Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/131
Karar No: 2019/234

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/131 Esas 2019/234 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2017/131 E.  ,  2019/234 K.

    "İçtihat Metni"

    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Asliye Ceza
    Sayısı : 1696-136

    Sanık ...’nun fuhuş suçundan TCK’nın 227/2, 52/2, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis ve 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin İstanbul Anadolu 31. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.03.2015 tarihli ve 1696-136 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 18. Ceza Dairesince 07.11.2016 tarih ve 14293-17205 sayı ile;
    “Organize suçların toplum için yarattığı yıkıcı tehlike ve gelişen teknolojik gelişmeler karşısında örgütlü olarak işlenen terör ve çıkar amaçlı suçlarla mücadele için ceza muhakemesinde yeni koruma tedbirlerine başvurulması zorunluluğu son 50 yılda zorunluluk haline gelmiş bu kapsamda yer alan koruma tedbirlerinden biri olan gizli soruşturmacı tedbiri pozitif hukukumuza ilk kez 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu ile girmiştir. Daha sonra yürürlüğe giren CMK ile bu koruma tedbiri 139. maddede yeniden düzenlenmiştir.
    CMK"nın 139. maddesi uyarınca gizli soruşturmacı tedbirine ancak CMK"nın 139. maddesinde sayılan katalog içerisinde yer alan suçları işleyen örgüt ve örgüt mensubu suçlu aleyhine başvurulabilir. Örgüt faaliyeti kapsamında işlenmeyen suçlar yönünden gizli soruşturmacı görevlendirilemez.
    Ancak parada sahtecilik, uyuşturucu madde ticareti ile fuhuş gibi suçlarda faile ulaşmak ve delil elde etmek amacıyla kolluk görevlisinin kimliğini gizleyerek delil toplanmasının hukuka uygun olup olmadığı ile bunun hangi hallerde hukuka uygun sayılacağının tespiti gerekir.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulu 12.05.2015 tarih, 2014/10-454 esas, 2015/156 sayılı kararında CMK"nın 139. maddesi dışındaki suçlar yönünden de kolluk görevlilerinin CMK"nın 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet Savcısının emri doğrultusunda ve genel yetkileri ile görevleri kapsamında, suç ve failini belirlemek ve suçla ilgili delilleri toplamak amacıyla alıcı rolüne girerek suça azmettirmeden ve teşvik etmeden şüpheliden uyuşturucu madde satın almasını mümkün görmüştür. Aynı kararda bu durumda görev yapan görevlinin gizli soruşturmacı değil "gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi" olduğunu, gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisinin suça teşvik etmeden veya azmettirmeden elde ettiği delillerin hukuka uygun olacağına hükmetmiştir.
    AİHM verdiği kararlarda, gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi yöntemine başvuru halinde, yapılan başvuruları AİHM"nin 6. maddesi kapsamında ele almaktadır. Aşağıda AİHM kararlarında kabul edilen ilkelere yer verilecektir.
    Öğretide "gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisinin "CMK"nın 160 ve devamı maddeleri uyarınca görevlendirilmesi yeterli görülürken, V. Özer ÖZBEK uygulamada sıkça başvurulan ve muhakemede tanık olarak dinlenebilen gizli soruşturma yapan polis tedbirinin kapsam ve sınırlarının belirsizliği bakımından bunun hukuk devleti bakımından ciddi sorunlar yarattığı düşüncesindedir. (Prof. Dr. Veli Özer ÖZBEK) (CHKD. Cilt 2. sayı 1-2-2014 s. 142.)
    Dairemizce YCGK kararları, AİHM kararları ve CMK"daki düzenleme bir arada değerlendirildiğinde CMK"nın 139. maddesi dışında kalan suçlar yönünden adli kolluk görevlisinin kimliğini gizlemesi halinde rolü "gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi" olarak kabul edilmektedir. Bu kişinin elde ettiği delillerin hukuka uygun kabul edilebilmesi için aşağıda belirtilen koşulların varlığı aranmaktadır.
    1- Gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi hiç bir zaman kışkırtıcı ajan gibi hareket edemez. Önceden failde bulunmayan suç işleme kastı yaratılarak, fail suç işlemeye azmettirilmemelidir.
    Her ne kadar organize suçlardaki artış uygun önlemler alınmasını gerektirse de adil yargılamadan vazgeçilmemeli bu nedenle amaca ulaşmak uğruna adil yargılama hakkı feda edilerek polisin kışkırtması sonucu elde edilen delil meşru kabul edilmemelidir. (Teixeria de Cortro Peri (36)/ Portekiz davası Başvuru No:44/1997/828/1034)
    Gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi soruşturma sırasında pasif bir davranışta bulunmanın ötesine geçmemeli, suçun işlenmesine teşvik eder bir tarzda etki uygulamamalıdır. (Costro/Portekiz per. 38)
    Somut olayda polis memurlarının faili suça kışkırtması ve mücadelesi olmadan suçun işlendiğine ilişkin delil elde edilemiyorsa, polis memurunun kışkırtıcı ajan rolüne geçtiğinin ve adil yargılama hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir. (Aynı yönde Costro-Portekiz per.39)
    Mahkemelerce sadece gizli görevlinin tutanaklarına dayanarak değerlendirme yapılmamalıdır, tutanaklar başka sonuca götürecek unsurlarla teyit edilmelidir. (a Contrario, Burak-Hun-Türkiye davası) (Hun-Türkiye davası başvuru no:17570/04)
    Sanık suç işleme potansiyeline sahip bir kişi olsa bile somut olayda görevlinin müdahalesinden önce failin suç işleme hazırlığında olduğunun başka delillerle desteklenmesi gerekir. Yani failin müdahale olmadan suçu işleyeceğinin başka delillerle kanıtlanması gerekir. (Hun-Türkiye davası)
    2- CMK"nın 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan bir görevlendirmenin bulunması gerekir.
