
Esas No: 2017/822
Karar No: 2019/328
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/822 Esas 2019/328 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 84-92
Sanık ..."ün kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan beraatine, reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan ise TCK"nın 104/1, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 12 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.11.2011 tarihli ve 21-230 sayılı hükümlerin sanık müdafisi, Cumhuriyet savcısı ve katılan mağdure vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 16.01.2015 tarih ve 5520-271 sayı ile;
"Mağdurenin aşamalarda istikrarlı beyanları, mağdurenin beyanlarını doğrulayan tanıklar ..., ..., ..., Banu ve annesi ...’nin beyanları, sanığın cep telefonunda ele geçirilen konuşma kaydı ve bu kaydın tehdit ve şantaja yönelik içeriği, tanık ..."nin mağdurenin telefonunda "Telefon faturalarını getireceğim, apartmanı ayağa kaldırırım, seni rezil ederim" şeklinde mesaj gördüğü yönündeki beyanı, müşteki ..."nin mağdurenin gece ağladığını gördüğü, kızında panik, tedirginlik ve moral bozukluğu bulunduğuna ilişkin beyanları, doktor raporları ve tüm dosya kapsamından, sanığın uzun yıllardır komşusu ve kızının arkadaşı olan 15 yaşını yeni tamamlamış mağdureye yönelik cebir ve tehdit kullanarak birden fazla kez nitelikli cinsel istismarda bulunduğu ve eylemlerinin devamını sağladığı, yine cebir ve tehdit kullanmak suretiyle mağdureyi cinsel ilişkiye girmek için evine çağırarak mağdureyi hürriyetinden yoksun kıldığı sabit olduğu halde yazılı şekilde hüküm kurulması,
Uygulamaya göre de;
Hükümden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 58, 59, 60 ve 61. maddeleri ile 5237 sayılı Kanunun 102, 103, 104 ve 105. maddelerinde yeralan cinsel dokunulmazlığa karşı suçların yeniden düzenlenmesi karşısında; 5237 sayılı TCK.nın 7/2. madde-fıkrasındaki "Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur" hükmü gözetilerek, lehe olan hükmün, önceki ve sonraki kanunların bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi ve her iki kanunla ilgili uygulamanın, denetime imkân verecek şekilde kararda gösterilmesi suretiyle yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması," nedenleriyle bozulmasına karar verilmiş,
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 15.03.2016 tarih ve 84-92 sayı ile sanığın beden veya ruh sağlığın bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan TCK"nın 103/1-b maddesi delaletiyle 103/2, 103/6, 43/1, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl 7 ay 15 gün hapis; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan TCK"nın 109/2, 109/3-f, 109/5, 43/1, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiş, kısmen resen de temyize tabi bu hükümlerin sanık ve müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 15.12.2016 tarih ve 8648-8508 sayı ile;
"Olayın intikal şekli ve zamanı, mağdurenin aşamalardaki çelişkili ve dosya kapsamı ile uyuşmayan anlatımları, savunma, taraflar arasında uzunca bir süre karşılıklı olarak telefon görüşmeleri ile mesajlaşmaların gerçekleştiğini gösteren HTS kayıtları, sanığın cep telefonundan elde edilen mağdure ile ilişkisine yönelik ses kayıtları içeriği ile tüm dosya kapsamı nazara alındığında, suç tarihinden önce sanığın komşusunun kızı olup aynı zamanda kendi kızının okul arkadaşı olan onaltı yaşı içerisindeki mağdure ile bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik tarihlerde cebir veya hile olmaksızın, tehdit iddiası konusunda da mahkûmiyete yeter her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil bulunmaksızın kendine ait evlerde birden fazla cinsel ilişkiye girmesi nedeniyle eyleminin 5237 sayılı TCK"nın 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu gözetilerek mahkûmiyetine ve yaşı itibariyle hukuken geçerli rızasına istinaden mağdureyi yanında tuttuğunun anlaşılması karşısında üzerine atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun kanuni unsurları itibariyle oluşmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde müsnet suçlardan mahkûmiyetine hükmedilmesi," isabetsizliğinden oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,
Daire Üyesi ...;
“ Sayın çoğunluk ile aramızdaki görüş ayrılığı sanığın eylemlerini mağdurenin rızası ile gerçekleştirip gerçekleştirmediği ve buna bağlı olarak suç vasfının belirlenmesiyle ilgilidir.
