Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil veya tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 19.3.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden Davalı M.. K.. ve vekili Avukat H.. C..K.. ile temyiz edilenler vekili Avukat R..I..geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil bu talep kabul edilmediği takdirde tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan A.. K..’ın 17.12.2008 tarihinde torunu F.. K..’a verdiği vekâletname ile çekişme konusu 104 ada 27 parsel sayılı taşınmazı 18.12.2008 tarihli akitle oğlu davalı M.. K..’a satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, miras bırakan A..’ın dava konusu taşınmazın temlikine konu vekaletin tanzim ve temlik tarihlerinde hukuki ehliyetinin bulunmadığını, murisin yaşlılığından ve ehliyetsizliğinden faydalanılarak taşınmaz devrinin yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Davalı ise, taraflar arasında aynı konuda derdest dava bulunduğunu, dava konusu taşınmazın satışının resmi şekle uygun yapıldığını, satışın iptali için yasal bir neden bulunmadığını savunmuştur.
Hemen belirtmek gerekir ki, davalının savunmasında ileri sürdüğü Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/22 esas sayılı dosyası dikkate alındığında, her iki davanın tarafları ve dava sebepleri ayrı olduğu gözetilerek mahkemece, derdestlik itirazının reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
Bilindiği üzere; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarihli, 1990/1-152 esas-1990/236 karar sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir.
Böylesi bir durumda, kamu düzenini ilgilendirmesi bakımından öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulmalı, yapılacak araştırma neticesinde miras bırakan A.. K..’ın ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise, davada dayanılan diğer sebep yönünden gerekli araştırmanın yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.
Oysa, mahkemece ehliyetsizlik iddiası bakımından yeterli bir araştırma yapılmadan sonuca gidilmiştir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanunu"nun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunu"nun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz.(11.6.1941 tarih 4/21 Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, 6100 sayılı HMK"nun 282. maddesi gereğince temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunu"nun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, 2659 sayılı yasanının 7. ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan vekaletnamenin tanzimi tarihi ile akit tarihlerinde miras bırakan A..K..ın fiil ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda rapor alınması, tarafların tüm delillerinin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, miras bırakanın ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise, diğer muris muvazaası iddiasının araştırılıp incelenmesi ve değerlendirilmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma yetinilerek hatalı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün(6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 19.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.