    CMK"nın 160 ve 161. maddeleri uyarınca Cumhuriyet Savcısının gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi görevini, yazılı veya acele hallerde sözlü olarak vermesi gerekir. Cumhuriyet Savcısının yazılı veya sözlü emri olmadan yine CMK"nın 161/2. maddesi uyarınca adli kolluk görevlisinin Cumhuriyet Savcısına bilgi vermeden kimliğini gizleyerek adli işlem yapması hukuka aykırı olup elde ettiği delil de hukuka aykırı olduğundan, bu şekilde elde edilen CMK"nın 216/3. maddesi gereği hükme esas alınamaz. Kimliğin gizlenerek adli işlem ifası olağan bir işlem olmayıp ikincil bir tedbirdir. Bu tedbirin gerekliliği ve orantılılığının mutlaka Cumhuriyet Savcısı tarafından denetlenmesi gerekir.
    AİHM Hun-Türkiye davasında bu konuya şöyle temas etmiştir. "AİHS sınırları belirlendiğinde ve güvence altına alındığında gizli ajanla müdahaleye tölerans gösterebilir"
    AİHM İsviçre-Lüdi kararında İsviçre makamlarının Alman polisi tarafından haberdar edilmesi, olayın soruşturma hakiminin bilgisi dahilinde yürütülmesi nedeniyle 6. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir. (Lüdi-İsviçre kararı başvuru No:12433/86)
    3- Kolluk görevlisinin tutanağı delil olarak kabul edildiğinde diğer delillerle birlikte tutanağa da dayanılıyorsa mutlaka tutanak düzenleyiciler dinlenilmeli, sanığa, tutanak ve düzenleyicilerinin anlatımlarına karşı savunma yapma imkanı sağlanmalıdır.
    AİHM Calabro-İtalya kararında "Gizli ajanın ifadeleri, başvuranın mahkumiyetinde belirleyici faktör olmamıştır. Buna ek olarak başvurana yargılama aşamasında, soruşturmada görev alan polis memurlarını sorgulama, polis operasyonunun niteliği ve kullanılan usulleri netleştirme fırsatı vermiştir. Bu nedenle adil yargılama hakkı ihlal edilmemiştir" sonucuna ulaşmıştır. (Başvuru No:58895/0011 Mart 2002)
    Ayrıca bir suç işlendiğini öğrenen kolluk görevlilerinin, gecikmeksizin durumu Cumhuriyet Savcısına bildirerek şüphelilerin yakalanması ve suç delillerinin elde edilmesini temin amacıyla CMK"nın 116 ve devamı maddeleri uyarınca usulüne uygun arama kararı alarak işlem yapması gerektiği, CMK"nın 119. maddesi uyarınca konutta yapılacak aramanın ancak hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabileceği, CMK"nın 123. maddesi uyarınca, ispat aracı olarak yararlı görülen ya da eşya veya kazanç müsaderesinin konusunu oluşturan malvarlığı değerlerinin, muhafaza altına alınabileceği, yanında bulunduran kişinin rızasıyla teslim etmediği bu tür eşyaya ise elkonulabileceği, CMK"nın 127. maddesinde ise, hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlilerinin, elkoyma işlemini gerçekleştirebileceği, hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işleminin, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulması gerektiği, hâkimin, kararını elkoymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklaması; aksi hâlde elkoymanın kendiliğinden kalkacağı düzenlenmiştir.
    Somut olayda yukarıda sözü edilen yasal düzenlemelere aykırı şekilde kolluk görevlilerinin gelen ihbar üzerine, Cumhuriyet savcısının CMK"nın 160 vd. maddelerine göre yaptığı yazılı veya sözlü bir görevlendirme bulunmaksızın, ihbara konu cep telefonu aranarak fuhuş pazarlığı yapıldığı, iki kolluk görevlisinin müşteri olarak sanıkla suçta kullandığı araçta buluşulduğu, önceden seri numarası alınmış parayı temyize gelmeyen diğer sanık ...’e verdikten sonra polislerin kimliğini açıkladığı, ardından kolluk görevlileri tarafından olay tespit tutanağında yazılı delillere el konulduğu, araçta bulunan sanık ve mağdurların kimlik tespitleri yapıldıktan konu ile ilgili Cumhuriyet savcısına bilgi verilerek, mağdurların ifadesinin alınması, şüphelilerin gözaltına alınması, el konulan suç unsurları ile tahkikat evrakının mevcutlu olarak gönderilmesi talimatı alındığı, daha sonra Sulh Ceza Hakimliğinden, elde edilen delillerin rızaen teslim edildiğine dair tutanakta bir ibare bulunmamasına rağmen, CMK"nın 127. maddesi uyarınca el koyma kararı alındığı anlaşılmıştır.
    Olay kapsamında yapılan işlemlerin arama ve el koyma niteliğinde olduğu, bu işlemlerin CMK"nın 116 vd. ile 123 ve 127. maddelerine aykırı olduğu, bu nedenle elde edilen delillerin de hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş delil niteliğinde bulunduğunun anlaşıldığı, yine mağdurların kolluk ifadelerine de yukarıda sözü edilen açıklamalar nazara alındığında, Cumhuriyet savcısının CMK"nın 160 vd. maddelerine göre yaptığı yazılı veya sözlü bir görevlendirme bulunmaksızın yapılan işlemlerle sonucu ulaşıldığından, bu ifadelere de itibar edilemeyeceği, kaldı ki mağdurların tercüman bulundurulmadan alınan kolluk ifadelerinden sonra dosyada bilgi sahibi olarak ifadesi alınan Mairamgül Okeshova’nın mahkemeye sunduğu tercümeli dilekçesinde de, yeteri kadar Türkçe bilmeden alınan ifadesini kabul etmediği, okuyup anlamadan kolluk görevlilerinin baskısıyla imzaladığını beyan etmesi karşısında, bu ifadenin de mahkumiyete esas teşkil edecek nitelikte bulunmadığı, diğer mağdur Dildora Khazratkulova’nın mahkeme aşamasında ifadesine başvurulmadığı, dolayısıyla sanığın üzerine atılı fuhuş suçunu işlediğine ilişkin, hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş delil bulunmadığının anlaşılması karşısında, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 26.12.2016 tarih ve 247656 sayı ile;
    "Ceza Muhakemesi Kanununun "Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi" başlıklı 139. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hali;
    ‘1) Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı kararı ile kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir
    2) Soruşturmacının kimliği değiştirilebilir. Bu kimlikle hukukî işlemler yapılabilir. Kimliğin oluşturulması ve devam ettirilmesi için zorunlu olması durumunda gerekli belgeler hazırlanabilir, değiştirilebilir ve kullanılabilir.
    3) Soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karar ve diğer belgeler ilgili Cumhuriyet Başsavcılığında muhafaza edilir. Soruşturmacının kimliği, görevinin sona ermesinden sonra da gizli tutulur.
    4) Soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür.
    5) Soruşturmacı, görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz.
    6) Soruşturmacı görevlendirilmesi suretiyle elde edilen kişisel bilgiler, görevlendirildiği ceza soruşturması ve kovuşturması dışında kullanılamaz.
    7) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
    a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
    1. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
    2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
    3. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315).
    b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
    c) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar’ şeklindedir.
    06.03.2014 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürülüğe giren 6526 sayılı Kanunun 13. maddesi ile CMK"nun 139. maddesinin birinci fıkrası ‘soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi hâlinde kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir. Bu madde uyarınca yapılacak görevlendirmeye ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oybirliği aranır’ şeklinde değiştirilmiş, altıncı fıkrasına ise ‘suçla bağlantılı olmayan kişisel bilgiler derhâl yok edilir’ cümlesi eklenmiştir.
    Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından kanuna eklenen madde gerekçesinde ‘Kışkırtıcı ajan kullanılmasının hukuk devleti ilkesi bakımından büyük sorunlar yaratması karşısında, batı ülkelerinde giderek artan ve buna paralel olarak da toplum hayatında tamiri kabil olmayan yaralar açan organize suçlulukla mücadelede gizli soruşturma yapan bir görevliden yararlanma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Gizli soruşturmacı, kışkırtıcı ajan değildir. Bunun kışkırtıcı ajandan en önemli farkı, gizli soruşturmacının hiç bir zaman azmettiren durumunda bulunamamasıdır.
    Gizli soruşturmaccı, görevi sırasında suç işlemeyecektir.
    Gizli soruşturmacının, içine girdiği örgüt içerisinde uzun süre kalabilmesi, onun "uydurma kimlik" sahibi olması ve bu kimlik altında bazı işlemlerde bulunabilmesine de bağlıdır.
    Karşılaştırmalı hukukta, bu tedbirler vasıtasıyla bireyin temel hak ve özgürlüklerine ağır biçimde müdahale edilmesi nedeniyle, tedbire karar verme yetkisi konusunda özel yetki kuralları öngörülmüştür’ denilmektedir.
    Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin, ‘Tanımlar’ başlıklı 4. maddesinin (ç) bendinde gizli soruşturmacının; ‘Gerektiğinde örgüt içine sızmak, gözetlemek, izlemek, örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve örgütün işlediği suçlarla ilgili iz, eser, emare ve delilleri toplamak ve muhafaza altına almakla görevlendirilen kamu görevlisini’ ifade ettiği belirtilmiştir.
    5271 sayılı CMK"nun 139. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları ile Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin, 4. maddesinin (ç) bendi içeriği birlikte değerlendirildiğinde gizli soruşturmacının sadece 5271 sayılı CMK"nun 139. maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen suçların, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri şartıyla görevlendirilebileceği kabul edilmelidir. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeyen suçlar için gizil soruşturmacı görevlendirilemez.
