Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, çok zengin bir insan olup, tüm mal varlığını davalı çocuklarına 1996 ve 1997 yılında bedelsiz devrettiğini, sonrasında da şimdiki eşi ile evlendiğini, ancak maddi ve manevi bakımdan zarurete düştüğü, bakıma muhtaç hale geldiği halde çocuklarının kendisiyle hiç ilgilenmediklerini, arayıp sormadıklarını, kEndisine ve eşine ağır hakaretlerde bulunduklarını ileri sürerek hibe yoluyla davalılara verdiği 80 ada 14 parsel sayılı taşınmazın tapusunun iptaliyle adına tescilini istemiştir.
Davalılar, temlikin kayıtsız-şartsız yapıldığını, üzerine dört katlı bina inşa ettiklerini, babalarının kendinden yaşça çok küçük L.. isimli kişiyle evlenmesini kabullenmelerinin mümkün olmadığını, buna rağmen babalarıyla ilgi ve alakalarını kesmediklerini ve yardımı esirgemediklerini belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı F..yönünden Borçlar Kanununun 244.maddesindeki rücu koşullarının gerçekleştiği, diğer davalılar yönünden ise iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, taraflarca süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.05.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden L.. T... Vekili Avukat G.Ö... Ç... , Avukat E. A.. Ü... Y... geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden vs. vekili avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, bağışlamadan rücu sebebine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davalı Fatma yönünden davanın kabulüne, diğer davalılar hakkındaki davanın ise reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı F... tarafından temyiz edilmiştir.
Getirtilen kayıt ve belgelerden, çekişmeli 80 ada 14 sayılı parselin davacı H... T... adına kayıtlı iken 12.3.1997 tarihinde kayıtsız-şartsız hibe suretiyle davalı çocuklarına temlik edildiği, taşınmaz üzerinde bodrum + zemin + 3 normal katlı bina bulunduğu; davacının yargılama sürerken ölümü üzerine, geride mirasçıları olan ikinci eşi L... ile ilk eşinden F... , H... ve V... isimli davalı çocuklarının kaldığı ve davanın ikinci eş tarafından sürdürüldüğü görülmektedir.
Davacı, ikinci eşiyle evlenmeden önce tüm mal varlığını davalı çocuklarına devrettiğini, sonradan maddi ve manevi bakımdan zarurete düştüğünü ve bakıma muhtaç hale geldiğini, ancak davalıların kendisini yüzüstü bıraktıklarını, aile görevlerini yerine getirmediklerini ileri sürerek B.K.’nun 244/2. maddesine dayalı eldeki davayı açmış; davalılar ise, babalarının kendisinden yaşça çok küçük birisiyle evlenmesini kabul etmelerinin mümkün bulunmadığını, buna rağmen üzerlerine düşen sorumluluktan kaçınmadıklarını savunmuşladır.
Bilindiği üzere; bağıştan dönme (rücu), bağışlayanın bağışlanana varması gerekli tek taraflı beyanıyla geriye yürürlü (makable şamil) olarak hukuki ilişkiye son veren yenilik doğurucu bir haktır. Bağışlanan, bağışlayana veya yakınlarına karşı bir cürüm işlerse veya yasa gereği yapmakla zorunlu olduğu ödevlerini önemli surette aksatırsa yahut bağışlamayı sınırlayan ödevleri haklı bir sebep olmaksızın yerine getirmezse, bağışlayan bağıştan dönme (rücu) sebebini öğrendiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde beyanda bulunmak veya dava açmak suretiyle bağıştan dönebilir.
Bağıştan dönme (rücu) Borçlar Kanununun 244. maddesinde aynen “Bağışlayan, aşağıdaki hallerden biri vukuunda elden yaptığı bağışlamadan veya tenfiz ettiği taahüdünden rücu ile bağışlananın elinde hala ne kalmış ise onun iadesini dava edebilir.
l-Bağışlanan, bağışlayana yahut yakınlarından birine karşı ağır bir cürüm irtikap ederse;
2-Bağışlanan, bağışlayana veya ailesi için kanunen mükellef olduğu vazifelere karşı ehemmiyetli bir surette riayetsizlikte bulunmuş ise;
3-Bağışlanan, bağışlamayı takyit eden mükellefiyeti haklı bir sebep olmaksızın icra etmezse.” şeklinde hükme bağlanmıştır.
