
Esas No: 2017/1343
Karar No: 2021/669
Karar Tarihi: 03.06.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1343 Esas 2021/669 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Alaşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Alaşehir ilçesinde bulunan üzüm işletmesi ile Muğla Ortaca’da bulunan işletmelerin sahibi olduğunu, ilk eşinden yetişkin üç, ikinci eşinden beş yaşında bir çocuğunun bulunduğunu, toplum içerisindeki statüsünün ticari hayatında belirleyici bir faktör olduğunu, davalı hakkında ise çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla 15.02.2007 tarihinde 2007/9 numaralı iddianame ile kamu davası açıldığını, davalının 25.03.2007 tarihinde şikayetçi sıfatı ile vermiş olduğu ifadesinde mağdurenin beyanına uyan kişinin müvekkili olduğunu ifade ettiğini, ifadeden birkaç saat sonra soruşturma kapsamında müvekkilinin evinden apar topar alınıp nezarete konulduğunu, mağdure Firdevs Karadayı ile yüzleştirilme yapıldığını, mağdurenin müvekkilini teşhis etmediği gibi kendisinin ırzına geçen şahsın davalı olduğunu teşhis ettiğini, soruşturma sonucunda hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen müvekkilinin yüzleşme durumunun hemen ardından fenalaşıp hastaneye kaldırıldığını ve beyin kanaması teşhisiyle Salihli Devlet Hastanesinde on üç gün yatılı olarak tedavi görüp iki ay da evinde istirahat etmek zorunda kaldığını, bundan dolayı işleri ile ilgilenemediğini, iş ve gücünden yoksun kaldığı gibi hâlen sıcakta dışarıya çıkamama, baş ağrısı, konuşma bozukluğu, aşırı sinirlilik, anlama kapasitesinde azalma ve dikkâtini toplayamama belirtileri ile mücadele ettiğini, davalının bu iftirası sonucunda kamuoyundaki itibarının zedelendiğini, ticarî hayatında olumsuzluklar yaşadığını, dedikodular yüzünden ailesi ile arasının bozulduğunu ileri sürerek, davalının haksız eylemi ile müvekkilinin vücut bütünlüğü ve kişilik haklarına saldırıda bulunmuş olmasından dolayı fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000TL maddi tazminat ile 20.000TL manevi tazminatın 26.03.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının sahibi olarak bahsettiği işletmenin asıl sahibinin davacının kardeşi olduğunu ve davacının sadece üzüm alım işinde çalıştığını, evlilik dışı birlikteliğinden bir çocuğu bulunduğunu, iddia edildiği gibi yüklü miktarda malvarlığı olmayıp sıradan bir çiftçi olduğunu, teşhiste bulunan mağdurenin bir ailenin yanında yaşadığını ve ailenin de mağdureyi kullanarak çeşitli kişilerin isimlerini verip para koparmaya çalıştığını, mağdurenin şikayeti üzerine 24.01.2007 tarihinde yedi kişinin tutuklandığını, müvekkilinin bu kişiler arasında olmayıp daha sonra 08.02.2007 tarihinde sorgusunun yapılarak kefaletle serbest bırakıldığını, mağdurenin beyanı üzerine mağdureye tecavüz etmekle suçlanan müvekkilinin de içerisinde bulunduğu sanıkların Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesince beraatlerine karar verildiğini, mağdurenin yaşının küçüklüğünden dolayı olayın ciddiyetini kavrayamaması ve yönlendirilmesi nedeniyle gerçek suçluların yargılanamadığını, müvekkilinin de haksız yere aylarca ceza tehdidi altında yaşayıp gerek aile ortamında gerekse toplum nezdinde çok sıkıntılar yaşadığını, olay Cumhuriyet Savcılığına intikal ettikten sonra müvekkilinin ismi Süleyman olmasından dolayı karakolda ifadesine başvurulduğunu, müvekkilinin de birkaç gün sonra adli makamlara yardım amacıyla komşusu olan, gayrimeşru ilişki yaşayan ve bu duruma düşkün olan verilen tarife uyduğunu düşündüğü davacı hakkında karakolda ifade verdiğini, müvekkilinin amacının mağdurenin onuru kurtarmak, adlî mercilere yardımda bulunmak