
Esas No: 2017/19
Karar No: 2019/326
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/19 Esas 2019/326 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 122-318
Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık ..."in TCK"nın 102/2, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.09.2014 tarihli ve 122-318 sayılı hükmün sanık müdafileri ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 23.03.2016 tarih ve 8912-2851 sayı ile; Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin süre yönünden reddiyle hükmün oy çokluğuyla onanmasına karar verilmiş,
Daire Üyeleri A. Arslan ve M. Sayın; “Mağdure hakkında; Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 11.08.2012 tarihli muayenesinde; "vulva tabi, ekimoz yok, hymende saat kadranına göre 12-4-9 hizalarında kaideye varan eski deflorasyon alanları izlendiği, hastanın rızası olmaması dolayısıyla iç beden muayenesinin yapılamadığı",
Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu"nun 17.08.2012 tarihli raporunda: "Kurulumuzca 13.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde; hymen annüler, derin yerleşimli, orta yükseklikte, saat 1-2 hizasında 3-4 mm"lik aksesuar delik olduğu, saat 9 hizasında hymen ön yüzde serbest kenar boyunca 5-6 mm’lik granülasyon dokusu ile serbest kenara paralel seyirli 1-2 mm"lik sedefi nedbe görüldüğü, saat 4 hizasında gelen iç ruganın 5 hizasında cep oluşturduğu, saat 4 hizasında hymen ön yüz üzerinde paralel seyirli, iç rugaya uzanan 5-6x1 mm’lik kenarlarında granülasyon dokusu gelişmiş yarımay şeklinde yüzeyel laserasyon ve üst bölümde bunu dik kesen 2-3x1 mm"lik nedbeleşmiş alan olduğu, fevhasının 2-2.5 cm olduğu, tespit edilen lezyonların 2.5 cm ve daha küçük çapta organ ya da cismin duhulü ile husulü mümkün olduğu gibi, ırza tasaddi eylemi sırasında da meydana gelebileceği, aralarında tıbben ayrım yapılamadığı",
Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi"nin 30.11.2012 tarihli raporunda, "müşteki ..."e ait olduğu belirtilen sutyendeki tükürük lekesinde saptanan DNA profilinin sanık Dr. ..."in DNA profili ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Müşteki ve sanık ifadelerinde vaginismus tedavisi sırasında uygulandığı belirtilen egzersizler sırasında, söz konusu sutyendeki lekenin kontaminasyon (bulaşma) ile de oluşmasının mümkün olduğu",
Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu"nun 07.10.2013 tarihli raporunda; "Kurulumuzca 16/08/2013 tarihinde yapılan muayenesinde ve dava dosyasının incelenmesinde mağduru bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede olan (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) denilen psikiyatrik bozukluğun tespit edildiği, dolayısıyla; ...’ün 04/08/2012 tarihinde mağduru bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu",
Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunca 13.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde "kızlık zarının fevhasının 2-2,5 cm olarak saptandığı dikkate alındığında, kızlık zarında tespit edilen nedbeleşmiş laserasyonların normal cesamette ereksiyon halindeki penisin duhulü ile oluşmasının mümkün olup olmadığı sorulan ... ve Remziye kızı 04.06.1981 doğumlu ..."ün Kurulumuzca 13.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde, hymende (kızlık zarı) tarif edilen bulguların; hymenin esnekliği, mukavemeti, serbest kenarının karakteri ile, penisin tam veya tam olmayan ereksiyonuna bağlı olarak değişebileceğinden, mahkemenizce sorulduğu üzere 13.08.2012 tarihinde Kurulumuzca yapılan muayenede tarif edilen bulguların, hymenin fevhası da dikkate alındığında, normal cesametteki ereksiyon halindeki penisin duhulü ile oluşabileceği gibi benzer cesamette bir cismin duhulü, daha küçük çapta bir cisim veya parmağın uygun pozisyonda duhulü ile de oluşabileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağı oy birliği ile ek mütalaa olunduğu", belirtilmiştir.
Dosya kapsamında, Reyhan Esgin, Bilge Yıldız, ..., Döndü Ayaş, Hüseyin Kaçın, Gül Görüş, Demet Kiper, Sami Taylak ve Sermet Akar"ın tanık olarak beyanları alınmış olup, dava konusu olaya ilişkin görgüsü ve doğrudan bilgisi bulunan tanığın bulunmadığın anlaşılmıştır.
Mağdure hakkında düzenlenen genital muayeneye ilişkin adli rapor içeriklerinin birbirinden tamamen farklı olması, nitelikli cinsel saldırıya uğradığını beyan eden mağdurenin eğitim ve sosyal durumu da nazara alındığında olayın hemen akabinde şikayetçi olması ya da olayı eşi veya kız kardeşi ile paylaşması beklenen bir durum iken söz konusu olayı 6 gün geçtikten sonra yetkili makamlara intikal ettirmesi ve yine mağdure tarafından içeriği inkar edilmeyen telefon görüşme içeriklerine göre; mağdurenin müracaatçı olduğu tarihten iki hafta kadar sonra sanığı arayıp ısrarla görüşmek istediğini belirtmesi hususlarının şüphe oluşturması, mağdurenin muayene masasında bulunduğu sırada, sanığın vibratörü mağdurenin cinsel organına sokup hemen peşinden kendi cinsel organını mağdurenin cinsel organına sokması ve bu durumun sanığın masada bulunan peçeteye boşalıncaya kadar mağdure tarafından fark edilememiş olmasının hayatın olağan akışına uygun düşmeyişi, mağdurenin sutyeninde bulunan sanığa ait DNA bulgusunun muayene ve egzersiz sırasında bulaşmış olmasının mümkün bulunduğuna dair Biyoloji İhtisas Dairesi raporu, sanığın atılı suçu kabul etmediği yönündeki savunmaları ve tüm dosya kapsamına göre sanığın atılı nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediğine dair çelişki içeren mağdure anlatımından başkaca delil bulunmadığı göz önüne alınarak beraatine karar verilmesi gerektiği” düşüncesi ile karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 13.06.2016 tarih ve 15473 sayı ile;
"... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı"nın 25/02/2013 gün ve 2013/808 sayılı iddianamesi ile Müştekinin şikayeti, tanıkların anlatımları ve de Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas ve Merkez Şube Müdürlüğü"nün raporlarına göre, müştekiye ait sütyende 2 tane lekede şüpheliye ait DNA profillerinin tespit edilmiş olması birlikte değerlendirildiğinde, Doktor olan şüphelinin bu sıfatı sebebiyle müştekinin tedavisini üstlenmesinin getirdiği nüfuzunu kötüye kullanarak, müştekinin uzunca bir süre vajinismus diye tanımlanan rahatsızlığının getirdiği psikolojik baskı ve bu rahatsızlıktan kurtulmak için gösterdiği çabayı suistimal edip kendi lehine müştekinin cinsel saldırıya yönelik direncini kırarak, müştekiye yönelik cinsel saldırı suçunu işlediği iddia edilerek sanığın TCK.nun 102/2 , 3-b maddeleri gereğince cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış, yerel mahkemece doğru ve samimi kabul edilen mağdurenin anlatımıyla, onun anlatımını doğrulayıp destekleyici nitelikte olan, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 6. İhtisas Kurulunca düzenlenen 10.02.2014 tarihli ve 491 karar nolu (mağdurenin vajinine cisim (vibratör) sokulması suretiyle uygulanan bir tedavi yönteminin günümüzde kabul görmediğine ilişkin rapor) ve aynı kurumca düzenlenen diğer raporların birlikte değerlendirilmesiyle; 04/08/2012 tarihinde, sanığın, iş yerinde, mağdure ile yanlız oldukları muayene odasında, mağdureyi muayene masasına yatırdıktan sonra, önce küçük, sonra büyük vibratörü mağdurenin cinsel organına sokup çıkarmak suretiyle egzersiz yaptığı, aynı zamanda keman ve piyano eşliğinde su sesi dinlettiği, vibratörü mağdurenin cinsel organına sokup çıkarırken, mağdureye "sen çok güzel bir kadınsın, sen dilediğini, dilediğin yerde, dilediğin kişi ile yapabilecek özgür bir kadınsın... gözlerime bak ve gözlerini benden ayırma, şu an ben ne yapıyorum bana söyle... bende insanım... benim bir erkek olduğumu unutuyorsun galiba... elimi tut... " şeklindeki sözleri müteaddit kereler söyledikten sonra muayene masası üzerinde hareket edemeyecek (yapacaklarına karşı koyamayacak) pozisyonda bulunan mağdurenin bacaklarının arasına geçtiği ve mağdureye "kadınların en sevdiği pozisyon budur, vajina geri çekilir ve her erkek bunu yapamaz ve bilmez... gözünü benden ayırma..." şeklindeki sözleri söylediği ve sonunda mağdurenin cinsel organındaki vibratörü çıkarıp, kendi cinsel organını, mağdurenin cinsel organına soktuğu, onun üzerine abanıp, göğüslerini sıkıca avuçladığı ve bir kaç kez gidip geldiği, bulunduğu pozisyona göre, mağdurenin sanığa karşı koyamadığı, sonuçta sanığın muayene masası üzerinde bulunan peçeteye boşaldığı, öylece rızası olmadığı halde mağdureye cinsel saldırıda bulunduğu, sanığın cinsel saldırısı sonucu mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu sonuç ve kanaatine varılarak sanığın cezalandırılması yoluna gidilmiştir.
Olayın doğrudan görgü tanığı yoktur. Mağdurenin anlatımları dışında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi"nin olay tarihinden bir hafta sonra verilen adli raporu, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu"nun 17/08/2012, 10/02/2014 ve 07/10/2013 günlü mütalaaları, Biyoloji İhtisas Dairesinin 30/11/2012 günlü raporu hükme esas alınmıştır. Sanık müdafiinin 23/09/2014 günlü savunma dilekçesi ekinde sunduğu Sosyal Güvenlik Kurumu Medula sistemi üzerinden mağdurenin olaydan önce 23/07/2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi"nde yapılan muayenesinde mağdureye "Manik Nöbet" teşhisi konulduğuna dair ekran görüntüsü nedeniyle ise yerel mahkemece bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır.
11.08.2012 tarihinde Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi"nde muayenelerinin yapılmış olduğu ve genel beden muayenesinde herhangi bir travmatik lezyon tespit edilmediği, genital muayenesinde; vulvanın tabii olduğu, ekimoz olmadığı, hymenden saat kadranına göre 12, 4 ve 9 hizalarında kaideye varan eski deflorasyon alanları izlendiğinin belirtildiği,
13/08/2012 günlü muayeneye istinaden düzenlenen Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu"nun 17.08.2012 tarihli raporunda; hymen annüler, derin yerleşimli, orta yükseklikte, saat 1-2 hizasında 3-4 mm"lik aksesuar delik olduğu, saat 9 hizasında hymen ön yüzde serbest kenar boyunca 5-6 mm’lik granülasyon dokusu ile serbest kenara paralel seyirli 1-2 mm"lik sedefi nedbe görüldüğü, saat 4 hizasında gelen iç ruganın 5 hizasında cep oluşturduğu, saat 4 hizasında hymen ön yüz üzerinde paralel seyirli, iç rugaya uzanan 5-6x1 mm’lik kenarlarında granülasyon dokusu gelişmiş yarımay şeklinde yüzeyel laserasyon ve üst bölümde bunu dik kesen 2-3x1 mm"lik nedbeleşmiş alan olduğu, fevhasının 2-2.5 cm olduğu, tespit edilen lezyonların 2.5 cm ve daha küçük çapta organ ya da cismin duhulü ile husulü mümkün olduğu gibi, ırza tasaddi eylemi sırasında da meydana gelebileceği, aralarında tıbben ayrım yapılamadığının belirtildiği,
Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu"nun 07.10.2013 tarihli raporunda; Kurulca 16/08/2013 tarihinde yapılan muayenesinde ve dava dosyasının incelenmesinde mağduru bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede olan (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) denilen psikiyatrik bozukluğun tespit edildiği, dolayısıyla; ...’ün 04/08/2012 tarihinde mağduru bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunun bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi"nin 30.11.2012 tarihli raporunda mağdurenin sütyeninde tespit edilen bir ve iki no.lu lekelerin tükrük olduğu ve sanığın DNA"sını bulundurduklarının (iki no.lu lekede mağdurenin DNA"sı ile karışık) tespit edildiği,
Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu"nun 10/02/2014 günlü mütalaasında ise ... ve ... kızı 04.06.1981 doğumlu ..."ün Kurulca 13.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde, hymende (kızlık zarı) tarif edilen bulguların; hymenın esnekliği, mukavemeti, serbest kenarının karakteri ile, penisin tam veya tam olmayan ereksiyonuna bağlı olarak değişebileceğinden, mahkemenizce sorulduğu üzere 13.08.2012 tarihinde Kurulumuzca yapılan muayenede tarif edilen bulguların, hymenin fevhası da dikkate alındığında, normal cesametteki ereksıyon halindeki penisin duhulü ile oluşabileceği gibi benzer cesamette bir cismin duhulü, daha küçük çapta bir cisim veya parmağın uygun pozisyonda duhulü ile de oluşabileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağının mütalaa olunduğu,
Anlaşılmıştır.
Yerel Mahkeme, taraf vekillerinin dosyaya sundukları bilisel mütalaalara itibar etmemiş, bunun nedenini de gerekçeli kararında izah etmiştir. Ancak Yerel Mahkemenin Adli Tıp 6. İhtisas Kurulu"nun 10/02/2014 günlü mütalaasını hükme esas alırken bu mütalaaya göre sanık lehine daha kesin yargılar içeren aynı İhtisas Kurulu"nun 17/08/2012 günlü mütalaasına itibar etmemesinin gerekçesini açıklamamıştır. Gerçekten de Adli Tıp 6. İhtisas Kurulu"nun 17/08/2012 günlü mütalaası genital muayenede elde edilen bulguların çapı 2,5 cm.den küçük bir cismin cinsel organa sokulması suretiyle oluşabileceğini bildirmiş, mağdurenin sanığın cinsel organını kendi cinsel organına soktuğuna dair iddiasını ise doğrulamamıştır. 10/02/2014 günlü mütalaa ise pek çok değişkenden bahisle konuyu şüpheli hale getirmiş, ancak sanık aleyhine bir durum yaratmamıştır.
Diğer taraftan hüküm duruşmasında sunulan belgeler arasında bulunan ve mağdurenin olaydan önce 23/07/2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi"nde yapılan muayenesinde mağdureye "Manik Nöbet" teşhisi konulduğuna dair ekran görüntüsü hakkında herhangi bir araştırma yönüne gidilmemiş, mağdurenin anlatımlarına itibar edilmeyi engeller mahiyet bir akıl ya da ruh hastalığının bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Mağdurenin anlatımlarından duçar olduğu vaginimusun ikiz kardeşi Bilge Yıldız"ın maruz kaldığını söylediği bir cinsel istismar vakasından etkilenerek meydana geldiği, yine sanığa verdiği hasta geçmişine göre en az yedi ayrı yerde tedavisi için çare aradığı, tedavsisi sırasında tecavüze uğradığına dair kabuslar gördüğü, kırılgan bir psikolojik yapıya sahip olduğu dosya kapsamından anlaşılmıştır. Yine Yerel Mahkemenin gerekçesinde olumlu ya da olumsuz bir değerlendirmeye tabi tutulmayan tanık Gül Görüş"ün duruşmada, mağdurenin kardeşinin uğradığı cinsel istismarın, mağdurede paylaşılmış piskotik bir ruh hali ve altta yatan bir histerik yapıya işaret edebileceğini ileri sürdüğü, bu yönde de bir araştırma yapılmadığı görülmüştür. Adli Tıp 6. İhtisas Kurulu"nun daha kesin sonuçlar içeren 17/08/2012 günlü mütalaası, sanığın inkara yönelik savunması, tanık Gül Görüş"ün duruşmadaki yeminli ifadesinde ileri sürdüğü tespitler ve son celse sanık müdafiinin savunma dilekçesine ek olarak verdiği 23/07/2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi"nde yapılan muayenesinde mağdureye "Manik Nöbet" teşhisi konulduğuna dair ekran görüntüsü çıktıları birlikte değerlendirildiğinde, mağdurenin genital muayenesinde elde edilen bulguların vücuda organ sokmaya delalet etmeyeceği, keza mağdurenin sütyeninde elde edilen sanığa tükrük lekelerinin dilatatör ile yapılan egzersizler sırasında bulaşmasının mümkün olduğu, maddi bulgularla desteklenmeyen mağdure anlatımına itibar edilmesi olanağının bulunmadığı” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Dairesince 12.12.2016 tarih, 8845-8436 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı nitelikli cinsel saldırı suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sanık ..."in katılan ..."e karşı nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, Yerel Mahkemece 23.09.2014 tarih ve 122-318 sayı ile atılı suçtan mahkûmiyetine karar verildiği,
Hükmün sanık müdafileri ve sanık lehine Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verildikten sonra onandığı,
Yerel Mahkemece Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa"mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasa"nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa"nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.) Öte yandan Anayasa"nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa"ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi", yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16.) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşme"nin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74.)
Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362.)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612)
Türkiye"nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlali olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
Sözleşme"nin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşme"nin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihli ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmî Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nde yer alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun"un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK"nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu"nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili 6284 sayılı Kanun"un "İhbar" başlıklı "Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür." şeklinde hüküm altına alınan 7. maddesinde ise ihbar yükümlülüğü hususunda daha kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
"(1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
...
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
...
ifade eder”,
“Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
6284 sayılı Kanun"un ikinci maddesinde Bakanlık ibaresinden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının anlaşılması gerektiği belirtilmiş ise de, 09.07.2018 tarihinde Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ve 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle anılan Bakanlık Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adıyla yeniden düzenlenmiş, 04.08.2018 tarihli ve 30499 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 15 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de adı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
6284 sayılı Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir" denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
5271 sayılı CMK"nın “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK"nın mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
"Kovuşturma evresinde;
1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4. Tanıkların davetini isteme,
5. Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan "duruşmadan haberdar edilme" hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK"nın 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
Anayasa"nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK"nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.
5271 sayılı CMK"nın kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
"(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, ayrıntıları yukarıda açıklanan duruşmadan haberdar edilme hakkının kullandırılmaması suretiyle CMK"nın 234. maddesinin ihlal edilmesi durumunda anılan hukuka aykırılığın telafisine imkân sağlamaktadır. Bu emredici düzenleme nedeniyle temyiz mahkemesince, temyiz davasının görülmesine başlamadan önce ilgililerin tümünün davadan ve hükümden haberdar olup olmadığının denetlenmesi, kararı usulüne uygun şekilde öğrenmelerinin sağlanması ve müteakiben inceleme yaparak kanun yoluna başvuru hakkını da içeren adil yargılama ilkesine işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK"nın 260. maddesi uyarınca "katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören" sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK"nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 310. maddesi; "Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir" şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Bu bilgiler ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasa"nın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nin 46. maddelerinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
Bu itibarla, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK"nın 234. maddesinin 1. fıkrası ve 6284 sayılı Kanun"un 7. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK"nın 35 ve 260. maddeleri uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan Bakanlığın kanundan kaynaklanan kamu davasına katılma ve buna bağlı kanun yoluna başvurma haklarını kullanabilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, 23.09.2014 tarihli gerekçeli kararın Bakanlığa tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın Bakanlık tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanık müdafilerinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; Bakanlık tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK"nın 260. maddesi uyarınca Bakanlığın davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemesi suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi mümkün görülmemiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olmadığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 23.03.2016 tarihli ve 8912-2851 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, 23.09.2014 tarihli gerekçeli kararın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.