Yasa koyucu, söz konusu maddesinin birinci ve ikinci fıkraları hükmüyle mirastan ıskat sebeplerini düzenleyen Medeni Kanunun 510.maddesi arasında paralellik sağlamış, bağıştan yararlanan kişiyi bağışlayanın devamlı baskısından kurtarmak istemiştir. Gerçekten basit olayların dönme (rücu) nedeni sayılması, yukarda değinilen mahzurun yanında açıklanan yasa maddelerinde izlenen amaca aykırı bir durum yaratacağı gibi hak ve adalet duygularını da zedeler. Bu itibarla her iki madde hükümleri birlikte değerlendirilerek olayların kapsamları, nitelikleri, özellikle vahamet dereceleri göz önünde bulundurulmalıdır.
Hemen belirtmek gerekir ki bağıştan dönme (rücu), kurulmuş olan bir sözleşmeye sonradan ortaya çıkan sebeplere göre sona erdiren yenilik doğurucu bir hak olduğundan bağışlanan ancak dönme (rücu) anında elinde kalan miktarı vermekle yükümlüdür. Somut olayda, davacının önceden varlıklı bir kişi olduğu, davalı çocuklarına çekişmeli taşınmaz dışında başkaca temliklerde de bulunduğu, ancak daha sonra felç geçirdiği, maddi ve manevi açıdan muhtaç hale geldiği anlaşılmaktadır.
Nitekim, davacının 21.1.2002 tarihinde davalı çocukları aleyhine açtığı 2002/106 esas sayılı nafaka davasında bakıma muhtaç olduğu saptanarak çocukları V.. ve H...’in kendisine nafaka ödemelerinin hükme bağlandığı ve derecattan geçerek 10.11.2003’te kesinleştiği; diğer taraftan Asliye Ceza Mahkemesinde görülen 2003/492 esas sayılı dava dosyası içeriğinden de, davacının ikinci eşiyle birlikte çekişmeli taşınmazın alt katında oturma isteklerinin davalılarca kabul görmediği ve çıkan tartışma sırasında davalı F...’nın davacının eşine hakaret etmesi nedeniyle cezalandırılmasına karar verildiği ve derecattan geçerek kesinleştiği sabittir.
Dosyada toplanan tüm deliller, yukarıda değinilen ilke ve olgularla birlikte değerlendirildiğinde, davacının içine düştüğü duruma rağmen davalıların babalarına karşı yükümlü oldukları vazifeleri önemli ölçüde ihmal ettikleri ve her üç davalı bakımından da B.K.’nun 244/2. maddesindeki rücu koşulunun gerçekleştiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır. Davacının, davalı çocuklarının vazifelerini yerine getirmelerini makul bir süre bekledikten sonra eldeki davayı açması karşısında, B.K.’nun 246/1. maddesindeki sürenin geçirildiğini söyleyebilme olanağı da yoktur.
Davalının temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.
Davacının temyizine gelince; açıklanan nedenlerden ötürü her üç davalı bakımından da davanın kabul edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davalılar Hamit ve Veyis hakkındaki davanın reddedilmesi doğru olmadığı gibi; kabule göre, Türk Medeni Kanununun 28.maddesi gereğince ölümle hukuki şahsiyetin son bulduğu gözetilmek ve davacının dava sırasında öldüğü ve tarafların miras yoluyla hak sahibi oldukları ve miras payları oranında tescil kararı verilmesi gerekirken ölü kişi adına tescil kararı verilmeside isabetsizdir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davacı vekilleri için 625.00.-"şer TL. duruşma avukatlık parasının karşı taraftan alınmasına ve alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.05.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.