3. Hukuk Dairesi 2013/5990 E. , 2013/7887 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı vekili dilekçesinde; Valilik makamının 24.02.2009 tarih ve 2373 sayılı olurlarına istinaden kurulan inceleme komisyonunun 07.10.2010 tarihli raporunda, 15.09.2005 ila 28.02.2009 tarihleri arasında Merkezi Nüfus İşletim Sisteminde (MERNİS) ölü olduğu halde Aile Hekimliği Bilgi Sisteminden (AHBS) silinmemiş ölü kayıtlar nedeniyle aile hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına mevzuatta öngörülmediği halde ödeme yapıldığı, bunun da kamu zararına sebebiyet verdiğinin tespit edildiğini ileri sürerek; aile hekimi olarak görev yapan davalıdan, fazla olarak ödenen 4.534,28 TL asıl alacak ve 1.342,17 TL faiz olmak üzere toplam 5.876,45 TL nin faiz hesabının yapıldığı 30.11.2010 tarihinden itibaren asıl alacağa işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava dilekçesinde yer alan iddialar dikkate alındığında davacının talebinin davalının görevini gereği gibi yerine getirmemek suretiyle sebep olduğu zararın tazminine yönelik olduğunun anlaşıldığını, haksız fiilden kaynaklanan tazminat taleplerinde zamanaşımı süresinin, zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren bir yıl olup davacının gerek faili ve gerekse zararı 07.10.2010 tarihinde öğrendiğini, buna göre davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, öte yandan davanın sebepsiz zenginleşmeye dayalı iade talebinden ibaret olduğunun kabulü halinde ise BK. nun 66. maddesindeki düzenleme karşısında, iade talep eden tarafından iadeyi talep etmeye hakkı olduğunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde açılmadığı anlaşılan davanın yine zamanaşımı nedeniyle redde mahkûm olduğunu, ayrıca fazla yapıldığı iddia edilen ödemede müvekkilinin herhangi bir kusurunun bulunmadığını, zira Aile Hekimliği Bilgi Sistemi ve kullanılan programda başlangıçta aile hekimleri için kapalı tutulan ölü kişiyi silme butonunun ancak 2008 yılının sonlarında aktif hale getirildiğini savunarak; davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece; sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak davalarının BK. nun 66. maddesi uyarınca bir yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerektiği, bir yıllık sürenin ise davacı kamu idaresinin alacakta haklı olduğunu öğrendiği 07.10.2010 tarihli tazmin raporu ile başladığı, sebepsiz zenginleşmeye dayalı bu davanın ise bir yıllık sürenin geçmesinden sonra 22.05.2012 tarihinde açıldığı gerekçe gösterilerek; davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, aile hekimi olan davalıya fazladan yapıldığı ileri sürülen ödemenin istirdadı istemine ilişkindir.
Bilindiği üzere, borç ilişkilerini düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (ve mülga 818 sayılı Borçlar Kanununda) borcun kaynakları; sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme olarak gösterilmiştir.
Yerel mahkeme, temyize konu edilen kararında, davanın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre çözümlenmesi ve zamanaşımı süre ve başlangıcının buna göre belirlenmesi gerektiğini kabul etmiştir.
Bu bağlamda öncelikle, sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukuki işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanmasında yarar vardır.
Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun konuya ilişkin 77 ve devamı maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.
Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.
Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni ise, tam aksine, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir.
Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, yani tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve dolayısıyla sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez.
Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece malvarlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.
Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez.
Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir.
Yukarıda değinilen ilkeler, Hukuk Genel Kurulu"nun 13.06.2007 gün ve E:2007/18-330, K:350 sayılı kararında da benimsenmiş olup, sözleşme niteliğindeki yüklenme senedinden kaynaklanan uyuşmazlıkta, fazla ödenen paranın geri alınmasının sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu"nun 06.01.1968 gün ve E:1966/T-1728 K:6 sayılı kararında da, feshedildiği ileri sürülen bir sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın, sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi ve zamanaşımının da buna göre belirlenmesi gerektiği kabul edilmiştir (Aynı yöndeki diğer kararlar için bakınız: Hukuk Genel Kurulu"nun 09.02.2005 gün ve E:2005/11-20, K:2005/34; 17.02.2010 gün ve E:2010/13-93, K:2010/88; 15.12.2010 gün ve E:2010/13-618, K:2010/668 sayılı ilamları).
Bu açıklamalardan sonra aile hekimliği ile ilgili yasal düzenlemenin irdelenmesinde yarar vardır:
Aile hekimliği uygulamasına geçiş süreci esaslarını belirleyen ve 09.12.2004 tarih ve 25665 sayılı Resmi Gazete"de yayınlanarak yürürlüğe giren Aile Hekimliği Kanunu’nun “Personelin Statüsü ve Mali Haklar” başlıklı 3. maddesi; “...; Bakanlık veya diğer kamu kurum veya kuruluşları personeli olan uzman tabip, tabip ve aile sağlığı elemanı olarak çalıştırılacak sağlık personelini, kendilerinin talebi ve kurumlarının veya Bakanlığın muvafakati üzerine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın, sözleşmeli olarak çalıştırmaya veya bu nitelikteki Bakanlık personelini aile hekimliği uygulamaları için görevlendirmeye veya aile hekimliği uzmanlık eğitimi veren kurumlarla sözleşme yapmaya yetkilidir.
Aile sağlığı elemanları, aile hekimi tarafından belirlenen ve ... tarafından uygun görülen, kurumlarınca da muvafakati verilen Bakanlık veya diğer kamu kurum ve kuruluşları personeli arasından seçilir ve bunlar sözleşmeli olarak çalıştırılır. Bu suretle eleman temin edilememesi halinde, ..., personelini bu hizmetler için görevlendirebilir.” hükümlerini ihtiva etmektedir.
Görüldüğü üzere, ...; uzman hekim ve hekimleri, sözleşme yaparak veya görevlendirme yoluyla aile hekimi olarak çalıştırmaya yetkilidir.
Şu durumda, uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulması için; davalı aile hekiminin, mevcut kadrosunda sözleşmeli olarak mı, yoksa görevlendirme ile çalışmakta olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Ne var ki, mahkemece; bu yönde bir araştırma yapılmadan davanın esası hakkında hüküm tesis edilme yoluna gidilmiştir.
Hal böyle olunca, mahkemece; öncelikle davalı aile hekiminin, davaya konu edilen dönemde sözleşmeli olarak mı, yoksa görevlendirme ile hizmet verdiğinin açıklığa kavuşturulması, ondan sonra borcun kaynağının sözleşmeye mi yoksa sebepsiz zenginleşmeye mi dayalı olduğunun ve buna bağlı olarak zamanaşımı süresinin ve başlangıcının belirlenmesi suretiyle ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 13.05.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.