
Esas No: 2017/533
Karar No: 2019/320
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/533 Esas 2019/320 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 315-332
Davacı ..."ın, ihaleye fesat karıştırma suçundan beraatine karar verilmesinden sonra, bu suçtan dolayı tutuklulukta kaldığı süre nedeniyle 44.156,26 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminatın davalı ... Hazinesinden tahsili talebiyle açtığı davada, talebin kısmen kabulü ile 7.700,88 TL maddi, 7.000 TL manevi tazminatın tutuklama tarihinden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.12.2012 tarihli ve 257-466 sayılı hükmünün, davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 27.05.2014 tarih ve 2269-12854 sayı ile;
"Manevi tazminat miktarı belirlenirken objektif bir kriter olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre, tutuklama tarihi ile tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar ele geçecek parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun, makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, hükmedilen miktarın bu ölçütlere uymayıp fazla tayini," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 21.10.2014 tarih ve 315-332 sayı ile;
"Manevi zararın "şahsiyet hakkına tecavüz sebebiyle duyulan elem, acı ve ızdırap" olduğu doktrin ve uygulamada kabul gören tanımdır. Manevi tazminat miktarının tespitinde objektif bir ölçüt bulunmamaktadır. Ancak, davacının sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlar da gözetilerek sebepsiz zenginleşme doğurmayacak şekilde hak ve nasafet kurallarına uygun, makul ve makbul bir miktarın tespiti gerekmektedir. Ayrıca, verilen miktar felaketi özendirecek nitelikte de olmamalıdır. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin bozma gerekçesi de aynı hususlara işaret etmektedir. Bozma gerekçesinde yerindelik ilkesine aykırı davranmama anlamında herhangi bir miktar belirlenmemiştir. Somut olayda davacı tutuklu kaldığı 133 gün için 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme bu talebi 1 TL ile 20.000 TL miktar arasında değerlendirecektir. Önceki karar gerekçesinde de Mahkememiz, davacının ekonomik ve sosyal durumunu ön plana çıkarmış, bu meyanda olay tarihlerinde 1950 doğumlu, emekli albay ve yüksek inşaat mühendisi olması, üç çocuğunun bulunması gibi hususlar ile tutuklanmasının haksızlığı, sosyal, ekonomik ve kültürel durumu dikkate alındığında duyduğu elem ve üzüntünün tazmini bakımından ve yine ibraz edilen belgeye istinaden daha sonra 7.500 TL aylık ücretle koordinatör ve danışman olarak çalışmaya başladığının belirlenmesine nazaran sebepsiz zenginleşme sonucunu doğurmayacak şekilde, takdiren 7.000 TL manevi tazminata karar verilmesinin hak ve nasafete uygun olacağı düşünülmüştür. Keza, gerek manevi tazminat miktarlarının belirlenmesinde, gerekse Ceza Muhakemesindeki TCK"nın 61. maddesine göre ceza miktarının belirlenmesinde alt ve üst sınırlar hesabı yapılırken, yargılamayı yapan ilk derece mahkemelerinin uygun gerekçe kapsamında hareket edeceği ve takdirin de olacağı düşünülmüştür.
Mahkememizin önceki kararında tespit edilen manevi tazminat miktarının yerinde olduğu, verilen tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumuna göre takdir edildiği, takdir edilen miktarın sebepsiz zenginleşme oluşturmayacağı, ayrıca miktar olarak felaketi özendirici nitelikte de olmadığı, bu nedenle önceki hükmün bozmaya konu manevi tazminata ilişkin kısmında direnileceği düşünülmüştür.
O hâlde ve dosyada toplanan tüm delillerden;
Her ne kadar davacı, vekili aracılığıyla 20.000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiş ise de davacının tutuklu kaldığı süre, emekli albay ve yüksek inşaat mühendisi olması, 3 çocuğunun bulunması gibi hususlar ile tutuklanmasının haksızlığı, sosyal, ekonomik ve kültürel durumu dikkate alındığında duyduğu elem ve üzüntünün tazmini bakımından sebepsiz zenginleşme sonucunu doğurmayacak şekilde takdiren 7.000 TL manevi tazminata karar verilmesinin hak ve nasafete uygun olacağı, fazlaya ilişkin talebin reddi gerektiği, Mahkememizce bu yönde verilen 14.12.2012 tarihli ve 257-466 sayılı kararda bir isabetsizliğin olmadığı ve manevi tazminata ilişkin hüküm yönünden direnme kararı verilmesi gerektiği hukuki ve vicdani kanaatine varılmıştır." gerekçesiyle manevi tazminat miktarı yönünden bozmaya direnmiş, maddi tazminat yönünden ise bu kısmın Özel Dairece onandığı gerekçesiyle aynı konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18.09.2015 tarihli ve 383932 sayılı “düzeltilerek onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 807-859 sayı ile 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 27.03.2017 tarih ve 35-2430 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat istemine ilişkin davada, manevi tazminatın fazla tayin edilip edilmediğinin belirlenmesine ilişkindir
İncelenen dosya kapsamından;
Yüksek inşaat mühendisi olan davacının, Milli Savunma Bakanlığı İnşaat Emlak Dairesi Başkanı olarak görev yaptığı sırada Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı yenileme inşaatının ihalesine fesat karıştırdığı suçlamasıyla 13.11.2003 tarihinde tutuklanıp 24.03.2004 tarihinde tahliye edildiği, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 26.11.2007 tarih ve 269-330 sayı ile, atılı suçu işlediğine dair mahkûmiyetini gerektirir yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden beraatine karar verildiği, hükmün Yargıtay 4. Ceza Dairesince onanmak suretiyle kesinleştiği,
Davacı vekilinin, 06.07.2012 tarihli dilekçesi ile; tutuklanmadan önce Milli Savunma Bakanlığından emekli olan davacının, tutuklandığı tarihte bir şirketin %50 hissedarı, yönetim kurulu üyesi ve teknik müdürü olduğunu, ayrıca bir şirketler topluluğunun teknik koordinatörlüğünü yaptığını, bu aşamada aylık 3.500 TL maaş aldığını, teknik koordinatörlüğünü yaptığı şirketler topluluğunca kendisine oturması için bir ev tahsis edilip evin kira, elektrik, su, telefon ve ısınma gibi giderlerinin karşılandığını, tutuklanması nedeniyle bu haklarından mahrum kaldığını ve işini kaybettiğini, ortağı olduğu şirket hisselerini devretmek zorunda kaldığını, ayrıca haksız şekilde yüz kızartıcı bir suçtan dolayı tutuklanması nedeniyle işini kaybetmesi, itibar kaybına uğraması, tutuklu kaldığı sürece ailesinden uzak olması, kişilik yapısı bozuk gerçek suçlularla aynı koğuşu paylaşmak zorunda kalması, tutukluluğu ile ilgili haberlerin en yüksek tirajlı gazetelerde haber konusu yapılması gibi nedenlerle ruhsal bunalım geçirdiğini belirterek davacının tutuklu kaldığı süreler nedeniyle 44.156,26 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminatın haksız tutuklama tarihinden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte Maliye Hazinesinden tahsili talebinde bulunduğu, dilekçe ekinde; davacının tutuklandığı tarihte hissedarı olduğu şirketin kuruluş sözleşmesi, tahliye olduktan sonra bu şirketteki hisselerinin tamamını devrettiğine ilişkin devir sözleşmesi, bir şirketler topluluğuyla yapmış olduğu protokol, davacının ihaleye fesat karıştırma suçundan tutuklandığına ilişkin gazetelerde yapılan yayımların örneklerini sunduğu,
Kolluk görevlilerince 06.09.2012 tarihinde düzenlenen sosyal ve ekonomik durum araştırma formunda; davacının 1950 doğumlu, evli, üç çocuklu ve üniversite mezunu olduğu, bir şirkette koordinatör olarak aylık 7.000 TL maaş karşılığında çalıştığı, ayrıca 2.500 TL emekli maaşı aldığı, oturduğu evin kendisine ait olduğu, bunun dışında dört evi ve bir arabasının bulunduğu, eşine bakmakla yükümlü olduğu bilgilerine yer verildiği,
Mali Müşavir bilirkişi tarafından, davacının tutuklu kaldığı günlere tekabül eden kazanç kaybının 7.700,88 TL olarak hesaplandığı,
Anlaşılmaktadır.
466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılacak tazminat davalarının hukukumuza girişi ve hukuki niteliğine değinilmek suretiyle uyuşmazlık sağlıklı bir şekilde çözümlenebilecektir.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası"nda düzenlenmiş, 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir." hükmü yer almıştır.
1961 Anayasası"nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun"un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun"un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası"nda da sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun"un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun"un 18. maddesi ile 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun"un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de 5320 sayılı Kanun"un 6. maddesindeki; “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2)Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden uygulanmaya devam edecektir.
Davaya konu işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun"un 1. maddesi;
“1. Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hâl ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut tutukluluklarının devamına karar verilen;
2. Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen bildirilmeyen;
3. Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan;
4. Hâkim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetlerinden yoksun kılınan;
5. Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmeyen;
6. Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen;
7. Mahkûm olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra sadece para cezasına mahkûm edilen kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir.” hükmünü içermektedir.
Kişilerin suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşmeden önce uygulanan yakalama ve tutuklama gibi koruma tedbirleri, bazen bir kısım zararların meydana gelmesine de neden olabildiğinden, hürriyetten yoksun kalanların haklarının teslim edilmesi amacıyla bu tedbirlerin uygulanması sonucu meydana gelen zararların tazminine yönelik olarak söz konusu düzenleme öngörülmüştür.
466 sayılı Kanun"un 1. maddesinde 7 fıkra hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup bunlardan uyuşmazlığı doğrudan ilgilendiren altıncı fıkrasında; “Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen” kimselerin uğrayacakları her türlü zararların, bu Kanun hükümlerine göre Devletçe ödeneceği belirtilmiştir.
Maddenin ilk beş fıkrası incelendiğinde, tazminatın koşullarının gerçekleşmesi için, gerek kararların verilme aşamasında, gerekse sonrasında yapılan işlemlerde, tutuklama, yakalama veya tutukluluğun devamına ilişkin koşulların bulunmaması, sebepler ve iddialar konusunda yazılı olarak bildirim yükümlülüğüne uyulmaması, yasal süre içerisinde hâkim önüne çıkarılmaması veya süre geçtiği hâlde, hâkim kararı olmaksızın özgürlüğünden yoksun bırakılması, durumundan yakınlarının haberdar edilmemesi gibi hukuka aykırılıklar aranırken, altıncı fıkrada tazminat koşullarının doğması için, tutuklama ve yakalamanın hukuka uygun olarak gerçekleştirilmesi ön koşul olarak aranmıştır. Tutuklama, tutukluluğun devamı veya yakalama kararında, gerek verilişinde gerekse sonradan yapılması gereken işlemler yönünden hukuka aykırılıklar bulunması halinde eylemin tazminatı gerektirip gerektirmediği, altıncı fıkra kapsamında değil, ilk beş fıkra kapsamında değerlendirilecektir.
Altıncı fıkra uyarınca tazminat hakkının doğması için, yapılan işlemin başlangıçta hukuka uygun olması, daha sonra verilen kovuşturmaya yer olmadığına veya beraat kararı ile yapılan işlem veya verilen kararın tamamen veya kısmen haksız hâle dönüşmesi gerekmektedir. Burada başlangıçta verilen kararlar veya işlemlerde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamakta, yakalama ve tutuklama tamamen hukukun öngördüğü ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Kanun koyucu, hukuk devleti olmanın gereği olarak, fertlerin başlangıçta hukuka uygun bir şekilde özgürlüklerinin kısıtlanmasının daha sonra verilen kararlarla özü itibarıyla haksız bir hâle geldiğini kabul ederek, zararlarının tazminini kabul etmiştir.
Görüldüğü gibi, hukuka uygun bir şekilde yakalanan veya tutuklanan kişinin, 466 sayılı Kanun"un 1. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca tazminata hak kazanabilmesi için, hakkında son soruşturmanın açılmasına veya kovuşturma yapılmasına yer olmadığına veyahut beraatine veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yeterlidir. Kanun koyucu sonradan verilen ve kesinleşen bu kararlarla zararın gerçekleştiğini başkaca hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek kalmaksızın kabul etmiş, hâkime zararın doğup doğmadığını belirlemek yönünde herhangi bir takdir ve değerlendirme yetkisi tanımamıştır. Fıkrada hâkime tanınan yetki, kanun koyucu tarafından doğduğu varsayılan zararın hak ve nasafet kurallarına uygun olarak belirlenmesinden ibarettir.
Maddi tazminat ile davacının malvarlığında meydana gelen somut bir azalma ya da kazanç kaybı, ödediği avukatlık ücreti gibi masrafların karşılanması amaçlanırken, manevi tazminat kişinin sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden mahrum kalması nedeniyle duyduğu elem, keder, ızdırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir.
Bu aşamada uyuşmazlık konusuyla ilgisi nedeniyle manevi tazminatın belirlenme yöntemi üzerinde de durulması gerekmektedir.
