Esas No: 2016/2614
Karar No: 2021/678
Karar Tarihi: 03.06.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/2614 Esas 2021/678 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “fark ücret alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Diyarbakır 2. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı şirketin 2005 yılında özelleştirme kapsamında % 55’lik hissesinin satışı ile kamu kurumu niteliğini kaybedip özel hukuk tüzel kişiliği kazandığını, bu kapsamda davacının da içinde bulunduğu birçok personelin devlet memurluğu hakları saklı kalarak çalışmaya devam ettiklerini ve sonrasında kamu kurumlarına aktarıldıklarını, taraflar arasında 2006 yılında imzalanan 2. Tip İş Sözleşmesi’ne göre davacıya kamudaki memurlara uygulanan artış kadar zam yapılacağının kararlaştırıldığını ancak memurlara ödenen ek ödeme ve denge tazminatı ödemelerinin müvekkilinin ücretine yansıtılmadığını, 31.03.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5473 sayılı Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun (5473 sayılı Kanun) 1. maddesi ile 375 sayılı 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu İle Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması, Devlet Memurları Ve Diğer Kamu Görevlilerine Memuriyet Taban Aylığı Ve Kıdem Aylığı İle Ek Tazminat Ödenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye (375 sayılı KHK) eklenen Ek 3. maddenin 1. fıkrasında kamu personeline her ay ek ödeme yapılacağının; 4. fıkrasında fark tazminat hesabının; 7. fıkrasında ise kadro dışı çalışanlara ödemenin yapılmasında yetkili olanların düzenlendiğini, Yüksek Planlama Kurulunun (YPK) kararlarıyla çalışanlara her ay yapılacak ek ödemelere ilişkin düzenlemeler yapıldığını, 10.11.2006 tarihli ve 2006/T-32 sayılı karar ile de ücret artışı ve ek ödemenin düzenlendiğini, akabinde her yıl YPK kararı ile ek ödeme tutarlarına ilişkin farklı düzenlemeler getirildiğini, müvekkilinin de kapsamdaki personeller arasında yer aldığını, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un (4046 sayılı Kanun) 22. maddesi gereği Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi’nde (Türk Telekomünikasyon A.Ş./Türk Telekom A.Ş./Türk Telekom) çalışmaya devam ettiğini, işten çıkartılıp Personel Daire Başkanlığına bildirildiği tarihte ek ödeme ücreti dikkate alınarak ücretinin belirlenmesi gerekirken bu ek ödemenin yer değiştirme suretiyle atamalarda aylık bildirim belgesinde gösterilmediğini, ek ödemelerin başlangıcı olan 01.01.2006 tarihinden işten çıkartıldığı tarihe kadar Türk Telekom’da çalıştığı dönemde YPK kararından kaynaklı ek ödemelerin yapılmadığını ileri sürerek 17.09.2007 tarihinden davalı şirket tarafından en son ödenen ücret tarihine kadar ek ödemelerin tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun (406 sayılı Kanun) Ek 29. maddesinin özelleştirme sonrası Türk Telekom’da çalışanların durumunu düzenlediğini, Ek 29. ve Ek 22. maddeler gereği kapsam dışı personelin ücret ve ek ödemelerinin belirlenmesine yönetim kurulunun yetkili kılındığını, bu durumda kapsam dışı İş Kanunu’na tabî çalışan davacının 40+40 ek ödeme talebinin hukuka aykırı olduğunu, 5473 sayılı Kanun ile 375 sayılı KHK’ya eklenen Ek 3. maddede ek ödemeden yararlanacakların