10. Hukuk Dairesi 2015/467 E. , 2016/5692 K.
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı vasisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-) İş davalarına bakmak üzere ayrı özel mahkeme bulunmayan yerlerde davanın genel mahkemelerde, "özel mahkeme sıfatıyla bakıldığı belirtilmek suretiyle" görülmesi gerekmektedir. Mahkemece, gerekçeli karar başlığında davaya "İş Mahkemesi Sıfatıyla” bakıldığının belirtilmemiş olması isabetsizdir.
2-) Dava; 25.06.2007 tarihinde davalının haksız fiili sonucu ölen Bağ-Kur sigortalısının, hak sahiplerine Kurumca bağlanan ölüm aylığının ilk peşin değeri 67.423,33 TL ile ödenen 234,93 TL cenaze yardımının tahsili istemine ilişkin olup, Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 39. maddesinde; “Üçüncü bir kişinin kastı nedeniyle malül veya vazife malülü olan sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine, bu Kanun uyarınca bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için Kurum zarara sebep olan üçüncü kişilere rücu edilir” düzenlemesi getirilmiş ise de, söz konusu düzenlemenin anılan kanunda, yürürlüğü öncesinde gerçekleşen olaylardan kaynaklanan rücuan tazminat davalarında uygulanmasına olanak veren bir düzenleme bulunmadığı ve genel olarak Kanunların geriye yürümemesi kuralı karşısında, davanın yasal dayanağı 1479 sayılı Kanunun 63. maddesidir.
Anılan madde kapsamında Bağ-Kur’a tanınan rücu hakkı halefiyet esasına dayanmayan, kanundan doğan bağımsız rücu hakkı niteliğindedir. 63. madde de “yapılan yardımların ilk peşin değeri için Kurum rücu eder” dendiğine göre yasanın buyurucu nitelikte olan bu hükmünün aksine, kural olarak ilk peşin değerin altında bir rücu alacağına hükmolunamaz. Ancak, suç sayılır eylemi saptanan üçüncü kişinin kusur oranı nedeniyle bir indirim yapılabilir.
Davaya konu somut olayda, davalının, kasten adam öldürme suçundan cezalandırılmasına yönelik ... Ceza Mahkemesinin 08.01.2008 tarih ve 2007/175 Esas ve 2008/5 Karar sayılı kararında, sanığın (davalının) atılı kasten adam öldürme suçunu
sigortalıdan kaynaklanan haksız tahrik altında işlediğinden bahisle cezasından 5237 sayılı Yasanın 29. maddesi uyarınca indirim yapıldığı, anılan kararın Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 23.12.2010 tarih ve 2008/10137 Esas ve 2010/8337 Karar sayılı ilamı ile onanmak suretiyle kesinleştiği anlaşılmıştır.
Hukuk mahkemelerinin, ceza mahkemelerinden verilen kararlarla ne ölçüde bağlı oldukları konusu, olay tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun 53. maddesinde belirlenen genel hükümlerde açıklanmış olup, buna göre hukuk hakimi, “...kusurun mevcut olup olmadığına...” karar verebilmek için “...Ceza Hukukunun mesuliyetine dair hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinden verilen beraat kararıyla mukayyet değildir....”
Bundan ayrı olarak “... kusurun taktiri ve zarar miktarının tayini hususunda da...” hukuk hakimi ceza mahkemesi kararı ile bağlı değildir. Bu hükümden çıkan genel sonuç; hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen “hükümlülük kararı ile bağlı olmasıdır. Şüphe yoktur ki; bu karar “kesin nitelikte” bir karar olması gerekir. Hal böyle olunca halledilmesi gereken sorun; bağlılığın kapsamının ne olması gerekeceğidir. Başka bir anlatımla ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, öncelikle maddi olguların saptanması, bu olgulara bağlı olarak suç teşkil eden bir fiilin yada kusurlu hareketin var olup olmadığı, varsa kusurun derecesi ve bunun sonucunda doğan zararın miktarının ne olduğu söz konusudur. Saptanacak maddi olgulara göre ceza mahkemesince kusurun varlığı kabul edildiğinde “bu kusurun” suç teşkil edip etmeyeceğinin taktirinin, Ceza Hukukunun mesuliyete ilişkin esas ve ilkeleriyle yapılabileceği ortadadır.
Diğer taraftan saptanacak her kusurlu hareketin hukuki yönden suç teşkil ettiği de söylenemez. Giderek, Ceza Hukuku yönünden suç teşkil etmeyen “kusur” halinin genel anlamda Medeni Hukuk yönünden sorumluluğu gerektirebileceği de açıktır. Bu nedenle; hukuk hakiminin “...kusur mevcut olup olmadığına ...” karar verebilmesi için ceza hükmü ile bağlı olmayacağı ilkesinin sebebi ortadadır. Bu ilkenin tabii sonucu olarak da kusur derecesinin takdiri ve bundan doğacak “... zarar miktarının tayini...” hususlarında da hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağı ilkesinin nedeni yasada kabul edildiği şekilde açıktır.
Ne var ki; ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal bir kararla saptanmış olması gerçeğinin hukuk hakimini de bağlaması gerekir. Bu hal; Kamunun yargıya olan güvenin korunmasının bir gereği olduğu gibi, söz konusu Borçlar Kanununun 53.maddesinde öngörülen kuralında doğal bir sonucudur. Nitekim bu husus, Yargıtayın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de kabul edilmiş bulunmaktadır. Şu halde hukuk hakimi ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir.
5237 sayılı Kanun"un 29. maddesi haksız tahrik indirimini düzenlemiş olup, "Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırleştırılmış müebbet hapis cezası yerine, onsekiz yıldan yirmi dört yıla, veya müebbet hapis cezası yerine, oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadar indirilir" hükmünü içermektedir.
Davalının mahkûmiyetine ilişkin ... Ceza Mahkemesinin anılan ilamında; davalının, kasten adam öldürme eyleminin cezası sigortalıdan kaynaklanan haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi ile müebbet hapis cezasından 15 yıla indirilmiştir.
Mahkemece, 1479 sayılı Kanunun, "Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında kurum sigortalı veya haksahiplerine gerekli bütün yardımları yapar. Ancak kurum yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere istihdam edenlere ve diğer sorumlulara rücu eder." şeklindeki 63. maddesi gereğince Kurum zararının tamamının talep edildiği dosyada, talebin tamamına hükmedildiği, böylece davalının %100 kusurlu kabul edildiği belirgin olup, yapılan değerlendirmenin somut durumun özellikleri ile örtüşmediği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında, Mahkemece; haksız tahrik hükümlerinin uygulanması sonucu davalının cezasından indirim yapılması hususunun, Borçlar Kanunu"nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini de bağlar nitelikte kesinleşmiş maddi olgu halini aldığı, kurumun rücu hakkının, kanundan doğan kendine özgü ve bağımsız rücu hakkı niteliğinde olması nedeniyle, tahrik indirim hadlerinin Türk Ceza Kanununun 29. maddesinde 1/4 ile 3/4 arasında olduğu, müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası öngörüldüğü, asgari hadden ceza verilmesi halinin %75 indirim oranına, üst hadden ceza verilmesi halinin ise, %25 indirim oranına karşılık geldiği gözetilerek, rücu alacağından Borçlar Kanununun 43 ve 44. maddelerine göre indirim yapılarak, orantı kurma yöntemi ile 15 yıl hapis cezasının asgari ve azami had arasında hangi indirim oranına isabet edeceği tespit edilip, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde indirim yapılmaksızın alacağın tümünün tahsiline karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
3-) Rücuan tazminat davalarında faiz başlangıcı bağlanan gelir yönünden tahsis onay tarihi olduğu halde, aylık ödemelerinin başladığı tarihten itibaren faiz işletilmesi, yerinde değildir.
O halde, davalı vasisinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, 14.04.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.