Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, 42 ada 1 parsel sayılı taşınmazın kök miras bırakanları C.kızı F. adına kayıtlı iken, davalılar tarafından açılan tapuda isim tashihi davası sonucu taşınmazın F. O. adına tescil ettirilerek, mirasçıları adına intikalinden sonra davalı G.’e satış suretiyle temlik edildiğini, taşınmazın kendi miras bırakanlarına ait olup, yapılan işlemlerin ve tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek, tapunun miras payları oranında iptal ve tescilini istemişlerdir. Hazine müdahillik talebinde bulunup, davanın kabulünü talep etmiştir.
Davalılardan G., iyiniyetli malik olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Dairece; “1 parsel sayılı taşınmazın C. kızı F.adına kayıtlı iken, tapuda kayıt tashihi davası açılarak, bir kısım davalıların miras bırakanı F. O. adına tescil ettirilip, bilahare 11.10.2004 tarihli akitle mirasçıları adına intikalinden sonra aynı akitle davalı G.’e satıldığı, tapu sicil müdürlüğü tarafından yargılamanın yenilenmesi istenilerek davalıların miras bırakanı adına tescile dayanak olan tapuda isim tashihi kararının iptal edilip, kesinleştiği, kayıt maliki F.’nın davalıların miras bırakanı F. olmadığı, hükümle sabitse de, 2.el konumundaki kayıt maliki G.’in iyiniyetli olup olmadığının açıklığa kavuşturularak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuş, bozma ilamına uyularak yapılan soruşturma sonucu davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar ve müdahil tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 07.04.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden S. S.K. vs. vekili avukat M.S. T.ve vekili Avukat U.S. ile temyiz edilen vs. vekili Avukat A.C. T. geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz edilenler gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Hükmüne uyulan bozma ilamında uyuşmazlığın niteliği vurgulanmak suretiyle izlenmesi gereken yol açıkça belli edilmiş, mahkemece soruşturma tamamlandıktan sonra davalı G.in iyiniyetli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bozma ilamında da değinildiği gibi tapu maliki F. ile, taşınmazı adlarına intikal ettirdikten sonra davalı G.e satan bir kısım davalıların murisi F.O.’ın aynı kişiler olmadıkları hükmen sabit olup, uyuşmazlık F.O.mirasçılarından taşınmazı satınalma yolu ile edinen G. V.’ın iyiniyetli olup olmadığı bu bağlamda Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinden yararlanıp yararlanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu yön itibariyle, öncelikle "yolsuz tescil" kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.
Bu amaçla Türk Medeni Kanunu"nun 2. maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan öteki unsur ise topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.
Belirtilen ilke Türk Medeni Kanunu"nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış; aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. maddede başka bir ifade ile tekrarlanarak, iyiniyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımını hükümsüz saymıştır.
Anılan yasal düzenlemeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.
Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse; diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re"sen) nazara alınacağı" ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/13 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince; Tapu maliki F.’nın oğlu V. K.’ın eski Başbakanlardan Ş. G.’ın damadı olması nedeniyle K.. ailesinin yörede herkes tarafından tanındığı, bu civarda 1950’li yıllarda iki adet köşk bulunduğu, bunlardan birisinin çekişmeli taşınmazda yer alan K.’lara ait köşk diğerininde A.H.’in köşkü olduğu, daha sonra bu köşklerin yıkıldığı, ancak köşkün yer aldığı taşınmazın K.’lara ait olduğunun herkes tarafından bilindiği, çekişmeli taşınmaza bitişik arsanın esnaflar grubu tarafından daha önce satın alındığı dava konusu taşınmazın da yine esnaflar arasında toplanan para ile satın alındığı ve bu gruptan olan davalı G. adına tescil ettirildiği tanıkların beyanları ile sabittir.
Bir davalı tanığı, bu yer satın alınmak istenildiğinde sahiplerine ulaşılamadığını, emlakçı aracılığı ile soruşturulduğunu, ancak mahallinde bir araştırma yapılmadığını bildirmiştir.
Vakıa ve karinelerden olayda halin icapları vechiyle kendisinden beklenen özeni sarfetmemiş olması itibariyle kanunen iyiniyet iddiasında bulunamayacağı belirmiş olan kimsenin Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinden yararlanamayacağı kuşkusuzdur.
Olayımızda da, komşu taşınmazın sahibi olan bir esnaf grubunun, çekişmeli taşınmazı davalı Göksel adına satın alırken basit bir araştırma ile herkes tarafından tanınan ve bilinen maliklere ulaşabileceği açıktır. Bu durumda gerekli özenin gösterildiğinden sözedilemez ve kayıt maliki G. V.’ın iyiniyetli olduğunu, dolayısı ile Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinin koruyuculuğu altında bulunduğunu kabule olanak yoktur.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin taktirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacıların ve müdahilin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davacılar ve müdahil vekilleri için 625.00."şer-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına ve alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.04.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.