düzenlendiğini ve yapılan ödemelerin genel bir artış olmayıp belli kurum ve unvanlardaki personele uygulanan ek ödeme olduğunu, 5473 sayılı Kanun’un 1. maddesinde uygulamaya ilişkin tereddütleri gidermeye Maliye Bakanlığının yetkili olduğunun düzenlendiğini, Maliye Bakanlığının bu ek ödemelerin dikkate alınmayacağını bildirdiğini, YPK’nın 08.05.2006 tarihli ve 2006/T-17 sayılı kararının sözleşmeli personel için uygulandığını, kapsam dışı personelin belirtilmediğini, ayrıca sözleşmeli personele de 2. Tip İş Sözleşmesi imzalanana kadar olan süre içinde 40TL ek ödeme yapıldığını, ancak sözleşme sonrası ücret belirleme yetkisinin 406 sayılı Kanun’un 22. maddesi gereği Türk Telekom Yönetim Kuruluna ait olduğunu, İcra Kurul kararı ile kamuya nakil hakkını saklı tutarak 2. Tip İş Sözleşmesi ile çalışan personele ilave tediye ve ikramiye ödemesi yapıldığını, ayrıca vergi dilimindeki artıştan dolayı gelir vergisi fark tutarlarının da müvekkili şirket tarafından karşılandığını, bu uygulamalarla davacının kamuda aynı statüde çalışan memurdan daha fazla ücret aldığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Diyarbakır 2. İş Mahkemesinin 07.11.2014 tarihli ve 2012/862 E., 2014/538 K. sayılı kararı ile; davacının 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameye (399 sayılı KHK) tabî sözleşmeli memur olarak görev yapmakta iken istihdam fazlası olduğu belirlenerek 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi gereğince kamu kurumuna 16.09.2010 tarihinde atamasının yapıldığı, 375 sayılı KHK’ya eklenen Ek 3. maddede belli kamu görevlilerine ek ödeme yapılacağı belirtilerek ek ödemenin şartlarının düzenlendiği, maddedeki düzenlemeye göre ücretleri YPK tarafından belirlenenler için ek ödeme tutarını belirlemeye YPK’nın yetkili olduğu, YPK’nın da buna ilişkin yayınlanan tebliğlerinde ek cetvelde bulunan pozisyonlarda çalışan sözleşmeli personelin ek ödemesine yönelik düzenleme yaptığı, Posta Telgraf ve Telefon İşletmelerinin de 399 sayılı KHK’nın Ek 2 cetvelinde yer aldığı, ayrıca 4046 sayılı Kanun’un 22, 406 sayılı Kanun’un Ek 29. maddelerinde nakil olacak personellere yönelik ücret düzenlemelerinin yer aldığı, bu düzenlemelere göre de davacıya 17.09.2007 tarihinden kamu kurumuna naklinin yapıldığı 16.09.2010 tarihine kadar denge tazminatının ödenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Diyarbakır 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesince 13.04.2015 tarihli ve 2015/5949 E., 2015/6875 K. sayılı kararı ile; “…Gerek yasal düzenleme ve gerekse sözleşmedeki hükümler dikkate alındığında, davalı kurumda özelleştirme öncesi kapsam dışı olarak çalışan ve 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak ücreti belirlenen davacının özelleştirme sonrası çalıştıktan sonra nakledildiği tarihe kadar kamuda aynı statüde çalışanlar için getirilen özlük haklarından yararlandırılarak, nakil edildiklerinde haklarının korunması amaçlanmıştır. Kısaca davacı kapsamdışı olarak kamuda çalışmış gibi sayılmaktadır. Sonuç olarak davacı, davalı kurumda iken çalıştığı dönemde 375 ve 399 sayılı KHK.’ler ile getirilen artışlardan yararlandırılmalı ve bu artışlar uygulanmak sureti ile nakledildiğinde maaş nakil ilmühaberi düzenlenmelidir.
