Esas No: 2017/2959
Karar No: 2021/580
Karar Tarihi: 18.05.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2959 Esas 2021/580 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda verilen davanın kısmen kabulüne dair karar taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca usulden bozulmuştur.
2. Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararından sonra Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen davanın esastan reddine dair karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 250. maddesi kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığını, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen arama kararı doğrultusunda Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapan davalının makam odasında yaptığı arama sırasında müvekkiline hitaben “Ne yaptığınızın farkında değilsiniz herhalde”, “Kesinlikle eşkıya gibi davranıyorsunuz”, “Hayır, hayır yani bu eşkıya kılıçla silahla olmaz yani eşkıyanın değişik şeyleri var”, “Bu karar da eşkıyalık öyle anlaşılıyor”, “Bu kadar ahlaksız bu kadar hukuk dışı bir şeyi nasıl yapabiliyorsunuz” şeklinde sözler söylediğini, ayrıca davalının İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt’a ve müvekkiline karşı bir komplo hazırladığını ve bunu hayata geçirmeye çalıştığını, davalının “X” ve “Y” kod adlı muhbirlere asılsız ve hukuka aykırı ifadede bulunmaları karşılığında baskı kurduğunu, menfaat vaadinde bulunduğunu, davalının eylemini tam olarak hayata geçiremeden durumun tespit edildiğini ve gerçeklerin ortaya çıkarıldığını, yaşanan olaylar nedeni ile müvekkilinin kişilik haklarının saldırıya uğradığını, mesleki onur ve şerefinin zedelendiğini ileri sürerek, 100.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 05.10.2012 tarihli dilekçesi ile taleplerini 50.000TL kişilik hakkına saldırı nedeni ile 50.000TL de komplo nedeni ile manevi tazminat olarak açıklamıştır.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tazminata konu olayın basına yansımasına bizzat davacının yol açtığını, yaşanan olayların tamamında sorumluluğunun bulunduğunu, davacı hakkında şikayette bulunduklarını, yapılan soruşturma sonucunda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından 18.02.2010 tarihinde davacının yetkilerinin kaldırıldığını, bu husustaki tebligatın davacıya saat 16:17’de yapıldığı açıklanmış olmasına rağmen, davacının delil çuvallarını karıştırdığını gördüklerini, saat 16:13’te bir dilekçe vererek, belgelerin korunmaya alınmasını istediklerini, saat 18:39’da yetkisi kaldırılmış olduğu hâlde yine delil çuvallarını karıştırdığını bildirdiklerini, sonrasında ise davacının yeni atanan Cumhuriyet Başsavcı vekilinden habersiz, 63 sayfalık yetkisizlik kararı yazarak ve üzerine bir gün önceki tarihi atarak dosyayı kaçırırcasına İstanbul’a gönderdiğini, tahliye dilekçelerinin işlemsiz kaldığını, açıkça ve ağır biçimde yasaya aykırı olan bu uygulamalara karşı müvekkilinin söylediği sözlerin son derece masum bir eleştiriden ibaret olduğu gibi arama görüntüleri davacı tarafından servis edildiğine göre, davacının iddia ettiği zarara da kendisi sebebiyet vererek bir çeşit rıza gösterdiğini, talep ettiği tazminatlar ile zengin olmayı amaçladığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Görevsizlik Kararı:
6. Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.05.2011 tarihli ve 2010/308 E., 2011/151 K. sayılı kararı ile; davalı Cumhuriyet savcısı hakkında görevi sırasında ve görevi kapsamında yaptığı işlemler nedeniyle açılmış olan manevi tazminat davasının görüleceği mahkemenin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten sonra Yargıtay 4. Hukuk Dairesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
7. Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararına karşı süresi içinde davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.10.2011 tarihli ve 2011/9328 E., 2011/10078 K. sayılı kararı ile onama kararı verilmiş, davacı vekili süresinde verdiği dilekçe ile dosyanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmesini talep etmiştir.