Şöyle ki;
Dosya içeriğine göre sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından dolayı kamu davası açılmış, Yerel Mahkemenin yaptığı yargılama sonunda verdiği 22.11.2011 gün, 2010/21 Esas ve 2011/230 Karar sayılı ilk hükümde, suç tarihinde on beş yaşını yeni tamamlamış mağdureye yönelik eylemlerin rızaya dayanması nedeniyle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları oluşmayacağından beraatine, nitelikli cinsel istismar eyleminin ise TCK’nun 104.maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçuna dönüştüğünden bahisle mahkûmiyetine karar verilmiştir.
Bu hükümlere karşı lehe ve aleyhe temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemizin 16.01.2015 tarih ve 2013/5520 Esas, 2015/271 sayılı kararı ile "Mağdurenin aşamalarda istikrarlı beyanları, mağdurenin beyanlarını doğrulayan tanıklar ..., ..., ..., Banu ve annesi ...’nin beyanları, sanığın cep telefonunda ele geçirilen konuşma kaydı ve bu kaydın tehdit ve şantaja yönelik içeriği, tanık ..."nin mağdurenin telefonunda "Telefon faturalarını getireceğim, apartmanı ayağa kaldırırım, seni rezil ederim" şeklinde mesaj gördüğü yönündeki beyanı, müşteki ..."nin mağdurenin gece ağladığını gördüğü, kızında panik, tedirginlik ve moral bozukluğu bulunduğuna ilişkin beyanları, doktor raporları ve tüm dosya kapsamından, sanığın uzun yıllardır komşusu ve kızının arkadaşı olan 15 yaşını yeni tamamlamış mağdureye yönelik cebir ve tehdit kullanarak birden fazla kez nitelikli cinsel istismarda bulunduğu ve eylemlerinin devamını sağladığı, yine cebir ve tehdit kullanmak suretiyle mağdureyi cinsel ilişkiye girmek için evine çağırarak mağdureyi hürriyetinden yoksun kıldığı sabit olduğu halde yazılı şekilde hüküm kurulması" gerekçesiyle hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece bu bozma nedeni yerinde görülerek uyulmasına karar verilmiş ve bunun sonucu olarak sanığın 5237 sayılı TCK.nın 103/2, 103/6, 43, 62, 109/2, 109/3, 109/5, 43 ve 62.maddelerine göre cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Temyize konu son hüküm dosyadaki kanıtlara ve bozma kararına uygun olduğu hâlde, bozma kararındakinin tam tersi kanaat ile yeniden bozma kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Zira; Yerel Mahkemece toplanan kanıtlarla iddia ve savunma incelenip tartışılarak, suçların sübutu ve niteliği yargılama sonuçlarına ve yasaya uygun biçimde tayin edilmiştir. Dosyada yer alan ve ayrıntılı biçimde bozma kararında gösterilen kanıtlara göre sanığın eylemini mağdurenin rızası dışında gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki, Yargıtay"ın görevi, yasaların Türkiye genelinde hukuka uygun olarak uygulanıp uygulanmadığını denetlemek, içtihatları ile ülkede yasaların ve hukuk kurallarının uygulanmasındaki birliği, adalet dağıtımındaki istikrarı ve buna bağlı olarak yargıya olan güveni sağlamaktır. Dairemizin ilk bozma kararından sonra sanığın eylemini mağdurenin rızası ile gerçekleştirdiğini gösteren ve suç niteliğini değiştirecek yeni bir delil dosyaya girmemiştir. Buna rağmen ilk bozma kararındakinin tam aksi gerekçelerle Yerel Mahkemenin kararının ikinci kez bozulması uygulama birliğini ve güveni sarsıcı bir sonuç doğuracaktır.
