Esas No: 2017/1388
Karar No: 2021/599
Karar Tarihi: 20.05.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1388 Esas 2021/599 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; ev hanımı olan müvekkillerinin ailelerinin geçimini sağlamak için bir temizlik şirketinde çalışmaya başladıklarını, kendilerine verilen görevi yapmak üzere şirket tarafından davalının evinde temizlik işinde çalışmak üzere görevlendirildiklerini, davalının, evinde bir torba içerisindeki yirmi civarında çeyrek altının kaybolduğu iddiası ile müvekkilleri hakkında şikâyetçi olması nedeniyle Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/8586 soruşturma sayılı dosyası ile hırsızlık suçundan yapılan soruşturmada müvekkilleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, soruşturma ve kendilerine yüklenen itham nedeniyle kişilik haklarına saldırı gerçekleştiğini, manevi olarak büyük sıkıntıya düştüklerini, bu itham nedeni ile çalıştıkları şirketten kendilerine iş verilmediğini, gelirlerinden olduklarını belirterek her biri için ayrı ayrı 10.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacıların bu davayı haksız ve kötü niyetli olarak açtıklarını, dava dilekçesindeki hususların gerçeği yansıtmadığını, haksız kazanç elde etme çabasında olduklarını, müvekkilinin altınlarının çalındığını, bu yüzden anayasal şikâyet hakkını kullandığını, suçluların cezalandırılmasını talep ettiğini, kimseyi kötüleme niyetinin ve kimseye iftira atma kastının olmadığını, müvekkilinin eşiyle birlikte yalnız yaşadığını, tüm akrabalarının başka yerde bulunduğunu, olay tarihinde de yurt dışından gelip herhangi bir misafirinin olmadığını, evine sadece temizlik için davacıların geldiğini, davacıların iki kişi olmalarından dolayı aynı anda ikisini takip edemediğini, müvekkilinin temizlik işi yapılırken davacılar ile sohbet edip durumlarına üzüldüğünü, davacılara “cep telefonunuzu verin de bir dahaki temizliğe sizi çağırayım, şirket sizden para kesmesin” dediğini, davacıların cep telefonu numaralarını vermediklerini, ihtiyaç olursa şirket aracılığıyla ulaşabileceğini söylediklerini, şikâyet dilekçesinde de davacıların adı, soyadı ve telefon numarasının bildirilmediğini, şikâyet üzerine davacıların işten atıldıkları iddialarının gerçek dışı olduğunu, altınların kaybolmasından sonra şirket yetkilisini aradıklarını, şirket yetkilisinin cevaben "olayın meydana geldiği tarihten itibaren adı geçen şahısların işe gelmediklerini, telefona cevap vermediklerini, bu olaydan dolayı kendilerin de şüphelendiklerini" bildirdiğini, tüm bu şüphe, olgu ve olaylar üzerine Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına 26.03.2012 tarihinde şikâyet dilekçesi verildiğini, ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hırsızlık olayının sabit kabul edilerek faili meçhul olarak kayıtlara geçtiğini, davacılar hakkında şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, işveren Asil Temizlik Firmasından davacıların özlük dosyaları temin edildiğinde işçilerin ne zaman işten çıktıklarının anlaşılacağını ve şikâyetten sonra işten ayrılmadıklarının ortaya çıkacağını, şüpheli sıfatıyla ifade vermenin küçük düşürücü bir olay olmadığını, davacıların kötü niyetli olduklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.07.2014 tarihli ve 2012/636 E., 2014/198 K. sayılı kararı ile; davalının normal şartlarda her insan gibi evine giren yabancılardan şüphelenmesinin hayatın olağan akışına uygun olduğu ve davacılar dışında eve giren yabancıların da bulunduğu, evin uzun süre boş kalması sonrasında denetim yapmayan davalının altınlarının davacıların temizlik işçisi olarak eve gelmelerinden önce de alınmış olabileceği ya da beyaz eşya ve mobilya için gelenlerden de şüphelenilmesi gerektiği, soruşturma sırasında sadece davacıları itham etmesinin hak arama özgürlüğünün yasal sınırları içinde kalan şikâyet kapsamında değerlendirilemeyeceği, nitekim davacılar hakkındaki iddialarının ciddi bulunmayarak ceza davası açılmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacı ... için 2.500TL, davacı ... için 2.500TL olmak üzere toplam 5.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 23.11.2015 tarihli ve 2014/16230 E., 2015/13401 K. sayılı kararı ile;
"…Şikâyet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda; davalının davacıları evine temizlik yapmaları için davet ettiği, ancak davacıların çalıştıkları temizlik firmasının aracı olduğu anlaşılmaktadır. Davalı altınların kaybolduğunu fark edince ilk olarak firma yetkilisini aramış, yetkilinin "...ben de onlardan şüpheleniyorum, kendilerini arıyorum, bana cevap vermiyorlar... git şikâyet et, ben ne yapabilirim ki ..." şeklindeki sözleri üzerine davacılar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Davalı tarafından savcılığa verilen şikâyet dilekçesinde davaya konu eylem dışında saldırı teşkil edecek isnatlar da yoktur. Şu halde; davalıyı şikâyetçi olmaya yönlendiren emare ve olgular mevcut olup şikâyet hakkı yasal sınırlar dâhilinde kullanıldığından davanın tümden reddi gerekirken, kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamış ve kararın bozulması gerekmiştir." gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.04.2016 tarihli ve 2016/36 E., 2016/139 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalının şikâyet hakkını yasal sınırlar içerisinde kullanıp kullanmadığı, şikâyeti haklı kılacak emare ve olguların bulunup bulunmadığı, şikâyet dilekçesinde kullanılan ifadelerin hak arama özgürlüğü ile iddia ve savunma dokunulmazlığı sınırlarını aşıp aşmadığı; buradan varılacak sonuca göre davacıların kişilik haklarına saldırının söz konusu olup olmadığı ve davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2), bedensel zarar ve ölüme neden olma [Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun:
24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
25. maddesinde;
“Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.
Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.
Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.
Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.
Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.”
Hükümleri bulunmaktadır.
17. Dava konusu şikâyet dilekçesinin verildiği tarihte yürürlükte bulunan mülga BK"nın 49. maddesinde;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
Hükmü yer almaktadır.
18. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 58. maddesinde ise;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
Hükmü bulunmaktadır.
19. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
20. Görüldüğü üzere TMK’nın 24. maddesi ile BK’nın 49 ve TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
21. Bu aşamada “hak arama hürriyeti” ve “iddia ve savunma dokunulmazlığı” kavramlarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
22. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa), “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Anayasa’nın 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
24. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa’nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19.02.2019, § 45-46).
25. Anayasa’nın ve TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurular ile bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, başvuru veya dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak başvuru veya dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan iddialarda bulunulmasında veya yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış olur.
26. Hak arama özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olan şikâyet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilebilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikâyet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir, oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Fakat kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
27. Şikâyet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikâyet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının tespitinde bakılacak unsur şikâyet hakkının amaca uygun olarak kullanılmış olmasıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan şikâyet ve ihbar, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmışsa amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bu hak öz çıkarın korunması yerine başkasını zarara uğratmak için kullanılmışsa artık hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Başkasını zarara uğratmak için bir hakkın kullanımı iyiniyet kurallarına aykırıdır.
28. Şikâyet hakkı amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan şikâyet veya ihbar hukuka aykırı davranış niteliğindedir.
29. Şikâyet hakkının kötüye kullanıldığından söz edebilmek için ihbar veya şikâyetin karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zarara uğratmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut şikâyet konusu hakkında delil ve emare olmadığı hâlde şikâyetin yapılmış olması gerekir.
30. Bu nedenle ihbar veya şikâyetin temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı deliller ile desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli delil olması zorunlu değildir.
31. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikâyet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikâyet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
32. Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
33. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacıların bir temizlik firmasına bağlı olarak çalıştıkları, davalının davacıları evine temizlik işi için çağırdığı, davalının evindeki altınların kaybolması üzerine temizlik firmasını aradığı, daha sonra 26.03.2012 tarihli dilekçesi ile davacılar ve şirket yetkilileri hakkında şikâyette bulunduğu, Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda kamu davası açılması için yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bunun üzerine davacıların haksız şikâyet nedeniyle manevi zarara uğradıklarını iddia ederek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
34. Davacıların davalının evine temizlik firması aracılığıyla temizlik işi için geldikleri, davalının altınlarının kaybolması üzerine temizlik firmasını aradıkları, firma yetkilisinin de ‘‘…ben de onlardan şüpheleniyorum, kendilerini arıyorum, bana cevap vermiyorlar, git şikâyet et, ben ne yapabilirim’’ demesi üzerine dava dışı eşi ile suç duyurusunda bulundukları, 29.03.2012 tarihli polis tutanağında olay yerinde yapılan incelemede altınların kaybolduğu yerde herhangi bir zorlama, kırık ve ezilmenin olmadığının bildirildiği, ayrıca şikâyet dilekçesinde şüpheli olarak doğrudan davacıların adlarının gösterilmediği, Delta Grup Asil Temizlik Şirketinin gösterildiği, dilekçede olayın nasıl gerçekleştiği anlatıldıktan sonra temizlik firmasının zararlarını gidermemesi üzerine şikâyetçi olduklarının bildirildiği, davalının sırf davacılara zarar vermek kastıyla şikâyet ettiğine ilişkin delil bulunmadığı, dilekçede kullanılan ifadelerin davacıları küçük düşürme amacı taşımadığı, hak arama özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, davalının davacılardan şüphelenmesinin hayatın olağan akışına uygun olduğu, şikâyetin hukuken korunması gereken bazı emarelere dayandığı ve yasal sınırlar içinde kalarak kullanıldığı, bu nedenlerle davacıların kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği sonucuna varılmaktadır.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; hak arama özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı, şikâyet için yeterli emare olmadığı, bu nedenle davacılar lehine tazminat verilmesi ve direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
36. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
37. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 20.05.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.