    Nitekim öğretideki hakim görüş de CMK"nun 139/7. maddesinde belirtilen suçların ancak bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi halinde gizli soruşturmacı kullanılabileceği yönündedir
    Ancak kolluk görevlilerinin, CMK"nun 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda ve genel yetkileri ile görevleri kapsamında, suç ve failini belirlemek ve suçla ilgili delilleri toplamak amacıyla, alıcı rolüne girerek, suça azmettirmeden veya teşvik etmeden şüpheliden fuhuş amaçlı kadın istemesi ve pazarlık yapması mümkündür.
    Bu durumlarda adli kolluk görevlisinin 5271 sayılı CMK"nun 139. maddesi uyarınca değil, 160 ve devamı maddeleri uyarınca görevlendirilmesi yeterlidir.
    Gizli görevlinin işlenen veya işlenmek üzere olan suçu ortaya çıkartmak için şüphelilerle temas kurarak suçüstü yakalanmalarını sağlaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun bulunmuştur. (AİHM’nin Ludi/İsviçre, 15.06.1992 gün ve 12433/1986 sayılı kararı)
    Ancak görevlinin suç işlemeye niyeti olmayan kişileri suç işlemeye teşvik ve azmettirmesi AİHS’nin ihlali olarak kabul edilmiştir. (AİHM’nin Teixeira de Castro/Portekiz, 09.06.1998 gün ve 25829/94 sayılı kararı)
    Maddi olayda, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yapılan bir ihbarı değerlendiren emniyet görevlileri, ihbarda adı geçen Arzu takma adını kullanan bir bayanın 0532 402 30 10 numaralı telefonu kullandığı, müşterilere bayanları 34 GY 3694 plakalı araç ile servis yaptığı, aracı kulnanan kişinin esmer, 1.70 boylarında, 40 yaşlarında bir erkek şahıs olduğu bilgisini aldıktan sonra Arzu takma isimli bayanı arayıp, para ile cinsel ilişki için iki bayanı istedikleri, ve Arzu takma isimli bayan da bunu kabul etmiş, 400+400=800 TL alacağını bildirdiği,
    Taraflar, Göztepe SSK Acil Servis önünde buluşmayı kararlaştırıp aracı kullanan sanık ... de olduğu sırada araçtaki pazarlanan yabancı uyruklu kızlar gösterilmiş, 800 TL para şoför Selçuk"a verilmiş, o da parayı Arzu takma isimli ..."na vermiş olduğu sırada polis memurlarının kendilerini tanıtarak şahısları yakaladıkları, şüphelilerin böylece söz konusu suçu işledikleri yukarıda sayılan tüm deliller kapsamından anlaşıldığından;
    Maddi olayda, TCK 227 maddesinde yazılı fuhuş suçuyla ilgili olarak gizli soruşturmacı görevlendirilemez böyle bir görevlendirme C.M.K"nun 139 maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Fuhuş suçu örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir suç olmadığı gibi C.M.K"nun 139/7 maddesinde sayılı suçlar kapsamında da bulunmamaktadır.
    Bunun dışında, CM.K"nun 160/2 maddesi kapsamında, Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda ve genel görevleri kapsamında kolluk görevlilerinin, kimliklerini gizleyip alıcı rolüne girerek sanıklardan fuhuş suçuna ilişkin kadın temin etmelerinin istenmesi mümkün olduğundan, somut olaydaki iki kolluk görevlisini, gizli soruşturmacı değil "kimliğini gizleyen kolluk görevlisi" olarak kabul etmek gerekir.
    Kolluk görevlileri, öncelikle suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması, suç işlenmesinden sonra ise işlenmiş olan suçun tespit edilerek, bu konudaki delillerin toplanması ve suç işlediği belirlenen kişinin başka bir suç işlemeye yönlendirilmeden yakalanıp adalet önüne çıkarılması sağlama görevi bulunmaktadır.