Açıklanan nedenlerle bozma nedeninin dosya içeriğine uygun düşmediği ve yasal olmadığı,” düşüncesi ile karşı oy kullanmıştr.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 16.02.2017 tarih ve 204432 sayı ile;
"...Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/312 esas sayılı iddianamesi ile sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından dolayı kamu davası açılmış, Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin yaptığı yargılama sonunda verdiği 22/11/2011 gün, 2010/21 Esas ve 2011/230 Karar sayılı ilk hükümde, suç tarihinde on beş yaşını henüz tamamlamış mağdureye yönelik eylemlerin rızaya dayanması nedeniyle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları oluşmayacağından beraatine, nitelikli cinsel istismar eyleminin ise TCK.nın 104.maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçuna dönüştüğünden bahisle mahkumiyetine karar verilmiştir.
Bu hükümlerin temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 16.0.2015 tarih ve 2013/5520 Esas, 2015/271 Karar sayılı kararı ile "Mağdurenin aşamalarda istikrarlı beyanları, mağdurenin beyanlarını doğrulayan tanıklar ..., ..., ..., Banu ve annesi ...’nin beyanları, sanığın cep telefonunda ele geçirilen konuşma kaydı ve bu kaydın tehdit ve şantaja yönelik içeriği, tanık ..."nin mağdurenin telefonunda "Telefon faturalarını getireceğim, apartmanı ayağa kaldırırım, seni rezil ederim" şeklinde mesaj gördüğü yönündeki beyanı, müşteki ..."nin mağdurenin gece ağladığını gördüğü, kızında panik, tedirginlik ve moral bozukluğu bulunduğuna ilişkin beyanları, doktor raporları ve tüm dosya kapsamından, sanığın uzun yıllardır komşusu ve kızının arkadaşı olan 15 yaşını yeni tamamlamış mağdureye yönelik cebir ve tehdit kullanarak birden fazla kez nitelikli cinsel istismarda bulunduğu ve eylemlerinin devamını sağladığı, yine cebir ve tehdit kullanmak suretiyle mağdureyi cinsel ilişkiye girmek için evine çağırarak mağdureyi hürriyetinden yoksun kıldığı sabit olduğu halde yazılı şekilde hüküm kurulması" gerekçesiyle hükümlerin bozulmasına oybirliği ile karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece bu bozma nedeni yerinde görülerek uyulmasına karar verilmiş ve bunun sonucu olarak 15/03/2016 gün ve 2015/84 Esas, 2016/92 Karar sayılı kararı ile sanığın 5237 sayılı TCK.nın 103/2, 103/6, 43, 62, 109/2, 109/3, 109/5, 43 ve 62. maddelerine göre cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu hükümlerin de temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 15/12/2016 gün ve 2016/8648 Esas, 2016/8508 Karar sayılı kararı ile Yerel Mahkemenin ilk hükmünde yaptığı nitelemeye uygun olarak hükümler bir kez daha bozulmuştur.
Her iki hükme esas alınan deliller de bir değişiklik olmamıştır.
Olayların tanığı yoktur.