375 sayılı KHK.’un ve 399 sayılı KHK.’lere dayanılarak çıkarılan 2006/1, 2006/3, 2007/1 ve 2008/1 sayılı tebliğler uyarınca “Özelleştirme kapsam ve programında bulunan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarından olup özelleştirme işlemleri tamamlanan kuruluşların sözleşmeli ve kapsam dışı kamu personelinin ücretlerine, bu personelin sözleşmeli ve kapsam dışı statülerde bulunduğu sürelere ait bu Karardaki ücret artışlarının hiçbir işlem yapılmaksızın aynen uygulanması ve bunun maaş nakil ilmühaberine yansıtılması” gerekir. Yasal ve sözleşme hükümleri Maliye Bakanlığı görüşünün üzerindedir.
Yasal düzenleme özelleştirilen davalı kurumda nakle tabi kapsamdışı personeli kapsamaktadır. Kaldı ki Uyuşmazlık Mahkemesinin uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği yönündeki kararından önce Danıştay 5. Dairesi 22.08.2010 gün 2010/88-4718 sayılı kararı ile “5473 sayılı yasa ile getirilen ek ödemenin iş sözleşmesinin feshedildiği 2008 yılından önce 01.01.2006 ve 01.07.2006 tarihlerinde yürürlüğe girmesi nedeni ile bu ödemenin “iş sözleşmesinin sona erdiği yılın 15 Ocak tarihine kadar kamu görevlilerinin parasal haklarına yapılan artışlar” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Hukuki olarak bu tespit yapılmakla birlikte, davalı kurum taraflar arasındaki sözleşme hükmü veya eki yönetmelik hükümleri ile kapsamdışı nakle tabi olarak çalışan davacının 15.4.2004 tarihi itibarıyla bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer malî haklarına veya belirlenmemiş ise Yönetim Kurulu kararı ile sözleşme imzalandığı tarihteki ücretine artışlar yapmış olabilir. Bu artışlar Kanun Hükmünde Kararnamelere dayanılarak çıkarılan ve kamuda çalışan sözleşmeli personel ile kapsamdışı personel için 2006/1, 2006/3, 2007/1, 2008/1 ve ilgili düzenlemeler ile sağlanan artışlardan azda olabilir, fazla da olabilir. Aynı oranda veya fazla oranda yapılmış ve yansıtılmış ise kapsamdışı nakle tabi olarak çalışan davacı kamudaki personel için getirilen artışlardan faydalanamaz. Ancak davalı işveren anılan hükümleri dikkate almadan artış yapmamış veya daha az artış olabilir. 15.4.2004 tarihi itibarıyla bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer malî haklarına veya belirlenmemiş ise Yönetim Kurulu kararı ile sözleşme imzalandığı tarihteki ücretine hiç artış yapılmamış ise tebliğler ile getirilen artışların tamamının, artış yapılmış ancak yeterli değil ise aradaki fark alacağa göre maaş nakil ilmühaberinin düzenlenmesi gerekir. Bu tespitin yapılması için ise davalı kurumdan anılan dönemdeki bordroların, maaş artışına ilişkin işverenin varsa işletmesel kararlarının getirtilmesi, davacının 15.4.2004 tarihi itibarıyla bu unvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer malî haklarının veya belirlenmemiş ise Yönetim Kurulu kararı ile sözleşme imzalandığı tarihteki ücretinin ne olduğunun tespit edilmesi, bu konuda uzman mali bilirkişiden rapor alınması gerekir.
Sonuç olarak davacı ile ilgili davalı işyerinde tüm bordrolar, ücret ve mali haklarına ilişkin işverence alınan tüm işletmesel kararlar getirtilmeli, davacının kapsam dışı nakle tabi olarak çalıştığı dönemde 406 sayılı Kanunun Ek. 29 ve sözleşmenin 7. maddeleri uyarınca aynı statüde kamuda çalışan ve 399 sayılı KHK.’un ek II. cetveline tabi çalışanlara uygulanan artışlardan yararlandırılıp yararlandırılmadığı, artış yapılıp yapılmadığı, yapılan artışın tebliğlerle getirilen artışların altında kalıp kalmadığı, tebliğlere göre yapılacak artışları kapsayacak şekilde maaş nakil ilmühaberinin düzenlenip düzenlenmediği konusunda uzman bilirkişiden rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.
Mahkemece yapılan araştırma ve alınan bilirkişi raporu, hüküm oluşturmaya yeter nitelikte olmayıp, yukarıda açıklanan hususları kapsayacak nitelikte tablo halinde denetime de elverişli şekilde rapor alınmadan eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir..…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Diyarbakır 2. İş Mahkemesinin 03.12.2015 tarihli ve 2015/520 E., 2015/820 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten dava konusunun davacıya denge tazminatı ödenmesine ilişkin olduğu, maaş nakil ilmühaberi düzenlemesine ilişkin olmadığı bu sebeple mahkemenin önceki kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının 5473 sayılı Kanuna dayalı olarak yapılan ek ödemeden (denge tazminatından) kaynaklanan fark ücret alacağının belirlenmesi yönünde mahkemece yapılan araştırmanın ve bu doğrultuda alınan bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce,
1- Denge tazminatından kaynaklanan fark ücret alacağının tahsili istemine ilişkin olarak işveren aleyhine açılan davalarda adli yargının mı idari yargının mı görevli olduğu,
2- Adli yargının görevli olduğunun kabulü hâlinde ise, eldeki davada mahkemece bozma sonrası tefhim edilen kısa kararda “…1.599,94 ödenmeyen ücret alacağının 10,00 TL"lik kısmına dava tarihi olan 11/09/2012 tarihinden itibaren geri kalan kısmına ıslah tarihi olan 21/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,…” şeklinde hüküm kurulduğu, direnmeye ilişkin gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise “…7.577,38 ödenmeyen ücret alacağının 10,00 TL"lik kısmına dava tarihi olan 11/09/2012 tarihinden itibaren geri kalan kısmına ıslah tarihi olan 21/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine…” karar verildiği dikkate alındığında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 294. ve 297. maddelerine göre kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususları ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
IV. GEREKÇE
(1) numaralı ön sorun yönünden:
13. Ülkemizde yargı yolları anayasa yargısı, idari yargı ve adli yargı şeklinde üç ana grupta sınıflandırılmış olup, idari yargı; idarenin, idare hukuku alanındaki idari faaliyetlerinden doğan uyuşmazlıkların çözümü ile ilgili karar veren veya bireyler ile idare arasındaki hukukî anlaşmazlıkları çözmeye çalışan yargı birimi olarak tanımlanabilir.
14. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nda (İYUK), bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi ve vergi mahkemelerinin işleyişi ile ilgili genel hükümler düzenlenmiş, idari dava türleri, idari yargı yetkisinin sınırı ile idare mahkemesinin görevlerinin ne olduğu açıkça belirlenmiştir. 2577 sayılı İYUK"nın “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesi;
"İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.
2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler” şeklinde düzenlenmiştir.
15. Diğer taraftan mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.
16. Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinin 1. fıkrasının (b) alt bendi gereğince yargı yolunun caiz olması dava şartı olup, 115. maddesine göre ise mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
17. Bu nedenle öncelikle uyuşmazlık yönünden yargı yoluna ilişkin hükümlerinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
18. Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi, 406 sayılı Kanunun, 10.06.1994 tarihli ve 4000 sayılı Kanun ile değiştirilen 1. maddesi uyarınca Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü"nce yürütülen telekomünikasyon hizmetlerinin sermayesinin tamamı kamu kesimine ait olacak bir anonim şirket şeklinde yapılandırılması suretiyle kurulmuştur. Ayrıca, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (233 sayılı KHK) ile 399 sayılı KHK’lara tâbi bir kamu iktisadi kuruluşu statüsü verilmiştir.
