Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2009/1590
Karar No: 2009/4696

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2009/1590 Esas 2009/4696 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2009/1590 E.  ,  2009/4696 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : ÜSKÜDAR 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 20/11/2008
    NUMARASI : 2006/218-2008/244

    Taraflar arasında görülen davada;                                                                     
    Davacı, davalıların miras bırakanı O. B."dan aldığı borcun teminatı olarak dava dışı S. Z. adına kayıtlı bulunan 1153 ada 21 sayılı parselin 250 payının O. B."a devredildiğini ve aralarında 24.4.2002 tarihli protokol düzenlendiğini, borcu ödemeye hazır olduğu halde davalıların taşınmazı iadeye yanaşmadığını ileri sürerek, tapu iptal-tescil istemiştir.
    Davalılar, davacı ile miras bırakanlar arasında herhangi bir inançlı işlem bulunmadığını, söz konusu protokolün resmi şekilde yapılmadığını, kaldı ki, borcun da protokolde gösterilen sürede ve halen ödenmediğini belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.
    Mahkemece, tapuda kayıtlı taşınmazların devrinin resmi şekilde yapılabileceği, taraflar arasında resmi şekilde düzenlenmiş bir akit bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar  verilmiştir.
    Karar, davacı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 17.4.2009 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Ö.K. E.geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilenler ve vekili avukatlar gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ...tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
    Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
    Getirtilen kayıtlardan, 1153 ada 21 sayılı parseldeki  260/17860 pay davacı adına kayıtlı iken 14.5.2001 tarihinde dava dışı S.Z.’e satıldığı, S.’ni de bu payı 25.4.2002 tarihinde davalıların miras bırakanı O. B.’a sattığı görülmektedir.
    Davacı, çekişmeli payı davalıların miras bırakanından aldığı borcun teminatı olarak devrettiğini, bu konuda aralarında harici protokol düzenlendiğini ileri sürerek eldeki davayı açmış ve 24.4.2002 tarihli belgeyi ibraz etmiştir.
    Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, taraflar arasındaki uyuşmazlığın inançlı işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
    Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından inanana geri verilme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
    Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işleme, genellikle teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan  hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
    Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
    Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazının kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç  sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
    Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak  satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
    Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur.  Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315  sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
    Uygulamada inançlı işleme dayalı uyuşmazlıklar 5.2.1947  tarih 20/6  sayılı İnançları Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle  çözüme gidilmektedir.
    Söz konusu kararda, eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve  nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun  yürürlüğünden sonra  taşınmaz mallar hakkında  dinlenip dinlenemeyeceği  tartışılmıştır.
    Anılan kararda; çeşitli sebep  ve amaçlarla bir taşınmaz  kaydına gerçek malik yerine  başka bir  nam ve bir sözleşmede akitlerden  biri yerine üçüncü  bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde  vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına  yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir  maksatla üçüncü şahıslardan  gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli  ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen  olasılıklara  göre açılacak bir davanın gerçekten, ya  mevcut bir hakka dayanarak  bir el değiştirme  veya  bir hakkın korunması  niteliğini taşıyacağı, bu durumun da temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme  amacıyla  öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti  düşünülse bile,  temsil hükümlerine  aykırı olduğundan  bunun korunması  ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline  karşı muhtelif  borçlarını ifa edince  vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına  üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi  doğruladığı, öte yandan gerek taşınır,  gerek taşınmaz  mallara ilişkin  olsun  nam-ı  müstear hadiselerinde, mesele bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı  kapsamına  alan Borçlar Yasasının 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin  kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear  davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.
    İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı  bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear  için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla  temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da  kuşkusuzdur. Uygulamada, anılan sözleşmeler gerek özü gerek işleyişi  açısından genelde  muvazaa , özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
    Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç  sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları  bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin  naklinin sebebini  teşkil etmesi açısından  tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran  sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz  mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı  kabul edilmelidir.
    İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği  kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi  olarak adlandırılan  bu belgenin  sözleşmeye taraf olanların imzasını  içermesi  ve en geç sözleşme  konusu işlem tarihinde düzenlenmiş olması gereklidir.Bunun dışındaki bir kabul,hem  İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de  taşınmazların tapu dışı  satışlarına olanak  sağlamak  anlamını  taşıyacağından  kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.Somut olayda; taraflar arasındaki “protokol” başlıklı belgenin yukarıda açıklanan 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında belirtilen anlamda inanç sözleşmesi niteliğini taşıdığı açıktır.Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmaları da dikkate alınmak suretiyle toplanacak tüm delillerin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 625.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 17.4.2009  tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

     

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi