Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 48 parsel sayılı taşınmazının, kredi çekmesi için vekalet verdiği davalı E. A. tarafından muvazaalı olarak diğer davalı E. S. temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını davalıların el ve işbirliği içerisinde hareket ettiklerini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil olmadığı taktirde tazminat isteğinde bulunmuştur.
Davalı E.A., davacının talimatı doğrultusunda vekil sıfatıyla satış yaptığını belirterek, davanın reddini savunmuş, diğer davalı E. S. davaya yanıt vermemiştir.
Mahkemece, temliki işlemin davacının iradesine uygun olarak yapılmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece,davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden,toplanan delillerden, yurt dışında ikamet eden davacının dava konusu 48 parsel sayılı taşınmazda davadışı çok sayıda kişi ile birlikte kayden paydaş iken, T.C.Deventer Başkonsolosluğunca düzenlenen 5.4.2007 tarih, 717 sayılı vekaletname ile yakın arkadaşı olan davalı E.A."e çekişme konusu taşınmazdaki payının satışına yetki verdiği, bu vekaletnameye istinaden vekil E."ın, davacıya ait payı diğer davalı E.S."na 09.04.2007 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; tanık anlatımları ve belgelere göre, her iki davalının İstanbul"da aynı adreste ikamet ettikleri, temlike rağmen alıcı Emrah"ın taşınmazı tasarrufunda bulundurmadığı, davalıların ikamet ettikleri yer ile taşınmazın bulunduğu yerlerin (İstanbul- Gaziantep) farklı şehirler olduğu,satın alınan bir taşınmazın hayatın olağan akışına uygun olarak teslim alınması bizzat kullanmak veya kiraya vermek suretiyle tasarruf etmesi mümkün iken alıcı Emrah Subaşı"nın bu payla ilgili olduğu tanıklarca ifade edilen evin anahtarını dahi almadığı, gelip evi görmediği, öte yandan satış sırasında gösterilen değer ile bilirkişi marifetiyle tespit edilen değer arasında aşırı fark bulunduğu bedelin de ödendiğinin kanıtlanamadığı dosya kapsamı ile sabittir.
Belirlenen bu olgular yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, vekilin davalı alıcı ile el ve işbirliği içerisinde birlikte hareket ettiği ve davacıyı zararalandırma amacıyla tasarrufi işlemi gerçekleştirdikleri, böylece vekilin özen ve sadakat borcuna uygun davaranışta bulunmadığı, diğer bir deyişle, vekilin vekil edeni zararlandırmak suretiyle vekalet görevini kötüye kullandığı sonucuna varılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.04.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.