Özel Dairenin Birinci Kararı:
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11.02.2014 tarihli ve 2013/30 E., 2014/7 K. sayılı kararı ile; “…DAVA: Dava dilekçesinde, davacı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi"nin verdiği karara dayalı olarak, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan davalının makamında arama yapıldığı; arama sırasında davalının: "Ne yaptığınızın farkında değilsiniz herhalde.Kesinlikle eşkiya gibi davranıyorsunuz; hayır hayır yani bu eşkiya kılıçla silahla olmaz, yani eşkiyanın değişik şeyleri var: Bu karar, bu kararda eşkiyalık öyle anlaşılıyor; bu kadar ahlaksız, bu kadar hukuk dışı bir şeyi nasıl yapabiliyorsunuz" ifadeleriyle davacıya hakaret ettiği; bu sözlerin, basın yayın organlarında yer aldığı; ayrıca, davalı tarafından yönlendirilen iki muhbirin, baskı ve menfaat karşılığında davacı aleyhinde gerçek dışı ifadeler vermesinin sağlandığı; ancak, kurulan komplonun engellendiği ileri sürülerek; 100.000,00-TL manevi tazminata hükmedilmesi ve yasal faiz yürütülmesi, talep olunmuştur.
CEVAP: Cevap dilekçesinde, davacının yetkilerinin HSYK tarafından kaldırıldığı; dava konusu sözlerin, ağır ve yasaya aykırı uygulamalara karşı söylenildiği; eleştiri niteliğinde bulunduğu, savunulmuştur.
GEREKÇE: Dava, haksız eylem sonucu kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Başlangıçta Erzurum 2.Asliye Hukuk Mahkemesi"nde açılan davada görevsizlik kararı verilmiş; kesinleşen karar üzerine, süresi içinde gönderme isteminde bulunulmuş ve dairemiz tarafından dosya ilk derece mahkemesi sıfatıyla incelenmiştir.
Yargılama aşamasında yürürlüğe giren 6110 sayılı Yasa ile değişik 2802 sayılı Yasa"nın 93/A maddesi ile 6100 sayılı HMK"nun 46 ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca; dava, Hazine"ye yöneltilmiş; davalı olarak gösterilen Cumhuriyet Başsavcısı, ihbar olunan sıfatı ile yargılamada yer almıştır.
Davalı Hazine vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde: Dava şartlarının gerçekleşmediği ve sorumluluk koşullarının da oluşmadığı savunulmuştur.
Davacı vekili tarafından sunulan 05/12/2012 günlü dilekçede, dava konusu edilen her bir eylem nedeniyle 50.000,00-TL manevi tazminat isteminde bulunulduğu belirtilmiştir.
Yargılamanın 16/04/2013 günlü oturumunda,hakaret oluşturduğu ileri sürülen sözlere dayalı olarak açılan dava, eylem görevi nedeniyle veya görevinden dolayı değil, şüpheli sıfatıyla işlendiğinden kişisel eylem niteliğinde değerlendirilmiş; bu bakımdan, Hazine"nin taraf sıfatı bulunmadığı benimsenmiş; ayırma kararı verilerek, davalı sıfatıyla ... hakkında hüküm oluşturulmuştur.
Esasında, kişisel eylem nedeniyle manevi tazminat davasına bakma görevi, yasa değişikliğinden önce her iki talebin (kişisel kusura dayalı ve C.Başsavcısı"nın hukuki sorumluluğu) birlikte açıldığı Erzurum 2.Asliye Hukuk Mahkemesi"nindir. Ne var ki, başlangıçta, yerel mahkemenin her iki eylem nedeniyle kısmen kabul kararı, belirtilen yasa değişikliği nedeniyle tefrik edilmeksizin Dairemizce görev yönünden bozulmuştur. Yerel mahkemece bozmaya uyularak görevsizlik kararı verilmiştir. HUMK.nun 440/III-3 maddesi uyarınca Yargıtayın görevsizliğe ilişkin kararları bağlayıcıdır, karar düzeltme istenemez. Bu yüzden tefrik edilen dosya yerel mahkemeye gönderilmemiş, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Dairemizde görülmüştür.
Taraflar arasında, dava konusu sözlerin söylenildiği hususu çekişmesizdir. Sorun, bu ifadelerin kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.
Mahkeme kararına dayalı olarak yapılan adli işlem nedeniyle, görevli Cumhuriyet Savcısı"na yöneltilen sözlerin söylenilmesinde bir gereklilik bulunmamaktadır. Eleştiri veya sitem olarak da değerlendirilemez. Şu durumda, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Bu nedenlerle hukuka aykırılık benimsenmiştir.
Manevi tazminat miktarının takdirinde, hukuka aykırılığın niteliği ve derecesi ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları gözetilmek suretiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1-Davanın kısmen kabulü ile 5.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ..."den alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine…” oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Kararın Temyizi:
9. Özel Dairenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
Hukuk Genel Kurulu Kararı:
10. Hukuk Genel Kurulunun 04.05.2016 tarihli ve 2014/4-1054 E., 2016/566 K. sayılı kararı ile; “…Dava, kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, 20.05.2010 harç tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen arama kararı doğrultusunda özel yetkili Cumhuriyet Savcısı olarak, davalının Erzincan’daki makam odasında arama yaptığını, arama sırasında davalının sergilemiş olduğu hukuka aykırı eylem ve söylemler nedeni ile müvekkilinin kişilik hakları zedelendiğini ve manen zarar gördüğünü ayrıca davalının İliç Savcısına ve müvekkiline karşı bir komplo hazırladığını ve bunu hayata geçirmeye çalıştığını, davalının X ve Y kod adı altında muhbirlere asılsız ve hukuka aykırı ifade de bulunmaları karşılığında baskı kurduğunu, bir takım menfaat vaadinde bulunduğunu, davalının eyleminin tam olarak hayata geçiremeden tespit edildiğini ve gerçeklerin ortaya çıkarıldığını, konu hakkındaki soruşturma dosya ve evraklarının eklendiğini iddia ederek 50.000 TL kişilik hakkına saldırı nedeni ile 50.000 TL de komplo nedeni ile manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Özel Dairece, “davanın kısmen kabulüne” karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
ÖNSORUN
İşin esasına geçilmeden önce, 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı CMK 141. maddesine eklenen 3. ve 4. fıkraların görev bakımından eldeki davaya etkileri tartışılmıştır.
Ön sorun tartışılmadan önce mevzuat ve davanın muhakeme süreci hakkında kısaca bilgi verilmelidir.
6100 sayılı HMK 23. maddesinin ilgili bölümü;
“İnceleme usulü ve sonucu
MADDE 23- (1)…
(2) … kanun yolu incelemesi sonucunda kesinleşen göreve veya yetkiye ilişkin kararlar, davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar.”
şeklindedir.
Buna göre kanun yolu incelemesi sonunda onanarak kesinleşen görevsizlik kararları davaya ondan sonra bakacak mahkemelerin görevsizlik karar vermesine engeldir.
Somut olaya gelindiğinde; dava, 26.05.2010 tarihinde komplo kurmak ve kişilik haklarına saldırı iddiaları ile Erzurum Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmıştır.
Erzurum Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, her iki iddia hakkında görevsizlik kararı verilmiş, temyiz istemi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.10.2011 gün ve 2011/9328 Esas, 2011/10078 Karar sayılı ilamı ile karar onanmıştır. Süresinde talepte bulunulmuş ve dosya görevli Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
Mevcut bu durum dikkat alındığında ilk derece mahkemesince verilen ve kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşen görevsizlik kararı ondan sonra davaya bakan mahkemeleri bağlayacağına göre, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin görevli olduğu kabul edilmiştir.
Ayrıca, 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı CMK 141. maddesine eklenen 3. ve 4. fıkralarına bakıldığında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine ağır ceza mahkemesinde açılabileceği düzenlenmiştir. Kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı eldeki davada ise suç soruşturması yapan bir Cumhuriyet savcısının eyleminin haksız fiil olduğu olgusuna değil, suç soruşturması yapan bir Cumhuriyet savcısına karşı yapılan bir haksız fiil olgusuna dayanılmaktadır. Davalının 5271 sayılı CMK141/3 fıkrasına giren ve dava konusu edilen eylemi zaten eldeki davadan ayrılmıştır.
Eldeki dava kişisel kusura dayalı açılan ve asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gereken bir dava ise de yukarıda açılandığı üzere 6100 sayılı HMK’nın 23/2. maddesi gereğince kanun yolundan geçerek kesinleşen bir görevsizlik kararı bulunması karşısında Yarıgtay 4. Hukuk Dairesinin görevli olduğu oybirliği ile kabul edilmiştir.
İşin esası incelenmeden önce tartışılan bir diğer sorun da temyiz sebepleri arasında yer alan hakimlerin reddi talebinin usulüne uygun şekilde incelenmediği iddiası olmuştur.
Hemen ifade edilmelidir ki, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi eldeki dosyayı temyiz mahkemesi sıfatı ile değil, 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi gereğince ilk derece mahkemesi sıfatı ile incelemektedir. Bu nedenle ileri sürülen usul itirazlarının yürürlükteki 6100 sayılı HMK hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gereklidir ki, öncelikle 6100 sayılı HMK’nın hakimin ret sebeplerini incelenmesine dair usul hakkında bilgi verilmelidir.
6100 sayılı HMK’nın 36. maddesinde ret sebepleri, 38. maddesinde ise ret usulü düzenlenmiştir. HMK’nın 36. maddedeki ret sebeplerine dayanılarak 38. maddeye uygun bir şekilde ret isteminde bulunulması halinde ret isteminin incelenmesi usulü aynı Kanun’un 40. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili madde şu şekildedir;
“Ret talebini incelemeye yetkili merci
MADDE 40- (1) Hâkimin reddi talebi, reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece incelenir.
(2) Reddedilen hâkimin katılmamasından dolayı mahkeme toplanamıyor ya da mahkeme tek hâkimden oluşuyor ise ret talebi, o yerde asliye hukuk hâkimliği görevini yapan diğer mahkeme veya hâkim tarafından incelenir. O yerde, asliye hukuk hâkimliği görevi tek hâkim tarafından yerine getiriliyorsa, o hâkim hakkındaki ret talebi, asliye ceza hâkimi varsa onun tarafından, yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir.
…
(4) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi talebi, reddedilen başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu dairece karara bağlanır. Hukuk dairelerinin toplanmasını engelleyecek şekildeki toplu ret talepleri dinlenmez.”
Buna göre Özel Daire ilk derece mahkemesi sıfatı ile görev yaptığına göre, ret talebi öncelikle reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup olduğu Özel Dairece incelenmelidir. Reddedilen hâkimin katılmamasından dolayı mahkeme (Özel Daire) toplanamıyor ise ret talebi, o yerde ilk derece mahkemesi sıfatı ile görev yapan diğer Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından incelenmelidir.
Somut olaya gelindiğinde; ihbar olunan ... vekili 04.12.2012 tarihli celsede sunduğu 04.12.2012 tarihli ret dilekçesi ile muhakeme sırasında Dairenin altı üyesini reddetmiştir. Dilekçe üzerine HMK’nın 38/5. maddesi gereğince işlem yapılmak üzere ara karar alınmış, takip eden celse de ise “İhbar olunan ... Dairemizin altı üyesi reddedilmiş ise de Dairemiz başkan ve dokuz üyeden oluşmakta olup, Yargıtay Kanunu’nun 39. maddesine göre Daire toplantılarını engelleyen toplu ret istemleri dinlenemeyeceği” gerekçesi ile önceki ara kararından vazgeçilerek ret isteminin oyçokluğu ile reddine karar verilmiştir.
Karşı görüşte olanlar ise “davaya temyiz mahkemesi sıfatıyla değil ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakıldığından reddi hakim talebi hakkında Yargıtay Kanunu değil 6100 sayılı HMK hükümlerinin uygulanması gerektiği ve HMK’nın 38 ve devamı maddeleri hükmüne göre de ret talebinin mercii tarafından incelenmesi gerektiği” şeklinde karşı görüş bildirmişlerdir.
11.06.2013 tarihinde bu kez davalı ... vekili olarak verilen ikinci ret dilekçesi yine aynı gerekçeler ve oyçokluğu ile reddedilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ilk derece mahkemesi sıfatı ile yargılama yaptığına göre ret talebinin 6100 sayılı HMK hükümleri çerçevesinde incelenmesi gereklidir. Bu kapsamda ret talebi öncelikle reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup Özel Dairece incelenmeli, reddedilen hâkimin katılmamasından dolayı mahkeme (Özel Daire) toplanamıyor ise ret talebi, o yerde ilk derece mahkemesi sıfatı ile görev yapan diğer Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından incelenmelidir.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan ve işin esasının incelenmesini görüşünde olan üyelerden bir kısmı; temyiz hükümleri yürürlükte bulunan 1086 sayılı HMUK 428/4 maddesinde “usulü muhakameye muhalefet edilmesi” bir bozma nedeni sayılmış ise de, bu neden ile bozma yapılabilmesi için aynı Kanun’un 428/son fıkrasının şartlarının da oluşması gerektiğini, olayımızda ret nedenlerinin geçerli olup olmadığı bir yana, bunun usulen bozma yapılmasının reddedilen Daire üyelerinin karardan sonra başka dairelerde görevlendirilmiş olması da dikkate alındığında sonuca etkili olmadığını, buna yönelik temyiz talebinin işin esası hakkında kurulacak kararda karşılanması gerektiğini bu nedenle işin esasına girilmesini savunmuşlarıdır.