Manevi zararın tümüyle giderilmesi imkânsız ise de belirlenecek manevi tazminat kişinin acı ve ızdıraplarının dindirilmesinde, sıkıntılarının azaltılmasında etken olacaktır. Bu nedenle manevi tazminata hükmedilirken kişinin ceza infaz kurumunda kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, tutuklamanın şahıs üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşır bir miktar olmasına özen gösterilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
1950 doğumlu, evli, üç çocuklu ve yüksek inşaat mühendisi olan, albay rütbesiyle Milli Savunma Bakanlığı İnşaat Emlak Dairesi Başkanı olarak görev yaptığı sırada ihaleye fesat karıştırdığı suçlamasıyla 13.11.2003 tarihinde tutuklanıp bu suçtan 132 gün tutuklu kalan, tutuklandığı tarihte bir şirketin yönetim kurulu üyeliği ve teknik müdürlüğü ayrıca bir şirketler topluluğunun teknik koordinatörlüğünü yapan davacının, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, ceza infaz kurumunda kaldığı süre, tutuklandığı olayın davacının adı ve görevi de belirtilerek basında yer alması nedeniyle geniş kitlelerce öğrenilmesi ve tutuklamanın üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler göz önüne alındığında, davacı lehine hükmolunan manevi tazminat miktarının makul olduğu ve bu itibarla Yerel Mahkemenin bu konudaki direnme gerekçesinin isabetli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Ancak, davaya konu işlem tarihi itibarıyla 466 sayılı Kanun hükümlerine göre tazminata hükmedilmesi gerektiğinden, Yerel Mahkemece hüküm fıkrasında CMK"nın 141 ve 142. maddeleri uyarınca tazminata hükmedildiğinin belirtilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Öte yandan Yerel Mahkemece, 14.12.2012 tarihli ilk kararda hükmedilen maddi tazminata ilişkin kısmın Özel Dairece onandığı gerekçesiyle davacının maddi tazminat talebi yönünden bir karar verilmemiş ise de ilk hükmün Özel Dairece, manevi tazminat miktarının fazla belirlenmesi isabetsizliğinden bozulması ve maddi tazminata ilişkin kısmın açıkça onanmaması nedeniyle bu kısım kesinleşmiş sayılmayacağından, bozma sonrası maddi tazminat konusunda da karar verilmesi gerekmekte olup bu konuda Mahkemesince karar verilmesi mümkün görülmüştür.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin davacı lehine hükmolunan manevi tazminat miktarına ilişkin direnme gerekçesinin isabetli olduğuna, ancak direnme kararına konu hükmün, hüküm fıkrasından "CMK 141-142. maddesi" ibaresinin çıkarılması ve yerine "466 sayılı Kanun hükümleri" ibaresinin yazılması suretiyle ve davacının maddi tazminat talebi yönünden Mahkemesince karar verilmesinin mümkün olduğu açıklamasıyla düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
Davacı lehine hükmolunan manevi tazminat miktarının isabetli olduğuna ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; "1950 doğumlu, evli, üç çocuklu, üniversite mezunu olan, Milli Savunma Bakanlığından emekli olup tutuklandığı tarihte bir şirketin yönetim kurulu üyeliği ve teknik müdürlüğü ayrıca bir şirketler topluluğunun teknik koordinatörlüğünü yapan, ihaleye fesat karıştırma suçundan 132 gün tutuklu kalan davacının, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, ceza infaz kurumunda kaldığı süre, tutuklamanın üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler ve haksız tutukluluğun gerçekleştiği tarihteki paranın satınalma gücü de göz önüne alındığında, davacı lehine hükmolunan 7.000 TL manevi tazminatın makul olmayıp fazla olduğu" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle Özel Dairenin manevi tazminata ilişkin bozmasının isabetli olduğu yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.10.2014 tarihli ve 315-332 sayılı direnme kararına konu hükmündeki, davacı lehine hükmolunan manevi tazminatın miktarına ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Direnme kararına konu hükmün, davaya konu işlem tarihi itibarıyla 466 sayılı Kanun hükümlerine göre tazminata hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, hüküm fıkrasında CMK"nın 141 ve 142. maddeleri uyarınca tazminata hükmedildiğinin belirtilmesi isabetsizliğinden 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu durumun aynı Kanun"un 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından "CMK 141-142. maddesi" ibaresinin çıkarılıp yerine "466 sayılı Kanun hükümleri" ibaresinin yazılması suretiyle ve "Yerel Mahkemece, 14.12.2012 tarihli ilk kararda hükmedilen maddi tazminata ilişkin kısmın Özel Dairece onandığı gerekçesiyle davacının maddi tazminat talebi yönünden bir karar verilmemiş ise de ilk hükmün Özel Dairece, manevi tazminat miktarının fazla belirlenmesi isabetsizliğinden bozulması ve maddi tazminata ilişkin kısmın açıkça onanmaması nedeniyle bu kısım kesinleşmiş sayılmayacağından, bozma sonrası maddi tazminat konusunda da karar verilmesi gerekmekte olup bu konuda Mahkemesince karar verilmesi mümkün görülmüştür." açıklamasıyla DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, davacı lehine hükmolunan manevi tazminat miktarının isabetli olup olmadığı yönünden 02.04.2019 tarihinde yapılan birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 16.04.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla, diğer yönlerden 16.04.2019 tarihinde yapılan birinci müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.