19. 29.01.2000 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve Türk Telekomünikasyon A.Ş."nin özelleştirilmesi amacıyla yapısının yeniden düzenlenmesine yönelik kurallar getiren 4502 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu, Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Telsiz Kanunu ve Posta, Telgraf ve Telefon İdaresinin Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun (4502 sayılı Kanun) 1. maddesi ile, 406 sayılı Kanun’un 1. maddesine eklenen 9. fıkrasında, Türk Telekom"un, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabî bir anonim şirket olduğu, kamu iktisadi teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuatın Türk Telekom"a uygulanmayacağı kuralına yer verilmiş; anılan kural, 23.05.2001 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4673 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu, Posta, Telgraf ve Telefon İdaresinin Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile Ulaştırma Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (4673 sayılı Kanun) 1. maddesi ile değiştirilmiş ve Türk Telekom"un, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabî bir anonim şirket olduğu, bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisâdi teşebbüsleri de dâhil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuatın Telekom"a uygulanmayacağı belirtilmiştir.
20. Ayrıca, Türk Telekom A.Ş. 4502 sayılı Kanun’un Geçici 3. maddesi ile 233 sayılı KHK"nin ekindeki "B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)" bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
21. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “Tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.
22. Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulunun 25.07.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin %55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli hisse satış sözleşmesi ile özel hukuk tüzel kişisi olan Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ye satılmıştır.
23. Hisselerin fiilen devredildiği ve Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi’nin imzalandığı 14.11.2005 tarihinden sonra Türk Telekom kamu kuruluşu niteliğini kaybetmiştir.
24. Türk Telekom’da çalışan personelin hukukî statüsü de bu süreçte, 406 sayılı Kanun’a 4502 sayılı Kanun ile eklenen Ek 22. madde ile yeniden düzenlenmiş ve anılan maddede Türk Telekom"daki kamu payı %50"nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklar dışında kalan personelin iş mevzuatı uyarınca istihdam edileceği, iş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartların Yönetim Kurulu tarafından tayin olunacağı kurallarına yer verilmiştir. Aynı Kanun’un Geçici 4. maddesinde 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte Türk Telekom"da 399 sayılı KHK’ya tabî olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışmakta olanlardan isteyenlerin iş mevzuatına tâbi personel statüsüne geçirileceği, iş mevzuatına tâbi personel statüsüne geçmek istemeyenlerin mevcut statü, sosyal ve özlük haklarıyla istihdamlarına devam olunacağı kurala bağlanarak, iş mevzuatına geçmek istemeyenlerin mevcut statü, sosyal ve özlük hakları korunmuştur.
25. 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun Ek 29. maddesinin 03.07.2005 tarihli 5398 sayılı Kanunla değişik düzenlemesi ile Türk Telekom’da 22.01.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabî olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı çalışan personelin bulunduğu belirlenmiştir.
26. Dava konusu uyuşmazlıkta, davacının talebi açıkça İş Kanunu’na tabî çalışması sırasındaki ücretinin eksik ödendiği iddiasına dayalı ücret alacağı istemine ilişkindir. Davacı özelleştirme sonrası davalı ile 22.03.2006 imza tarihli Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkını saklı tutarak çalışmaya devam eden personellerle imzalanan “2. Tip İş Sözleşmesi”ni imzalayarak çalışmaya devam etmiştir.
27. İş sözleşmesinin 6. maddesinde yapılan iş sözleşmesinin belirsiz süreli olduğu belirtilerek 7. maddesinde “ücret ve ödeme şekli” başlığı altında ücrete ilişkin düzenleme ile davacının mali ve özlük hakları yönünden “İş Mevzuatına Tabi Kapsam Dışı Personel Esaslarında” yer alan hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu açıklamalarla birlikte iş sözleşmesi kapsamındaki ücretin tam ve eksiksiz ödenmesi sözleşmesel sorumluluğun bir sonucu olduğundan ücret alacağıyla ilgili bu davalarda adli yargı görevlidir. İş sözleşmesine tabî olarak çalışan davacının, ücret alacağının eksik ödenmesinde, kamu gücü yetkisi ve yükümlülüğünden kaynaklanan bir idari işlem ve eylem bulunmadığı için davanın idari yargıda görülmesi gerektiğinden de söz edilemeyecektir.