Mağdurenin annesi ..."ın, şikâyet tarihinden bir ay kadar öncesinde mağdurenin geceleri ağladığını farkettiğini, panik halinde, tedirgin ve moral bozukluğu içinde olduğunu, sebebini öğrenmek istediğinde mağdurenin kendisine sanığın "çıplak resimlerin" var diyerek kendisini çağırarak ailesine ağabeyine söylemek tehdidiyle evinin bodrumunda taciz ettiğini, anlattığını beyan ettiği, tanık ... ..."ın da mağdurenin telefonunda "telefon faturalarını getireceğim, apartmanı ayağa kaldırırım, seni rezil ederim" şeklinde kimden geldiğini bilmediği mesajlar gördüğünü beyan ettiği, en önemlisi ise sanığın telefonundan tespit edilen üç adet ses kaydında mağdureye ... isimli bir kişiyle yaşadığı cinsel deneyimleri anlattırıp, kendisi ile ..."la yaptıklarının yapmak konusunda taahhüt aldığı, bu kayıtları niçin telefonunda tuttuğunu ise mantıklı bir şekilde izah edemediği, aksine mahkeme huzurundaki savunmasında mağdurenin kendisine "aileme söyleme, seninle de sevişirim" dediği için kayıtları muhafaza ettiğini beyan ederek mağdurenin sanığın kendisi ile şantaj ve tehdit ile cinsel ilişkiye girdiğine dair iddiasını da dolaylı olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle Yerel Mahkemenin olaya ilişkin kabul ve uygulamasının yasaya uygun olduğu," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Dairesince 04.05.2017 tarih, 1377-2440 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanığın eylemlerine mağdurenin rızasının bulunup bulunmadığı, bu bağlamda;
1) Sanığın eyleminin reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu mu yokça çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunu mu oluşturduğunun,
2) Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları itibariyle oluşup oluşmadığının,
Belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sanık ..."ün katılan mağdure ..."a karşı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, Yerel Mahkemece 22.11.2011 tarih ve 21-230 sayı ile sanığın değişen suç vasfına göre reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan mahkûmiyetine, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise beraatine karar verildiği, hükümlerin sanık müdafisi, Cumhuriyet savcısı ve katılan mağdure vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bozulduğu,
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 15.03.2016 tarih ve 84-92 sayı ile sanığın beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından mahkûmiyetine karar verildiği,
Hükümlerin sadece sanık ve müdafisi tarafından temyiz edildiği,
Yerel Mahkemece Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa"mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasa"nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa"nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.) Öte yandan Anayasa"nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa"ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi", yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16.) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşme"nin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74.)
Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362.)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612)
Türkiye"nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlali olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
Sözleşme"nin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşme"nin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihli ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmî Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nde yer alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun"un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK"nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu"nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili 6284 sayılı Kanun"un "İhbar" başlıklı "Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür." şeklinde hüküm altına alınan 7. maddesinde ise ihbar yükümlülüğü hususunda daha kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
"(1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
...
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
...
ifade eder”,
“Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
6284 sayılı Kanun"un ikinci maddesinde Bakanlık ibaresinden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının anlaşılması gerektiği belirtilmiş ise de, 09.07.2018 tarihinde Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ve 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle anılan Bakanlık Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adıyla yeniden düzenlenmiş, 04.08.2018 tarihli ve 30499 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 15 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de adı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
6284 sayılı Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir" denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
5271 sayılı CMK"nın “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK"nın mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
"Kovuşturma evresinde;
1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4. Tanıkların davetini isteme,
5. Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan "duruşmadan haberdar edilme" hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK"nın 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
Anayasa"nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK"nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.
5271 sayılı CMK"nın kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
"(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, ayrıntıları yukarıda açıklanan duruşmadan haberdar edilme hakkının kullandırılmaması suretiyle CMK"nın 234. maddesinin ihlal edilmesi durumunda anılan hukuka aykırılığın telafisine imkân sağlamaktadır. Bu emredici düzenleme nedeniyle temyiz mahkemesince, temyiz davasının görülmesine başlamadan önce ilgililerin tümünün davadan ve hükümden haberdar olup olmadığının denetlenmesi, kararı usulüne uygun şekilde öğrenmelerinin sağlanması ve müteakiben inceleme yaparak kanun yoluna başvuru hakkını da içeren adil yargılama ilkesine işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK"nın 260. maddesi uyarınca "katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören" sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK"nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 310. maddesi; "Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir" şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Bu bilgiler ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasa"nın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nin 46. maddelerinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
Bu itibarla, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK"nın 234. maddesinin 1. fıkrası ve 6284 sayılı Kanun"un 7. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK"nın 35 ve 260. maddeleri uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan Bakanlığın kanundan kaynaklanan kamu davasına katılma ve buna bağlı kanun yoluna başvurma haklarını kullanabilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, 15.03.2016 tarihli gerekçeli kararın Bakanlığa tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın Bakanlık tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanık ve müdafisinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; Bakanlık tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK"nın 260. maddesi uyarınca Bakanlığın davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemesi suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olmadığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 15.12.2016 tarihli ve 8648-8508 sayılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan hükümlere ilişkin bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, 15.03.2016 tarihli gerekçeli kararın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.