olduğunu, bu durumda hukuka aykırılığın söz konusu olmadığını, davacı hakkındaki soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile sonuçlanmasının müvekkilini kusurlu hâle getirip tazminat sorumluluğu altına sokmayacağını, bu olayda sıradan bir çiftçi olan davacının ticarî itibarının zedelenmesi gibi bir durumun bulunmadığını, davacı tarafın toplum içindeki ve ailesindeki itibarının sarsıldığı ile ilgili iddialarının da yersiz olduğunu, zaten davacının ailesi ile ilgilenmeyip kendisinden hayli küçük bir şahısla gayrimeşru ilişkisinin bulunduğunu, bu ilişkiden çocuğunun da olduğunu, tazminat için Kanun’un aradığı şartların oluşmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Alaşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.10.2013 tarihli ve 2007/292 E., 2013/342 K. sayılı kararı ile; eldeki davanın, davacının davalının bir soruşturmaya esas olmak üzere vermiş olduğu ifade sonrası kendisi hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesi ile neticelenen süreçte sağlığının bozulması suretiyle maddi ve manevi zarara uğradığı ve uğranılan zararda davalının davacıya zarar verme kastı ile yapmış olduğu ihbarın etken olduğu iddiasıyla açılmış olan tazminat davası olduğu, mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, gerek davalının davacıyı zarara uğratma kastına yönelik olarak herhangi bir saikin tüm dosya kapsamı ile tespit edilememiş olması, gerekse davalının sağlığında meydana geldiği iddia edilen zarar ile geçirdiği soruşturma arasında uygun illiyet bağının bulunmadığı gerekçesiyle ispat olunamayan davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Alaşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22.01.2015 tarihli ve 2014/4051 E., 2015/814 K. sayılı kararı ile; davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddi ile,“… Haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, yürütülen bir soruşturma sırasında davalının kendisini suçlamalardan kurtarmak için hiç bir emareye dayanmaksızın kendisini isim vererek ihbar ettiğini, bu ihbar üzerine gözaltına alındığını, bir geceyi gözaltında geçirdiğini, mağdur ile yapılan yüzleştirme sonucunda olayla ilgisinin olmadığının anlaşıldığını, serbest bırakıldıktan hemen sonra kalp krizi geçirdiğini, sağlığının bozulduğunu, davalının gerçeğe aykırı ihbarı nedeniyle maddi ve manevi zarar gördüğünü belirterek tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı ise, kendisinin eylemi ile davacının iddia ettiği zararlar arasında uygun illiyet bağının bulunmadığını, kendisinin de bu soruşturma sırasında mağdur olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davalının davacıyı zarara uğratma kastının bulunmaması, davalının eylemi ile davacının iddia ettiği zararlar ile davalının eylemi arasında uygun illiyet bağının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamından; Alaşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/436 sayılı soruşturma dosyasında 15 yaşından küçük mağdureye yönelik cinsel istismar suçundan soruşturma yürütüldüğü, soruşturma kapsamında davalının, mağdurun beyanı üzerine ifadesinin alınıp serbest bırakıldığı, davalının serbest bırakıldıktan iki ay sonra kolluğa müracaat ederek mağdurenin beyanında geçen kişinin davacı ... olduğunu beyan ettiği, davalının beyanı üzerine davacının gözaltına alındığı, geceyi emniyette geçirdiği, mağdura yaptırılan teşhis sonucunda davacının olayla ilgisinin olmadığı, davalının mağdur ile ilişkiye giren kişi olduğunun mağdur tarafından teşhis edildiği, davacı hakkında takipsizlik kararı verildiği, davalı hakkında cinsel istismar suçundan kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.
