Taraflar arasında görülen davada;
Davacı vasisi, 114 ada 2 parsel sayılı taşınmazın tapuda satış gibi gösterilerek davalıya temlik edildiğini, akit tarihinde davacı asilin hukuki ehliyetinin bulunmadığını, davacının kandırıldığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, tapuda davacı ve eşinin hazır bulunduğunu, parayı ödediğini belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının ölünceye kadar bakılacağı vaadi ile kandırıldığı gerekçesiyle tapunun iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.
Karar, davalı Feray tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden, davacı kısıtlı M.K.’ya ait dava konusu 114 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 22.5.2006 tarihli akitle ve satış suretiyle davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı M.vasisi R.temlik tarihinde asilin hukuki ehliyetinin bulunmadığını, kısıtlının kandırılarak anılan temliki işlemin yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açtığı görülmektedir.Öte yandan davacı kısıtlı M.’in karar tarihinden iki gün önce 18.6.2008 tarihinde vefat ettiği kararın tüm mirasçıların vekiline tebliğ edildiği dosya kapsamıyla sabittir.
Yargısal uygulamalarda karalılık kazanan uygulamaya göre davada birkaç hukuki sebebe dayanılabileceği, mahkemece de davada dayanılan iddiaların önem derecesine göre sıra ile incelenerek sonuçlandırılacağı kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca,öncelikle ehliyetsizlik hukuksal nedeni yönünden yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi, miras bırakanın temlik tarihinde ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde hile iddiası üzerinde durulup sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.
Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 9.4.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.