Esas No: 2020/3757
Karar No: 2022/978
Karar Tarihi: 26.01.2022
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2020/3757 Esas 2022/978 Karar Sayılı İlamı
4. Hukuk Dairesi 2020/3757 E. , 2022/978 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili ile davalı vekili tarafından talep edilmiş, davacı vekilince duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 14/12/2021 Salı günü davacılar vekili Av. ... ile davalı vekili ... geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan tarafların vekilleri dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar vekili; davalı ... Partisi Genel Başkanı ...'nun 28/11/2017 tarihinde partisinin TBMM grup toplantısında müvekkillerini hedef alan gerçek dışı ithamlar isnat eden bir konuşma yaptığını, davalının konuşmasındaki iddiaların gerçekle ilgisinin bulunmadığını, müvekkillerinin, vergi kaçırmak için yurt dışına milyonlarca dolar göndermediklerini, bunu ispat ettiği söylenilen belgelerin sahte olduğunu, bahse konu sahte ve asılsız belgelerin, davalı tarafça, bir medya kuruluşuyla ya da herhangi bir savcılık makamıyla da paylaşılmadığını, sahte banka dekontlarının kameraya sallandığını ancak gösterilmediğini, müvekkillerinin zan altında bırakıldığını, davalının elinde salladığı belgelerle iftiralarını ispat ettiğini söyleyip, "Ben ispat ettim. Şimdi söyle bakalım alçak kim?" diyerek, müvekkiline alenen "alçak" yakıştırmasında bulunarak hakaret ettiğini, davalının açıkça müvekkiline mesnetsiz olgular sunarak, bunlar doğrultusunda hareket etmezse "haysiyetsiz" olacağını söylediğini, yine davalının, müvekkili ... için "Sen ne yerlisin ne millisin sen gayri millisin" diyerek bulunduğu makamı hedef aldığını, davalının sarfettiği sözlerin televizyon, gazete ve diğer yayın araçları aracılığı ile halkın büyük bir kısmına ulaştığını, müvekkillerinin aşağılanması, toplum önünde küçük düşürülmesi ve yıpratılmasının hedeflendiğini, davalının hukuka aykırı eylemi nedeniyle müvekkillerinin kişilik haklarının zedelendiğini belirterek, müvekkili ... için 500.000,00 TL, diğer müvekkilleri için ise ayrı ayrı 200.000,00’er TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 28/11/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin konuşmasında hakaret kapsamlı tek bir söz dahi bulunmadığını, konuşmadaki tüm olguların gerçek ve ispat edilebilir olduğunu, ülkeyi yöneten siyasiler ve yakınları ile ilgili bu tür olguların tartışılması ve eleştirel
değerlendirmeye tabi tutulmasında kamu yararı bulunduğunu, müvekkilinin iddialarının dayanağının banka dekontları ve swift belgeleri olduğunu, bu belgelerin basın mensupları ve kamuoyuyla paylaşıldığını, konuşmada geçen olguların çoğunun görünür gerçeklik kapsamında kaldığını, Anayasa'nın 26. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10/2. maddesine göre müvekkilinin konuşmasının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, siyasetçilere ve yakınlarına yönelik eleştiri sınırları, özel kişilere nazaran daha geniş olup, TMK'nın 24. maddesi uyarınca, şahsiyet hakkının, hukuka aykırı bir şekilde saldırıya uğraması koşulunun gerçekleşmediğini, müvekkilinin açıklamalarının, kamuyu bilgilendirmeye yönelik, delillerle destekli, tamamen gerçeklere dayalı, güncel konulara ilişkin olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davalının, davacılar hakkındaki iddialarının tamamen gerçek dışı olduğu, yurt dışına herhangi bir para gönderilmediği hususunun sabit olduğu gerekçesiyle haksız fiile dayalı davanın kısmen kabulüne, davacılardan ... için 110.000,00 TL, ... için 15.000,00 TL, ... için 17.000,00 TL, ... için 25.000,00 TL, ... için 20.000,00 TL, ... için 10.000,00 TL manevi tazminatın 28/11/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacılara verilmesine karar verilmiş; karara karşı davacılar vekili ve davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, davalı tarafın hakimin reddi talebinde bulunmuş olduğu, reddi hakim talebinin HMK’nın 41-b maddesi gereğince geri çevrilmesinin hatalı olduğu, ilk derece mahkemesince hakimin reddi talebinin HMK'nın 36,38,40 ve 42. maddeleri çerçevesinde incelenip yasada düzenlenen prosedür tamamlanmadan davanın esası hakkında karar verilmiş olmasının doğru görülmediği, yine ilk derece mahkemesi tarafından davalının sosyal ve ekonomik durumunun araştırılması için kolluğa yazı yazılmış olduğu, yazılan yazının cevabı gelmeden ve tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için taraflara söz verildikten sonra tahkikatın bittiği taraflara tefhim edilmeden, doğrudan sözlü yargılama aşamasına geçilerek, HMK'nın 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiği ve değinilen yasal düzenlemeler gözardı edilerek karar verildiği gerekçesiyle davalının istinafının usulen kabulüyle, HMK'nın 353/1-a maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, dosyanın yeniden yargılama yapılarak karar verilmek üzere mahkemesine gönderilmesine, kararın kaldırılma sebebine göre, davalı vekilinin sair istinaf itirazları ile davacılar vekilinin istinaf itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiş; ilk derece mahkemesi tarafından bölge adliye mahkemesi kararında değinilen hususlarda yeniden inceleme yapılarak yargılamaya devam edilmiştir.
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davalının, davacı ...’ın yakınlarının, yurtdışına para göndererek malvarlığını aklama suçunu işlediklerini iddia ettiği, ancak bu hususu ispat edemeyerek davacıyı toplum önünde küçük düşürdüğü gibi davacıya iftira mahiyetinde ithamlarda bulunduğu, davalının konuşmasında, davacı ...'a "haysiyetli adamsan" ve "ben ispat ettim söyle bakalım alçak kim" diyerek hakaret ettiği, davalının davacı ...’a "milli değilsin" diyerek hitap etmesinin de Cumhurbaşkanlığı makamını temsil eden kişiye karşı küçük
düşürücü nitelikte olduğu, yine davalının davacılardan ..., ..., ..., ... ve ...’a yönelik malvarlığını aklama suçunu işledikleri iddiasının da davacıların manevi şahsında ağır bir incinmeye sebep olacağı, davalı tarafından davacılara karşı kullanılan sözlerin, ifade özgürlüğü ve eleştiri sınırlarını aşan ve davacıları toplum önünde küçük düşürmeye yönelik mahiyette olduğu, davalı tarafından davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu hususunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne davacılardan ... için 110.000,00 TL, ... için 15.000,00 TL, ... için 17.000,00 TL, ... için 25.000,00 TL, ... için 20.000,00 TL, ... için 10.000,00 TL manevi tazminatın 28/11/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacılara verilmesine karar verilmiş; karara karşı davacılar vekili ve davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, davalının partisinin 28/11/2017 tarihli TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmayla davacıları hedef aldığı, davacı ...’ın yakınları tarafından yurt dışına para gönderildiği ve kaçakçılık yapıldığının iddia edildiği ancak bunun doğru olmadığı hususunun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/200649 esas sayılı dosyasında yapılan soruşturmayla sabit olduğu, yine davalının davacılara yönelik hakaret içerikli sözler söylediği, davalı tarafından yapılan asılsız ithamların haksız fiil niteliği taşıdığı, siyasi kişiliklerin iddia ve ithamlarında daha özenli davranması gerektiği, iddiaların gerçekliğini araştırmadan beyanda bulunmalarının kabul edilemeyeceği, iftira niteliğindeki ifadeler ile davalının yasama dokunulmazlığı sınırlarını aştığı ve davacıların katlanması gereken ağır eleştiri niteliğini aşan, olgu isnadına varan mahiyette olduğu, davalının davaya konu konuşmasında sarf ettiği sözlerin, ifade özgürlüğü ya da eleştiri sınırları içerisinde değerlendirilemeyeceği ve davacıların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği, davalının haksız eylem niteliğindeki sözleri nedeniyle davacılar yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği, ilk derece mahkemesince davanın kısmen kabul edilip manevi tazminata hükmedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle tarafların istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacılar vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacılardan ..., ..., ..., ... ve ...’ın temyiz itirazları ile davalının davacılardan ..., ..., ..., ... ve ...’a yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından; 28/11/2017 tarihinde davalının TBMM’de partisinin grup toplantısında bir konuşma yaptığı, söz konusu konuşmada ... Adası devletinde bulunan ... Limited şirketine 2011 ve 2012 yıllarında davacılardan ...'ın yakını olan diğer davacıları kastederek para transferinde bulunduklarını, elinde buna ilişkin swift mesajları ve banka dekontlarının bulunduğunu iddia ettiği, davalının bu iddiaları kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada ... Limited şirketi yetkilisi ...’ın müşteki, ... Partisi Genel Başkan Yardımcısı ...'ın ihbar eden olduğu, dosyamız davacılarından ..., ..., ..., ... ve ...’ın ise şüpheliler arasında
yer aldığı, şüphelilerin ... Adasında bulunan ... Limited şirketinin yurt dışında bulunan hesabına veya yurt dışında bulunan başkaca bir hesaba para gönderdiklerine dair herhangi bir dekont veya belgenin, ... Partisi tarafından Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilmediği, Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı tarafından yapılan araştırma ile ... Bankası tarafından şüphelilere ait hesaplarda yapılan inceleme neticesinde; ... Adasında bulunan ... Limited şirketinin yurt dışında bulunan hesabına veya yurt dışında bulunan başkaca bir hesaba şüpheliler tarafından para gönderilmediğinin tespit edildiği, yurt dışına çıkarılan herhangi bir paranın olmadığı ancak, anılan şirket hesabından davacılardan ..., ..., ..., ... ve ...’ın hesabına bir miktar paranın gönderildiğinin anlaşıldığı, eylemle ilgili olarak şüpheliler hakkında mal varlığı değerlerini aklama ve vergi ziyaına sebebiyet vermek suçu bakımından kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına 15/01/2018 tarihinde karar verildiği, yasal süre içerisinde itiraz edilmemesi üzerine kararın 05/04/2018 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlık; davalının, davacılar hakkında sarfettiği sözlerin ifade özgürlüğü ya da kişilerin şöhret ve itibarına saygı gösterilmesini isteme haklarından hangisinin kapsamında kaldığına ilişkindir.
İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir (Anayasa Mahkemesi (AYM); Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015; Mehmet Ali Aydın, B. No: 2013/9343, 4/6/2015; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015).
İfade özgürlüğü; aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Von Hannover/Almanya, B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 ve AYM; ... (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018).
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahiptir (AİHM; Lombarda ve diğerleri Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007).
Öte yandan; maddi olgular ile değer yargısı arasında da ayrıma gidilmeli, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı gözetilmelidir (AİHM; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986). Zira, taraflara değer yargılarının doğruluğunu
ispat külfeti getirilmesi, hakkın kullanımını imkânsız kılacaktır. Bununla birlikte, değer yargısının da makul bir olgusal temele sahip olması gerektiği, orantılı ve ölçülü bir biçimde ifade edilip edilmediği denetlenmelidir (AİHM; Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001).
Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa'nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur (AYM; Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014). Bu itibarla, Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şöhret ve itibarının korunmasıdır.
Davalının söylediği sözlerin, ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığını tespit ederken mahkemece ortaya konulan gerekçenin, bu özgürlüğü sınırlamak için yeterli ve ilgili olmasının yanında, ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik, ölçülü, orantılı ve istisnai nitelikte olması gerekir. Buna göre, ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez. Bunu ancak davanın bütününe bakarak anlayabiliriz.
Bu tür davalarda mahkemece yapılması gereken; kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde bu iki hak arasında makul bir dengenin kurulmasıdır. Dengeleme yapılırken her bir somut olay bakımından şu hususları göz önüne almak gerekmektedir: Dava konusu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, açıklama veya yayının konusu, kapsamı, şekli ve etkileri, ilgili kişinin daha önceki davranışları, bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği ile uygulanan yaptırımın niteliği (AYM; ... (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018).
Yine göz önünde bulundurulması gereken ilk husus, davanın taraflarının toplumsal konumlarıdır. Bir yanda olayların meydana geldiği dönemde ana muhalefet görevinde bulunan ... Partisi’nin Genel Başkanı olan davalı ..., diğer yanda ise davacı Cumhurbaşkanı ...’ın yakınları olan diğer davacılar ..., ..., ... ve ... ile ...’ın eski özel kalemi olduğu bilinen ... bulunmaktadır. Eleştirilerin hedefinde olan davacıların, toplumsal konumu ve tanınırlığı nedeniyle makul eleştiri sınırları daha geniş kabul edilmelidir. Temsil ettiği seçmenlerinin talep, endişe ve düşüncelerini politik alana aktaran ve onların çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlama, eğer bir siyasetçinin ifade özgürlüğüne yönelik ise dava konusu istemlerin çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir.
Olayımızda göz önünde tutulması gereken ikinci husus ise davalının konuşmasında dile getirdiği iddiaların kamusal çıkarlarla ilgili olmasıdır. Toplumu yakından ilgilendiren konuşmaların çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı açıktır.
Bu davada göz önünde bulundurulması gereken üçüncü husus da dava konusu sözlerin, maddi vakıaların açıklanması ile ilgili olup olmadığı hususudur. Dava konusu olayda, davacı ...’ın yakınları olan diğer davacılarla ilgili olarak ... Adası devletinde bulunan ... Limited şirketi ile bağlantılı olarak para transferine dair swift belgelerinin bulunduğunun iddia edildiği ve bir takım swift mesajları ve banka dekontlarını kamuoyu ile paylaşıldığı, davalının iddiaları kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/200649 Soruşturma numaralı dosyanın açıldığı, soruşturma dosyasında dosyamız davacılarından ..., ..., ..., ... ve ...’ın şüpheliler arasında yer aldığı, yapılan soruşturma neticesinde şüpheliler hakkında mal varlığı değerlerini aklama ve vergi ziyaına sebebiyet vermek suçu bakımından kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği görülmektedir. Şu halde takipsizlikle sonuçlanmış olsa da davalının bu konuyu gündeme getirip toplumsal bir tartışma başlatmasında yeterli olgusal dayanak bulunmaktadır.
Öte yandan, davalının konuşmasında kullandığı ifadelerin incitici ve rahatsız edici olduğu açıktır. Siyasetçilerin kullandıkları bazı sözler açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilmelidir (AYM; ...).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı ... Partisi Genel Başkanı ... tarafından 28/11/2017 tarihinde partisinin TBMM grup toplantısında yapılan konuşmanın yaşanan güncel olaylara ilişkin olduğu, davaya konu ifadelerin, Yargıtay, AYM ve AİHM’nin istikrar bulmuş içtihatlarına göre; ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı ve davacılardan ..., ..., ..., ... ve ...’ın şöhret ve itibarına saldırı oluşturmadığı anlaşıldığından, mahkemece istemin tümden reddi yerine kısmen kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiş, Bölge Adliye Mahkemesi kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.
2- Davacılardan ...’ın temyiz itirazları ile davalının davacılardan ...’a yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Davalının davaya konu konuşmasının bir bölümünde; “Şimdi diyecekler ki, efendim bu belgeler bilmem filan ajan verdi, yok sahtedir şudur budur. Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır. Sadece Türkiye’de değil, bu parayı yurtdışına göndermişler, o şirketlerin de kayıtlarında var, hepsinde var. Hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Haysiyetli bir adamsan gereğini yapacaksın, nokta!.....Devleti yönetenlerin vatandaşlara örnek olması lazım! Vatandaşa diyeceksin ki, vergi ver, vermezsen üç misli kaçakçılık cezası keseceğim. Ama kendi çocuklarını göndereceksin, akraba-i taallukatını başka adalarda şirket kurduracaksın, Türkiye’den milyonlarca dolar para göndereceksin, sonra Kayseri’de meydana çıkacaksın “dolarlarınızı bozdurun, Türk Lirası değerlidir, biz yerliyiz ve milliyiz” sen ne yerlisin, ne millisin, sen gayri millisin. Gayri milli bir hükümet tarafından yönetiliyoruz, gayri milli! Bütün ... Partili kardeşlerime sesleniyorum, bütün ... Partili kardeşlerime sesleniyorum. Benim bir kusurum, benim bir hatam varsa söyleyin, hiçbir zaman alınmam. Ama yıllar yılı size gelip ahkâm kesen, din iman edebiyatı yapar, vergi verin der, dolarınızı bozdurun der, altınınızı şöyle yapın der, kendisi alır çocuklarıyla beraber yurtdışına giderler, paralar oraya gider akrabayı taallukat. Ben bunu söylediğim zaman da, “ispat etmezsen alçaksın” diyorlar. Ben ispat ettim, şimdi söyle bakayım alçak kim?”ifadelerini kullandığı, buna göre davalının
davacılardan ...'a hitaben sarf ettiği sözler ile davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu anlaşılmıştır.
Derece Mahkemelerinin kişilik haklarına saldırının varlığını kabulleri yerinde olmakla birlikte hükmedilen manevi tazminat miktarının yerinde olduğunu söyleyebilme imkanı yoktur. Şöyle ki; Türk Borçlar Kanunu’nun 56. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanunu 47. maddesi) hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22/06/1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Davaya konu olayda; olay tarihi, olayın oluş şekli, tarafların konumu ile yukarıdaki anılan ilkeler dikkate alındığında, davalının konuşmasında davacı ...’a yönelik kullandığı söz ve ifadeler nedeniyle hükmedilen manevi tazminat miktarı fazla olmuştur, daha alt düzeyde tazminata hükmedilmek üzere, Bölge Adliye Mahkemesi kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/1. maddesi gereğince kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda (1) ve (2) no'lu bentte gösterilen nedenlerle HMK’nın 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 3.815,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davalıya verilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılar ve davalıya geri verilmesine 26/01/2022 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Eldeki davada davacılar, davalı .... Genel Başkanı ... un 28/11/2017 tarihli T.B.M.M. grup toplantısında kendilerini hedef alan gerçek dışı ithamlarda bulunduğunu vergi kaçırmak için yurtdışına milyonlarca dolar göndermediklerini bahse konu belgelerin davalı tarafından medya kuruluşlarıyla savcılık makamıyla paylaşılmadığını içeriği paylaşılmayan belgelerle zan altında bırakıldığını, "Alçak" yakıştırmasında bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ileri sürülen iddialara göre 30/11/2017 günü resen soruşturma başlatmış, 04/12/2017 tarihinde .... Genel Başkan Yard. ... tarafından Başsavcılığın 30/11/2017 günlü talebine konu belgeler 04/12/2017 günü teslim edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada müşteki ... Ltd. Şirketinin yetkilisi ... .... Genel Başkan Yardımcısı ... ihbar eden sıfatı ile yer almıştır. İsnat edilen suçlama "suçtan kaynaklanan mal varlığı değerini aklamak veya yurtdışına çıkarmak, gelirin beyan edilmemesi suretiyle vergi ziyaına sebebiyet vermek". Bu suçlama ile ilgili yapılan soruşturmada alınan MASAK raporunda dekontlar (grup toplantısında gösterilen) ile swift mesajları değerlendirilmiş ve içeriğinde; davalının grup toplantısında yaptığı konuşmalar Cumhurbaşkanı ... ile akraba ve yakınlarının yurtdışında bulunan ... Ltd. Şirketine para aktardıklarını beyan ettiğini, soruşturmanın şikayetçisi şirket ve banka kayıtlarına göre belirtilen paraların şirkete gelmediğini bankacılık ve ticaret sırlarının ifşa edildiğini ileri sürülmüştür. Başsavcılık soruşturma kapsamında şüpheli durumunda olan bir beslu davacıların ... adasında faaliyet gösteren ... Ltd. Şirketine para gönderip göndermediklerini araştırmış, davalının bu konudaki beyanlarında ... şirketine para gönderdiklerini belirtip elindeki belgeleri göstererek bankaların resmi kayıtları ile bunun ispatlandığını beyan etmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen belgelerin incelenmesinde, dekontlarda belirtilen para hareketlerinin (davalının grup konuşmalarında) gösterip okuduğu belgeler) ... Bankasının 21/12/2017 tarihli yazısı ekinde gönderilen para hareketleri ile mali suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığının 22/12/2017 tarih ve E. 34321 sayılı yazısı ekinde gönderilen raporda belirtilen para hareketleri ile aynı olduğu görülmüştür.
Sonuçta şüphelilerin "... Adasında bulunan ... Ltd. Şirketinin yurtdışında bulunan hesabına veya yurt dışında bulunan başka bir hesab "para gönderdiklerine" dair herhangi bir dekont veya belgenin ihbar yapan tarafından "verilmediği," isnat edilen suçlama ile ilgili somut delil elde edilemediği ile gerekçesiyle "kamu adına kavuşma yapılmasına yer olmadığına," şikayetçinin belgelerin sahte olduğu, .... Genel Başkanı ...'nun cezalandırılmasına yönelik şikayetinin Başsavcılık Parlementer Suçlar Soruşturma Bürosuna gönderilmesine karar verilmiştir.
Davalının eldeki davaya konu .... Grup konuşmasında ve Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer konuşmalarda davacılar (veya davacı) için ileri sürdüğü ve suçlamalar yaptığı konuşmalarda bizzat gösterdiği ve kısmen okuduğu, miktarını açıkladığı belgelerin ısrarla beyan edildiği gibi "yurt dışına milyonlarca dolar para transfer" edildiği ile ilgili değil, bir kısım davacıların hesabına para gelmesi ile ilgili olduğunun belirlenmesi karşısında, bu belgelerin "olgu" olarak kabul edilip "değer yargısı" ile açıklanıp açıklanmayacağı "fikir özgürlüğü kapsamında üzerinde durulması gerekecektir."
Bu hususta tartışmayı yaparken konu ile ilgili çeşitli eserlerden kısa kısa açıklamalar yapılacaktır.
T.C. Anayasasında ifade özgürlüğü ile ilgili olarak çok sayıda düzenleme bulunmaktadır.(Md. 25-26-27-28-29-30-31-32. özel güvence ve destek hükümler ise md.13-14/2-15/1-15/2-30-130/4-133/1)
İ.H.M.S. 10.md ifade özgürlüğünü oldukça kısa bir metinle düzenlemiş ve ifade özgürlüğünün güncel kapsamı İ....M kararları ile ortaya çıkmış, sınırlandırmanın şartları sıkça vurgulanmıştır.
A.İ.H. Sözleşmesi ifade özgürlüğüne sınırlamayı ifadenin kullanış biçimine getirmiştir. Anayasamız ise ifade özgürlüğüne içerik bakımından açık sınırlamalar getirmiştir. Sözleşmenin 10/2. Md. İfade özgürlüğü haklarını kullanan kişilerin "ödev ve sorumluluklarına gönderme yapmış ve yine aynı fıkrada yer alan "meşru" amaçlara dayalı sınırlamacı ifade özgürlüğünün içerik bakımından sınırlanabileceğini savunan yaklaşım bazı türde ifadelerin kategorik olarak ifade özgürlüğünün öngördüğü korumadan yararlanamayacağı ve hatta ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması anlamına geleceği görüşünde olanlar vardır. (Örneğin nefret içerikli ifadeler) (Editör Prof. Dr. Sibel İnceoğlu 2013)
A.İ.H.M. kararları içeriklerine bakıldığında sözleşmenin 10/2 md. uyarınca sınırlamalar "yasayla öngörülmüş olmalı", "gerekli olmalı", "meşru amaçlardan birine hizmet ediyor" olmalıdır.
İ....M. ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasında sözleşmeci devletlerin "gerekliliği" değerlendirmelerinde belirli bir takdir payına sahip oldukları ancak A.İ.H.M. tarafından sözleşmenin 10/2 md. uyarınca yapılan denetlemenin ulusal mercilerin yerini almak değil sözleşmenin 10. maddesinin gözden geçirilmesi olduğunu, 10/2 md.de açıklanan hukuki dayanak ölçütü veya yasada öngörülme standardına ilişkin olarak yasa kelimesi yalnızca hukuku içerecek şekilde değil aynı zamanda "anglosakson" hukuk sistemine dahil ülkelerin hukuk kültürüyle bağdaşacak şekilde yazısız hukukları kapsayacak biçimde geniş yorumlamak gerektiği vurgulanmaktadır.
Prof. Dr. Osman Doğru, Dr. Atilla Nalbant (Yargıtay 2013 1. Baskı) açıklamalarında Kamu makamlarının ifade özgürlüğüne yaptığı "müdahalenin gerekliliği" mutlaka ikna edici bir şekilde açıklanmalıdır. Sözleşmenin 10/2 md.de belirtilen "gerekli" olma koşulunun müdahalenin bir toplumsal ihtiyaç baskısına karşılık gelmesi ve özellikle izlediği meşru amaçla orantılı olması anlamına geldiği belirtilmiştir.
Mahkemenin sınırlama ile ilgili "yasa uyarınca" ifadesinin yalnızca şikayet konusu tasarrufun iç hukukta bir tür temeli olmasını gerektirmediği, aynı zamanda söz konusu yasanın niteliğine de atıfta bulunduğu yani ilgili kişi için "erişilebilir ve etkileri açısından öngörülebilir "olması gerektiği yolunda içtihadı vardır. Ancak iç hukukun yorumlanması ve uygulanması öncelikle ulusal mercilerin en başta da mahkemelerin görevidir. (1998 Koop-İsviçre davası vs.) Bir normun "yasa" olarak kabul edilebilmesi için yerine getirilmesi gereken erişilebilirlik vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının ayrıntıları hakkında yeterli bilgiye sahip olabildiği durumda yerine getirilir.
Öngörülebilirlik alt ölçütü ile ilgili olarak daha özenli bir değerlendirme yapılması gerekir. İçtihatlarda üç ilke konulmuştur. Davaya konu açıklamanın içeriği, kapsaması düşünülmüş olan ve yöneltildiği kişi sayısı ve bu kişilerin statüsü.
Mahkeme olgular ile değer yargıları arasında da önemli bir ayrım yapmak gerektiğini olguların varlığının kanıtlanabilir olduğunu da kararlarında belirtmiştir. (Temmuz 1986-Lingens davası)
İ....M. aynı davada ayrıca eleştirinin hükümete olduğu zaman bireye olduğundan daha geniş olduğunu vurgulamıştır. Söz konusu kararda sarf edilen "gülüç, soytarıca, kaba" ifadelerin ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan hakaret niteliği taşıdığından yazar hüküm giymiş ise de siyasi tahrik sık sık kişisel alana taşınır. Ancak haber yorumcusunun siyasi görüşleri tarafından biçimlendirilmiş bir kanaati dile getirmiştir denmiştir. Bunun yanında "özel kişilerin" şöhreti ve onurunu korunmasında mahkeme kamuya mal olmuş kişilerle karşılaştırıldığında özel kişilere yönelik eleştirinin sınırları açıkça daha dardır.
Yine kamuya mal olmuş kişilerin şöhretinin ve şerefinin korunması (Lingens-Avusturya davası-1986) mahkemeye göre "Bir Şikayetçi Parlementoda yapılan bir tartışmada bir siyasi rakibine "hakaret" niteliğinde veya "aşağılayıcı" bir eleştiri yöneltildiğinde "özellikle bu durum ciddi maliyette bir iddia olarak değerlendiriliyorsa" siyasetçi eleştirinin maddi temelini kanıtlama yükümlülüğünden muaf değildir.
Yine "keller" davasında mahkeme gerekçesiyle milletvekili , Bakanın babasının "nazi yanlısı grupları desteklediği için sağ grupların faaliyetlerini soruşturmadığı"nı ileri sürmesinden kişinin tazminata mahkum edilmesine, babanın kişisel nedenlerle Bakanlık görevini yerine getirmeyi kasten ihmal etmekle suçlamasında "henüz ispatlanmamış ciddi bir iddiadır" diyerek tazminatı"ifade özgürlüğü" kapsamı dışında tutmuştur.
A.İ.H.M (Dobrowski-Polonya davasında) A.İ.H. Sözleşmesinin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar verirken gerekçesinde "hırsızlık suçundan" mahkum olmuş Belediye Başkanının gazetecinin bir dereceye kadar abartma hakkına sahip olması ve kamuya mal olmuş Belediye Başkanın "soyguncu Belediye Başkanı" olarak tanımlaması olgusal temelden yoksun olmayan "değer yargısı" olarak değerlendirilebilecek eleştirilere karşı daha fazla hoşgörü göstermek zorunda olmasına özel bir ağırlık vermiştir.
A.İ.H.M. Parti liderinin "geri zekalı" olarak tanımlanmasını "hakaret" suçundan mahkum olmasında A.İ.H. Sözleşmesinin 10. md kapsamında korumayı hak eden bir "görüş" olarak kabul etmiştir.
A.İ.H.M. gerekçelerinde "olgusal ifadeler" ve "değer yargıları" arasında farkları incelerken, değer yargıları ile olgusal ifadeler arasındaki farkların çoğu davada bulanık olduğunu, kolayca ayırt edilmediğini, bu konunun olguların ispat düzeyinin incelenmesi ile çözülmesi gerektiğini kabul etmektedir.
Yine A.İ.H.M. gerekçelerinde değer yargılarındaki en azından belli düzeyde olgusal temel içermelidir derken (Brasiler-Fransa davasında) bir değer yargısı ile onu destekleyen olgular arasındaki bağlantı olması gerekliliği kendisine özgü şartlar bağlı olarak değişebilmektedir. Örneğin bir Belediye Başkanının bir mahkeme tarafından "oylamada hile yapılması" ile ilgili olarak "yargılanması", seçimlerde hile yapmakla itham edilmesi için yeterli görülmüştür. Bu tür kararlardan siyasetçiler yönünden ciddi suçlamalarda A.İ.H.M "olgusal temel" in varlığı için "yargılamayı" esas almıştır. (Lingens-1986 davasında) iki gazete yazısında Almanya Başbakanına (siyaseti) "en adi türden fırsatçılıkla, "ahlaksızca" ve "utanç verici" sözleri için olgular ile değer yargıları arasında önemli bir ayrım yapmak gerekir demiştir.
Bütün bu alıntılar yazarları Dr. Harris ve Ö. Boyle- Ed. Bates- C.Bokley olan "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" kitabından yine Editör Prof. Dr. Sibel İnceoğlunun-2013 A.İ.H. Sözleşmesi ve Anayasa kitabından alınmıştır.
Yazarlar Dr. Harris ve arkadaşları eserlerinin sonuç kısmında ifade özgürlüğüne sağlanan korumanın "yorum tekniği" ile geliştirildiğini açıklamışlar ve "ifadenin niteliği ve biçimi ile ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin konumu, denetim standardının ve seçilen metodolojinin değerlendirilmesinde kilit önem taşımaya devam edecektir. Ancak bu hususlar kesinlik kazanmaktan uzaktır. Yorumlarda güçlükleri daha da artırmaktadır. Bu durum içtihatlardan "genel nitelikli sonuçlara" varılmasını ve tutarlı ve teorik çerçeve ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır. Mahkemenin içtihatları bazı soruları yanıtsız bırakmıştır. Mahkemenin karmaşık davalarda ifade özgürlüğüne sağladığı güçlendirilmiş korumaya görünüşte bir açıklama bulmak için kavrama bir araç olarak başvurmasına olanak sağlayan pratik bir avantaj olmuştur.
Diğer bir kaynak Bireysel Başvuru İnceleme usulü ve kabul edilebilirlik kriterleri (A.İ.H.M. ve anayasa mahkemesi 2013)
Bireysel başvuru 12 eylül 2010 referandumu ile kabul edilmiş 20.05.2010 tarih 5982 sayılı yasanın 18. madde ile Anayasanın 148. maddesine (Anayasa Mahkemesi görevi ve yetkileri) ilave yapıldı. "Bireysel başvuruların incelenmesi"
A.İ.H.M. 35. md. iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin karardan itibaren 6 aylık süre içerisinde mahkemeye başvurabilir.
Bu durum, yani iç hukukun tüketilmesi Devletlerin egemenliklerin savunulması ve buna öncelik tanıması olarak açıklanmaktadır.
Bu bağlamda A.İ.H.M ... Türkiye (Başvuru no:16558/18) davayı aşamalarını açıklamakta fayda olacaktır.
Başvurucunun (...) 31.01.2012 ve 07.02.2012 tarihli konuşmalarında; Tortumda devam eden "HES" yapımı, "..." ve "... Öldürülen 34 kişi" "Başbakan (...) 2002'den beri ülkeyi demir yumrukla yönetiyor-dikta yönetimi vs. beyanlarından dolayı ifade özgürlüğünün sınırını aştığı gerekçesiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat davasında her iki konuşma nedeniyle 5.000,00 'er TL tazminata hükmedilmiş ve kararlar Yargıtayca onanmıştır.
Anayasa Mahkemesine 06.02.2014'de bireysel başvuru sonucunda mahkeme 25.10.2017'de ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasının doğru olduğuna karar verirken gerekçesinde; Başvurucu Anamuhalefet Partisi Gen. Başk. Diğeri ise "Başbakandır" Politik görüşlerin aktarılmasında ifade özgürlüğü değerlidir. Tarafların konumları itibariyle eleştiri sınırları daha geniştir. Bununla birlikte "Başbakanla" girilen polemik sırasında kullandığı kimi sözlerin "bireysel saldırı" içerdiği kabul edilmelidir. "Hırsızları koruduğu" ifadesi sert eleştiri olsa da soyut şekilde "fitne çıkarttığı, "nefret ürettiği", "bölücülük yaptığı", "sen din tüccarısın" vs bu hitaplar siyasi eleştiri olmaktan çok "bir hakaret zinciri" olduğu kabul edilmelidir.
Başvurucu milletvekili olsa da yasama dokunulmazlığı Anayasa 83. md.de düzenlenmiş ve Anayasa 17. Md.ye göre "herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve gleiştirme hakkına sahiptir." Yaşama dokunulmazlığının gerekli olduğu bir zeminde ileri sürülen ve başkalarının şahsiyet haklarına saldırı niteliği bulunan sözler nedeniyle başvurucuya karşı hukuk davası yoluyla tazminat davası açılabileceği kabul edilmelidir. Eleştiri sırasında kullanılan sözler ile sözlerin konusu arasındaki düşünsel bağlılık anlamında "öz ve biçim" dengesinin korunmadığı bahsi geçen sözlerin yorum ve değerlendirmelerde kullanılması gerekli değildir.
Başvurucu ifade özgürlüğünü kullanırken kendisi için de geçerli olan "görev ve sorumluluklara uygun davranmamıştır."
A.İ.H.M. sürecinde ise mahkeme A.İ.H. Sözleşmesi 10. ve 10/2. maddeleri çerçevesinde ilkeleri sıraladıktan sonra olay ve olgular ile değer yargıları arasında bir ayrıma gidilmesi gerektiği, bir ifadenin değer yargısı teşkil etmesi durumunda bir müdahalenin ölçülülüğü davaya konu ifade için yeterli "olgusal dayanak" olup olmamasına bağlı olabilir, yoksa "değer yargısı" haddini aşabilir dedikten sonra başvurucunun iki siyasi konuşmasında söylediği sözler" yargılaması devam eden" çeşitli güncel meselelere dair "kamu menfaatini" ilgilendiren bir tartışmaya katkı sağladığı göz önünde bulundurulduğunda ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararda mahkeme üyelerinden "hakim Yüksel" karşı görüşünde "olay ve olguların varlığı ortaya konabilir. Oysa değer yargıları kanıta duyarlı değildir. Başvurucunun "yolsuzluk" iddialarına dair davalara ilişkin sözlerinin kolaylıkla "değer yargıları" olarak görülebileceğinden şüphe duymaktayım. Başvurucu tarafından sarf edilen bazı sözler olayların ifade edilmesi olarak sınıflandırılabilir ve başvurucunun ve "olayların varlığını" kanıtlamasını gerektirir. Anayasa mahkemesinin "siyasetçilerin görev ve sorumluluklarını" vurgulayan mütalalarına" tam olarak katılıyorum. Şayet yerel mahkemenin kararları ve mevcut hükmü "gerekli irdelemeden" geçmiş olsaydı ve gerekçelendirme süresinde olaylar ve değer yargıları arasında gerekli ayrım yapıldıktan sonra başvurucunun ifadelerinin içeriği değerlendirilmiş olsaydı ve "10. md. sağladığı koruma sınırlarının aşılıp aşılmadığı hususunda benim vardığım sonucun (içtihada göre ihlal var demiştir) aynı olacağından şüphelerim devam etmektedir.
Bütün bu açıklamalar ve konu ile ilgili eserlerden alınan A.İ.H.M. kararlarındaki özet gerekçelerinde gösterilen ifade özgürlüğünün sınırlandırılma için öngörülen kriterlerin bir çoğunun olayda gerçekleştirdiği görülmektedir.
Davalının eldeki olayda ve Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalarda siyasi konuşmalarında sözünü ettiği ve bir takım suçlamalarda bulunduğu davacılardan ... Cumhurbaşkanıdır, diğerleri ise yakınlarıdır. Anayasanın 101. Md. hükümlerine göre Cumhurbaşkanı siyasi değildir. Davalı siyasi konuşmalarında Cumhurbaşkanı ve yakınları yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettiler diyerek (grup toplantısında, diğer siyasi etkinliklerde, televizyon konuşmalarında) kamu oyu ile içeriğini gösterip paylaşmadığı bir takım belgeler göstermiştir. Bu belgeleri daha ileri tarihte Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ile teslim etmişlerdir. Teslim tarihine kadar ve sonrasında aynı suçlamalar yapılmıştır. Bunun yanında hakaret teşkil eden bir çok söz sarf edilmiştir.
A.İ.H.M ve Anayasa Mahkemesinin içtihatlarının bir çoğunda açıklandığı gibi siyasilerin "ödev ve sorumlulukları" vardır. Somut olayda ise davalı ödev ve sorumluluklarına uygun davranmamıştır. Söz konusu içtihatlarda, ciddi bir suçlama yapıldığında yeterli olgusal dayanak olup olmaması önem arz eder. Yoksa "değer yargısı" haddini aşabilecektir. Davalının gösterdiği belgeler ve diğerleri davacıların yurt dışına milyonlarca dolar para transfer ettikleri ile ilgili değil, bir kısım davacılara yurt dışından para gelişi ile ilgilidir.
Uluslararası ticaret gereği döviz cinsinden gelen para önce yurt dışı (Amerikan) bankalarına gider, sonra yurt içindeki banka hesaplarına girer. (swift belgeleri), (davalının temyiz incelemesi yapılan diğer dosyada dava konusu televizyon konuşmasında belirttiği gibi) A.İ.H.M içtihatlarında görüldüğü gibi "ciddi bir iddia" ispatlanmalıdır. Oysa ortada ispatlanmamış ciddi bir iddia vardır. Somut olayda yargılama sırasında ileri sürülen iddianın
ispatlanması için bir takım delil toplanması istenmiştir. Ancak bu talepler elde olan belgelerden başka sonuca da götürmeyecektir. O halde davalı tarafından gösterilen belgeler "yeterli olgusal" dayanak olarak kabul edilemez. A.İ.H.M siyasiler için oluşturduğu içtihadında siyasilerin ağır eleştirilerde (incitici de olsa) hoşgörülü olmalarını belirtmiş olmasına rağmen sivil kişiler yönünden ise bu alanı daraltmıştır. Mahkeme siyasiler yönünden bu kararları verirken örnek kararlara bakıldığında siyasiler yönünden bir "yargılama" söz konusu olduğunda bu yargılama konusunda yapılan incitici sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu içtihat edilmiştir. Yine ... Türkiye Davasında A.İ.H.M. İçtihadına uygun olarak "...", "HES","34 sivilin öldürülmesi" olaylarının dava konusu olduğu kamu oyuna mal olmuş olgusal dayağı olan bu olayların siyasi olarak eleştiri konusu yapılabileceğinden başvurucunun talebi kabul edilmiştir. Esasa söz konusu davaya konu açıklamalar ...'ın Başbakan olduğu döneme aittir. Eldeki davaya emsal teşkil etmeyecektir.
Açıklanan bu maddi ve hukuksal belirlemelere göre, davalı tarafından yapılan suçlamaların ciddi olduğu olgusal bir dayanağının olmadığı bu ve diğer nedenlerle davalının ifade özgürlüğü sınırlarını aştığından BAM kararının davanın esası yönünden doğru olduğundan onanması gerekirken sayın çoğunluğun birinci bentte gösterilen yazılı gerekçe ile kararın bozulması yönündeki görüşüne katılmıyoruz.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Öncelikle belirtilmelidir ki, davalının iddiaları ile ilgili olarak soruşturma başlatıldığına göre iddialara konu vakıaların ispat edilememiş olması gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verilmiş olsa da bozma ilamının 1. bendinde yapılan genel açıklamalar nazara alındığında davalının bu konuyu gündeme getirip toplumsal bir tartışma başlatmasında yeterli olgusal dayanak bulunduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan ifade edilmelidir ki, davalı hususi olarak davacının özel hayatını hedef almamış, konuşmasını esasen siyasi rakibinin söz ve davranışlarına yöneltmiştir.
Nihayet, davalının konuşmasında geçen bir kısım sözler kaba, tahrik edici, suçlayıcı ve rahatsız edici olarak kabul edilse bile değer yargılarından oluşan bu ifadelerin polemik çıkartmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üslubunun bir parçası olduğu kabul edilmelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında; dönemin ana muhalefet partisi lideri olan davalı tarafından yaşanan güncel olaylara ilişkin olarak açıklamalarda ve hükümet başkanı olan davacının söz ve davranışları ile hükümet politikalarına yönelik eleştirilerde bulunulduğu, davaya konu ifadelerin, Yargıtay, AYM ve AİHM’nin istikrar bulmuş içtihatlarına göre; ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı, somut olay bağlamında davalının ifade özgürlüğüne üstünlük tanınması gerektiği düşüncesinde olduğumdan prensipte kişilik haklarına saldırı bulunduğunu benimseyen (ancak manevi tazminat miktarı yönünden mahkeme kararını (2) numaralı bentteki gerekçe ile bozan) değerli çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.