28. 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu Ek 29. maddesinde yer alan düzenleme ise kapsam dışı çalışan yani iş sözleşmesi ile çalışanlara özelleştirme sonrası tanınan kamu kurumlarına geçiş hakkı kapsamında geçiş esnasındaki ücretlerinin belirlenmesine yöneliktir. Bu düzenleme kamuya geçiş yapanların kamu personeli sayılmasını gerektirmediği gibi maddede iş sözleşmesine bağlı çalışmadan bahsedilmekle aslında çalışmalarının İş Kanunu hükümlerine tabî çalışma olduğuna değinilmektedir.
29. Özel hukukta sözleşme serbestîsi geçerli ise de çoğu kez iş hukukunda rastlandığı gibi yasa koyucu bazı sözleşmeler yönünden bu serbestîye sınırlar getirebilmektedir. Zira, 406 sayılı Kanunun Ek 29. maddesindeki ücret belirlemeye ilişkin hükümlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğinden bu kuralların davacının İş Kanunu’na tabî çalışmasını özel hukuk sözleşmesi olmaktan çıkaran kamusal yükümlülükler olarak değerlendirilemez.
30. Dava tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi; “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanunu"na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur” şeklinde kurala yer verilmiştir.
31. Buna göre, 14.11.2005 tarihinde sonra kamu kuruluşu niteliğini kaybeden davalıya karşı davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı döneme ilişkin fark ücret alacağına ilişkin açtığı davanın idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava olduğunu söylemek mümkün değildir.
32. Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi"nin 28.09.2020 tarihli ve 2020/503 E., 2020/497 K.; 26.02.2018 tarihli ve 2018/43 E., 2018/95 K. ile 30.11.2015 tarihli ve 2015/788 E., 2015/803 K. sayılı kararları da bu yöndedir.
33. Hâl böyle olunca, uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevli olduğu ve yargı yoluna ilişkin ön sorun bulunmadığına oy birliğiyle karar verilerek, diğer ön sorunun değerlendirilmesine geçilmiştir.
(2) numaralı ön sorun yönünden:
34. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinde bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”.
35. Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
36. Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
37. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
38. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
39. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, HMK’nın 298. maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
40. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
41. İşte bu gibi hâllerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukukî varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK"nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur.
42. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/3. maddesinde “Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” hükme bağlanmış olup yine anılan Kanunun 298/2. maddesi ise “(2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz” şeklinde hükme bağlanmıştır. Bu durumda gerekçeli kararın, tefhim edilen kısa karar yanlış da olsa ona uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak kanun yoluna başvurulması ve kararın bozulması hâlinde düzeltilebilir. Bu aykırılık kamu düzenine ilişkin olup diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur.
43. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma sebebi yapılması 10.04.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı gereğidir.
44. Bu genel açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; mahkemece bozma sonrası tefhim edilen direnme kısa kararda “…1.599,94 ödenmeyen ücret alacağının 10,00 TL"lik kısmına dava tarihi olan 11/09/2012 tarihinden itibaren geri kalan kısmına ıslah tarihi olan 21/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,…” şeklinde karar verildiği hâlde direnmeye ilişkin gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise “…7.577,38 ödenmeyen ücret alacağının 10,00 TL"lik kısmına dava tarihi olan 11/09/2012 tarihinden itibaren geri kalan kısmına ıslah tarihi olan 21/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine …” karar verildiği bu şekilde kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluştuğu açıktır.
45. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, HMK’nın 297. maddesindeki düzenlemeler gözetilerek, tefhim edilen kısa kararın gerekçeli kararın hüküm fıkrasıyla çelişki ve tereddüdüne meydan vermeyecek şekilde oluşturulmasından ibarettir.
46. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal düzenleme ile ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın usuli nedenle bozulması gerekmiştir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 03.06.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.