , A... , N.... , G... .ve S.. .. yönünden HUMK."nun 409/5-6 maddeleri gereğince açılmamış sayılmasına" davacılardan S... A... T.... yönünden asıl davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi "in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Asıl ve birleşen dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davacı S... yönünden asıl davanın feragat nedeniyle reddine, asıl ve birleşen davaların diğer davacılar bakımından HUMK."nun 409/5-6 maddeleri gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bilindiği üzere bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkca belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle HUMK.nun l59. maddesi açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, aynı yasanın l63. maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki,ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazan davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önliyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkca anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.
Somut olayda, dosyanın işlemden kaldırılmasına ilişkin kararların yasal dayanaklarının farklı olmasının sonuca etkisi bulunmadığı açık ise de; 12.11.2008 tarihli celsede davacı vekiline harç ikmali yapması için verilen süre "kesin süre" olmadığı gibi, hangi miktar üzerinden ne kadar harç yatırılacağı açıkça belirtilmemiş ve verilen süre içeresinde yerine getirilmemesinin sonuçları anlatılıp, davacılar vekili uyarılmamıştır. Esasen, davayı takip edenin avukat olması yasanın öngördüğü usuli işlemin tekemmülü ve gerekli ihtaratın yapılmasına mani değildir.
Öyle ise; yukarıda değinilen ilkeleri kapsayacak şekilde verilmiş bir kesin süre bulunduğundan sözedilemeyeceği ve buna bağlı olarak da dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilemeyeceği tartışmasızdır.
Kaldı ki, davacılar vekili tarafından 13.2.2009 tarihinde noksan harcı yatırdığına dair banka dekontu dosyaya sunulmuştur.
Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.6.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.