Yanlar arasında görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın,reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemin ilişkindir.
Mahkemece, mevcut delil durumuna göre iddianın ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının, Muris H.."nin dava konusu 134, 227, 317, 326, 439, 449, 476 ve 561 parsel sayılı taşınmazları mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak oğlu olan davalı S.."e satış suretiyle devrettiği iddasıyla eldeki davayı açtığı, yargılama sırasında dava konusu 561,449, 439 ve 476 parsel sayılı taşınmazlar hakkındaki davasından feragat ettiği, murisin 13.08.2006 tarihinde öldüğü ve geride mirasçı olarak davacı ve davalı oğlu ile dava dışı çocukları O.., A.., B.., M.., H.. ve Ş.."in kaldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanununun 706, Türk Borçlar Kanununun 237 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince, 24.02.2009 günlü oturumda davacı vekilinin delil listesi sunduğu, celse sırasında sunulduğu için hakim havalesi taşımadığı, ancak dosyaya yine havalesiz ikinci bir delil listesinin girdiği, her iki dilekçede bildirilen tanık isimlerinin değişik olduğu, davacı tarafın tanıklarının davalının hazır olmadığı keşif sırasında dinlenildiği, keşiften sonraki oturumda davalının ikinci delil listesi verilmesine karşı çıktığı, davacının da 01.10.2009 günlü oturumda ilk delil listesindeki tanıklarının tehdit altında olduğu gerekçesiyle dinlenmesinden vazgeçtiği sabittir.
Bilindiği gibi, 1086 sayılı Yasanın 274., 6100 sayılı Yasanın 240. maddelerinde düzenlendiği üzere, istisnalar dışında, ikinci tanık listesi verilmesine yasal olanak yoktur.
Her ne kadar davacı vekili, birinci tanık listesinden vazgeçtiği şeklinde beyanda bulunmuş ise de davalının karşı çıkması üzerine son celse birinci listedeki tanıklarını dinletmek istediğini belirtmiştir.
Öte yandan, davacı vekilinin vekaletnamesinde tanık dinletmekten vazgeçme yetkisi de bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, hangi tanık listesinin birinci tanık listesi olduğunun açıklığa kavuşturulması ile listedeki tanıkların dinlenmek suretiyle muvazaa iddiasının yukarıdaki ilkeler uyarınca değerlendirilerek ve davacının feragat ettiği taşınmazlar da dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davacı tarafın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.