    Maddi olayda, 2 görevli polis memuru sanıklarla telefon bağlantısı kurduktan sonra, sanık Arzu takma adlı bayan ( ...) 34 GY 3694 plakalı aracın içinde hastanenin önünde beklediğini söylediği ve iki görevlilin müşteri kılığında aracın yanına geldikleri ve önceden konuşulduğu şekilde, 400 + 400 toplam 800 TL ücretin diğer sanık ... marifetiyle sanık ... Hocaoğluna verildiği ve sonrasında görevliler kendilerini tanıtarak sanıklar hakkında yasal işlem yaptıklara bu sırada. 23/12/2012 günü saat 22.50 sıralarında Cumuhriyet Savcısı Mahmut Nedim Ulgur"a bilgi verip talimatları doğrultusunda hakaret ettiklerinin anlaşılması karşısında,
    Kolluk görevlisi, işlenen fuhuş suçunu ortaya çıkartmak için şüphelilerle temas kurarak suçüstü yakalanmalarını sağlaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olduğu bunun dışında görevlilerin, sanıklar ..."hu ve diğer sanık ..."i suç işlemeye niyeti olmadığı halde suç işlemeye teşvik ve azmettirmesinin söz konusu olmadığı sanıkların bu işi herkesce bilinir şekilde yaptığı ve görevlilerce suçüstü yakalandığı açıkça anlaşılması karşısında, suça ilişkin deliller hukuka uygun şekilde toplandığından, mahkûmiyet hükmünün onanması gerektiği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Dairesince 30.01.2017 tarih ve 186-812 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanık ... hakkında fuhuş suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında fuhuş suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de

    Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle,
    1- 6284 sayılı Kanun"un 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının,
    2- Katılma isteği karara bağlanmamış olan suçta kullanılan aracın sahibi ..."e gerekçeli kararın tebliğ edilmesine gerek olup olmadığının
    Değerlendirilmesi gerekmektedir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Sanık ...’nun fuhuş suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı,
    Suçta kullanılan aracın sahibi ...’ün Yerel Mahkemeye “Aracımın suça karıştırılması nedeniyle aracımın tarafıma iadesi için davada suçtan zarar gören olarak eklenme konusunda gereğinin yapılmasını arz ederim” şeklinde 04.02.2013 havale tarihli dilekçe sunduğu, ancak bu talep hakkında Yerel Mahkemece bir karar verilmediği,
    Yapılan yargılamada Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
    Sanık hakkında 12.03.2015 tarihinde verilen mahkûmiyet hükmünün sanık müdafisi tarafından temyiz edildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
    TCK’nın suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan “Fuhuş” başlıklı 227. maddesi;
    “...
    (2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.
    ...
    (4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.
    (5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
    (6) Bu suçların, suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
    (7) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
    (8) Fuhşa sürüklenen kişi, tedaviye veya psikolojik terapiye tâbi tutulabilir” şeklindedir.
    Diğer taraftan dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi ve kadına karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa"mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
    Anayasa"nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
    Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa"nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
    Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.) Öte yandan Anayasa"nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa"ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
    Birleşmiş Milletler tarafından 18.12.1979 tarihinde kabul edilen ve ülkemizde de 14.10.1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi", yaşamın her alanında kadın-erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırıp insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınlara tanınması için sözleşmeye taraf devletlerin kararlı şekilde eşitlik politikası izlemelerini sağlama amacı taşımaktadır. (Nazan Moroğlu, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl: 2012, Mart-Nisan S.99, s. 359-360; Ceylan, s. 15-16.) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi de cinsiyete dayalı şiddetin, kadınların erkeklerle eşitlik temelinde hak ve özgürlüklerden yararlanma imkânına ciddi bir engel teşkil eden ve bu nedenle Sözleşme"nin 1. maddesi kapsamında yasaklanan bir ayrımcılık şekli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Opuz/Türkiye Kararı, 09.06.2009, B.N:33401/02, &74.)
    Birleşmiş Milletler tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde kabul edilip kadına yönelik şiddet konusunda ilk uluslararası belge özelliği taşıyan “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” ile şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda üye Devletlere düşen sorumluluklar ile görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenerek Devletlerin iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapması ve uygulamaya geçirmesi öngörülmüştür. (Bildirgenin Türkçe metni için bkz. Https://www.tbmm.gov.tr/komisyon /kefe/belgeuluslararasibelgeler/kadina_karsi_siddet/BM) Bu kapsamda Türk hukukunda ilk kez kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” 14.01.1998 tarihinde kabul edilmiş ve 17.01.1998 tarihinde Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Moroğlu, s. 361-362.)
    Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612)
    Türkiye"nin ilk imzalayan ve onaylayan ülke konumunda olduğu“Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise kadına yönelik şiddeti ilk kez açıkça insan hakkı ihlali olarak tanımlamış ve taraf devletlere uluslararası hukukta kadına karşı ve aile içi şiddet konusunda yükümlülükler getirmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 11.05.2011 tarihinde çekince konulmaksızın imzalanmış, 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanmıştır. Ancak, 75. maddesindeki en az sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on Devlet tarafından onaylanma şartı nedeniyle Sözleşme, Türkiye bakımından 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuzun parçası hâline gelmiştir.
    Sözleşme"nin 3/a maddesi kadınlara yönelik cinsel eylemleri, kadına yönelik şiddet kapsamına dahil etmiş, 5/2. maddesi ise taraf devletlere, sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki tedbirleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu Sözleşme"nin etkisiyle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un kadına karşı ve aile içi şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı düşünülerek 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihli ve 28239 sayılı, bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği ise 18.01.2013 tarih ve 28532 sayılı Resmî Gazetelerde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
    Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği"nde yer alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
    Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun"un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
    Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
    Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
    5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
    “1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
    2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
    “Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
    “1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
    2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
    3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    5271 sayılı CMK"nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
    Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu"nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
    Uyuşmazlık konusu ile ilgili 6284 sayılı Kanun"un "İhbar" başlıklı "Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür." şeklinde hüküm altına alınan 7. maddesinde ise ihbar yükümlülüğü hususunda daha kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır.
    Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
    6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
    "(1) Bu Kanunda yer alan;
    a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
    ...
    d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
    ...
    ifade eder”,
    “Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
    6284 sayılı Kanun"un ikinci maddesinde Bakanlık ibaresinden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının anlaşılması gerektiği belirtilmiş ise de, 09.07.2018 tarihinde Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ve 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle anılan Bakanlık Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adıyla yeniden düzenlenmiş, 04.08.2018 tarihli ve 30499 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 15 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de adı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
    6284 sayılı Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir" denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
    5271 sayılı CMK"nın “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikayet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
    5271 sayılı CMK"nın mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
    "Kovuşturma evresinde;
    1. Duruşmadan haberdar edilme,
    2. Kamu davasına katılma,
    3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
    4. Tanıkların davetini isteme,
    5. Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
    6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma" şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
    Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan "duruşmadan haberdar edilme" hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK"nın 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
    Anayasa"nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK"nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
    "(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
    (2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
    (3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.
    5271 sayılı CMK"nın kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
    "(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, ayrıntıları yukarıda açıklanan duruşmadan haberdar edilme hakkının kullandırılmaması suretiyle CMK"nın 234. maddesinin ihlal edilmesi durumunda anılan hukuka aykırılığın telafisine imkân sağlamaktadır. Bu emredici düzenleme nedeniyle temyiz mahkemesince, temyiz davasının görülmesine başlamadan önce ilgililerin tümünün davadan ve hükümden haberdar olup olmadığının denetlenmesi, kararı usulüne uygun şekilde öğrenmelerinin sağlanması ve müteakiben inceleme yaparak kanun yoluna başvuru hakkını da içeren adil yargılama ilkesine işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK"nın 260. maddesi uyarınca "katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören" sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması halinde CMK"nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
    Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
    5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 310. maddesi; "Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir" şeklindedir.
    Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
    Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
    Bu bilgiler ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
    Sanığın cebir, tehdit, hile kullanmaksızın ve çaresizliklerinden yararlanmaksızın mağdurelerin rızaları doğrultusunda fuhuş yapmalarını sağladığı olayda; uluslararası sözleşmelerde yer alan fuhuş eyleminin cezalandırılmasına ilişkin yükümlülüğün Anayasanın 10. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen pozitif ayrımcılık hususunda ayrıca bir yükümlülük doğurmadığı ve 6284 sayılı Kanunun 2. maddesinde tanımına yer verilen şiddet kavramının fuhuş suçunda TCK’nın 227. maddesinin 4. fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşıldığından sanığın TCK’nın 227. maddesinin 2. fıkrası uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı olmadığı, bu bağlamda anılan Bakanlık"ın davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun da bulunmadığı kabul edilmelidir.
    Öte yandan kovuşturma aşamasında davaya katılmak istediği yönünde talepte bulunan suçta kullanılan araç sahibi ...’ün bu talebi hakkında bir karar verilmemiş olması karşısında gerekçeli kararın CMK’nın 35 ve 260. maddeleri uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan ...’e tebliğ edilmesi gerektiği, ancak usulüne uygun şekilde kamu davasından haberdar edilmediği gibi yokluğunda verilen kararın tebliğ edilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan suçta kullanılan araç sahibi ...’ün katılma ve kanun yollarına başvurma hakkını kullanabilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, yokluğunda verilen kararın ...’e tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın ... tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanık müdafisinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; ... tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir.
    Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
    Birinci uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi ...; "Sanığın fuhuş suçundan TCK’nın 227/2, 52/2, 53 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin olarak verilen hükmün müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 18. Ceza Dairesince "sanık hakkında hukuka uygun yöntemlerle elde edilen delil bulunmadığından beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise ; "Elde edilen delillerin hukuka uygun olduğu," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    Yapılan yargılamada Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır.
    Ceza Genel Kurulunca sanık hakkında hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık incelenmeden önce, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, 6284 sayılı Kanunun 20/2. maddesi uyarınca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi yapılmış ve oy çokluğuyla" sanığın mağdurlara cebir, tehdit, hile kullanmadan veya çaresizliklerinden yararlanmadan, hukuken geçerli rızaları doğrultusunda fuhuş yaptırması nedeniyle, uluslararası sözleşmelerde yer alan fuhuş eyleminin cezalandırılmasına ilişkin yükümlülüğün Anayasanın 10. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen pozitif ayrımcılık hususunda ayrıca bir yükümlülük doğurmadığı ve 6284 sayılı Kanunun 2. maddesinde tanımına yer verilen şiddet kavramının fuhuş suçunda TCK’nın 227. maddesinin 4. fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşıldığından sanığın TCK’nın 227. maddesinin 2. fıkrası uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında katılma hakkı bulunmayan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunmadığı" sonucuna varılmıştır.
    Aşağıda ayrıntıları açıklanacağı üzere Fuhuş suçunun, başlı başına 6284 sayılı Kanunun 2. maddesinde yer alan şiddet tanımı içinde kaldığı ve bu nedenle adı geçen Bakanlığa davanın ihbarının zorunlu olduğu kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir.
    TCK’nın "Fuhuş" başlıklı 227. maddesi;
    "(1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.
    (2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.
    (3) (Mülga: 6/12/2006 - 5560/45 md; Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/18 md.) Fuhşu kolaylaştırmak veya fuhşa aracılık etmek amacıyla hazırlanmış görüntü, yazı ve sözleri içeren ürünleri veren, dağıtan veya yayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve iki yüz günden iki bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
    (4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.
