Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/669
Karar No: 2019/323

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/669 Esas 2019/323 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2017/669 E.  ,  2019/323 K.

    "İçtihat Metni"


    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza
    Sayısı : 25-93

    Sanık ..."ın çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan TCK"nın 103/2, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.11.2012 tarihli ve 342-298 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 17.11.2015 tarih ve 11254-10706 sayı ile;
    "Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 17.02.2012 tarihli raporu içeriğinde, kendisinde orta derecede zeka geriliği olan mağdurenin, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olmadığı, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamadığı, zeka geriliğinin hekim olmayanlarca anlaşılabileceği ve beyanlarına ancak ana hatlarıyla ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceğinin belirtilmesi mağdurenin beyanlarında özetle, 09.10.2006 tarihinde, sanığın kimlikleri tespit edilemeyen ve soruşturması ayrılan ... ve ...isimli şahıslarla kendisini aynı gün içerisinde İzmir"den alıp önce Uşak’a, oradan Aydın’a oradan da Denizli’ye götürdüklerini, o geceyi Denizli"de geçirdiklerini ve burada sanığın kendisine tecavüz ettiğini anlatmasına rağmen, bu tarihte babası adına kayıtlı olup mağdurenin yanında olduğu anlaşılan 054691……. numaralı hattın 08.10.2006-11.10.2006 tarihlerini kapsayacak şekilde alınan iletişimin tespiti raporları içeriğine göre mağdurenin 09.10.2006 günü saat 07:46 sıralarında İzmir"den hareket edip o günün gecesinden itibaren yoğun iletişim içerisinde olduğu ve ... adına kayıtlı 0544225…. Numaralı hattın kullanıldığı baz istasyonunun bulunduğu Yeni Dörtyol/Aydın bölgesine 11:36 civarında ulaştığı, bu saatten sonra daha önce yoğun iletişimi bulunan ... ile iletişimlerinin kesilmesi nedeniyle buluştuklarının anlaşıldığı, mağdurenin 10.10.2006 günü saat 09:44 civarında hala bu bölgede bulunan baz istasyonunu kullandığı halde 13:28 sıralarında yeniden İzmir’e döndüğünün ve ... adına kayıtlı numara ile görüşmeye başladığının anlaşılması karşısında; ...’ın kimlik bilgilerinin tespiti ile tanık olarak dinlenip 0544225…. numaralı hattın o tarihte kimin kullanımında olduğunun araştırılması ve gerekirse sanığın kullandığı belirtilen 0544567…. numaralı hattın da aynı tarihlere ilişkin baz istasyonlarını gösterecek şekilde HTS raporunun istenerek sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yerel Mahkeme ise 03.03.2016 tarih ve 25-93 sayı ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
    Direnme kararına konu bu hükmün de sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 31.05.2016 tarihli ve 208704 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya, kararına direnilen Daireye gönderilmiş, inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 10.04.2017 tarih ve 8441-1927 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanık hakkında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kamu davası tefrik edilmiş, hırsızlık suçundan verilen beraat hükmü ise temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup inceleme, çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
    1) Yerel Mahkemece verilen ilk hüküm ile direnme kararına konu hükmün mağdurenin vasisine tebliğ edilmesine gerek olup olmadığının,
    2) Dosyada bulunan adli raporlara göre kendisinde bulunan orta derecede zekâ geriliği nedeniyle eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumdaki mağdureye CMK"nın 234/2. maddesi uyarınca vekil atanmasının zorunlu olup olmadığının, zorunlu olduğu sonucuna ulaşılması hâlinde Yerel Mahkemece verilen ilk hüküm ile direnme kararına konu hükmün mağdurenin zorunlu vekiline tebliğ edilmesinin gerekip gerekmediğinin,
    3) 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının,
    Değerlendirilmesi gerekmektedir.
    Kayden 07.07.1989 doğumlu katılan mağdure ... (Er)"ın kovuşturma aşamasının başlangıcında 18 yaşını tamamlamış olduğu,
    Katılan mağdure hakkında Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunca düzenlenen 17.02.2012 tarihli rapora göre; mağdurede orta derecede zekâ geriliği denilen akıl zayıflığı tespit edildiği, hayatının ilk yıllarında başlamış olup ömrü boyunca sürecek olan bu zekâ geriliği nedeniyle olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacağı ve fiile ruhsal yönden mukavemet etmesine mani olacak mahiyet ve derecede olduğu,
    Sanık ..."ın katılan mağdureye karşı çocuğun nitelikli cinsel istismarı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve hırsızlık suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesince 03.07.2008 tarih ve 218-177 sayı ile çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve hırsızlık suçlarından yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Yerel Mahkemeye gönderildiği,
    Yerel Mahkemece yapılan yargılama sırasında talimatla beyanlarına başvurulup “yakınan” sıfatı ile dinlenilen mağdurenin annesi ..., babası ... ve mağdurenin sanıktan şikâyetçi olduklarını beyan ederek kamu davasına katılma talebinde bulundukları, 14.04.2010 tarihli oturumda katılma talepleri kabul edilerek katılan sıfatını aldıkları,
    Yerel Mahkemece 08.11.2012 tarih ve 342-298 sayı ile sanığın hırsızlık suçundan beraatine, çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan ise mahkûmiyetine karar verildiği,
    Yerel Mahkemece katılan anne ... ve baba ..."in yokluklarında verilen 08.11.2012 tarihli karara ilişkin bilinen son adreslerine çıkartılan tebligatların, muhatapların adreslerinden taşınmış olmaları nedeniyle iade edilmesi üzerine, katılanların mernis adreslerine 14.02.2013 tarihinde tebliğ edildiği,
    Mahkûmiyet hükmünün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bozulduğu,
    Yerel Mahkemece bozma kararına direnilerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar verildiği,
    Sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün sadece sanık ve müdafisi tarafından temyiz edildiği,
    Yerel mahkemece Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
    Bozma öncesi ve bozma sonrası yargılamada mağdureye vekil atanmadığı,
    Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden nüfus kayıt örneklerinde yapılan kontrollere göre;
    İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 31.05.2012 kesinleşme tarihli 2012/1334 esas sayılı dosyasında mağdurenin kısıtlanarak annesi ..."in velayetinde bırakıldığı, vasi ..."in 10.03.2014 tarihinde öldüğü,
    İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 27.05.2014 tarihli kararına göre mağdureye Hatice Özaydın"ın vasi olarak atandığı,
    Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin 05.01.2016 kesinleşme tarihli 2015/997 esas sayılı dosyasında, iki yıl süre ile mağdureye vasi olarak eşi Harun Timzan"ın atandığı,
    Güncel nüfus kayıt örneğinde vasi ile ilgili herhangi bir bilginin bulunmadığı,
    Yerel Mahkemece verilen ilk hüküm ile direnme kararına konu hükmün vasi sıfatıyla herhangi bir şahsa tebliğ edildiğine dair dosya içerisinde bir bilgi veya belge olmadığı,
    Anlaşılmaktadır.
    Ön sorunlara ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
    Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa"mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
    Anayasa"nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
    Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa"nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
    Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.) Öte yandan Anayasa"nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa"ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
    Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi", yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16.) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşme"nin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74.)
    Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362.)
    Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612)
    Türkiye"nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlali olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
    Sözleşme"nin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşme"nin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihli ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmî Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
    Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nde yer alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
    Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun"un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
    Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
    Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
    5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
    “1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
    2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
    “Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
    “1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
    2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
    3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    5271 sayılı CMK"nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
    Katılma, ceza muhakemesinde mağduru, suçtan zarar göreni ya da malen sorumlu olanları koruma araçlarından birisidir. Suçun işlenmesiyle mağdur olan ya da suçtan zarar görenlerin katılma hakkını kullanmaya veya kullanmaya devam etmeye zorlanamayacağı açıktır. Bu itibarla mağdur veya suçtan zarar gören kişi kamu davasına katılmak istemeyebileceği gibi, daha sonra bu hakkını kullanmaktan da vazgeçebilecektir. Nitekim CMK"nın 243. maddesinde katılanın vazgeçmesi halinde, katılmanın hükümsüz kalacağı hususu düzenleme altına alınmıştır.
    Katılma hakkı niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardandır. Şahsa sıkı surette bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır. Örneğin; evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinilmeye razı olma gibi… Katılmanın şahsa sıkı surette bağlı bir hak olmasının bir sonucu olarak katılanın ölümüyle katılma hükümsüz kalacaktır. Ancak mirasçıların katılanın haklarını takip etmek üzere davaya katılabilmeleri de mümkündür.
    Katılma konusunda asıl hak sahibi olan kişi suçun mağduru veya suçtan zarar görenin bizzat kendisidir. Fakat bu halde suçun mağduru veya suçtan zarar görenin yaşının küçük ya da malul olması durumunda bu hakkını kullanmasında yani fiil ehliyetinde bir sorun bulunmaktadır.
    Bu aşamada meramını ifade edemeyecek derecede malûl veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olan kişilerin davaya katılma usulünün nasıl olması gerektiği 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun fiil ehliyetsizliğine ilişkin hükümleri çerçevesinde incelenmelidir.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanununun;
    14. maddesi; "Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur",
    15. maddesi; "Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz",
    16. maddesi ise; "Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir" şeklinde düzenlenmiştir.
    Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinde temyiz kudreti kelimesinin karşılığını oluşturan "ayırt etme gücü", 4721 sayılı Medeni Kanunun 13. maddesinde; yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu şeklinde açıklanmıştır. Öğretide genel olarak ayırt etme gücü, “kişilerin makul surette hareket edebilme, fiillerinin sebep ve sonuçlarını idrak edebilme yeteneğine ayırt etme gücü denir” şeklinde tanımlanmaktadır.
    Ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücü ise; kişinin kamu davasına katılma veya katılmamanın doğuracağı hukuki sonuçları algılayıp, makul bir seçimde bulunabilmesidir. Davaya katılma bakımından ayırt etme gücü, mağdurun yaşı ve ayırt etme gücüne etki eden kişisel durumu kadar, mağdura karşı işlendiği iddia olunan suçun özellik ve niteliği ile de ilgilidir.
    Katılmanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardan olması ve Türk Medeni Kanunu"nun anılan hükümleri birlikte gözetildiğinde; suçun mağduru olan kişi, ayırt etme gücüne sahip ise davaya katılma veya katılmama noktasında iradesine bakılacak kişi mağdurun bizzat kendisi olup, gerek kanuni temsilcisinin gerek baroca görevlendirilen vekilin bu konudaki beyanının bir önemi olmayacaktır. Ancak suçun mağduru olan ergin kişi ayırt etme gücüne sahip değil ise, katılma ile ilgili kendisinin iradesinin önemi bulunmamaktadır. Böyle bir halde, katılma konusundaki haklarını onun yerine kanuni temsilcisi kullanabilecektir.
    Yapılan bu açıklamalardan sonra akıl hastası olan ergin kişinin, hangi hâllerde kısıtlanabileceği, başka bir deyişle kanuni temsilinin vasiye ne zaman bırakılacağı da açıklığa kavuşturulmalıdır.
    4721 sayılı TMK"nun 405/1. maddesinde "Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır." ,
    419. maddesinde ise;
    “Vesayet makamı, gecikmeksizin vasi atamakla yükümlüdür.
    Gerek duyulduğunda henüz ergin olmayanların da kısıtlanmasına karar verilebilir; ancak, kısıtlama kararı ergin olduktan sonra sonuç doğurur.
    Kısıtlanan ergin çocuklar kural olarak vesayet altına alınmayıp velâyet altında bırakılır.”
    Hükümleri yer almaktadır.
    Görüldüğü gibi TMK"nın 405. maddesinin ilk fıkrasında kısıtlama sebebi olarak gösterilen sebeplerden akıl hastalığı, kişinin süreklilik gösteren psişik rahatsızlığa duçar olması hali iken, akıl zayıflığı kronik alkol bağımlılığı örneğinde olduğu gibi kişinin yaşam tarzı ile ilgili bir durumdur. Bu madde hükmüne göre ergin kişinin kısıtlanabilmesi için akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, TMK"nın 409/2. maddesi uyarınca resmî sağlık kurulu raporu ile ispatlanmalıdır. Böylece akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olmayan kişilerin vesayet altına alınıp hukuki işlem ehliyetinden yoksun kılınarak suistimal edilmelerinin de önüne geçilecektir. (Ahmet M. Kılıçoğlu, Aile Hukuku, 2. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2016, s. 704)
    Yine TMK"nın 405. maddesinin ilk fıkrasına göre ergin kişinin kısıtlanabilmesi için, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini görememesi veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gerekmesi ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokması gerekmektedir. Başka bir deyişle akıl hastası veya akıl zayıfı olan kişi, işlerini görebiliyorsa yahut korunması ve bakımı için sürekli yardım gerekmiyorsa ya da başkalarını tehlikeye sokmuyorsa kısıtlanamayacaktır.
    Son olarak TMK"nın 419. madde metninde vesayet makamının, gerek duyulması hâlinde gecikmeksizin vasi atamakla yükümlü olduğu ve kısıtlanan ergin çocukların kural olarak vesayet altına alınmayıp velâyet altında bırakılacağı belirtilmiştir.
    Bu koşulların gerçekleşmesi hâlinde hakkında kısıtlama kararı verilen ergin akıl hastası veya akıl zayıfı kişinin hukuksal işlem ehliyeti ortadan kalkacak ve kısıtlama kararı ile birlikte bu kişilerin şahıs ve mal varlıklarının korunması ve yönetilmesi ile temsil edilmesi atanan vasiye geçecektir. (Ahmet M. Kılıçoğlu, Aile Hukuku, 2. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2016, s.707)
    Diğer taraftan bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu"nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
    Uyuşmazlık konusu ile ilgili 6284 sayılı Kanun"un "İhbar" başlıklı "Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür." şeklinde hüküm altına alınan 7. maddesinde ise ihbar yükümlülüğü hususunda daha kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır.
    Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
    6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
    "(1) Bu Kanunda yer alan;
    a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
    ...
    d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
    ...
    ifade eder”,
    “Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
    6284 sayılı Kanun"un ikinci maddesinde Bakanlık ibaresinden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının anlaşılması gerektiği belirtilmiş ise de, 09.07.2018 tarihinde Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ve 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle anılan Bakanlık Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adıyla yeniden düzenlenmiş, 04.08.2018 tarihli ve 30499 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 15 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de adı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
    6284 sayılı Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir" denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
    5271 sayılı CMK"nın “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
    5271 sayılı CMK"nın mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
    "Kovuşturma evresinde;
    1. Duruşmadan haberdar edilme,
    2. Kamu davasına katılma,
    3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
    4. Tanıkların davetini isteme,
    5. Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
    6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
    Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan "duruşmadan haberdar edilme" hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK"nın 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
    Yine CMK"nın 234. maddesinin ikinci fıkrasın da;
    “Mağdur, onsekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilir.” ,
    CMK"nın 239. maddesinin ikinci fıkrasında ise;
    “Mağdur veya suçtan zarar görenin çocuk, sağır ve dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması halinde avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz.”,
    Düzenlemeleri yer almaktadır.
    5271 sayılı CMK’nın getirdiği önemli yeniliklerden birisi de mağdur, şikâyetçiler ve katılanların tıpkı şüpheli ve sanıklar gibi belirli şartlarda baro tarafından görevlendirilen avukatın hukuki yardımından yararlanma haklarına kavuşturulmasıdır. Kanun koyucu esasen 5271 sayılı CMK ile meramını ifade edemeyecek derecede malûl yahut kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olan mağdur veya katılana özel bir önem atfederek haklarını etkin bir şekilde korumak amacıyla, CMK"nın 234/2 ve 239/2. maddeleri ile bu durumda olan mağdur veya katılana istemleri aranmaksızın bir vekil görevlendirileceğini hüküm altına almıştır.
    Anayasa"nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK"nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
    "(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
    (2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
    (3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.
    5271 sayılı CMK"nın kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
    "(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, ayrıntıları yukarıda açıklanan duruşmadan haberdar edilme hakkının kullandırılmaması suretiyle CMK"nın 234. maddesinin ihlal edilmesi durumunda anılan hukuka aykırılığın telafisine imkân sağlamaktadır. Bu emredici düzenleme nedeniyle temyiz mahkemesince, temyiz davasının görülmesine başlamadan önce ilgililerin tümünün davadan ve hükümden haberdar olup olmadığının denetlenmesi, kararı usulüne uygun şekilde öğrenmelerinin sağlanması ve müteakiben inceleme yaparak kanun yoluna başvuru hakkını da içeren adil yargılama ilkesine işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK"nın 260. maddesi uyarınca "katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören" sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK"nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
    Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
    5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 310. maddesi; "Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir" şeklindedir.
    Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
    Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
    Bu bilgiler ışığında ön sorunlara ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasanın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nin 46. maddelerinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunduğu belirtilmektedir.
    Bu itibarla, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK"nın 234. maddesinin 1. fıkrası ve 6284 sayılı Kanun"un 7. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK"nın 35 ve 260. maddeleri uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşılmıştır.
    Öte yandan kovuşturma aşamasında on sekiz yaşından büyük olup dosya içerisinde bulunan adli rapora göre orta derecede zekâ geriliği denilen akıl zayıflığı nedeniyle kendisine yönelik gerçekleştirilen eylemlerin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda bulunan katılan mağdureye CMK"nın 234/2 ve 239/2. maddelerine göre vekil atanması zorunludur. Bu işlemin hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise hükümden sonra mağdureye vekil atanması sağlanarak CMK"nın 35. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gerekçeli karar zorunlu vekile tebliğ edilmelidir. Ancak Yerel Mahkemece mağdureye hem bozma öncesi hem de bozma sonrası yapılan yargılamada zorunlu vekil ataması yapılmamıştır.
    Yine orta derecede zekâ geriliği denilen akıl zayıflığı nedeniyle kendisine yönelik gerçekleştirilen eylemlerin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda bulunan mağdurenin vasisine direnme kararına konu hükmün tebliğ edilmediği anlaşılmıştır.
    Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan tespitler karşısında, davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan Bakanlığın ve mağdurenin vasisinin katılma haklarını, mağdureye atanacak zorunlu vekilin ise temyiz hakkını kullanabilmeleri amacıyla; öncelikle CMK"nın 234/2 ve 239/2. maddeleri uyarınca mağdureye vekil atanması sağlanarak yokluğunda verilen 08.11.2012 ve 03.03.2016 tarihli kararların zorunlu vekile ve Bakanlığa tebliğinin sağlanması,
    Yine Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin 05.01.2016 kesinleşme tarihli 2015/997 esas sayılı dosyasında, iki yıl süre ile mağdureye vasi olarak eşi Harun Timzan"ın atandığı görülmekle Harun Timzan"ın vasilik durumunun devam edip etmediğinin araştırılması, vasililiğinin devam ettiğinin saptanması hâlinde adı geçene, vasiliğinin sona erdiğinin tespit edilmesi durumunda ise tespit edilecek vasisine, vasi atanmamış ise Medenin Kanun"un 405/1. ve 419. maddeleri uyarınca işlem yapılarak vasi atanması sağlanmak suretiyle atanacak vasiye; mağdure vekilinin ilk hükmü temyiz etme imkânı bulunduğu da göz önüne alınarak temyize muvafakat vermesi açısından 08.11.2012 tarihli karar ile vasiye hiç tebliğ edilmeyen 03.03.2016 tarihli kararın tebliğ edilmesi,
    Yukarıda ayrıntıları belirtilen tebliğler yapılarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararların Bakanlık, mağdure vekili veya vasisi tarafından tarafından temyiz edilmemesi durumunda dosyanın Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi; Bakanlık, mağdure vekili veya vasi tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir.
    Bu itibarla dosyanın, öncelikle mağdureye zorunlu vekil atanmasının sağlanarak atanacak vekile, Bakanlığa ve mağdurenin vasisine 08.11.2012 ve 03.03.2016 tarihli gerekçeli kararların tebliğ edilmesi için Yerel Mahkemeye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmiştir.
    Üçüncü uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olmadığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Dosyanın, mağdureye zorunlu vekil atanması sağlanarak atanacak vekile, Bakanlığa ve mağdurenin vasisine, mağdurenin vasisinin bulunmaması hâlinde ise atanacak vasiye Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.11.2012 ve 03.03.2016 tarihli gerekçeli kararların tebliğ edilmesi için Yerel Mahkemeye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle, üçüncü uyuşmazlık bakımından ise oy çokluğuyla karar verilmiştir.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi