Yanlar arasında görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süresi içerisinde duruşma istekli olarak temyiz edilmiş olmakla; duruşma talebinin dava değeri yönünden reddedilip, Tetkik Hakimi raporu okundu,açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava; tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 39.(818 sayılı Borçlar Kanunu 31.) maddesinde düzenlenen "hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davası” olarak nitelendirilerek hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; paylı mülkiyete tabi 665 parsel sayılı taşınmazda tarafların ortak mirasbırakanları D..D..."nın paydaş olduğu, murisin ölümü üzerine Dörtyol 1. Noterliğinde düzenlenen, 19/10/2007 tarih, 10479 sayılı vekaletname ile vekil kılınan mirasçılardan davalı A.. D.."nın, 20/01/2009 tarihli ve 397 yevmiyeli resmi akitle elbirliği halindeki mülkiyeti müşterek mülkiyete dönüştürdükten sonra birlikte aynı akitle davacılara ait payları da eşi olan diğer davalı Ç.. D.."ya satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı dava dilekçesinde; murisin ölümünden sonra mirasçılık belgesi alınacağı bahanesiyle götürüldükleri noterde satış yetkisi içerecek şekilde vekaletname alındığını, hile ile alınan vekaletnamenin kötüye kullanılmak suretiyle iradeleri dışında devir işlemi gerçekleştirildiğini, tapuda satış gibi gösterilerek temlik yapılmış ise de satış bedeli ödenmediğini, temlik işlemi nedeniyle zararlandırıldıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Öncelikle belirtilmeledir ki; olayları bildirmek taraflara hukuki nitelemeyi yaparak uygulanacak hükmün tespiti ve tatbiki hakime aittir. (HUMK.76.mad.)
Somut olayda; her ne kadar mahkemece dava hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davası olarak nitelendirilmek suretiyle 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 39. maddesinde düzenlenen (818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 31. maddesi) hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de gerek dava dilekçesi gerekse aşamalarda verilen dilekçelerdeki iddiaların içeriği ve ileri sürülüş biçiminden; hile hukuksal nedenine değil, vekaletin hile ile alındığı iddiasına dayanıldığı açıktır. Bilindiği üzere vekaletin hile ile alındığı iddiası, vekalet görevinin kötüye kulanıldığı iddiasını da içermektedir.
Ne varki, mahkemece vekalet görevinin kötüye kullanılması hususunda hükme yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidildiği görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki; yukarıda nitelendirilmesi yapılan bu tür davaların zamanaşımı ve hak düşürücü süreye tabi olmadığı kuşkusuzdur. Bu nedenle ileri sürülen iddiaların değerlendirilebilmesi bakımından işin esasına girilerek gerekli inceleme ve araştırma yapılmalıdır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu"nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanunu"nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 506/2. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 390/2 maddesinde) ".....Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri,vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür...." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 506/1. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 390/1 maddesinin ) maddesinin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re"sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; mahkemece tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, toplanan ve toplanacak tüm delillerin yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi, ortaya çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek ve noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.
Davacıların temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.