Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, davalı adına kayıtlı 447 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının kıyı-kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek, bu kısmın kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taşınmazın bir kısmının keşfen belirlenen kıyı-kenar çizgisi içerisinde olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasına dayalı tapu iptal ve sicilin kütükten terkini isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazı 27.4.1972 tarihinde karara bağlanan ve 15.5.1972"de kesinleşen şahıslar arasında görülen kadastro tespitine itiraz davası sonucunda şahıs adına tesciline karar verildiği ve eldeki davanın 27.12.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Her nekadar, nizalı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içinde kalan bölümü devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasanın 43, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de; 25.2.2009 tarihinde kabul edilip 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2.maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinin 3.fırkasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" ve 3.maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinin "bu kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu ididası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin hükmün kesinleştiği tarih olan 1972 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir.
Bilindiği üzere; hak düşürücü süre olumsuz dava şartlarından olup, kamu düzeni ile ilgilidir. Mahkemece, davanın her aşamasında re"sen gözetilmesi gerekli bir kuraldır.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince oyçokluğu ile BOZULMASINA, 9.4.2009 tarihinde karar verildi.
-KARŞI OY YAZISI-
Dava, çekişmeli taşınmazın bir bölümünün kıyıda kaldığı iddiasına dayalı kütükten sicil kaydının terkini isteğine ilişkin olup, mahkemenin davanın kısmen kabulüne dair kararının davacı Hazine tarafından temyiz edildiği, davalının bir temyiz itirazının bulunmadığı dosya kapsamıyla sabittir.
Mahkemece, hüküm kurulurken isabetle davanın ret ve kabul edilen bölümlerine göre yargılama giderleri oranlanmak ve kabul edilen bölüm bakımından davada vekille temsil edilen davacı için avukatlık ücreti belirlenmek, keza bu bölüme ilişkin harçda hüküm altına alınmak suretiyle karar tesis edilmiş, davacı hazinece karar sadece hakkında ret kararı verilen bölüme hasren temyiz edilmiş olup, diğer kabul kapsamına alınan bölüme ilişkin bir temyiz itirazı varit değildir.
O halde, temyiz edilmeyen bölüm yönünden kurulan hüküm kesinleşmiştir. Bir başka ifadeyle anılan bölüm bakımından elde var sayılan derdest bir dava kalmamıştır. Buna göre, bu bölümle ilgili olarak kesin hükmün oluşmadığı söylenemez ve kabul edilemez.
Hemen belirtilmelidir ki, kural olarak sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin ve İçtihadı Birleştirme Kararlarının kesin hüküm halini almamış eldeki davalarada kazanılmış hak ilkesi (müktesep hak) gözetilmeksizin uygulanacağı ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil ettiği tartışmasızdır. Esasen, bu kural çoğunluğunda kabulündedir. Oysa, sonradan yürürlüğe konulan yasa düzenlemeleri ile çıkan İçtihadı Birleştirme Kararının kesin hükümleri ortadan kaldırmayacağı ve kesin hüküm halini almış olaylarda uygulanamayacağı açıktır.
Öyleyse, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa hükümlerinin davası devam eden sadece temyiz edilen bölüme hasren uygulanmasının gerekeceği, kesin hüküm halini alan bölümün yasa kapsamında kalmadığı ve yasanın kesin hükmü bertaraf edemeyeceği sebebiyle bu bölüm yönünden tatbikinin olanaksız bulunduğu görüşüyle kabul kapsamına alınan bölüm hakkında da sonradan çıkan yasanın tatbiki ile bu bölüm bakımından da bozma kararı yapılmasına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.