Azınlıkta kalan üyelerden bir kısmının savunduğu görüş ise 6100 sayılı HMK’nın 40/son maddesinin Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi talebini düzenlediğini, benzer düzenlemenin Yargıtay Kanunu 39. maddesinde de yer aldığını, gerek 6100 sayılı HMK"nın 40/son ve gerekse Yargıtay Kanunu’nun 39. maddesine göre toplu mahkemelerde toplu ret taleplerinin dinlenmeyeceğinin düzenlediği, ilk derece mahkemelerinde toplu ret istemine dair bir düzenlemenin 6100 sayılı HMK’nın 40. maddesinde düzenlenmediğine göre Yargıtay Kanunu’nun 39. maddesinin gerekçede kullanılmasının doğru olduğu, bu nedenle işin esasının incelenmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Kurul çoğunluğunca, ret talebinin usulüne uygun bir şekilde incelenmeden esas hakkında karar verilmesinin işin esasını temelden sakatlayacağı, öncelikle ret talebinin usulüne göre incelenip karara bağlandıktan sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Bu nedenle Özel Daire kararının bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç: Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere; davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin tüm davalı vekilinin yukarıda belirtilen neden haricindeki diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer olmadığına…” oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Kararı:
11. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28.03.2017 tarihli ve 2016/69 E., 2017/17 K. sayılı kararı ile; “…DAVA : Dava dilekçesinde özetle, davacı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi"nin verdiği karara dayalı olarak, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan davalının makamında arama yapıldığı; arama sırasında davalının: "Ne yaptığınızın farkında değilsiniz herhalde. Kesinlikle eşkiya gibi davranıyorsunuz; hayır, hayır yani bu eşkiya kılıçla silahla olmaz, yani eşkiyanın değişik şeyleri var: Bu karar, bu kararda eşkiyalık öyle anlaşılıyor; bu kadar ahlaksız, bu kadar hukuk dışı bir şeyi nasıl yapabiliyorsunuz" ifadeleriyle davacıya hakaret ettiği; bu sözlerin, basın yayın organlarında yer aldığı; ayrıca, davalı tarafından yönlendirilen iki muhbirin, baskı ve menfaat karşılığında davacı aleyhinde gerçek dışı ifadeler vermesinin sağlandığı; ancak, kurulan komplonun engellendiği ileri sürülerek; 100.000,00-TL manevi tazminata hükmedilmesi ve yasal faiz yürütülmesi, talep olunmuştur.
CEVAP: Cevap dilekçesinde, davacının yetkilerinin HSYK tarafından kaldırıldığı; dava konusu sözlerin, ağır ve yasaya aykırı uygulamalara karşı söylenildiği; eleştiri niteliğinde bulunduğu, savunulmuştur.
GEREKÇE: Dava, haksız eylem sonucu kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Başlangıçta Erzurum 2.Asliye Hukuk Mahkemesi"nde açılan davada görevsizlik kararı verilmiş; kesinleşen karar üzerine, süresi içinde gönderme isteminde bulunulmuş ve Dairemiz tarafından dosya ilk derece mahkemesi sıfatıyla incelenmiştir.
Yargılamanın 16/04/2013 günlü oturumunda, hakaret oluşturduğu ileri sürülen sözlere dayalı olarak açılan davada, eylem görevi nedeniyle veya görevinden dolayı değil, şüpheli sıfatıyla işlendiğinden kişisel eylem niteliğinde değerlendirilmiş; bu bakımdan, Hazine"nin taraf sıfatı bulunmadığı benimsenmiş; ayırma kararı verilerek, davalı sıfatıyla ... hakkında hüküm oluşturulmuştur.
Esasında, kişisel eylem nedeniyle manevi tazminat davasına bakma görevi, yasa değişikliğinden önce her iki talebin (kişisel kusura dayalı ve C.Başsavcısı"nın hukuki sorumluluğu) birlikte açıldığı Erzurum 2. Asliye Hukuk Mahkemesi"nindir. Ne var ki, başlangıçta, yerel mahkemenin her iki eylem nedeniyle kısmen kabul kararı, belirtilen yasa değişikliği nedeniyle tefrik edilmeksizin Dairemizce görev yönünden bozulmuştur. Yerel mahkemece bozmaya uyularak görevsizlik kararı verilmiştir. HUMK"nun 440/III-3 maddesi uyarınca Yargıtayın görevsizliğe ilişkin kararları bağlayıcıdır, karar düzeltme istenemez. Bu yüzden tefrik edilen dosya yerel mahkemeye gönderilmemiş, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Dairemizde görülmüştür.
Dairemizin ilk derece sıfatıyla verilen 11.02.2014 tarihli davanın kısmen kabulüne yönelik ilamı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.05.2016 tarihli ilamıyla bozulmuş, Dairemizce usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
Taraflar arasında, dava konusu sözlerin söylenildiği hususu çekişmesizdir. Sorun, bu ifadelerin kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.
Davalı Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaparken makam odasının aranacağı ve kendisinin gözaltına alınacağı bilgisinin verilmesi üzerine bu sözleri sarfetmiştir. Bunun üzerine HSYK"ya hakkında şikayet dilekçesi verilmiştir.
HSYK 2. Dairesi"nin 13/09/2012 tarihli kararında belirtildiği üzere davacının bu sözleri içinde bulunduğu alışılmadık duruma yönelik eleştiri ve sitem mahiyetinde görüldüğü için kendisine disiplin yönünden ceza tayinine yer olmadığı kararı verilmiştir. Gerçekten davalının sözleri eleştiri ve sitem üzerine kuruludur. Bu nedenle de davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı kabul edilerek davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda gösterilen nedenlerle;
1-Davanın esastan REDDİNE…” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi:
12. Özel Dairenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
II. GEREKÇE
13. Öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
14. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için kanunlar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
15. Bunlar; kişilik değerlerinin zedelenmesi Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24, isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2), bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
16. TMK’nın 24. maddesi ile olay tarihinde yürürlükte bulunan ve uygulanması gereken mülga 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
17. TMK’nın 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
18. Dava konusu olayın gerçekleştiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan mülga Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.
19. TMK’nın 24 ve mülga BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
20. Görüldüğü üzere mülga BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
21. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
22. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
23. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
24. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
25. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
26. AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
27. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
28. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlâl edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukukî normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
29. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 09.03.2021 tarihli ve 2017/4-1408 E., 2021/231 K.; 04.02.2021 tarihli ve 2017/4-1479 E., 2021/32 K.; 23.06.2020 tarihli ve 2017/4-1406 E., 2020/449 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
30. Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) göre “…yargının devletin temel kurumlarından olması nedeniyle, ciddi temelden yoksun ve ağır şekilde zarar veren saldırılar haricinde hâkimler ve savcılar kabul edilebilir sınırlar içinde genel nitelikte eleştiriler yanında şahsen de eleştiri konusu yapılabilirler..” (Emin Aydın (2) kararı, Başvuru No: 2013/3178, 25.06.20159). Burada hâkim ve savcılara yönelik kullanılan ifadenin hakaret içerikli veya küçük düşürücü olup olmadığı dikkate alınmaktadır. Ayrıca kullanılan ifadelerin herhangi bir tartışma bağlamında dile getirilmiş olup olmadığı veya keyfi bir kişisel saldırı niteliğinde olup olmadığı değerlendirilmelidir (Karan, U.: İfade Özgürlüğü, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2, 2018, s. 12, 13).
31. Somut olayda; dosya içeriğine göre davacının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcısı, davalının ise Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptığı 17.02.2010 tarihinde, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla makam odasında yapılan arama sırasında davalının davacıya hitaben “Ne yaptığınızın farkında değilsiniz herhalde”, “Kesinlikle eşkıya gibi davranıyorsunuz”, “Hayır, hayır yani bu eşkıya kılıçla silahla olmaz yani eşkıyanın değişik şeyleri var”, “Bu karar da eşkıyalık öyle anlaşılıyor”, “Bu kadar ahlaksız bu kadar hukuk dışı bir şeyi nasıl yapabiliyorsunuz” sözlerini söylediği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
32. Bu noktada değerlendirilmesi gereken husus, söylenen sözlerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığıdır.
33. Öncelikle belirtmek gerekir ki; davalı, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaparken makam odasının aranacağı ve gözaltı işlemi uygulanacağı bilgisinin verilmesi üzerine belirtilen sözleri söylemiştir. Dosya kapsamı ve olayın gelişimi birlikte değerlendirildiğinde, kullanılan ifadeler alışılmadık duruma yönelik söylendiği gibi keyfi bir kişisel saldırı niteliği de taşımamaktadır. Bu anlamda olmak üzere, davalının söylediği sözlerin, yapılan işlemin hukuka aykırılığını vurgulama amaçlı, eleştiri ve sitem mahiyetinde olduğu kabul edilmiştir.
34. Bu itibarla; dava konusu edilen sözlerin, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
35. O hâlde, Özel Dairece verilen davanın esastan reddine ilişkin karar usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir.
III. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.05.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.