
Esas No: 2017/1191
Karar No: 2019/331
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/1191 Esas 2019/331 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 276-26
Sanık ..."ın nitelikli cinsel saldırı suçundan TCK"nın 102/2, 102/3-a, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Nazilli Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.05.2012 tarihli ve 397-170 sayılı hükmün sanık ve müdafisi ile Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 24.11.2015 tarih ve 11603-10914 sayı ile;
" 5237 sayılı TCK"nın 102/2 ve 102/3. maddeleri uyarınca verilen ceza on yıla ulaşsa veya geçse dahi, suçun sonucunda ruh sağlığının bozulmasından dolayı neticenin ağırlığına göre tayin edilen cezanın, aynı Kanunun 49/1 ve 102/5. maddeleri gereğince yirmi yıla kadar arttırılmasının olanaklı bulunduğu nazara alınarak, hakkaniyet gereği ve anılan maddeye işlerlik kazandırılabilmesi için cezada bir miktar daha arttırım yapılması gerektiği gözetilmeden, sanık hakkında TCK"nın 102/5. maddesinin uygulama dışı bırakılması," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
Bozmaya uyan Nazilli 1. Ağır Ceza Mahkemesince 25.01.2016 tarih ve 276-26 sayı ile, sanığın beden veya ruh sağlığın bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçundan TCK"nın 102/2, 102/3-a, 102/5, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiş, bu hükümlerin de sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 03.04.2017 tarih ve 1765-1745 sayı ile;
"Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunca düzenlenen 29.04.2009 tarihli raporda mağdurenin beyanlarına ancak ana hatları ile kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceğinin belirtildiği, mağdurenin aşamalarda ve adli muayene esnasında akıl rahatsızlığı nedeniyle anlatmak istediklerini tam olarak ifade edemediğinin gözlem olarak yazıldığı, eyleme ilişkin anlatımlarının tutarsız olduğu ve sanığın üzerine atılı suçu istikrarlı şekilde kabul etmediği tüm dosya içeriğinden anlaşılmakla, mağdurenin yan delillerle desteklenmeyen beyanlarına itibar edilemeyeceği ve sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi," isabetsizliğinden oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,
Daire Başkanı M.Demirdağ ile Daire Üyesi M.Sayın;
“Mağdurenin aşamalarda istikrarlı şekilde, suç tarihinde, anne babasının 4-5 günlüğüne abisi..."in ameliyatı nedeniyle Nazilli"ye gittiklerini, evde kulakları çok az işittiği tespit edilen dayısı tanık Kamil ile kaldığını ve dayısının evde uyuyor olduğunu, kapıya vurulup açtığında sanığı karşısında gördüğünü sanığın kendisinin ağzını bezle kapatıp birşey koklatmak suretiyle kendisinden geçmesini sağladıktan sonra nitelikli cinsel saldırı eylemini gerçekleştirdiğini, kendine geldiğinde kasıklarında kan görüp temizlediğini, kendisine yönelik nitelikli cinsel saldırı eyleminin sanık tarafından gerçekleştirildiğini daha önce başkasıyla birlikteliğinin olmadığını beyan ettiği, mağdurenin belirlenen zekâ durumu ve korkmuş olması karşısında olaydan hemen bahsedememesinin olağan olduğu mağdurenin yapılan muayenesinde, eski yırtık olduğunun tepit edildiği, mağdurenin anne babasının alınan beyanlarında mağdureyi doğrular şekilde oğullarının ameliyatı nedeniyle Nazilli"ye gittiklerini mağdurenin evde kaldığını belirttikleri gibi hastane dönüşünde mağdurenin davranışlarının değiştiğini, kendisini asacağını öldüreceğini tekrar edip tuhaf hareketler yapmaya başladığını, dışardan içeri gelmediğini beyan etmekle mağdurenin eylem sonrası ruh haline ilişkin durumu anlattıkları birlikte değerlendirildiğinde mahkemece sanıığın üzerine atılı suçtan mahkûmiyetine ilişkin karar yerinde olduğundan kararın onanması gerektiği,” düşüncesi ile karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 25.05.2017 tarih ve 12235 sayı ile;
"... Olayın tanığı yoktur. Sanık atılı suçlamayı aşamalarda verdiği savunmalarında kabul etmemiştir. Mağdurenin erkek kardeşi Özkan ile bacanak olduklarını kendisinin Özkan"la arasının iyi, müştekileri ise Özkan"la dargın olduğunu bu nedenle kendisine iftira ettiklerini söylemiştir.
Mağdure Kuyucak Cumhuriyet Savcısına verdiği bila tarihli ifadede; "Mart 2008 tarihinde babam ve annem Nazilli"de bulunduğu gece evde yalnız kalıyordum. Bu sırada kapı çaldı, açtığımda ... ağzımı kapatıp annene babana söylersen seni öldürürüm diye tehdit etti Elinde bulunan ilacın kokusuyla ben kendimden geçmişim. Ondan sonrasını hatırlamıyorum" şeklinde beyanda bulunduğu, akıl hastalığının etkisi ile kendisini tam ifade edemediğinin, zaman zaman başka olayları anlattığının, olay sırasında evde bulunan dayısının ise uyandıramadığının beyan ettiğinin zapta geçirildiği, mağdurenin sürekli "ağzımı kapattı ben kendimden geçtim" şeklinde tekrarlayan cümleler kurduğunun da zapta geçirildiği anlaşılmıştır.
Mağdurenin 28/01/2009 günlü celsede Yerel Mahkeme huzurunda verdiği ifadesinin ise "Ben annem babamla birlikte kalırım. Dayım Kamil de bizimle birlikte kalır, Kendisi sağır kulağı duymaz, onun suçu yok bu köpek yaptı,ben okula gitmedim. Bu adam bizim eve gelip gidiyordu, düğünlerde bayramlarda gelir gider,abimin bacanağı olur, o tarihte annemle babam ağabeyim... kasık ameliyatı olduğundan hastaneye gitmişlerdi, evde dayımla ben vardım. Kapıyı çaldılar, kapıyı açtığımda bu adamı gördüm. Eline bez gibi bir şey alıp kapıya tekme vurarak benim ağzıma bir şey kokuttu. Hemen sürüyerek içeriye soktu, televizyon olmayan odaya götürdü. Orada üstümde bulunan şalvarı indirdi, ondan sonrasını hatırlamıyorum. Bayılmışım, kendime geldiğimde evde annem babam yoktu, bu adam içeri girerken elinde bıçakta vardı. Düğmeli bir bıçaktı, düğmeye basınca atıyordu, korktuğum için kimseye bir şey söylemedim. Filmlerdeki gibi ağzıma bant yapıştır. Anana babana söylersen bıçakla seni keserim dedi. Çok korktum, Yazgül abla ve Hörü Bodrum da duymuşlar. Hörü anneme telefon açmış, böyle böyle olmuş demiş. Hörü’nün nerden duyduğunu bilmiyorum. Ben hiç kimseye olayla ilgili Bir şey söyleyemedim. Sanıktan korkuyordum. Bu olay nedeniyle aklımı kaybettim. Ben uyandığımda kasıklarımda kan vardı, onları sildim. Ben bunu gördüm mü tiksiniyorum. Pisliğinden dolayı tiksiniyorum. Beni bu yaptı, dengem bozuldu. Ben küçükken hastalık geçirdim. Babam beni okula göndermedi. Benim kanamam olduğu için Serpil ablam beni Aydın’a götürdü. Babam da beni doktora götürdü. Ben gebe kalmadım. Çocuk aldırmadım, daha önce kimse beni yapmamıştı. Hörü abla çocukla ilgili bana birşeyler dedi. Ben ne çocuğu dedim. Çocuk falan yok. Beni yapan budur, ceza almasını istiyorum, bu köpek başkasının üstüne atıyor, yapan budur" şeklinde olduğu görülmüştür.
14/07/2008 günlü bila sayılı Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı raporunda "hymen saaat kladranına göre 6-7 hizasında vajen duvarına kadar inen eski yırtık tespit edildiği, bu yırtığın muayane tarihinden geriye doğru 10 gün veya daha önceki bir tarihte husule gelmesinin mümkün olduğu, vücuda organ veya sair bir cisim sokulduğu, akut ya da kronik livatanın maddi delillerine rastlanmadığı" hususlarının bildirildiği,
04/08/2008 günlü 1049 sayılı Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı raporunun; "Genel durumu iyi, bilinç açık olan olgunun, kooperasyon ve oryantasyonunun tam olmadığı, mental retarde olduğu izlenimi verdiği, hikayenin sorgulanmasında refakatinde gelen ablasından yardım alındığı, kişinin kendisiyle ilgili sorulara kısa cümle/tek kelimelik cevaplar verdiği, hiç okula gitmediğinin, bekar olduğunun ve hiç evlenmediğinin, ailesi ile birlikte yaşadığının, 2 yaşlarında ateşli bir hastalık geçirdiğinin ve sonrasında zekasının geri kaldığının ifade edildiği, olay sorulduğunda olayı net bir şekilde anlatamadığı ancak ablasının yardımıyla tamamlanan ifadeleri onayladığı, yaklaşık 2 ay önce, köyden tanıdığı bir şahsın ağzına-bumuna bir şey tutarak kendisini bayılttığını, kendisini soyduğunu ve tecavüz ettiğini, olaydan sonra 15 gün süren vajinal kanamasının olduğunu, kadın doğum doktorunun ilaç verdiğini ve halen kullandığını, kanamasının kesildiğini ifade ettiği saptandı. Psikiyatri konsültasyon muayenesinde: 15.07.2008 tarihli muayene notunda; konuşma spontan olduğu, anlaşılamadığı, kooperasyonda zortanıldığı, duygulanım uygunsuz, duygudurum labil, algı normal, yönelim zaman oryantasyonu bozulmuş, bellek azalmış, dikkat azalmış olduğu, çağrışımların hız ve miktarı azaldığı, sanrı olmadığı, yargılamanın bozulduğu, evde sürekli huzursuz olduğunun, uyumakta zorlandığının ifade edildiği, 29.07.2008 tarihinde yapılan psikolojik değerlendirme raporunda eksen II: hafif düzeyde zeka geriliği, eksen III: duyma problemi, eksen V: %50 korunmuş olduğu ve yeniden değerlendirmede duygudurum depresif olduğu, uyku düzensiz, iştah azalmış, anhedoni olduğu, mağdurun fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişmediği, suçun sonucunda mağdurun ruh sağlığının bozulduğu (akut stress bozukluğu + depresyon) kanaatine varıldığı saptandı.
Sonuç:
..."ün 14.07.2008, 15.07.2008 ve 29.07.2008 tarihlerinde yapılan muayeneleri sonucunda:
1-Kişinin uğradığı iddia olunan cinsel saldın fiilinin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişmediği,
2-Kişide "akut stress bozukluğu ve depresyon" saptandığı, ruh sağlığının bozulduğu kanaatini bildirir rapordur" şeklinde olduğu,
Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu"nun 29/04/2009 gün ve 1810 karar sayılı mütalaasının; "... kızı 12/04/1969 doğumlu ..."ün Kurulumuzca 16/03/2009 tarihinde yapılan muayenesinde, vakanın "orta derecede zeka geriliği" olarak değerlendirildiği, adlı tahkikat dosyasının incelenmesinde kendisinde saptanmış olan ve hayatının ilk yıllarından başlayıp ömrü boyunca sürecek olan bu zeka geriliğinin mağduresı bulunduğu olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılamasına mani olacak mahiyet ve derecede olduğu bu duruma göre ... kızı 12/04/1968 doğumlu ..."ün 2008 yılı Mart ayında mağduresı bulunduğu olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacağı, fiile karşı kendisini ruhsal yönden savunabilecek durumda olmadığı, kendisinde mevcut zeka geriliğinin hekim olmayanlarca anlaşılabileceği, vermiş olduğu ve vereceği ifadelere ancak ana hatları ve kuvvetli delillerle desteklendiği taktirde itibar edilebileceği, kişinin Kurulumuzca 16/03/2009 tarihinde yapılan muayenesinde tespit edilen ruhsal bulgularının Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 14/07/2008 ve 04/08/2008 tarihli raporlarında tarif edilen ruhsal bulgularla birlikte dosya kapsamı ile bir bütün halinde değerlendirildiğinde ... kızı 12/04/1968 doğumlu ..."ün 2008 yılı Mart ayında mağduresi bulunduğu olay sonucunda ruh sağlığının bozulduğu oybirliği ile mütalaa olunur." şeklinde olduğu anlaşılmıştır.
Mağdurenin annesi Senem ve babası ... de verdikleri ifadelerde, olay tarihinde oğulları..."i ameliyat için Nazilli İlçesine götürdüklerini, bir süre orada kalıp geri döndüklerinde mağdurenin garip davranışlar sergilemeye başladığını, kendisini asacağını öldüreceğini tekrar edip tuhaf hareketler yapmaya başladığını, dışardan içeri gelmediğini gördüklerini, kendilerine bir şey anlatmadığını, daha sonra Bodrum"da yaşayan tanık ..."in kendilerini arayıp durumu söylemesi ve mağdurenin anlatımı ile olayı öğrendiklerinin beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
Tanık ... de talimatla alınan ifadesinde, olayı ... isimli, kişiden duyduğunu, geçmiş olsun diye mağdurenin ailesinin aradıklarını, onların da olaydan haberdar olmadığını, kendisinin araması ile öğrendiklerini beyan etmiştir.
Olay sırasında evde olduğu anlaşılan mağdurenin dayısı Kamil"in olaya tanık olmadığı ve kulaklarının aşırı derecede zayıf işittiğinin dosya kapsamında sanık ve müşteki tarafın anlatımları ve mahkemenin gözlemi ile sabit olduğu görülmüştür.
Mağdurenin soruşturma ve kovuşturma aşmasında alınan ifadeleri ile Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı"nda muayene sırasında alınan öykülerinde olayı hep aynı şekilde anlattığı, adli raporları ile vajene organ ya da sair cisim sokulduğunun ve olay nedeniyle ruh sağılığının bozulduğunun tespit edildiği, bu bulguların mağdurenin anlatımlarını destekler mahiyette kuvvetli delil olarak kabul edilmesi gerektiği, keza sanığın olay tarihinde olay mahalli olan köye gitmediğine dair gösterdiği tanıkların sanığın o tarihlerde zaman zaman mağdurenin bulunduğu köye gittiğine dair beyanda bulundukları, sanığın mağdure ve ailesi tarafından kendisine cürüm atfedilmesini gerektirir mahiyette bir husumet nedeni bildirememiş olduğu da gözetildiğinde;
Sanığın 2008 yılı Mart Ayı içinde, Kuyucak ilçesi Sarıcaova köyünde akıl hastalığı bulunan mağdureye, annesi ..."ün evde olmamasından ve dayısı Kamil"in kulağının ağır işitmesinden faydalanarak, belirsiz saatte evlerine girip ilaç koklatarak vücüduna organ ya da sair cisim sokmak suretiyle cinsel saldırıda bulunduğunun sabit olduğu, yerel mahkemenin uygulamasının sübuta uygun olduğu ve mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği," görüşyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Dairesince 27.11.2017 tarih, 2828-5963 sayı ve oy çokluğu ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sanık ..."ın mağdure ..."e karşı nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, Yerel Mahkemece 23.05.2012 tarih ve 397-170 sayı ile atılı suçtan sanığın mahkûmiyetine karar verildiği, hükmün sanık ve müdafisi ile sanık aleyhine Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bozulduğu,
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 25.01.2016 tarih ve 276-26 sayı ile beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçundan sanığın mahkûmiyetine karar verildiği,
Hükmün sadece sanık ve müdafisi tarafından temyiz edildiği,
Yerel Mahkemece Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa"mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasa"nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa"nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.) Öte yandan Anayasa"nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa"ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi", yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16.) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşme"nin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74.)
Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362.)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612)
Türkiye"nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlali olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
Sözleşme"nin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşme"nin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihli ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmî Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nde yer alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun"un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK"nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu"nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili 6284 sayılı Kanun"un "İhbar" başlıklı "Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür." şeklinde hüküm altına alınan 7. maddesinde ise ihbar yükümlülüğü hususunda daha kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
"(1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
...
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
...
ifade eder”,
“Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
6284 sayılı Kanun"un ikinci maddesinde Bakanlık ibaresinden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının anlaşılması gerektiği belirtilmiş ise de, 09.07.2018 tarihinde Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ve 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle anılan Bakanlık Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adıyla yeniden düzenlenmiş, 04.08.2018 tarihli ve 30499 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 15 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de adı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
6284 sayılı Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir" denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
5271 sayılı CMK"nın “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK"nın mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
"Kovuşturma evresinde;
1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4. Tanıkların davetini isteme,
5. Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan "duruşmadan haberdar edilme" hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK"nın 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
Anayasa"nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK"nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.
5271 sayılı CMK"nın kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
"(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, ayrıntıları yukarıda açıklanan duruşmadan haberdar edilme hakkının kullandırılmaması suretiyle CMK"nın 234. maddesinin ihlal edilmesi durumunda anılan hukuka aykırılığın telafisine imkân sağlamaktadır. Bu emredici düzenleme nedeniyle temyiz mahkemesince, temyiz davasının görülmesine başlamadan önce ilgililerin tümünün davadan ve hükümden haberdar olup olmadığının denetlenmesi, kararı usulüne uygun şekilde öğrenmelerinin sağlanması ve müteakiben inceleme yaparak kanun yoluna başvuru hakkını da içeren adil yargılama ilkesine işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK"nın 260. maddesi uyarınca "katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören" sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK"nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 310. maddesi; "Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir" şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Bu bilgiler ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasa"nın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nin 46. maddelerinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
Bu itibarla, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK"nın 234. maddesinin 1. fıkrası ve 6284 sayılı Kanun"un 7. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK"nın 35 ve 260. maddeleri uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan Bakanlığın kanundan kaynaklanan kamu davasına katılma ve buna bağlı kanun yoluna başvurma haklarını kullanabilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, 25.01.2016 tarihli gerekçeli kararın Bakanlığa tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın Bakanlık tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanık ve müdafisinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; Bakanlık tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK"nın 260. maddesi uyarınca Bakanlığın davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemesi suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olmadığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 03.04.2017 tarihli ve 1765-1745 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, 25.01.2016 tarihli gerekçeli kararın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına tebliğin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.