Şu halde mahkemenin davacının geçirdiği kalp krizi ile davalının eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmadığı yönündeki kabulü doğrudur. Ancak davalının, davacı hakkında hiçbir emareye ve delile dayanmadan emniyet müdürlüğüne gidip ihbarda bulunması ve soruşturma sonucunda da ihbarın asılsız çıkıp davalının kendisinin olayın şüphelisi olduğunun anlaşılması karşısında davalının eylemi davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunun kabulü gerekir. Mahkemece uygun bir miktar manevi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Alaşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.06.2015 tarihli ve 2015/112 E., 2015/241 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) yürürlüğe girmesinden önce davalı tarafından gerçekleştirilen ihbar nedeniyle davacının maddi ve manevi zarara uğradığı iddiasına yönelik olarak açılmış bulunan eldeki tazminat davasının mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) yazılı hükümler uyarınca görülmesi gerekmekte olup, maddi ve manevi tazminatın genel olarak şartlarını düzenleyen BK’nın 41. maddesi uyarınca "Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur." hükmü karşısında maddi ve manevi tazminat istemlerinin kabulü için kişinin istem sahibine yönelik olarak haksız bir davranış sergilemiş olması, yine bu kişinin haksız davranışının kasıt, ihmal, kayıtsızlık veya tedbirsizlik teşkil etmesi ve bu şekilde ortaya çıkan davranışlarla illiyet bağı yani neden sonuç ilişkisi içerisinde istem sahibinin zarara uğraması şartlarının tamamının aynı olgu içinde gerçekleşmiş olması gerektiği, Yargıtay bozma ilamı neticesinde oluşan durum karşısında davacının tazminat istemine yönelik şartların davada sübut bulup bulmadığının yeniden irdelenmesi sonucunda; öncelikle davacının tazminat istemine esas teşkil eden davalının davacıyı ihbar etmiş olmasından ibaret davranışının, gerek bizzat davalının da aynı suçun şüphelilerinden olması nedeniyle savunma hakkı gerekse bir vatandaş olarak ihbar hakkı kapsamında olup haksız bir davranış teşkil ettiğinin kabul edilemeyeceği, davalının davacıyı zarara uğratmaya yönelik kastı olduğunun tüm dosya kapsamı ile tespit edilemediği, bu nedenle tazminat isteminin kusur şartının da sübuta ermediği kanaatine varıldığı, Yargıtay bozma ilamında davalının davacı hakkında hiç bir emareye ve delile dayanmadan emniyet müdürlüğüne gidip ihbarda bulunması ve soruşturma sonucunda da ihbarın asılsız çıkıp davalının kendisinin olayın şüphelisi olduğunun anlaşılması karşısında manevi tazminat isteminin şartlarının oluştuğu ifade edilmiş olsa da ihbara konu suçun mağdurunun 24.01.2007 tarihli ifadesinde, suça konu fuhuş olayında kendisiyle birlikte olduğunu iddia ettiği kişinin Süleyman isminde, üzüm işi ile uğraşan ve beyaz renkli şahin marka araç sahibi bir şahıs olduğunu beyan etmesine müteakip, bu suçun şüphelisi olan davalının tüm bu şartları taşıyan davacı hakkında ihbarda bulunmuş olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalının davacı hakkında yukarıda belirtilen olayın faili olduğu iddiasıyla ihbarda bulunması ve soruşturma sonucunda da ihbarın asılsız çıkıp davalının kendisinin olayın şüphelisi olduğunun anlaşılması karşısında, davalının eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulmayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2), bedensel zarar ve ölüme neden olma [BK m. 47, TBK m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (BK m. 49, TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun:
24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
25. maddesinde;
“Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.
Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.
Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.
Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.
Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.”
Düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu ifadenin verildiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
Hükmü yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu aşamada “hak arama hürriyeti” ile “iddia ve savunma dokunulmazlığı” kavramlarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa), “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
22. Anayasa’nın 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
23. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa’nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19.02.2019, § 45-46).
24. Anayasa’nın ve TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurular ile bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, başvuru veya dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak başvuru veya dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan iddialarda bulunulmasında veya yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış olur.
25. Hak arama özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olan şikâyet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilebilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikâyet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir, oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Fakat kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
26. Şikâyet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikâyet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının tespitinde bakılacak unsur şikâyet hakkının amaca uygun olarak kullanılmış olmasıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan şikâyet ve ihbar, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmışsa amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bu hak öz çıkarın korunması yerine başkasını zarara uğratmak için kullanılmışsa artık hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Başkasını zarara uğratmak için bir hakkın kullanımı iyi niyet kurallarına aykırıdır.
27. Şikâyet hakkı amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan şikâyet veya ihbar hukuka aykırı davranış niteliğindedir.
28. Şikâyet hakkının kötüye kullanıldığından söz edebilmek için ihbar veya şikâyetin karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zarara uğratmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut şikâyet konusu hakkında delil ve emare olmadığı hâlde şikâyetin yapılmış olması gerekir.
29. Bu nedenle ihbar veya şikâyetin temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı deliller ile desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli delil olması zorunlu değildir.
30. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikâyet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikâyet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
31. Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
32. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Alaşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/436 sayılı soruşturma dosyasında 15 yaşından küçük mağdureye yönelik cinsel istismar suçundan soruşturma yürütüldüğü, soruşturma kapsamında davalının mağdurun beyanı ile 07.02.2007 tarihli fotoğraf teşhis tutanağına dayalı olarak ifadesinin alınıp kefaletle serbest bırakıldığı, davalının serbest bırakıldıktan iki ay sonra 25.03.2007 tarihinde kolluğa müracaat ederek mağdurenin beyanında geçen kişinin davacı ... olduğunu bildirdiği, bu bildirim üzerine davacının gözaltına alındığı, geceyi emniyette geçirdiği, mağdura yaptırılan 26.03.2007 tarihli teşhis sonucunda yine davalının teşhis edildiği, davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve davalı hakkında cinsel istismar suçundan dolayı kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.
33. Davacının geçirdiği beyin kanaması ile davalının eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmamaktadır. Ancak yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, davalı tarafın 07.02.2007 tarihli fotoğraf teşhis tutanağına istinaden şüpheli olduğu soruşturmada, davacı hakkında hiçbir emare ve delile dayanmadan emniyet müdürlüğüne gidip ihbarda bulunması ve mağdura yaptırılan 26.03.2007 tarihli teşhis sonucunda da ihbarın asılsız çıkıp davalının kendisinin olayın şüphelisi olduğunun anlaşılması karşısında, davalı tarafın ihbar niteliğini taşıyan şikâyetini hak arama özgürlüğünün sınırlarını aşacak şekilde kullandığı ve şikâyet edilenin kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu açıktır.
34. Bu durumda; davalı tarafça şikâyet konusu hakkında hiçbir delil ve emare bulunmadığı hâlde yapılan ihbar nedeniyle kişilik hakları zarar gören davacı lehine uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tarafça hakkında açılan ceza davasından beraat ettiğinin ileri sürülmesi nedeniyle soruşturmaya esas ceza davasının akıbetinin araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği kanaati ile direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
36. Diğer taraftan her ne kadar dava tarihi 17.10.2007 olmasına rağmen direnmeye esas gerekçeli karar başlığında hatalı gösterilmiş ise de, bu husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olup, esasa etkili olmadığından ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
37. Ayrıca; Özel Daire bozma kararının “…Şu halde mahkemenin…” sözcükleriyle başlayan dokuz numaralı bendinin “...kalp krizi ile davalının eylemi arasında...” kısmında yer alan “kalp krizi” sözcüklerinin davacının olay sonrasında beyin kanaması geçirmiş olması sebebiyle maddi hata sonucu bu şekilde yazıldığı kabul edilmiştir.
38. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
39. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 03.06.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
...
Değişik Bozma
...
...
KARŞI OY
Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir (TMK 24/1).
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır (TMK 24/2).
Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir (TBK 58/1).
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir (TBK 58/2).
Anayasanın, "hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre; Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
6100 sayılı HMK’nın “Hukukî dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesi hükmüne göre: Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, Açıklama ve ispat hakkını, Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir.
Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasa’nın 36. maddesi ile teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İddia ve savunma dokunulmazlığı başlıklı 128. maddesinde de yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmeyeceği, ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği düzenlenmiştir.
Anayasa’nın ve 5237 sayılı TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.10.1998 tarihli ve 1998/225 E. 1998/316 K. sayılı kararı).
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davalının davacı hakkında yaptığı şikayet kişilik hakkını zedeleyecek niteliktedir. Ancak şikayet konusu hususlar doğru olmasa bile şikayeti haklı kılacak az da olsa emareler bulunması hâlinde bu şikayet, hak arama hürriyeti kapsamında kalacaktır.
Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Burada korunması gereken daha üstün olan değer ise hak arama hürriyeti olacaktır.
Mahkemece şikayet hakkının kullanıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de bu dava ile yakından ilgili ceza dosyası incelenip değerlendirilmeksizin bu sonuca varılmıştır. Oysa ki bu sonuca varılabilmesi ceza mahkemesi dosyasının incelenip değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Şöyle ki; yapılan ceza soruşturmasında davalı Firdevs isimli yaşı küçük mağdure ifadesinde sekiz ayrı kişiyle ilişkiye girdiğini belirtmiş olup bunlardan birisi de parkta ilişkiye girdiğini belirttiği olaydır. Bu olaya ilişkin ifadesinde parkta ilişkiye girdiği kişiyi, Süleyman isimli, uzun boylu, göbekli, kır saçlı, çok kilolu, 40 ila 45 yaşlarında, üzüm işi ile uğraşan, beyaz şahin marka aracı olan kişi olarak tarif etmiştir. Bu tarif nedeniyle davalının fotoğrafı temin edilerek yapılan teşhiste mağdure davalıyı resminden teşhis etmiş sonrasında huzurda yapılan teşhiste de aynı şekilde davalıyı teşhis etmiştir.
Bu olay nedeniyle davalı ile başka sanıklar hakkında soruşturma yapılmış, davalı tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkedilmiş ancak 20 gün içinde 2.000TL kefaleti depo etmek için başvurması ve depo etmesi şartı ile tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması konusunda adli kontrol uygulanmasına karar verilmiştir.
Davalı hakkında 15.02.2007 tarihli iddianame ile dava açıldıktan sonra 25.03.2007 tarihinde karakola müracaat ederek kendisini suçlayan mağdur Firdevs’in ifadesinde geçen özelliklere uyan kişinin davacı ... olduğunu ihbar etmiştir. Bu ihbar üzerine davacı hakkında soruşturma yapılmış ancak ek takipsizlik kararı verilmiştir.
Davalı hakkında, yaşı küçük mağdureyle ilişkiye girdiği için kamu davası açıldıktan sonra davalının, kendisinin suçlu olmadığı ve yanlış teşhiste bulunulduğu düşüncesiyle olayın gerçek faili olabileceğine inandığı kişiyi ihbar etmesinde menfaati vardır. Bir insanın suçlu olup olmadığını en iyi bilecek kişi, o kişinin kendisidir. Suçsuz olduğu hâlde cezalandırılma ihtimali bulunduğunu düşünen bir kişinin zarara uğramamak için suçsuzluğu yanında gerçek suçlunun kim olduğunun belirlenmesine yönelik bildiklerini paylaşması hak arama hürriyeti kapsamında bir davranış olacaktır. Zira hiç kimse haksız yere zarara uğramak istemez.
Nitekim davalı, mağdurenin kendisiyle ilişkiye giren kişinin kim olduğu konusunda verdiği tarifteki özelliklere uyduğunu belirterek davacıyı ihbar etmiştir. Bu ihbar üzerine takipsizlik kararı verilmesi şikayetin tümüyle asılsız olduğunun delili değildir. Mağdure bizzat davalıyı teşhis etmiş olsa da, mağdure beyanlarının inandırıcı görülüp görülmeyeceği, ceza mahkumiyeti için yeterli sayılıp sayılmayacağı ancak ceza mahkemesi kararı kesinleştikten sonra belli olacaktır.
Mahkemece şikayet hakkının kullanıldığı davanın reddine gerekçe yapılmış ise de ceza mahkemesi dosyasının getirtilip incelendiği yönünde kararda bir gerekçe yazılmamıştır. Ceza mahkemesi dosyasında, davalının davaya cevabında belirttiği gibi beraat etmiş olması hâlinde, mağdurenin yaptığı teşhise ve suçlayıcı beyanlarına rağmen bu karar verilmiş olacağından ceza mahkemesinin bu beyanları mahkumiyet kararı için inandırıcı bulmadığı sonucu ortaya çıkacaktır. Bu durumda davacı gerçekten mağdurenin verdiği tarife uyan özellikler taşıyor ise davalı da emareye dayalı olarak ihbarda bulunmuş olacaktır. Ayrıca ceza dosyasında ayrıntılı deliller toplanmış olacağından ancak ceza dosyası incelenip değerlendirilerek davalının emareye dayalı olarak ihbarda bulunup bulunmadığının anlaşılması kolaylaşabilecektir.
Ceza dosyasında davalının cezalandırılmasına karar verilmiş olması hâlinde ise, davalının suçu işleyen gerçek kişi olduğu sabit olmuş olacağından tümüyle haksız olarak ihbarda bulunmuş olduğu da ortaya çıkacaktır. Zira gerçek suçlu kendisi olduğu hâlde başkasını aynı suçla ilgili fail olabileceği iddiasıyla ihbar eden kişinin savunma sınırları içinde davrandığı ve hak arama hürriyeti kapsamında ihbarda bulunduğu kabul edilemez. Ayrıca bu durumda emareye dayanmaksızın şikayetin varlığı açıkça anlaşılacağından, tümüyle de haksız bir davranış olacak ve bu durum hükmedilecek tazminat miktarını da etkileyebilecektir.
Tüm bu nedenlerle davalının bir emareye dayalı mı şikayet hakkını kullandığı, hiçbir emareye dayanmaksızın mı şikayetçi olduğu ya da emare olsun veya olmasın gerçek suçlu kendisi olduğu hâlde mi şikayette bulunulduğunun belirlenebilmesi için ceza mahkemesi dosyasının getirtilerek beraat kararı verilip verilmediği, bu kararın delil yetersizliğine mi yoksa suçun işlenmediğine mi dayalı olduğu, yasa yolu incelemesi sonucu ne karar verildiği, mahkemece en son verilen kararın ne şekilde olduğu ve kesinleşip kesinleşmediği de incelenip, kesinleşmemiş ise ceza davası sonucu da beklenmek suretiyle karar verilmesi gerekirken ceza dosyası hakkında hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın şikayet hakkının kullanıldığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
Belirtilen nedenlerle değişik gerekçeyle direnme kararının bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan davalı hakkında ceza dosyasında verilen kararın ne şekilde olduğu ve kesinleşip kesinleşmediği belli olmadan, ceza mahkemesi dosyasındaki dosyaya yansıyan bazı beyan ve tutanakları esas alarak, olayın şüphelisi olan davalının emareye dayanmaksızın şikayette bulunduğu için uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesine değinen Özel Daire bozma kararındaki gerekçelerle hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.