    (5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
    (6) Bu suçların, suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
    (7) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
    (8) Fuhşa sürüklenen kişi, tedaviye veya psikolojik terapiye tâbi tutulabilir" şeklinde düzenlenmiş,
    Madde gerekçesinde; "kişilerin ve özellikle çocukların fuhuşa teşviki, sürüklenmesi fiillerinin hangi koşullarda suç oluşturduğu hususunda düzenlemeler yapıldığı, bu düzenlemeler yapılırken, Türkiye"nin fuhuşla mücadele ile ilgili olarak milletlerarası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerinin göz önünde bulundurulduğu" hususuna değinildikten sonra Türkiye"nin fuhuşla mücadele konusundaki milletlerarası yükümlülüklerini ihtiva eden "4 Mayıs 1910 tarihinde Paris"te imzalanmış olan ‘Beyaz Kadın Ticaretinin Zecren Men"ine Dair Milletlerarası Sözleşme", "30 Eylül 1921 tarihli ‘Kadın ve Çocuk Ticaretinin Men ve Zecrine Dair Beynelmilel Cenevre Mukavelesi ", "11 Ekim 1933 tarihinde ‘Reşit Kadın Ticaretinin Men"ine Dair Beynelmilel Cenevre Mukavelesi" ve nihayet, "2 Aralık 1949 tarihinde ‘İnsan Ticaretinin ve Başkasının Fuhşunu Sömürmenin İlgası Hakkında Sözleşme" hükümlerine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
    Bu sözleşme hükümlerine göre özetle fuhuş, insan kişiliğinin haysiyet ve değeriyle, yine toplum, aile ve kişinin selametiyle bağdaşmamakta ve bütün bunları tehlikeye sokmaktadır. Bu nedenle rızası olsa bile, bir kimseyi fuhuş icrası maksadıyla kullanan, fuhşa sürükleyen, diğer bir kişinin fuhşunu rızasıyla da olsa sömüren, genelevi işleten, işlettiren, işletilmesine tavassut eden, bu tür faaliyetleri finanse eden kimselerin cezalandırılması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu suçlara teşebbüs ve hatta, hazırlık hareketlerinin de cezalandırılması öngörülmüştür. Sözleşmeler ayrıca taraf devletlere, fuhşu bir ticari kazanç aracı olarak yani meslek olarak icrasını ve bunun şartlarını düzenleyen yürürlükteki mevzuatının ilga edilmesini de bir yükümlülük olarak tahmil etmektedir.
    Sekizinci fıkraya ilişkin gerekçe de ise "fuhşa sürüklenen kişinin, tedavi veya terapiye tabi tutulacağı kabul edilmiştir. Bu düzenlemede, fuhuş yapan kişi açısından ceza yaptırımı değil, özel güvenlik tedbiri öngörülmüştür. Zira, fuhuş yapan kişi, vücudu üzerinde başkalarının cinsel davranışlarda bulunmasına katlanmaktadır" biçiminde açıklamalara yer verilmiştir.
    6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun "Tanımlar" başlıklı 2. maddesinde;
    "(1) Bu Kanunda yer alan;
    ...
    d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
    ...
    ifade eder",
    "Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma" başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir", şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir. Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
    Konunun açığa kavuşması için 6284 sayılı Kanundaki şiddet kavramının açıklanması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK"nın 80/1, 103/5, 220/8, 309/1, 311 ve 312. maddelerinde de "şiddet" kavramına yer verilmiştir. Anılan maddelerde şiddet kavramı genellikle cebir ve/veya tehditle birlikte kullanıldığı için "kaba kuvvet kullanma, sert davranma" anlamındadır ve maddi cebri içermektedir. 6284 sayılı Kanun düzenlenirken 5237 sayılı Yasanın şiddet tanımından farklı biçimde yasanın amacına özgü ayrı bir şiddet tanımı yapılmış, "Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı" şiddet sayılmıştır. Görüldüğü üzere bu tanım TCK"nın şiddet tanımından tamamen farklıdır. Kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesi dahi aranmamış, bu ihtimali doğuran her türlü tutum ve davranış bile şiddet sayılmıştır.
    Fuhuş suçunun başlı başına 6284 sayılı Kanunun 2. maddesinde yer alan şiddet tanımı içerisinde kalıp kalmadığı hususuna gelince; Fuhuş suçunun anılan maddedeki şiddet tanımıma girip girmediğinin belirlenmesi için fuhşun tanımının da yapılıp açıklanması gerekmektedir. Fuhşun sözlük anlamı "içinde bulunulan toplumun kurallarına uymayan biçimde bir veya birkaç kişiyle para karşılığında cinsel ilişkide bulunma"dır. Fuhuş, buna maruz kalan kişiler üzerinde yarattığı maddi ve manevi zararlar yanında, genel ahlakı, toplum sağlığını ve kamu düzenini bozucu yanları olan bir eylemdir. Bu nedenle dünya genelinde çoğu Devlet bunun önlenmesini sağlamak maksadıyla iç hukuklarında düzenleme yapmanın yanında, bu konuda hazırlanan uluslararası sözleşmelere de imza koyarak taahhüt altına girmiş, bu şekilde geniş çaplı ve etkili mücadele sağlanmak istenmiştir. Bu durum ülkemiz için de geçerlidir. Yukarıda açıklandığı üzere TCK"nın 227. maddesi gerekçesinde bu hususa açıkça yer verilmiştir. Taraf olduğumuz ilki 1910 yılına ait uluslararası sözleşmelere ve iç hukukumuza göre fuhuş önlenmesi gereken bireysel ve sosyal zararları olan, hukuka aykırı bir eylemdir. Ayrıca fuhuş yapan kişinin bunu serbest iradesi ile yapmadığı, ekonomik ve sosyal birçok nedenle buna sürüklendiği ve bunun sonucunda vücudu üzerinde başkalarının cinsel davranıştı bulunmasına katlandığı da kabul edilmiştir. Yine fuhşun yarattığı muhakkak olan bedensel ve ruhsal zararlar nedeniyle yasamız güvenlik tedbiri olarak kişinin tedavi ve terapiye tabi tutulmasını öngörmüştür.
    Öte yandan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı üzere; Kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması hususunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile pozitif ayrımcılık bağlamında Anayasanın getirdiği yükümlülüklere uygun düzenlemeler içeren 6284 sayılı Kanunun 20/2. maddesi ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddelerinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının açılan kamu davasına katılma hakkının bulunmaktadır.
    Bu açıklamalara göre sorun değerlendirildiğinde;
    1- Yukarıda açıklandığı üzere 6284 sayılı Yasa, TCK"nın şiddet tanımından ayrılarak kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesi dahi aranmamış, bu ihtimali doğuran her türlü tutum ve davranış bile şiddet sayılmıştır. Kanun koyucu etkin koruma sağlayabilmek için bu yasa bakımından uygulamacıya yorum şansı tanımadan özgün şiddet tanımı yapmıştır. Bu nedenle sayın çoğunluğun 6284 sayılı yasanını 2.maddesindeki şiddet kavramının fuhuş suçunda TCK" nın 227/4. maddesinde kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönündeki yorumu hatalıdır, 6284 sayılı Yasa hükümlerinin ve şiddet tanımının yok sayılması anlamına gelir, yorumla yasalar yok edilemez. Fuhşa sürüklenen kişinin bundan fiziksel, cinsel, psikolojik ve zarar göreceği, acı çekeceği, en azından bu ihtimalin bulunduğu çok açıktır, bu ise açıkça özel yasanın şiddet tanımı içerisindedir. Aksinin ileri sürülmesi yasal ve mantıksal değildir.
    2- İhbarın gerekli olmadığı sonucuna varılırken "sanığın cebir, tehdit, hile kullanmaksızın ve çaresizliklerinden yararlanmaksızın mağdurların hukuken geçerli rızaları doğrultusunda fuhuş yapmalarını sağladığı, uluslararası sözleşmelerde yer alan fuhuş eyleminin cezalandırılmasına ilişkin yükümlülüğün Anayasanın 10. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen pozitif ayrımcılık hususunda ayrıca bir yükümlülük doğurmadığı" nedenine dayanılması da doğru değildir. Yukarıda açıklandığı üzere taraf olduğumuz sözleşmelere ve yasalarımıza göre fuhuş yapan kişinin gerçek rızasından söz etmeye olanak yoktur. TCK"nın 227/8. maddesi ve gerekçesinde fuhuş yapan kişinin 2. fıkradaki halde dahi bu zarar verici eyleme sürüklendiği ve katlanmak zorunda olduğu kabul edilmiş, buna bağlı olarak tedavi ve terapi edilmesi gereği öngörülmüştür. Yasa koyucu farklı yoruma engel olmak için eylemin gerçek rızaya dayanmadığını ve zararlı sonuçları olduğunu yasa metninde ve gerekçesinde açıkça ortaya koymuştur. Bu durumda artık eylemin rızaya dayalı olduğu, kişide zarar oluşturmayacağı ve Devletin pozitif ayrımcılık hususunda yükümlülüğünün doğmadığı ileri sürülemez.
    Açıklanan nedenlerle, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması ve pozitif ayrımcılık ilkesinin tesisi amacına uygun olarak CMK"nın 234. maddesinin 1. fıkrası ve 6284 sayılı Kanun"un 7. maddesi uyarınca, sanık hakkında fuhuş suçundan açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davadan haberdar edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK"nın 35 ve 260. maddeleri uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan anılan Bakanlığa gerekçeli kararın tebliğ edilmesi amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, yokluğunda verilen kararların Bakanlığa tebliğinin sağlanarak yasal temyiz süresinin başlatılması, kararın Bakanlık tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanık müdafisinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; Bakanlık tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerektiği kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun ihbarın zorunlu olmadığına ilişkin görüşüne iştirak edilmemiştir." görüşüyle,
    Birinci uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan diğer yedi Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
    2- Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 07.11.2016 tarihli ve 14293-17205 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
    3- Dosyanın, İstanbul Anadolu 31. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.03.2015 tarihli gerekçeli kararın ..."e tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 18. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, birinci uyuşmazlık konusu bakımından 07.03.2019 tarihinde yapılan müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 21.03.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık bakımından 07.03.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi