Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, paydaşı bulunduğu 2 parsel sayılı taşınmaza davalıların haksız olarak müdahale ettiklerini ileri sürerek, elatmanın önlenmesi, ecrimisil ve ıslah dilekçesi ile de yıkım isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, dava konusu yeri davacının miras bırakanından kiraladıklarını, miras bırakanın bu yeri "temizleyip evini yap, ileride tapusunu alırsın" diye verdiğini bildirmiş, bilahare de haricen satın alıp evi yaptıklarını belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.
Davanın görev yönünden reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; " kira ilişkisinden kaynaklanan kişisel hakkın imar uygulamasıyla birlikte oluşan yeni mülkiyet durumuna göre sona erdiği imar işleminin taşınmazda önceki mülkiyet hakkıyla birlikte diğer hakları da sona erdirdiğini, bu nedenle işin esasının incelenmesi ve mülkiyet hakkına öncelik verilmek suretiyle bir hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, taraflarca süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, yıkım ve ecrimisil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davalıların haklı ve geçerli bir neden olmaksızın davacının paydaşı olduğu 2 parsel sayılı taşınmaza yapılanmak suretiyle müdahale ettiği saptandığına göre, elatmanın önlenmesi ve yıkıma karar verilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik yoktur.
Davacının sair, davalıların tüm temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Ne varki, davalıların yapısının kayden davacının paydaşı olduğu çekişme konusu 2 sayılı imar parselinde kaldığı, ancak davalıların imar öncesi kadastral parselde irsen ve mülkiyetten veya tapu tahsis belgesinden kaynaklanan bir haklarının bulunmadığı kayden ve dosya kapsamı ile sabittir.
Öyle ise, somut olayda 3194 Sayılı Yasanın 18. maddesinin uygulama yeri bulunmayacağı, bu sebeple davalıların muhdesattan kaynaklanan kişisel hak niteliğindeki kaim bedelden yararlanamayacakları kuşkusuzdur.
Öte yandan, davalıların taşınmazın önceki malikinden haricen satın aldıklarına ve yapılandıklarına ilişkin savunmalarının kanıtlanamadığı, esasen kanıtlanmış olsa bile harici satış bedelinden kaynaklanan kişisel haklarını kendi bayiilerine karşı ileri sürebilecekleri ve davacının mülkiyet hakkı karşısında haricen satın almaya (kişisel hakka) değer verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, davacı Hanife taşınmazda 26.5.2004 tarihinde paydaş olduktan sonra davalılara ihtarname çekerek taşınmazı 10 gün içinde tahliye etmelerini, aksi taktirde haklarında dava açıp ecrimisil isteyeceklerini bildirmiş ve ihtarname her iki davalıya 23.10.2004 tarihinde tebliğ edilmiş olup, taşınmaz terkedilmediği için eldeki davanın açıldığı görülmektedir. O halde, davalıların ihtarnamenin tebliğinden 10 gün sonrası bakımından taşınmazları kullanmalarının yasal bir dayanağının varlığı söylenemez ve 3.11.2004 tarihinden itibaren de davalıların taşınmazda fuzuli şagil durumuna düştüklerinin kabulü gerekir.
O halde, kaim bedel ödenmeksizin, mutlak surette elatmanın önlenmesi ve yıkıma 3.11.2004 tarihinden dava tarihine kadar süreç için belirlenecek ecrimisile karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazları bu nedenle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.5.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.